top of page

Avrupa Birliği’nin Geçmişinden Geleceğini Okumak

Brzezinski tarafından öne sürülen fikirler, 1997 yılında yayınladığı “Büyük Satranç Tahtası” adlı kitabında ifade etmiştir. 20 yıl önce ifade edilen öngörülerin tutarlılığı takdire değer.

 

 

 

 

 

 

A.B.D. Avrupa Birliği Hakkında Ne Düşünüyor?

Amerika Birleşik Devletleri, birleşik Avrupa hedefine bağlılığını açıkça ifade etmektedir. Resmi Washington, tek bir mevcudiyette birleşmiş, Amerika ile küresel liderliğin hem sorumluluklarını hem de yüklerini paylaşacak kadar güçlü Avrupa’yı görme arzusunu sürekli olarak dile getirmiştir. [1]

Bu konuda beyanat bu şekildedir. Ama uygulamada, Amerika Birleşik Devletleri daha az nettir ve daha az tutarlıdır. Washington dünya ilişkilerinde gerçekten eşit ortak olacak Avrupa’yı cidden istemekte midir? Örneğin, ABD, Avrupa’ya Amerika’dan daha yakın olmakla kalmayıp, pek çok Avrupalı devletin uzun süredir çıkarlarını ilgilendiren Ortadoğu’da Avrupa ile liderliği paylaşmaya hazır mıdır?[2]

Avrupa Amerika’nın doğal müttefikidir. Aynı değerleri ve aynı dinsel mirası paylaşır, aynı demokratik politikaları uygularlar; Avrupa, Amerikalıların pek çoğunun asıl anavatanıdır. [3]

Avrupalıların çoğunluğunun Avrupa’nın temel bir güç olmasını isteyip istemediği ve temel bir güç olmak için gerekli olanları yapmaya hazır olup olmadıkları bile açık değildir. Avrupalı Amerikan karşıtlığının kalıntıları bile tuhaf bir şekilde kiniktir: Avrupalılar Amerikan “hegemonyasına” üzülmektedir, ama onun tarafından korunmanın keyfini sürerler. [4]

Avrupa Birliği’nin Geleceği Var mı?

Avrupa’nın birleşmesinin siyasi momentumu bir zamanlar üç temel güdü ile yönlendiriliyordu: yıkıcı iki dünya savaşının anıları, ekonomik toparlanma arzusu ve Sovyet tehdidine karşı savunmasızlık. Ancak 90’ların ortalarına kadar bu güdüler zayıfladı. Ekonomik toparlanma öyle ya da böyle başarıldı. Gerçekten de Avrupa’nın giderek karşı karşıya kaldığı sorun, ekonomik canlılığının altını oyan ve aşırı derecede yük olan sosyal destek sistemidir. Bu esnada özel çıkar gruplarının her türlü reforma tutkulu direnişi Avrupa’nın siyasi dikkatini içe yönlendirmektedir. Sovyet tehdidi ortadan kalkmıştır, ancak bazı Avrupalıların Amerikan vesayetinden kurtulup bağımsızlık kazanma arzuları kıtasal birleşme için gereken arzuya dönüşmemiştir. [5]

Avrupa hedefleri daha çok bürokratik momentum tarafından sürdürüldü. Birleşme fikri kamudan hâlâ belli bir destek almaktadır. Ama kayıtsız, tutkusuzdur ve misyon anlayışından yoksundur. Genel olarak bugünkü Batı Avrupa sıkıntılı, odaksız, rahat ama toplumsal olarak tedirgin, daha geniş vizyonları paylaşmayan toplumlar grubu izlenimini vermektedir. Avrupa’nın birleşmesi gittikçe bir amaç değil, bir sürece dönüşmüştür. [6]

Tam olarak birleşmiş ve güçlü Avrupa Birliği’nin Amerika Birleşik Devletleri’ne küresel rakip olacağı akla yatkındır. Elbette zorlu bir ekonomik-teknolojik rakip olabilir. Ama güçlü ve siyasi olarak teksesli Avrupa görünen gelecekte olası gözükmemektedir… uluslar-ötesi Avrupa tutkusu sönmüştür. [7]

Fransa ve AB

Fransa için Avrupa, Fransa’nın geçmişteki büyüklüğünü kazanması için bir vasıtadır. İkinci Dünya Savaşı’nın öncesinde bile, uluslararası ilişkiler konusunda önemli Fransız düşünürleri dünya ilişkilerinde Avrupa’nın merkeziliğinin süregiden düşüşünden kaygı duyuyorlardı. Soğuk Savaş’ın sürdüğü onlarca yıl boyunca, bu kaygı, Batı’da Anglosakson egemenliğine kızgınlığa dönüştü; bu noktada Batı kültürünün “Amerikanlaştırılması” saygısızlığının sözünü etmeye bile değmez. [8]

Charles de Gaulle’ün sözleriyle, “Atlantik’ten Urallar’a kadar uzanan” gerçek Avrupa'nın yaratılması, olayların bu acınacak haline çare olacaktır. Böyle bir Avrupa Paris’in önderliğinde olacak ve Fransızların özel ulusal kaderleri olduğunu hissetmeye devam ettikleri Fransız görkemini yeniden beraberinde getirecektir. [9]

Fransız siyasi seçkinlerinin zihinlerini meşgul eden, Fransa'nın hâlâ küresel bir güç olduğu yolundaki fikirlerinde, yanlış inanca dayanan saplantılı bir unsur vardır. Başbakan Alain Juppe, atalarına benzer şekilde, Mayıs 1995'teki Ulusal Meclisi’te “Fransa dünya gücü olarak (dini) çağasına devam edebilir ve etmelidir” açıklamasını yaptığında salonda ani bir alkış koptu. Fransa’nın kendi nükleer silahlarını geliştirmedeki ısrarı, kendi hareket Özgürlüğünü genişletmek ve aynı zamanda Amerika’nın bir bütün olarak Batılı müttefiklerinin güvenliğine dair verdiği ölüm-kalım niteliğindeki kararlarını etkileyebilmek içindir. Fransa'nın konumunu yükseltme çabaları Sovyetler Birliği’ninkilerle karşılaştırılamaz. Çünkü Fransa'nın nükleer silahları, en iyi koşullarda, Sovyet savaşma kabiliyetlerinin yanında sadece marjinal bir etkidedir. [10]

Fransız düşüncesinde, nükleer silahlara sahip olmak Fransa'nın küresel güç ve dünya çapında saygı gösterilmesi gereken bir ses olduğu iddialarını sağlamlaştırıyordu. Bu, Fransa’nın BM Güvenlik Konseyi’ndeki, hepsi nükleer silahlara sahip olan, veto hakkına sahip beş ülkeden biri olma konumunu destekliyordu.  [11]

Fransa’nın küresel hırslan Frankopan Afrika ülkelerinde özel bir güvenlik rolü sürdürmekteki kararlı çabalarıyla da ifade bulur. Uzayıp giden savaşlarla çarpışmalardan sonra Vietnam ve Cezayir kaybedilmiş, geniş bir imparatorluk geride bırakılmıştır. Bunlara ve özde geçmişte bir imparatorluk olan orta seviyede Avrupalı bir güç olması gerçeğine rağmen, güvenlik misyonu yanı sıra Pasifik’teki dağınık adalar üzerindeki Fransız egemenliği, Fransız seçkinlerinin, Fransa’nın gerçekte halen küresel bir rol oynadığı kanılarını güçlendirmiştir. [12]

Almanya Fransız gücünün gerçek sınırlarını bilmektedir. Fransa ekonomik olarak Almanya’dan çok daha zayıftır, askeri yapılanması (1991'deki Körfez Savaşı’nın gösterdiği gibi) pek yetkin değildir. Askeri gücü Afrika’daki uydu devletlerin hükümet darbelerini ezmeye yetecek kadar iyidir, ama ne Avrupa’yı koruyabilir ne de Avrupa’dan uzağa belirgin bir güç yansıtabilir. Fransa ne eksik ne fazla, orta ölçekli bir Avrupa gücüdür. Bundan dolayı Almanya, Avrupa’yı inşa etmek için Fransa’nın gururunu okşamaya razı oldu, ama Avrupa’nın güvenliğini gerçekten koruyabilmek için Fransa’nın liderliğini körü körüne takip etmeye razı olmadı. Amerika’nın Avrupa’nın güvenliğinde temel bir rol üstlenmesinde ısrar etmeye devam etti. [13]

Fransa’nın kendine duyduğu saygı açısından acı verici olan bu gerçek, Almanya’nın birleşmesinden sonra daha net olarak ortaya çıktı. O zamandan sonra Fransız-Alman uzlaşması, Almanya’nın ekonomik dinamizminin verdiği rahatlıkla at koşturan bir Fransız siyasi liderliği görünümüne sahipti. Bu algılanış her iki ortak için de uygundu. Avrupa’nın Almanya’ya dair geleneksel Almanya korkularını azaltırken, Avrupa’nın inşasına ekonomik olarak dinamik Batı Almanya desteğiyle liderlik eden Fransa izlenimini yaratarak Fransız illüzyonlarını güçlendiriyor ve Avrupa’yı mutlu ediyordu. [14]
 

Ancak Almanya’nın birleşmesi Avrupa politikasının asıl parametrelerini de belirgin derecede değiştirmiştir. Bu, Rusya ve Fransa için eşzamanlı bir jeopolitik yenilgidir. Birleşik Almanya artık Fransa'nın küçük siyasi ortağı değildir, otomatik olarak Batı Avrupa’daki tartışmasız temel güçtür. Hatta, özellikle önemli uluslararası kuruluşlara mali destekte bulunması göz önüne alınırsa, kısmen küresel bir güçtür.  Bu yeni gerçeklik Fransa-Almanya ilişkilerinde karşılıklı olarak bazı hoşnutsuzluklar yaratmıştır. Çünkü Almanya artık açıkça Fransa'nın ortağı olduğu ama kayrılmadığı gelecekteki Avrupa vizyonunu ifade edebilirdi; etmekte de istekliydi. [15]

Fransa için bu durum azalan siyasi etkisinin dayattığı çeşitli siyasi sonuçların kabulü demekti. Fransa, ABD egemenliğini protesto etmek için büyük ölçüde dışında kaldığı NATO’da yeniden nüfuzunu arttırmış, bu esnada nispi zayıflığını daha önemli diplomatik manevralarla telafi etmiştir. NATO’ya dönüş belki Fransa'nın Amerika’yı daha çok etkilemesine olanak sağlayabilir, Moskova ve Londra’yla ara sıra flört etmek ise hem Amerika hem Almanya üstünde dışarıdan baskı yaratabilir. [16]

Almanya’nın A.B.’ne Bakışı

II. Dünya Savaşı’nın bitişinden bu yana, demokratik Almanya, bölünmüş Avrupa’nın batı tarafında bir Avrupa birliği inşa etmek için Fransa-Almanya uzlaşmasının gerektiğinin farkındaydı. Bu uzlaşma aynı zamanda Almanya’nın tarihi haklarını geri alabilmesi için de gerekliydi. Bu nedenle Fransa’nın liderliğinin kabulü adil bir bedeldi. Aynı zamanda savunmasız Almanya’ya yönelik süregiden Sovyet tehdidi Amerika’ya sadakati hayatta kalmak için temel bir koşul haline getiriyordu; hatta Fransızlar da bunu onaylıyordu. Ama Sovyetler’in çökmesinden sonra daha büyük ve daha birleşik bir Avrupa’yı inşa etmek uğruna Fransa'nın astı olmak ne gerekliydi ne de avantajlıydı. Eşit bir Fransa-Almanya ortaklığı, Almanya’nın birleşmesiyle Almanya’nın daha güçlü ortak olduğu göz önüne alındığında, Paris için adil bir anlaşmadan da daha kazançlıydı; bu nedenle Fransızlar Almanya’nın Atlantik ötesi müttefiki ve koruyucusu ile birincil bağını tercih etmesini de kabul etmek zorundaydı. [17]

Fransa’nın Kuzey Afrika’da ve Frankopan Afrika ülkelerinde yapıcı bir rol oynadığını söylemek yerinde olur. Fas ve Tunus’un temel ortağıdır. Bir yandan da Cezayir’de istikrar sağlayıcı bir rol üstlenmiştir. Fransa’nın buralara müdahale etmesinin önemli bir iç sebebi vardır; şu anda Fransa’da yaklaşık beş milyon Müslüman yaşamaktadır. Bu nedenle Kuzey Afrika’nın istikrarlı ve düzenli gelişmesinden Fransa’nın yaşamsal çıkarı vardır. Fakat bu çıkar Avrupa'nın güvenliği için çok daha faydalıdır. Fransa'nın misyon duygusu olmasa Avrupa’nın güney kanadı çok daha istikrarsız ve tehdit edici olurdu. Güney Avrupa'nın tümü Akdeniz’in güney kıyısındaki istikrarsızlığın ortaya çıkardığı sosyopolitik tehditten git-tikçe daha çok endişelenmektedir. Bu nedenle Fransa'nın Akdeniz’in öbür yakasında olanlardan duyduğu endişe NATO’nun güvenlik endişelerine uygundur. Bu husus, Amerika zaman zaman Fransa’nın abartılmış liderlik statüsü iddialarıyla uğraşmak zorunda kaldığında hesaba katılmalıdır. [18]

A.B. Projesi Çökerse Almanya Ne Yapar?

Avrupa'nın birleşme yolunda devam eden çabalarının başarısızlığı durumunda Avrupa’nın jeopolitik istikrarı ve Amerika’nın buradaki yeri konusundaki endişeleri hatırlatmak için ne eskiden kalan bağımsız Rus-Alman uzlaşması korkularını akla getirmenin ne de Fransa’nın Moskova’yla taktiksel flörtünün sonuçlarını abartmanın gereği var.  [19]

Eğer birleşme ve Avrupa’nın genişlemesi duraksarsa, Almanya'nın, Avrupa’nın istikrarına zarar verecek, Avrupa düzeni kavramının daha milliyetçi tanımının su yüzüne çıkacağını varsaymak için nedenler vardır…Bu vizyonla, Almanya’nın ekonomik olarak üstün olduğu bir Avrupa bölgesi olmak yerine, aleni Alman siyasi üstünlüğünün ve aynı zamanda Batı’ya ve Doğu’ya karşı daha tek yanlı bir Alman politikasının zemini olacaktır. [20]

Avrupa Birliği'nin Temel Problemi

George Friedman bu görüşlerini 2009 yılında yayınladığı “Gelecek 100 yıl” adlı kitabında dile getirmiştir.

 

 

 

 

Soğuk Savaş sonrası Avrupa tam bir karmaşa içindedir. AB içinde karmaşık ve anlaşılması zor kuruluşlar vardır. Avrupa tarihine bakarsak, aslında eskiden böyle bir karmaşanın savaşa neden olması kaçınılmaz olurdu. Fakat Avrupa artık savaş istemiyor ve zaten buna gücü de yok. Avrupa'nın psikolojik değişimi olağandışı oldu. 1945 öncesi yüzyıllar boyunca katliamlar ve savaşlar doğal karşılanırken, 1945 sonrasında Avrupa kurumlarındaki karışıklık bile sorunlara neden olmuyor. [21]

Avrupa'nın ABD ya da Çin gibi bir tek ülke olduğunu söylemek gerçekçilik olmaz. AB hala, 2. Dünya Savaşı'nın, Soğuk Savaş'ın ve bir imparatorluk kaybının etkisinden kurtulamamış bir ulus-devletler toplumudur.  Bu ulus-devletler yine eskisi gibi kendi yönetimlerine devam ediyor, jeopolitik kararlarını kendi çıkarlarına göre veriyorlar. Aslında ilişkiler Avrupa ile dünyanın diğer ülkeleri arasında değil, Avrupa ülkeleri arasında sürüyor. Bu açıdan bakıldığında, Avrupa büyük bir güç gibi değil de daha ziyade Latin Amerika gibi davranıyor. Latin Amerika'da Brezilya ve Arjantin, dünyadaki etkilerinin kısıtlı olduğunu bilerek, çoğu zaman birbirleri hakkında düşünüyorlar. [22]

Avrupa şimdilik hala kayıplarının şokunda ve hareketsizdir. Fakat İslam ülkelerinden gelen göçler ya da Rusya'nın eski imparatorluğunu yeniden kurma girişimleri, eski fay hattını çeşitli şekillerde harekete geçirebilir.[23]

Avrupa Krizi

George Friedman bu görüşlerini 2015 yılında yayınladığı “Avrupa Krizi” adlı kitabında dile getirmiştir.

 

Avrupa’nın Birliğinin Kurulmasında Amerika’nın Rolü Neydi?

1945-46 kışı Avrupa’da … tek şey korkunç bir yoksulluktu. Avrupalı kurumlar ortaya çıkmış olsa da eski ulus devletler temel alınıyordu. Çoğunlukla geri dönen sürgünler tarafından yeniden hükümetler kuruldu. Ama dört bir yanlarındaki insani felaketle ilgili yapabilecekleri pek az şey vardı. Doğu Avrupa Sovyet egemenliğindeydi, işgalle birleşmişti. Batıda ise parçalanmıştı. Kimse de birleşmeyi düşünmüyordu.[24]

Amerikalılar işgale çok fazla kafa yormamıştı. Birleşik Devletler, kargaşanın ortasına konuşlanmış birlikleriyle birlikte Avrupa’da güçlü bir varlığa sahip olduğu için neredeyse bir refleks olarak kendini yardım sağlamaya zorunlu hissediyordu. 1946 kışı geçmek bilmezken Birleşik Devletler, Avrupa’nın geri kalanında olduğu gibi Almanya’da da insani bir felaketin kapıda olduğunun farkına varıp yardım etti. [25]

Birleşik Devletler kıtadan ayrılmak ve yardım etmek gibi birbiriyle çelişen iki isteğin arasında kalmıştı. Stratejik nedenlerle kalma ihtiyacı henüz bir amaca dönüşmemişti. Bedeli katlanılabilirdi ve halkın görüşü, “bu zavallı insanlar için bir şey yapılmalı” aşamasındaydı. Kimi zaman Amerikan eylemleri fedakâr olarak nitelendirilebilirdi. Ama bunun uzun sürmesi beklenemezdi. [26]

Yıllar içinde Amerikan cömertliği bir stratejiye dönüştü. 1947’de Sovyetler’in hem ideolojilerini Doğu Avrupa’ya dayattığı hem de güçlerini özellikle Yunanistan ve Türkiye’ye yaymaya çalıştığı, Birleşik Devletler için giderek daha açık bir hale gelmişti. Birleşik Devletler bir Sovyet stratejisi olarak gördüğü şeyi engellemek için planlar yapmaya başladı. Batı Avrupa’nın ekonomik durumu Birleşik Devletler için artık bir iyilik meselesi değil ulusal güvenlik meselesiydi. Ekonomik açıdan kırılgan bir Avrupa, toplumsal çalkantılara sahne olurdu ve komünist partilerin gücü karşısında savunmasız kalırdı. Birleşik Devletler, Sovyetler’i tek başına engellemek istemiyordu. Avrupalıların yeniden silahlanmasını istiyordu ve bunun olabilmesi için daha güçlü bir ekonomiye gereksinimleri vardı. Böylelikle Birleşik Devletler planını inşa etmeye başladı. [27]

1947’de Dışişleri Bakanlığı Ekonomik İşler Müsteşarı William Clayton, Dışişleri Bakanı George C. Marshall’a bir muhtıra gönderdi: [28]

Birleşik Devletlerin acil ve büyük miktarda yardımları olmazsa Avrupa ekonomik, toplumsal ve siyasi dağılmanın etkisi altında kalacaktır. Bunun, dünyanın gelecekteki barış ve güvenliğine yönelik korkunç etkilerinin yanı sıra ülkemizin ekonomisi üzerindeki etkileri de feci olacaktır. Arka planda dağ gibi bir savaş borcu varken üretim fazlasını sattığımız pazarların kaybolması, işsizlik, ekonomik kriz ve son derece dengesiz bir bütçe olarak bize dönecektir. Bunların olmaması gerekir.

Böyle bir plan, Belçika-Hollanda-Lüksemburg Gümrük Birliği benzeri bir Avrupa Ekonomik Federasyonu’nu temel almalıdır. Ekonomisi bugünkü gibi pek çok küçük su geçirmez bölmelere ayrılmaya devam ederse Avrupa bu savaşın yaralarını sarıp yeniden bağımsız hale gelemez.

Marshall Planı, Birleşik Devletler’in Sovyetler Birliği ile yaşanan anlaşmazlığa karşılık olarak yaptığı şeyi resmileştirdi ve son derece genişletti. Aynı zamanda Avrupa’nın birleşmesinin gerçek başlangıcıydı. [29]

Marshall Planı yasası aşağıdaki bölümü içeriyordu: [30]

ABD’nin, iç ticaret bariyerleri bulunmayan büyük bir yurtiçi pazarından sağladığı yararların bilincinde olarak ve benzer yararların Avrupa ülkelerine de sağlanabileceği inancıyla, ABD halkının politikasının, bu ülkelerin beraberce çaba harcayacak ortak bir örgüt aracılığıyla Marshall Yardımını almaya teşvik etmek olduğunu ilan ediyoruz... Bu örgüt Avrupa'da kalıcı barış ve ekonomik canlanma için çok önemli olan hızlı işbirliğini başaracaktır.

Marshall Planı, ekonomik kalkınmanın eşgüdümünü sağlayacak bir çeşit ortak örgütle birlikte Avrupa’da serbest ticaret bölgesi gibi bir yapı öngörüyordu. Avrupa Birliği’nin kavramsal temeli buydu. [31]

A.B’nin Kurulması Fikrini Avrupa Ülkeleri Nasıl Karşıladı?

Avrupalılar, Amerikan yardımını memnuniyetle karşıladı ama Avrupa’nın ekonomik bütünleşmesine yönelik Amerikan planlarından çok hoşnut değillerdi. [32]

İngiltere’nin Tutumu

Özellikle İngiltere bir hayli kuşkuluydu. İngilizler imparatorluklarının içinde ortak bir para birimi, İngiliz sterlini temelinde bir serbest ticaret bölgesi yaratmıştı. 1847 ve 1948’de İngilizler, Britanya İmparatorluğunun sona geldiğini kabul etmemişti. Onlar için imparatorluk, ekonomik sistemlerinin temeli olmayı sürdürüyor, İngilizlerin imparatorlukları içinde kârlı oranlarda döviz değeri belirlemelerine izin veriyordu. [33]

İngilizler İkinci Dünya Savaşı’nın galiplerinden biriydi. Amerikalıların Avrupa bütünleşmesi tartışmaları onlara saf ve tehlikeli geliyordu. Marshall Planına katılmayı umuyorlardı ama mağlup olan Fransa ve Almanya’nın düzeyinde bir güce indirgenmeyi kabul edemezdi. [34]

Fransa’nın Tutumu

Fransızlar da işbirliği konusunda aynı ölçüde kararsızdı. Özellikle de Almanları da kapsaması durumunda… Ama Fransızlar yenilmişti ve hoşlarına gitmese de Marshall Planına fena halde ihtiyaçları vardı. İmparatorluklarını sürdürmek istiyorlardı ama ekonomilerini tek başlarına canlandıramayacaklarının da farkındalardı. [35]

Amerikalılar ise Fransız- Alman düşmanlığını saygı gösterilecek değil çözülmesi gereken bir sorun olarak görüyordu. Eğer çözülemezse Almanya yıkık ve zayıf kalmaya devam edecek, bu da Avrupa’nın ekonomik iyileşmesini olanaksızlaştıracaktı. Avrupa’nın hem Almanların ekonomik iyileşmesine hem de Almanya’nın Avrupa’nın geri kalanıyla, özellikle de Fransa’yla bütünleşmesine ihtiyacı vardı. [36]

Fransızlar karşı karşıya oldukları gerçeği anlıyordu. Ekonomik kalkınma olacaksa ve savaştan uzak durulacaksa Avrupa’nın tüm mimarisinin değişmesi gerektiğinin farkındalardı. Almanlardan ne kadar nefret etseler de Fransa ile Batı Almanya’nın çıkarları ortaktı. [37]

Fransa’nın iki düşüncesi daha vardı. Birincisi, İngiltere’nin bütünleşmenin dışında kalmasıyla Fransa, Avrupa’nın başlıca gücü olmuştu. Gönülsüzce izlemektense sürece öncülük etmek daha iyiydi. İkincisi, Fransızlar egemenliklerini tek başına yeniden kazanamayacaklarını biliyordu. Tek başına kalırlarsa, Birleşik Devletlerin ezici gücü onları Fransa’nın çıkarına olmayan eylemlere zorlayabilirdi. Birleşik Devletler’i dengelemek için diğer Avrupa ülkeleriyle bir koalisyonun içinde olmaları gerekiyordu. Fransızlar zaman içinde yanıtın tek başına durmaya çalışmaktansa lider güç olmak, giderek bütünleşen Avrupa’yı şekillendirmek olduğunun farkına varmıştı. [38]

A.B.’nin Kuruluşu

Bir Sovyet istilası durumunda Amerikan stratejisi, savaşın asıl bölümünü Avrupalı müttefiklerin yürütmesiydi. Birleşik Devletler, Avrupa’da bir miktar güç konuşlandıracaktı ama ağırlıklı olarak takviyeler, hava gücü, lojistik ve son çare olarak nükleer silah sağlayacaktı. Bu stratejiyi yürütmek için iki kurum gerekliydi. Biri, Batı Avrupa’nın büyüyen ordularını Birleşik Devletler egemenliğindeki ortak komuta altında bütünleştirecek askeri ittifaktı. İkincisi, bütünleşmiş bir ekonomik yapıya ihtiyaç vardı. Ve Almanya’nın sonuçta bunların ikisinin de parçası olması gerekiyordu. [39]

Temmuz 1947’de Avrupalılar Paris’te toplandı ve Avrupa Ekonomik İşbirliği Komitesini kurdu.[40]

Komitenin örgütlenmesinde Fransızlar baskın rol oynuyordu ama zayıflardı ve onu bir arada tutan şey hem ABD baskısı hem de Sovyet korkusuydu. Hem askerî hem de ekonomik bütünleşmeyi yürüten Amerikalılardı. Avrupalılar NATO’nun dışında bir askerî bütünleşmeyi asla başaramadı. Sonraki yarım yüzyılda ekonomik bütünleşmede Amerikan çerçevesinin ötesine geçtiler ama Avrupa’nın ekonomik bütünleşmesinin kökleri, Avrupalı devlet adamlarının vizyonundan çıkmamıştı. Başarı geleneği, Amerikan vizyonu ve stratejisindeydi. [41]

Birliğin Kurulmasını Güçleştiren Avrupa Alışkanlıkları

Avrupalıların yapmaya gönülsüz olduğu bir diğer şey de değiştirilemez ve geniş kapsamlı bir federasyonun parçası olmak için ulusal egemenlikten vazgeçilmesiydi. Elbette gerçek federasyonu düşünen çoğu nüfuz sahibi bireyler vardı ama hiçbir zaman bunu dayatacak siyasi güce sahip olamadılar. Egemenlik arzusu yaygındı.

İngiltere

İngilizler için imparatorluklarının varlığını sürdüremeyecekleri apaçık hale gelmiş olsa da hâlâ Avrupa’yla ilişkilerini sınırlamak istiyorlardı.[42]

Fransa ve De Gaulle

Avrupa’da refah ortaya çıkmaya başlarken İkinci Dünya Savaşının ardından liderliği bırakan De Gaulle, 1958 de dizginleri tekrar eline almıştı. De Gaulle, Amerikan ekonomik yardımına yönelik ihtiyacın ortadan kalktığını görüyordu. Avrupa, gelişmiş nüfusuyla yardım parasını iyi kullanmıştı ve Avrupa ekonomileri canlanıyordu. Artık Avrupa’ya yönelik tek tehlike, ABD-Sovyet çatışmasıydı. Savaş ve barış kararları artık Avrupa başkentlerinde değil, Moskova ve Washington’da alınıyordu. [43]

De Gaulle Avrupa’daki iki yönlü mücadeleyi, Avrupa’nın Sovyet yayılmacılığı konusunda tarafsız olmadığı ama savunma için Birleşik Devletlere ne tamamen bağlı ne de bütünüyle bağımlı olduğu üç yönlü bir oyuna dönüştürmek istiyordu. Özellikle Avrupa’nın Amerikalılar tarafından işgal edilmesini istemiyordu. Bu nedenle 1958 de NATO güçlerinin Fransa toprağını terk etmesini istedi. NATO’dan ayrılmadı ama birkaç yıl sonra Fransa’yı askerî komiteden çekti. Fransa’nın NATO’yla işbirliği devam etti ve savaş durumunda Fransa’nın katılımıyla ilgili planlar vardı. Ama bir savaş durumunda bu kararı sadece Washington ile Moskova’nın değil, Fransa ile Avrupa’nın vermesinde kararlıydı. [44]

De Gaulle bunun olması için iki şeyin gerektiğine inanıyordu. Birincisi, Avrupa’nın nükleer seçeneği olmalıydı. Nükleer silah yapılmasına yönelik ortak bir Avrupa planı bulunmadığı için De Gaulle, Fransa’nın küçük nükleer programının genişletilmesinde ısrarlıydı. De Gaulle bir Sovyet saldırısına karşı Avrupa’yı savunmanın tek yolunun Amerikan nükleer saldırısı olduğunu savunuyordu. Birleşik Devletlerin Avrupa için Chicago’yu kaybedeceğine inanmıyordu ve daha da önemlisi, Sovyetler de onların bunu yapacağına inanmıyordu. Bu yüzden, ABD’nin nükleer güvencesi inandırıcı değildi. Bir Fransız nükleer gücü olmalıydı. [45]

De Gaulle’ün fark ettiği ikinci şey, Fransa ile Almanya’nın Avrupa’yı birlikte savunmasıydı. Açık farkla en büyük ülkeler onlardı ve en fazla güce onlar sahipti. İngilizlerin yarımadanın politikalarının dışında kalmasından çok memnundu. İngiltere’nin dışarıda kalması Fransa’ya daha fazla hareket alanı sağlıyordu. Almanya ile Fransa’nın birbirine bağlanması, Batı Avrupa’nın geri kalanını da bu çekirdek grupla anlaşmaya zorlayacaktı. [46]

Ne var ki işler tam anlamıyla De Gaulle’ün planladığı gibi yürümüyordu. Almanya doğudaki sıcak bölgelerde savunmasızdı ve ekonomik işbirliğinin ötesine geçemeyecek kadar fazla Amerikan etkisindeydi. Küçük ülkeler Fransız-Alman bloğunun uyduları olmak istemiyor, Amerikan rolünü Fransız-Alman rolünden daha zararsız görüyorlardı. Çatırdayan Fransız ve kükreyen Alman ekonomilerinin arasında da temel gerilimler vardı. Güçlü bağımsız Avrupa yönündeki geniş Gaullist vizyon tam anlamıyla başarılı olamamıştı. [47]

Birliğe Adım: Roma Antlaşması - 1957

Avrupa bütünleşmesi resmî olarak 1957’de, Roma Antlaşmasının imzalanmasıyla başladı. Antlaşma altı ülkeyi bir araya getiriyordu: Fransa, Almanya, Hollanda, Belçika, Lüksemburg ve İtalya. En önemli bölümü de Almanya ile Fransa’yı birbirine bağlamasıydı. Belçika, Hollanda ve Lüksemburg, ikisinin arasındaki küçük sınır bölgesini oluşturuyordu. [48]

Avrupalılar için bu esasen 1871’den bu yana, anlaşmazlıkları sebebiyle Avrupa’yı sürekli şekillendiren Almanya ve Fransa arasındaki bir anlaşmayı simgeliyordu.[49]

İngilizler AT’nin dışında kaldı. Bir serbest ticaret bölgesine ihtiyaç duysalar da ekonomilerinin üzerindeki bağımsız denetimlerini sürdürmek istiyorlardı. Kıtasal bir serbest ticaret bölgesinin İngiliz ihracatlarını azaltmasından korkuyorlardı.[50]

1991 Maastricht Antlaması ve Sonrası

1991 Maastricht Antlaşmasının hazırlandığı ve modern Avrupa Birliğinin yapısının doğduğu yıldı. [51]

Sovyetler Birliği, Maastricht Antlaşmasının taslağının tamamlandığı ayda çöktü. Tüm Sovyet cumhuriyetleri bağımsızlığına kavuştu.[52]

Güneşli Günler

Maastricht Antlaşmasının imzalanmasının ardından Avrupa beklendiği gibi gelişti. Yeni Avrupalı siyasi yapılar, daha güçlü bir bürokrasi ve yeni bir para birimi geliştirdi. Avrupa ekonomisi giderek daha fazla bütünleşti ve artık bir Avrupa Birleşik Devletlerinden söz edilebiliyordu. 2000’lerde de bu bir süreliğine olası göründü. [53]

Büyük bir iyimserlik vardı. Sovyetler Birliği çökmüştü ve AB’nin doğusundaki Sovyet hükümranlığından kurtulan ülkeler AB ye katılmaya hevesliydi. Avrupa bir refah dönemi yaşıyordu. Avrupa’nın tamamı eşit ölçüde zenginleşmiyordu ama sonuç olarak tüm Avrupa zenginleşiyordu. Avrupa ülkeleri hâlâ egemendi. Nihai kaderini denetleme gücünden vazgeçmiyorlardı. Ortak bir savunma politikası ya da dış politika yoktu ama bu önemli görünmüyordu. Önemli olan şey ekonomiydi ve Avrupa, AB’nin vadettiği gibi barış ve zenginlik içindeydi. [54]

Karabulutlar

Önce 7 Ağustos 2008’de Rusya, Gürcistan’la savaşa girdi. 16 Eylül’de ise Lehman Brothers şirketi iflas etti. İlk olay Avrupa ile Rusya’nın arasındaki ilişkiyi değiştirdi. Avrupa’da ülkeler arasında savaş çıkmasının mümkün olmadığı yanılsaması da böylelikle sona gelmişti. İkinci olay, AB’nin uğraşmak zorunda kaldığı ilk ekonomik paniğe neden oldu ve sonuç olarak Avrupa ekonomik sisteminin altını oyup birlik ile egemenlik arasındaki hassas dengeyi bozdu. Hâlâ bu çifte olayın gölgesinde yaşıyoruz.[55]

Soğuk Savaş bitmiş olsa da NATO varlığını sürdürdü. Ama tuhaf bir kurumdu çünkü tarihî amacı, çökmüş bir düşmanla uğraşmaktı. [56]

2008 de NATO ile AB çarpıcı bir şekilde doğuya doğru genişledi. Paylaştıkları bir görev vardı: Doğu Avrupa’nın yeni özgürleşen ülkelerini ve mümkünse eski Sovyetler Birliğini Batıyla bütünleştirmek.[57]

Gürcistan Krizi

2000’Ierin başında NATO’nun ve AB’nin doğuya doğru genişleme eğilimi devam etti. Birleşik Devletler ve bazı Avrupa ülkeleri Ukrayna’da Batı yanlısı bir hükümet kurma peşinde koşuyordu. Ukrayna NATO üyesi olursa ve NATO, askerî gücünü canlandırırsa Rusya işgale açık hale gelirdi. Rusya bu olasılılığı görmezden gelemezdi. Birleşik Devletler, Ukrayna’daki Amerikalılar ile AvrupalIların gözünde demokrasi yanlısı olan grupları desteklemeye başlayınca Ruslar bunu Kiev’de Rus karşıt, bir hükümet kurma ve Rusya Federasyonunun dağılmasının önünü açma girişimi olarak gördü. 2004’teki, Turuncu Devrim tam da böyle bir hükümeti iktidara getirdi. [58]

Ukrayna’nın Turuncu Devrimi, Rusya’nın Birleşik Devletlere ve Avrupa’ya bakışını da değiştirdi. Turuncu Devrim, Birleşik Devletlerin Irak ve Afganistan’da batağa saplandığı ve Avrupalıların askerî olarak zayıf olduğu bir zamanda meydana geldi. Rusların, Birleşik Devletlerden çok Ukraynalılara ve eski Sovyetler Birliğindeki diğer ülkelere bir mesaj vermesi gerekiyordu. Ve bu mesajı Kafkasya daki Amerikan müttefiği Gürcistan’da vermeyi yeğlediler. Gürcüleri yendiler ve böylelikte mesajlarını vermiş oldular. [59]

Gürcistan destek için NATO’ya başvurdu. Ama karşılık gelmedi. NATO kâğıt üzerinde kalmış bir kuruma dönmüştü ve zayıflığını da kimsenin meydan okumamasıyla gizliyordu. Rusya meydan okuyunca ve Gürcistan’ın yardımına kimse koşmayınca Avrupa ittifakının kuruluş öncüllerinden biri daha güvenilmez hale geldi. Evet, Gürcistan NATO’nun bir parçası değildi ama Birleşik Devletler ile İngiltere gibi kilit NATO üyeleri Rusya’yla Gürcistan’ı destekliyordu. Sonuçta zayıflık zayıflıktı ve ortaya çıktı. Tüm bunlar 2014 te Ukrayna krizinin patlamasına öncülük etti. [60]

Rusya’nın NATO çıkarlarına ya da önde gelen NATO üyelerinin çıkarlarına asla meydan okumaya cesaret edemeyeceğini sanan yeni üyeler için Gürcistan’daki olaylar tam bir şoktu. Bu bir şoktu ama daha da büyüğü yoldaydı. [61]

Ekonomik Kriz

16 Eylül’de Lehman Brothers iflas edip borçlarım ödeyemeyince küresel ekonomik sistemi bir kargaşaya sürükledi. [62]

2008 krizi geldiğinde hükümetin bu tür şeylerin üstesinden gelecek bir modeli vardı ve hükümet ile Amerikan Merkez Bankası krizle baş etmek için işbirliği yaptı. Hükümet ile Merkez Bankası büyük bankaların üst düzey yöneticilerini bir araya getirdi ve bir çözüm bulundu.[63]

Avrupa Birliği bu boyutta bir ekonomik krizle hiç karşılaşmamıştı. Karar verme süreci yavaş ve karmaşıktı ve siyasi gerçeklik, çok farklı çıkarları olan egemen devletlere hizmet etmesiydi. Tutarlı bir çözüm olanaksızdı çünkü ülkeleri AB yönetmiyordu. AB’nin ikileminin ortaya çıktığı yer işte burasıdır. Ülkeler nihai otoriteyi kendi ellerinde bulunduruyor, AB merkez bankasını denetliyordu. Ya da en azından bazı ülkelerin üzerinde etkisi vardı. Ülkelerin, egemenliği Avrupa Birliğine devretme isteksizliği, otoritesi olanlar tüm Avrupa adına konuşamazken, Avrupa adına konuşanların çok az gerçek otoritesinin bulunduğu anlamına geliyordu. [64]

AB’nin merkezî ve dayanak noktası Fransız-Alman ilişkisiydi. Ama bu artık eşit bir ortaklık değildi. Almanya açık farkla Avrupa’nın en büyük ekonomik gücüydü. Diğer yandan Fransa sadece Almanya’nın gerisinde kalmıyor, aynı zamanda Fransa’nın içindeki farklılıklar, Fransızların tek bir sesle konuşmasını zorlaştırıyordu. Almanya, Avrupanın en yüksek sesine sahipti ama başbakanı Avrupa adına konuşmuyordu ve Almanya’nın çıkarları da Avrupa’nın geri kalanıyla aynı değildi. [65]

Ekonomik kriz Avrupa’yı vurduktan sonra Almanlar bankacılık sistemini aşırı derecede desteklemek istemedi. Kendi durumunu yeterince iyi idare ediyordu. Sorunlar başka ülkelerdeydi. Diğer ülkelerdeki seçmenler, Alman Başbakanını seçmiyordu. Almanya Başbakanı, refahlarının ve işlerinin, Avrupa’nın geri kalanının Almanya’nın mallarını almasına ne derece bağımlı olduğunu anlaması gerekmeyen seçmenlerine karşılık vermek zorundaydı. Almayanın bakış açısına göre Avrupa’nın geri kalanındaki sorunlar, tembelliğin ve rahatına düşkünlüğün sonucuydu. Avrupa’daki bazı kesimlerin bakış açısına göreyse sorun, Almanya’nın sistemi kendi yararına yönlendirmesinden kaynaklanıyordu. Almanya’yı giderek daha fazla diğer AB üyelerinden ayıran, Avrupa’nın bugünkü sorununun yapısını bu oluşturuyordu. [66]

Kriz, Avrupa’yı çarpıcı bir şekilde böldü. Maastricht’i izleyen yıllarda geleceği çok parlak görünen bütünleşme ilk ekonomik kriziyle karşılaşmıştı ve krizin bozduğu en önemli şey Avrupa’nın birliğiydi, örneğin Almanların çıkarına olan şey İspanyolların çıkarına değildi.[67]

Avrupa’da olan şey, Almanya’nın yarımadadaki üstün konumunu yeniden kazanmasıydı. Almanya krizin üstesinden nasıl gelineceği konusunda belirleyici oldu çünkü son kredi mercii haline gelmişti. Ve Almanya işe yarayacak olsa bile teşviklere karşıydı. [68]

Fransız-Alman ilişkileri de yıpranmıştı. Daha yüksek işsizlik oranına sahip Fransa teşvik paketi istiyordu. Almanya ise buna karşı çıkıyordu. Bu, 1947’nin en kötü durum senaryosuydu: Almanya, Avrupa’nın büyük gücü olarak yeniden doğuyordu ve Fransa ile Almanya arasındaki bağ kopuyordu. Elbette bu savaş anlamına gelmiyordu. Almanya'nın savaş ya da hatta egemenlik kurma gibi bir arzusu yoktu. Ama ne istediğinden bağımsız olarak Almanya, Avrupa’ya hükmediyordu ve sürtüşme şiddetliydi. Avrupa’da dört bölge vardı: Alnıanya-Avusturya, Kuzey Avrupa, Güney Avrupa ve Doğu Avrupa. Hepsinin de çıkarları farklıydı ve her bloğun içindeki ülkelerin arasında sürtüşmeler vardı. [69]

A.B’nin Geleceği

AB hâlâ varlığını sürdürüyor ama her ülke kendi çıkarını hesaplıyor, AB’den bağımsız koalisyonlar oluşturuyordu. Merkez bürokrasisi artık önemli kararlar almıyordu. Daha çok, ulusal liderler kendi ülkelerinin çıkarına kararlar alıyordu. Avrupa ulus-devlete geri dönmüştü.[70]

Şu soruyu ortaya atmamız gerekiyor: Avrupa’nın eski durumuna dönme olasılığı var mı? AB orada olmazsa ya da BM gibi felce uğramış bir çatışma arenasına dönüşürse ne olur? Doğu ülkeleri NATO’ya olan tüm güvenlerini kaybeder ve yükselen Rusya’yla barış yapmak zorunda olduklarını hissederse ne olur?[71]

Ülkelerin Arasındaki Problemler

Fransa ile İngiltere’nin geçmişi iyi değildi. İhanet duygusu İkinci Dünya Savaşında, Fransız bakış açısına göre İngiltere, Fransa’yı en zor anında terk edip güçlerini çektiğinde pekişti. Fransanın, Napolyon’un Waterloo’da hezimete uğramasında etkisi olan, İngiltere’yle tarihsel ilişkisi çoğu zaman sıkıntılıydı. İkinci Dünya Savaşının ardından, Avrupa’nın bütünleşmesi tartışmaları sürerken De Gaulle’ün birleşmeye yanaşmamasının nedenlerinden biri de İngilizlere yönelik derin nefret ve güvensizlikti. Olumsuz duyguların bir tarihi vardı ama bu durumda, İkinci Dünya Savaşındaki deneyimleriyle iyice bilenmişti. [72]

Fransızlar ile Almanların da parlak bir tarihi yoktu. Napolyon’un Waterloo’daki yenilgisinde Prusya askerlerinin de büyük önemi vardı. Almanya birleşir birleşmez Fransa ile Almanya, Almanya’nın kazandığı bir savaşa tutuştu. İki dünya savaşını da kattığınızda, apaçık bir şekilde Fransız-Almanya ilişkisinin tarihi, Fransa’nın, İngiltere’yle geçmişinden bile daha kötüydü. [73]

Birleşik Devletler, Avrupa’yı Amerikan kaynaklan kullanılarak çözülemeyecek bir yapı olarak görüyor. [74]

Birleşik Devletler, Fransa’nın iki askerî macerasına bulaştı. Birincisi, 2011’de Libya’nın bombalanmasıydı. Burada Birleşik Devletler Fransa’nın eylem çağrılarını desteklemeyi seçti ve ilk başta tereddüt etse de sonunda asıl yükü üstlendi. Aynı şekilde, Fransızlar 2013’te Maliye istikrarı sağlamak için asker gönderdiğinde Birleşik Devletler lojistik destek vererek arka çıktı. [75]

Almanya’nın iki olaya da katılmadığını özellikle belirtmeliyim. Bu, Fransız-Alman ilişkilerinde süregelen temel bir dinamiği işaret ediyor. Fransa’nın temel ulusal çıkarlarının tehlikede olduğunu hissettiği iki durumda Almanlar onlara askerî destek vermeyi reddederken Birleşik Devletler destekledi. Bu, Fransız ekonomik çıkarlarının, Almanlarınkilerden uzaklaşmasıyla aynı dönemde oldu. Fransa’da işsizlik yaklaşık yüzde on ikiydi. Fransızlar işsizliği çözecek bir AB politikası isterken Almanlar mali sorumluluğu arttıran bir AB politikası taraftarıydı. [76]

Fransa’nın ekonomik zayıflıkları 2008’den sonra kendini daha fazla gösterdi. Fransa’da o zamandan beri apaçık olan ekonomik zayıflık, son iki yüzyıldır olduğu gibi devam ederse Fransa, Avrupa’da giderek daha fazla rekabet edemez hale gelecektir, özellikle de Almanya’yla karşılaştırıldığında. Rekabet edememek Fransa’yı Almanya’dan farklı ekonomik politikalar izlemeye zorlar ki bu da AB’nin mevcut çerçevesi içinde sıkıntı yaratacaktır. [77]

Almanya’nın stratejik politikası, ihracatına olanak tanımak için mümkün olan en büyük ülkeler grubuyla ekonomik ilişkiler geliştirme temelinde oluşturulmuştu. Bu anlamda Almanya’nın küresel bir bakışı var çünkü küresel müşterileri bulunuyordu. Ama Almanya bu ülkeleri ekonomi dışında başka hiçbir araçla müşterileri olmaya zorlayacak bir konumda değil. Ne Almanya’ya bağımlılar ne de Almanya’yla alışveriş yapmak zorundalar. AB’nin oluşturduğu araçlar, Almanya’nın, tüm Alman ihraç mallarının yarısını tüketen AB üyelerini denetlemesinin tek yoluydu. [78]

Fransa AB’yi terk etmeyecek ama bu şekilde de kalamaz. Kendi vergi politikasını oluşturmak, kendi bütçe açıklarını yönetmek zorunda kalacak.[79]

Gidişat, Fransa ile Almanya arasındaki sınır bölgesinin büyük olasılıkla barış içinde olmayı sürdüreceğini gösteriyor ama iki ülke arasındaki ilişkiler gelecekte o kadar hoş olmayabilir.[80]

Almanya zenginleşiyor ve Fransa yoksullaşıyor. Almanlar, Fransızların yükünü taşımak istemiyor ama Fransızların sunduğu psikolojik ve politik güvenliği de bırakma yanlısı değiller. Fransızlar Avrupa’daki yerlerinden vazgeçmek istemiyor ama aynı zamanda ekonomik gerilemeye sonsuza kadar dayanamazlar. [81]

Almanlar mallarını almak isteyen doğuya doğru, Rusya’da ve diğer yerlerde fırsatlar arayacak. Fransızlar ise yüzünü güneye, Akdeniz’e çevirecek. Kötüye giden her evlilikte olduğu gibi boşanma fikri ortada dolaşıyor; onları tutkuyla bir arada tutan şeyler artık tükendi. Almanya kurtarma arayışında değil. Fransa da bütünleşmiş bir Avrupa’ya egemen olma peşinde değil.[82]

İngiltere

İmparatorluğun kaybedilmesiyle ve Batı Avrupa yarımadasındaki ABD egemenliğiyle İngiltere sıradan bir Avrupa ülkesi haline geldi. [83]

İngiltere, imparatorluğunun kaybından beri Avrupa yarımadasıyla karmaşık bir ilişki sürdürüyordu. İlişkinin karmaşıklığı yeni değil. İngiltere her zaman yarımadaya hem çok yakın hem de uzak oldu. [84]

Savaşın ardından İngilizler, Avrupa yarımadasında güçleriyle beraber büyülerini de yitirdi. Yeni odak noktası Birleşik Devletler ve onun muazzam ölçüde farklı kültürüydü. Amerikalılar rahatlıkları ve açıklıklarıyla herkesi baştan çıkarıyordu. [85]

Açıkçası İngilizlerin Avrupa Birliği’yle pek fazla iç içe olma isteği yok. Avrupa’nın bir parçası olsalar da mesafelerini koruyorlar. Bunun nedeni kültürel değil stratejik. İngiltere’nin artık Avrupa’daki güç dengesini yönetme yeteneği bulunmuyor. Ama aynı zamanda, Avrupa’nın artan parçalanması ve çelişkili ihtiyaçları, İngiltere’yi ona zarar verebilecek durumların içine çekmeye yatkın olacak. Sorunları çözmek için Avrupa Merkez Bankasına bağımlı olmak istemiyor, yarımada ülkelerinin arasındaki siyasi çapraz ateşin arasında kalmayı da tercih etmiyor.[86]

Dengeyi korumak için İngiltere en büyük müşterisiyle, Birleşik Devletlerle ilişkilerini sürdürüyor. Ama sadece ekonomik bir ilişkiyi sürdürmekten daha fazlasını yapıyor. İngilizler büyük bir ordu, planlı indirimlerden sonra bile Avrupa için büyük olan bir ordu bulunduruyor. Peki ama tüm bunlar nereye varıyor? İngiliz ordusu çoğu yerde tek başına etkinlik gösteremiyor. Ordunun rolü, İngiliz gücü önemsiz değil. Diğer müttefiklerin tersine, simgesel olmanın çok uzağında. Özellikle SAS, İngiliz özel birlikleri pek çok operasyonda çok önemli yer tutmuştu. Ama Birleşik Devletler’in en büyük kazancı siyasi. Fransız ve Almanlar ABD’nin Irak’taki operasyonlarına karşı çıkarken pek çok küçük Avrupa ülkesiyle birlikte İngiltere buna destek verdi. İngiliz desteği, ittifaka başka türlü elde edemeyeceği bir meşruluk kazandırdı. [87]

İngilizlerin Amerikan savaşlarına katılma istekliliği elbette ülkedeki pek çok kesim tarafından eleştirildi ama hizmet ettiği amaç önemsiz değildi.[88]

İngilizler dengelemeye devam ediyor ve her zamanki gibi denge sağlama şekilleri karmaşık. Karışık işler var ama sonuç olarak hedef, İngiltere’nin İngiliz ulusal çıkarlarını, denetlenemez bir şekilde yönetemeyeceği durumların içine sürüklenmeden mümkün olan ölçülerde güvenceye alma yeteneğinin korunması. İngiltere her zaman olduğu gibi çevresini ustaca idare ederek felaketten uzak durmaya çalışıyor. Sonuç olarak bakarsak İngiltere Amerikalıları, Fransızları, Almanları ve dolaylı olarak geri kalan ülkeleri ustalıkla yönetip asla tamamen egemenliği kabul etmiyor.[89]

 

 

 

 

 

Kaynaklar

[1] Büyük Satranç Tahtası. Zbigniew Brzezinski. İnkılap:1997

[2] Büyük Satranç Tahtası. Zbigniew Brzezinski. İnkılap:1997

[3] Büyük Satranç Tahtası. Zbigniew Brzezinski. İnkılap:1997

[4] Büyük Satranç Tahtası. Zbigniew Brzezinski. İnkılap:1997

[5] Büyük Satranç Tahtası. Zbigniew Brzezinski. İnkılap:1997

[6] Büyük Satranç Tahtası. Zbigniew Brzezinski. İnkılap:1997

[7] Büyük Satranç Tahtası. Zbigniew Brzezinski. İnkılap:1997

[8] Büyük Satranç Tahtası. Zbigniew Brzezinski. İnkılap:1997

[9] Büyük Satranç Tahtası. Zbigniew Brzezinski. İnkılap:1997

[10] Büyük Satranç Tahtası. Zbigniew Brzezinski. İnkılap:1997

[11] Büyük Satranç Tahtası. Zbigniew Brzezinski. İnkılap:1997

[12] Büyük Satranç Tahtası. Zbigniew Brzezinski. İnkılap:1997

[13] Büyük Satranç Tahtası. Zbigniew Brzezinski. İnkılap:1997

[14] Büyük Satranç Tahtası. Zbigniew Brzezinski. İnkılap:1997

[15] Büyük Satranç Tahtası. Zbigniew Brzezinski. İnkılap:1997

[16] Büyük Satranç Tahtası. Zbigniew Brzezinski. İnkılap:1997

[17] Büyük Satranç Tahtası. Zbigniew Brzezinski. İnkılap:1997

[18] Büyük Satranç Tahtası. Zbigniew Brzezinski. İnkılap:1997

[19] Büyük Satranç Tahtası. Zbigniew Brzezinski. İnkılap:1997

[20] Büyük Satranç Tahtası. Zbigniew Brzezinski. İnkılap:1997

[21] Gelecek 100 yıl. George Friedman. Pegasus: 2010

[22] Gelecek 100 yıl. George Friedman. Pegasus: 2010

[23] Gelecek 100 yıl. George Friedman. Pegasus: 2010

[24] Avrupa Krizi. George Friedman. Pegasus: 2015

[25] Avrupa Krizi. George Friedman. Pegasus: 2015

[26] Avrupa Krizi. George Friedman. Pegasus: 2015

[27] Avrupa Krizi. George Friedman. Pegasus: 2015

[28] Avrupa Krizi. George Friedman. Pegasus: 2015

[29] Avrupa Krizi. George Friedman. Pegasus: 2015

[30] Avrupa Krizi. George Friedman. Pegasus: 2015

[31] Avrupa Krizi. George Friedman. Pegasus: 2015

[32] Avrupa Krizi. George Friedman. Pegasus: 2015

[33] Avrupa Krizi. George Friedman. Pegasus: 2015

[34] Avrupa Krizi. George Friedman. Pegasus: 2015

[35] Avrupa Krizi. George Friedman. Pegasus: 2015

[36] Avrupa Krizi. George Friedman. Pegasus: 2015

[37] Avrupa Krizi. George Friedman. Pegasus: 2015

[38] Avrupa Krizi. George Friedman. Pegasus: 2015

[39] Avrupa Krizi. George Friedman. Pegasus: 2015

[40] Avrupa Krizi. George Friedman. Pegasus: 2015

[41] Avrupa Krizi. George Friedman. Pegasus: 2015

[42] Avrupa Krizi. George Friedman. Pegasus: 2015

[43] Avrupa Krizi. George Friedman. Pegasus: 2015

[44] Avrupa Krizi. George Friedman. Pegasus: 2015

[45] Avrupa Krizi. George Friedman. Pegasus: 2015

[46] Avrupa Krizi. George Friedman. Pegasus: 2015

[47] Avrupa Krizi. George Friedman. Pegasus: 2015

[48] Avrupa Krizi. George Friedman. Pegasus: 2015

[49] Avrupa Krizi. George Friedman. Pegasus: 2015

[50] Avrupa Krizi. George Friedman. Pegasus: 2015

[51] Avrupa Krizi. George Friedman. Pegasus: 2015

[52] Avrupa Krizi. George Friedman. Pegasus: 2015

[53] Avrupa Krizi. George Friedman. Pegasus: 2015

[54] Avrupa Krizi. George Friedman. Pegasus: 2015

[55] Avrupa Krizi. George Friedman. Pegasus: 2015

[56] Avrupa Krizi. George Friedman. Pegasus: 2015

[57] Avrupa Krizi. George Friedman. Pegasus: 2015

[58] Avrupa Krizi. George Friedman. Pegasus: 2015

[59] Avrupa Krizi. George Friedman. Pegasus: 2015

[60] Avrupa Krizi. George Friedman. Pegasus: 2015

[61] Avrupa Krizi. George Friedman. Pegasus: 2015

[62] Avrupa Krizi. George Friedman. Pegasus: 2015

[63] Avrupa Krizi. George Friedman. Pegasus: 2015

[64] Avrupa Krizi. George Friedman. Pegasus: 2015

[65] Avrupa Krizi. George Friedman. Pegasus: 2015

[66] Avrupa Krizi. George Friedman. Pegasus: 2015

[67] Avrupa Krizi. George Friedman. Pegasus: 2015

[68] Avrupa Krizi. George Friedman. Pegasus: 2015

[69] Avrupa Krizi. George Friedman. Pegasus: 2015

[70] Avrupa Krizi. George Friedman. Pegasus: 2015

[71] Avrupa Krizi. George Friedman. Pegasus: 2015

[72] Avrupa Krizi. George Friedman. Pegasus: 2015

[73] Avrupa Krizi. George Friedman. Pegasus: 2015

[74] Avrupa Krizi. George Friedman. Pegasus: 2015

[75] Avrupa Krizi. George Friedman. Pegasus: 2015

[76] Avrupa Krizi. George Friedman. Pegasus: 2015

[77] Avrupa Krizi. George Friedman. Pegasus: 2015

[78] Avrupa Krizi. George Friedman. Pegasus: 2015

[79] Avrupa Krizi. George Friedman. Pegasus: 2015

[80] Avrupa Krizi. George Friedman. Pegasus: 2015

[81] Avrupa Krizi. George Friedman. Pegasus: 2015

[82] Avrupa Krizi. George Friedman. Pegasus: 2015

[83] Avrupa Krizi. George Friedman. Pegasus: 2015

[84] Avrupa Krizi. George Friedman. Pegasus: 2015

[85] Avrupa Krizi. George Friedman. Pegasus: 2015

[86] Avrupa Krizi. George Friedman. Pegasus: 2015

[87] Avrupa Krizi. George Friedman. Pegasus: 2015

[88] Avrupa Krizi. George Friedman. Pegasus: 2015

[89] Avrupa Krizi. George Friedman. Pegasus: 2015

Kültür Sayfası

bottom of page