top of page

[1960-61] Bekir Haki Yener (1882-1975)

Ä°stanbul Müftüsü

bekir-haki-yener.jpg

Nurgül Dere (Din ve Hayat Dergisi: 24. Sayı-2015) kısaltılarak alınmıştır.

Bekir Haki Yener, Dağıstan’ın KarabaÄŸ eyaletinde 1882 yılında dünyaya gelmiÅŸtir. Ä°lk tahsilini, doÄŸduÄŸu yer olan KarabaÄŸ’da, önce babasından, daha sonra ise Seyyid Abdülaziz Çelebiden almıştır. 1900 yılında ailesiyle birlikte önce Van’a, daha sonra Tokat’a giderler ve Tokat’ın Zile ilçesine baÄŸlı bulunan Tevfikiye köyüne yerleÅŸirler. Bekir Hâki Efendi, bu yolculuÄŸunu talebesi Prof. Dr. Mahmud Kaya’ya ÅŸu sözlerle anlatır:

“OÄŸlum, bizim iki kıblemiz vardı: biri Kâbe-i Muazzama diÄŸeri de Ä°stanbul. Gözlerimiz ufukta günlerce heyecanla yol aldık. Osmanlı ülkesi ha göründü ha görünecek, derken Osmanlı toprağına ayak bastığımız haberi verilince babam attan inerek hemen secdeye kapandı. Vallahi bilmiyorum, o anda abdesti var mıydı yok muydu? Ä°ÅŸte güzel oÄŸlum, bütün dünya Müslümanları, Türklere ve Türkiye’ye bu derece baÄŸlıydılar. Ne yazık ki, düÅŸmanlar o bağı kopardılar ve o duyguyu sildiler.”

​

Bekir Hâki Efendi, Tokat’a yerleÅŸtikten sonra o yıllarda Tokat müftüsü olan Hacı Osman Efendi’nin derslerine devam ederek icazet alır. 1912 yılında ilim tahsili için Ä°stanbul’a gelir ve Süleymaniye’de bulunan YoÄŸurtçuoÄŸlu Medresesi’ne yerleÅŸir. Fatih dersiâmlarından Muharrem Lütfi Efendi’nin derslerine devam eder ve Haziran 1912’de icazet alır. Aynı yıl Ä°stanbul’da ilk defa açılan Medresetü’l-vâizîn imtihanını kazanır.

​

28 Haziran 1913’te Meclis-i Kebîr-i Maarif’te açılan imtihanı birincilikle kazandığı için Maarif Nezâreti tarafından Üsküp Dârü'l-muallimîni edebiyyât-ı Fârisiyye hocalığına tayin edilir, fakat bazı sebeplerden dolayı bu görevini ifâ edemez. 1914 yılında açılan “ruûs imtihanı”nı üstün baÅŸarı ile kazanarak “müderris” unvanını alır ve 27 Eylül 1914 tarihinden itibaren Beyazıt Dârülhilâfet-i Aliyye Medresesi ikinci sınıf birinci ÅŸube sarf ve lügat müderrisliÄŸine tayin edilir. Bir yandan da Mekteb-i Kudât’a yazılır ve 26 Haziran 1915’te de buradan mezun olur. Böylelikle nâib (kadı) olma hakkını kazanır. 1923’te Ä°btidâ-i Dâhil Medresesi ferâiz ve intikal müderrisi ve 26 Ocak 1924’te ise Sahn Medresesi belâgat-ı Arabiyye müderrisi olur. 4 Kasım 1924 tarihinde tevhîd-i tedrisat kanunu ile medreseler laÄŸvedilince görevine son verilir. Dersiamlık maaşıyla geçinmekte zorluk çeken Bekir Hâki Efendi, Ä°stanbul Barosuna baÄŸlı olarak da dokuz yıl avukatlık yapar. Bekir Hâki Efendi, 1934 yılında Soyadı Kanunu çıktıktan sonra “Yener” soyadını alır.

 

Ä°stanbul MüftülüÄŸü

15 Haziran 1936’dan 1949’a kadar Ä°stanbul MüftülüÄŸü müsevvidliÄŸi görevini yürüten Bekir Hâki Efendi, bu tarihte kendi isteÄŸiyle emekli olur. Daha sonra üç yıl kadar Süleymaniye Kütüphanesinde tasnif iÅŸinde çalışır ve 1953’te buradaki görevinden de ayrılır. Aralık 1954’te tekrar memuriyete dönerek altı yıl süreyle Eminönü MüftülüÄŸü yapar. 27 Mayıs 1960 ihtilalinden sonra Ä°stanbul Müftüsü Ömer Nasuhi Bilmen, Diyanet Ä°ÅŸleri baÅŸkanlığına getirilince, Bekir Hâki Efendi 15 Haziran 1960’ta vekaleten, on beÅŸ gün sonra da asaleten onun yerine tayin edilir. Fakat dönemin Ä°stanbul valisi ile ezanın Türkçe okunması konusunda yaptıkları tartışma yüzünden 2 Haziran 1961’de görevinden alınarak Ä°stanbul MüftülüÄŸü raportörlüÄŸüne getirilir.

​

Müftülük Vazifesinden Alınması

Bekir Hâki Efendinin görevinden alınmasının sebebini Eyüb Said Tokatlı, Tohum dergisine Hocaefendinin vefatından sonra yazdığı bir makalede ÅŸu ÅŸekilde anlatır:

“(... ) O günün askerî [Ä°stanbul] valisi General Refik Tulga ve yanında yüksek rütbeli iki subay, birlikte Ä°stanbul Müftüsü Bekir Hâki Efendiyi makamında ziyarete gelirler. Refik Tulga, Hocamıza dönerek:

​

“Hocam emir verin de ezan Türkçe okunsun.” der.

​

Hoca Efendi “Biz burada kendi başımıza buyruk deÄŸiliz. Diyânet Riyâsetimiz var. Onlardan böyle bir emir almadıkça biz kendiliÄŸimizden herhangi bir ÅŸey yapamayız.” buyurur.

​

Vâli diretir: “Siz pekâlâ emir verirsiniz. Ben de emrediyorum, ezan Türkçe okunsun.”

​

Merhum Hoca Efendi o derin gözleriyle vâlinin yüzüne mânâlı mânâlı bakar ve o nur gibi sakalını eliyle tutarak: “OÄŸlum, ben bu yaÅŸtan sonra gavur olamam!” der.

 

Vâli: “Ezanı Türkçe okumak gâvurluk mudur?” diye ısrar edince, ÅŸu karşılığı alır: “OÄŸlum sen onu bilmezsin; o bizim sâhamızdır, onu biz biliriz.”

​

Böyle bir durum karşısında, bir diktacının baÅŸvuracağı tek çare tehdittir. Vâli de bunu yapmakta gecikmez: “Öyleyse, siz de bu makamda daha fazla kalamazsınız” deyince, Hocamızın verdiÄŸi cevap, îmân ve ÅŸahsiyet sâhibi her Ä°slâm âliminin vereceÄŸi cevap olmuÅŸtur: “OÄŸlum, anam beni bu makamda doÄŸurmadı. Zaten biz hizmet edeceÄŸimize inandığımız müddetçe burada kalırız. Aksi halde gideriz.” 

​

Tabii netice malum... Bir hafta sonra Hoca Müftülükten alınır.”

​

MüftülüÄŸe DönüÅŸü ve Emekliye Ayrılışı

AÄŸustos 1961’den itibaren Ä°stanbul merkez vaizliÄŸine baÅŸlayan Bekir Hâki Efendi, bu dönemde Åžehzâdebaşı ve Fâtih camilerinde verdiÄŸi vaazlarla kalabalık ve seçkin bir cemaat elde etmiÅŸtir. Raportörlük görevinden Nisan 1964’te ayrılan Bekir Hâki Efendi, Aralık 1965’te yeniden Ä°stanbul müftülüÄŸüne vekaleten tayin edilir ve 11 Kasım 1966’ya kadar bu görevde kalır. Bundan sonra Ocak 1972’ye kadar Ä°stanbul merkez vaizliÄŸine devam eder. Bundan sonra yaşının ilerlemesi ile birlikte bulunduÄŸu resmî görevlerden ayrılır.

​

2 Mart 1975 tarihinde (baÅŸka bir bilgiye göre 4 Mart 1975’te) doksan üç yaşında iken vefat eden Bekir Hâki Efendi Edirnekapı Kabristanına defnedilir.

​

Åžahsiyeti

Herkesi kendine hayran bırakacak kuvvetli bir hafızası olan Bekir Haki Efendi, talebelik yıllarında girdiÄŸi her türlü imtihanı yüksek derecelerle kazanmıştı. Ayrıca okuduÄŸu her ÅŸeyi hafızasında tutabiliyordu. O’nun bu yönüne hayran kalanlar bunun sırrını sorduklarında, “Ezberlemek için deÄŸil, okuduÄŸumu haz duyarak okuyorum, o da hâfızama nakÅŸediliyor...” cevabını verirdi.

​

Ayrıca Bekir Hâki Efendi, hadis ve siyer ilimlerinde otorite sayılıyordu. Kendisine, Kütüb-i Sitte ve Müsned kitaplarında mevcut herhangi bir hadîs-i ÅŸerîfin başından bir iki kelime okunduÄŸu vakit, o, hadisi sonuna kadar ezbere okur, rivayetler arasındaki farkları anlatır ve o mevzuda geniÅŸ bilgi verirdi.

​

Bekir Hâki Efendi, Türk, Arap ve Ä°ran edebiyatlarına hakkıyla vâkıf idi, bu üç dilde de ÅŸair olan Bekir Hâki Efendi, ÅŸiirlerini maalesef bir araya toplamamıştır. Zarflar üzerine ve geliÅŸigüzel kağıtlara yazdığı ÅŸiirlerini gören talebeleri: “Ne olur hocam, müsaade buyurun da ÅŸu ÅŸiirlerinizi toplayalım.” dedikleri vakit müsaade etmemiÅŸtir.

​

Emin Saraç, onun edebî yönü ve ilmi için ÅŸunları söylemektedir:

“Bekir Hâki Efendide çok büyük bir hâfıza vardı. Farsça ÅŸiir mahfuzatı kadar, Arapça ve Türkçe ÅŸiir mahfuzatı çok fazlaydı. Arap edebiyatına çok âÅŸina idi. Devamlı kitap okuyan ve zeki bir kimse idi.”

 

Hatıralar

Enver Galip Ceylan, Bekir Hâki Efendi ile ilgili ÅŸunları söyler:

“Bekir Hâki Efendi hitabeti fazla olmayan, fakat hadis üzerine Türkiye’de ileri gelen hocalardan. O, Kakasya taraflarından, sanırım Karakalpak Türklerindendi. Kendi memleketinin ÅŸivesiyle konuÅŸurdu. “Gözel kardaşım” diye hitap ederdi.

​

Hatta sonradan profesör olan bir talebesi anlatmıştı. Diyor ki, “Ders okurken hoca bir ibareye uygun olmayan bir mânâ verdi. “Hocam burası ÅŸöyle olmalı deÄŸil mi?” dedim. Ben böyle deyince, Hocaefendi kalkıp alnımdan öptü ve “oÄŸlum, ben kırk senedir burayı böyle biliyordum. Allah senden razı olsun” dedi. Tevazuya bakın…

Kültür Sayfası

bottom of page