top of page
Ä°stanbul Üniversitesi'nin KuruluÅŸu
A.Demirtas.png

Aydın DemirtaÅŸ'ın Sosyolojik Açıdan 1933 Türk Üniversite Reformu (UludaÄŸ Ünv.: 2010) adlı Y.Lisans Tezinden kısaltılarak alınmıştır.

Üniversite ve Hükümet

Reform sonrası kurulan Ä°stanbul Üniversitesi'nde daha ilk günlerde hükümetin yoÄŸun kontrolüyle ilgili kriz belirdi. Üniversite kurulurken, hocaları tamamen devre dışı bırakan EÄŸitim Bakanı ReÅŸit Galip'e tepki olarak, 10 AÄŸustosta rektör NeÅŸet Ömer Bey ve dört fakülte reisi istifa ettiler. Atatürk bunun üzerine ReÅŸit Galip'le bir görüÅŸme yaptı ve ReÅŸit Galip aynı gün istifasını verdi. Böylece diÄŸerleri istifalarını geri çektiler. Fakat bu olay özerkliÄŸin korunmasını saÄŸlayamadı, ReÅŸit Galip'in istifasına raÄŸmen baÅŸlangıçta hedeflenen çizgi sürdürüldü. 

​

Avrupa'da üniversitelerin iktidarla iliÅŸkisine ve özerklik konusuna bir göz atacak olursak ÅŸunları söyleyebiliriz: Modern anlamda üniversitenin doÄŸuÅŸu, ulus devletlerin doÄŸuÅŸuyla paralel olarak gerçekleÅŸmiÅŸtir. Toplumu belli tarzda düzenleme düÅŸüncesine sahip ulus devlet formasyonu Fransız Devrimi sonrasında ortaya çıkmıştır. Aydınlanmış despotizm de denilen bu tavır, devlet tarafından toplumun merkezi kontrolünü ve düzenlenmesini içermektedir. Bunu mümkün kılan en önemli araçlar ise ulusal bir eÄŸitim ve iletiÅŸim sistemi olmaktadır. Bu açıdan Napolyon Devrim sonrasında Üniversiteyi kontrol altına almış ve modern topluma göre organize etmiÅŸtir.

​

Ancak ne kadar devlet kontrolüne girse de Avrupa'da üniversitelerin özerkliÄŸinin tarihsel temelleri vardır. Üniversiteler kilise, papalık, krallık ve kentsel yönetimler olmak üzere farklı iktidar odaklarıyla özerklik mücadelesi içinde olmuÅŸtur. Ortaçağın üç büyük üniversitesinden biri olan Paris Üniversitesi XIII. yüzyılda merkezileÅŸmeye baÅŸlayan Krallığın kendisini kontrol etmeye çalışmasına direnmiÅŸ, Krallığın kolluk güçleri ile üniversiteler arasında sıcak çatışmalar yaÅŸanmıştır. Paris Üniversitesi bu çatışmalar sonrasında iki yıl Orleans’a çekilmiÅŸ, derslerine ara vermiÅŸtir. Üniversitenin saÄŸladığı avantajlardan mahrum kalmak istemeyen Krallık Üniversitenin haklarını tanımak zorunda kalmıştır. Oxford Üniversitesi'nde de sonuç aynıdır.  

​

Osmanlı-Ä°slam dünyasında ilim adamına saygı duyulurdu, ancak Batı Üniversitelerinde olduÄŸu gibi bir kurumsal özerklik kazanma süreci yaÅŸanmadı. Böyle bir gelenek olmadığı için Darülfünun kısa ömründe hukuken muhtariyet sahibi olmuÅŸ olsa da fiilen kendisini idare eden bir kurum olamadı. Darülfünun’un yerine kurulan Ä°stanbul Üniversitesi'nde ise özerklikten bahsetmek mümkün deÄŸildir. Yeni kurulan Ä°nkılap Tarihi Enstitüsü reformla gelen siyasi kontrolün simgesi gibidir. 

​

Atatürk tarafından, yeni kurulan üniversitede Ä°nkılap Dersleri vermekle görevlendirilen Recep Peker o dönem hakim olan aydınlanmacı, ulusalcı, ilerlemeci anlayışın en uç temsilcilerinden birisidir. Alman Nasyonal Sosyalizminden oldukça etkilenmiÅŸtir. Ona göre liberalizm ve parlamentarizm bir arızadır. Hedef bellidir, kaynak bellidir, toplum yekpare bir bütün olarak bu yolda ilerleyecektir. 

​

Alman Hocalar

Almanya'da Nasyonal Sosyalist iktidar tarafından üniversitedeki görevlerinden atılan bilim adamlarından kırk kadarı Alman Hükümetiyle yapılan anlaÅŸma neticesinde yeni kurulan Ä°stanbul Üniversitesi'ne geldiler. Mülteci bilim adamlarının sayıca en fazla oldukları fakülteler Tıp ve Fen Fakülteleriydi, Hukuk ve Edebiyat fakültelerinde daha az sayıdaydılar.  

​

Almanya'dan iÅŸlerinden atılarak kovulan, hayatları altüst olmuÅŸ olan bu bilim adamlarına burada ne kadar iyi imkânlar sunulmuÅŸ olsa da iÅŸin doÄŸasından kaynaklanan birçok zorlukla karşılaÅŸtılar:

“Durum mülteciler için baÅŸlangıçta son derece güçtü. Eski Darülfünun’un birçok Türk profesörlerinin terk etmek zorunda kaldıkları kürsülerin başına geçtiler. Bu pek tatsız baÅŸlangıç, Türk entelektüeller arasında büyük hoÅŸnutsuzluk yarattı ve daha baÅŸtan düÅŸmanca duyguları araya soktu. Fakat mülteciler içinde kendi yönlerinden baÅŸka seçim yolu yoktu...Acı politik ÅŸartlar ve kiÅŸisel çaresizlikleri ile bu çalışmaya sürüklenmiÅŸlerdi.”     

​

Bilim yapmalarının önünde birçok engel vardı. Bunların çoÄŸu insani psikolojik faktörlerdi. Ülke deÄŸiÅŸtirmek zorunda olmaları, yerlerinden edilmiÅŸ yerli bilim adamlarının anısının taze olması, bazı gazetelerin aleyhlerinde yazılar yazması, anlaÅŸmaların uzatılıp uzatılmayacağı huzursuzluk yaratıyordu. Almanya'da, tutuklanıp toplama kamplarına konulmuÅŸ olan akraba ve arkadaÅŸları vardı. Zaman zaman onların ölüm haberlerini alıyorlardı. 

​

Bir baÅŸka olumsuzluk da Hirsch'in dile getirdiÄŸi gibi farklı formasyonlardan dolayı yerli hocalarla mültecilerin yaÅŸadığı uyumsuzluklardı: 

“Pek çok öÄŸretim üyesi, Fransa’daki yüksek öÄŸrenimleri sırasında ya da medresede hocalık yaptıkları sırada edinmiÅŸ oldukları tecrübelerle yoÄŸrulmuÅŸlardı, oysa ben Alman sistemine göre programlanmıştım. Profesör Malche’ın raporunda derslerde yapılacak reformlar konusunda yazdıkları da Alman sistemine uygundu.” 

​

1933'te gelenler de 1915 yılında gelen yirmi Alman öÄŸretim görevlisi gibi yüksek maaÅŸlarla istihdam edildi. Yüksek maaÅŸlar yerli öÄŸretim görevlileri arasında huzursuzluk yaratmıştı.  

​

Bir üniversitenin benliÄŸi sayılabilecek olan felsefe bölümüne gelince; o zaman tek yüksek öÄŸretim kurumu olan Ä°stanbul Üniversitesi'nin Felsefe Bölümünün reformla beraber tamamen Alman hocalara teslim edildiÄŸini görüyoruz. Bölüm baÅŸkanı yapılan Reichenbach yeni pozitivizmin en bilinen isimlerindendir. Alman hocaların asistanlarından aynı zamanda tercümanlık yapmaları da beklendiÄŸi için Almanca bilmek asistan olabilme ÅŸartı haline gelmiÅŸ, kütüphane bu hocaların görüÅŸlerine yakın Almanca kitaplarla donatılmış, böylece felsefe bölümü bu kiÅŸilere göre bir ÅŸekil almıştır. Reform sonrasında daha önce felsefe ile ilgili derslere giren hocalar kadro dışı bırakılmıştı. Türk düÅŸüncesinin geçmiÅŸiyle baÄŸlantı kurma yolu sadece Türk Tefekkür Tarihi (Hilmi Ziya Ülken) dersine kalmıştır. 

​

ÇoÄŸu akademisyen gibi Reichenbach da Türkiye'den sonra Amerika'ya gitti. Zaten Reichenbach gibi tanınmış profesörlerden çoÄŸu buraya bir ara durak gibi gelmiÅŸlerdi. Onlar için Nasyonal Sosyalizmin yerleÅŸmesi biraz sürpriz olmuÅŸtu. Bu rejimin bu kadar çabuk ve kesin yerleÅŸeceÄŸini beklemiyorlardı.  Adnan Adıvar, felsefe tarihine karşı olmasına raÄŸmen Ä°stanbul'da felsefe tarihi dersi vermekle eleÅŸtirdiÄŸi bu filozofun herhangi bir kalıcı etkisi olmadığını belirttikten sonra onun Amerika'ya gidiÅŸini ÅŸöyle ifade etmiÅŸtir: 

“O modern Arz-ı Mevut'ta bir yer bulunca savuÅŸup gitti.”

​

Bazı mülteci bilim adamları da Türkiye'den sonra Filistin’e gittiler. Zaten bu bölge uzun zamandır çoÄŸu Rusya, Romanya ve Avusturya'dan, nispeten az bir kısmı da Almanya'dan Yahudilerin göç ettiÄŸi bir bölgeydi. Almanya'dan asıl büyük göç Hitlerin iktidarından sonra gerçekleÅŸti. 

​

Bu dönemde modernizasyon projesi sadece bilimsel alanda deÄŸil kültürün her alanında sürüyordu, Atatürk ÅŸu sözleriyle bunu bizzat vurgulamıştır: 

“Bizim için Ä°stanbul Darülfünunu’nu ne yapalım diye bir mesele mevcut deÄŸildir. Bizim için bütün Türkiye'de nasıl bir kültür planı yapalım? Mesele budur.”

​

Bu kültür programıyla ilgili olarak Alman hocalar sadece bilimsel alanlar için deÄŸil heykel, mimari, resim ve müzik gibi sanat dallarında eÄŸitim vermek için de davet edildiler...Ankara Devlet Konservatuarı Hindemith ve Ebert tarafından kuruldu. Ebert Türk Operası, balesi ve tiyatrosunun kurucusu oldu. Burada yirmi kadar Alman ve Avusturyalı mülteci görev aldı.

A.Demirtas.png

Aydın DemirtaÅŸ'ın Darülfünundan Üniversiteye ÖÄŸretim Üyelerinin Toplumsal Profili (Ä°stanbul Ünv.: 2018) adlı Doktora Tezinden kısaltılarak alınmıştır.

1933 yılında öÄŸretim üyeleri 45 Türk profesör ile 42 yabancı profesörden oluÅŸuyordu. Kürsü baÅŸkanlarının 38’i yabancı bilimadamlarıydı. 27 kürsü baÅŸkanı ise Türktü. 

​

Almanya’dan ilk etapta 30 öÄŸretim üyesi için anlaÅŸma saÄŸlanmıştır. Ancak 1933- 1946 arasında gelenlerin sayısını Widmann’ın zikrettiÄŸi isimlere bakarak 140 civarında tespit ettik. Bunlara, o zaman “ilmi yardımcı” denilen asistan, laborant, gibi görevliler, Ankara Devlet Konservatuarına gelen profesörler ve uzmanlar, DTCF’ne, ve Ankara Numune Hastanesine gelenler de dahildir. 76 profesörün 18’i Fen Fakültesine, 17’si Tıp Fakültesine, 15’i Edebiyat Fakültesine, 11’i Hukuk ve Ä°ktisat Fakültesine, 10’u DTCF’ne, 3’ü Ankara Devlet Konservatuarına, birer kiÅŸi de Mimarlık ve Güzel Sanatlar fakültelerine geldi.  

​

Bu hocaların büyük çoÄŸunluÄŸu Türkiye’den ayrılarak çalışmalarını baÅŸka ülkelerde sürdürmeyi tercih etti. SavaÅŸ sürerken ve hemen sonrasında 23 kiÅŸi Amerika’ya, 10 kiÅŸi deÄŸiÅŸik Avrupa ülkelerine gitti. SavaÅŸ bittikten sonra 20 kiÅŸi Almanya’ya döndü. 2 kiÅŸi Kahire’ye gittiler. Ä°lerde Ä°srail’in kurulacağı Filistin bölgesine giden birkaç kiÅŸi de oldu. 6 kiÅŸi savaÅŸ bitmeden Türkiye’de görevdeyken öldüler. Hocalardan 7’si ise emekli olana kadar burada çalıştı ve ömrünü tamamladı.

A.Demirtas.png

Aydın DemirtaÅŸ'ın Sosyolojik Açıdan 1933 Türk Üniversite Reformu (UludaÄŸ Ünv.: 2010) adlı Y.Lisans Tezinden kısaltılarak alınmıştır.

Alman-Fransız Rekabeti

Üniversite Reformu yapılana kadar, Darülfünun’da Fransız etkisi hakimdi. 1869'da tamamlanan Maarif-i Umumiye Nizamnamesi, 1789 devriminden o güne Fransız eÄŸitim sistemi incelenerek hazırlanmıştı. Bu nizamname medrese ve askeri okullar dışındaki bütün eÄŸitim kurumlarını Maarif Nezareti çatısı altında toplamayı amaçlıyordu. Ders programlarının düzenlenmesinde Fransa'daki uygulama esas alınmıştı. Galatasaray Lisesi, Mülkiye Mektebi gibi önemli eÄŸitim kurumlarında da Fransızca ve Fransız eÄŸitim sistemi etkindi. DönüÅŸte öÄŸretim görevlisi olmak üzere birçok genç Paris'e gönderiliyordu. 

​

19. yüzyıl sonlarından itibaren Almanların etkisi artmaya baÅŸlamıştı. 1880’lerden itibaren Babıali ve Berlin arasında asker ve sivil uzman çağırma iÅŸlemi yoÄŸun bir yazışma ve görüÅŸme akımı yarattı. Yüksek ücretlerle Harbiye Mektebi öÄŸretmenleri de dahil olmak üzere uzman subay ve memurlar getirildi.  Gülhane Askeri Tatbikat Okulu da bir grup Alman doktor tarafından kuruldu. 

​

I. Dünya Savaşı sırasında (1915-1918) Darülfünun’a yirmi kadar Alman bilim adamı geldi. Yüksek Ziraat Enstitüsü de 1930'da neredeyse tamamen Alman Mülteciler tarafından kuruldu. 1933 Reformuyla birlikte ise Almanlar eÄŸitim sisteminde kesin ağırlık kazandılar. Almanların ağırlığının artması üzerine, Fransızlar hoÅŸnutsuzluklarını belirtmiÅŸlerdi. Mili EÄŸitim Bakanlığı buna karşı ÅŸu ÅŸekilde bir açıklama yaptı: Üniversite Alman veya Fransız bilimine deÄŸil sadece bilime hizmet etmelidir. 

A.Demirtas.png

Aydın DemirtaÅŸ'ın Darülfünundan Üniversiteye ÖÄŸretim Üyelerinin Toplumsal Profili (Ä°stanbul Ünv.: 2018) adlı Doktora Tezinden kısaltılarak alınmıştır.

Beklentiler ve GerçekleÅŸenler

1933 Reformu sonrasında Ä°stanbul Üniversitesi öÄŸrencilerinin hızla Almanya üniversitelerindeki öÄŸrencilerin bilimsel seviyesine ulaÅŸması bekleniyordu. Milli EÄŸitim Bakanı Yusuf Hikmet Bayur’un 1933 yılında Üniversite ders başı yaparken yaptığı açılış konuÅŸması bunu yansıtmaktadır:

“Sizler uzaklardan getirdiÄŸimiz âlimlerin memleketlerindeki gençler kadar yüksek bir ilmî seviyeye çıkacaksınız. Bu mertebeye yükselmeniz esaslı ve ÅŸaÅŸmayacak gayemizdir. Buna bir, iki, üç, nihâyet dört senede behemehâl varacağız; varamazsak bütün emeklerimiz heder olmuÅŸ demektir. Milletimiz bunu affetmez ve affetmemelidir.”

​

Hirsch Cumhuriyet’in ilanından sonra yöneticilerin bile yaptıkları inkılapların sonuçlarını kestiremediÄŸini, kendilerinin üniversitede çalıştıkları dönemde eÄŸitimli Türklerin nispî azlığını fark edemediklerini, toplumu anlamadıklarını, bilmediklerini de itiraf etmektedir: 

“Türkiye'nin o tarihte aÅŸağı yukarı on altı milyon kadar olan nüfusunun geleneksel hayat ÅŸartları, alışkanlıkları, adet ve görenekleri, tasavvurları ve kurumları açısından bu dönüm noktasının ne kadar derin bir müdahale olduÄŸunu biz yabancı profesörlerden hangimiz sezebiliyorduk acaba?...Çünkü geleneksel sosyal yapıya yönelen müdahalenin derinliÄŸini kavrayabilmek ve deÄŸerlendirebilmek için, evvel emirde bu yapıyı tanımak lazım geliyordu…Cumhuriyet'in ilanı, öyle olgulara yol açmıştı ki, bu olguların doÄŸurduÄŸu sonuçların kapsam ve ağırlığı bu siyasi olgularla dolaysız temas içinde bulunan politikacıların sezme gücünü bile  aÅŸmıştı. Tüm okul ve eÄŸitim sisteminin 1924'de devletleÅŸtirilmesi, devletin bu önemli sektörünü o güne kadar egemenliÄŸi altında tutan Ä°slam din adamlarından kurtarmak için gerekli hazırlığı oluÅŸturdu…Biz yabancılardan hangimiz, Anadolu köylüsüyle eÄŸitim görmüÅŸ Türk arasındaki derin uçurumun bilincindeydik ki? Hangimiz bu eÄŸitim görmüÅŸ tabakanın toplam nüfusa oranla ne kadar ince olduÄŸunu bilebilirdik?”

​

Bahsedilen kopukluÄŸu öÄŸretim üyelerinin baba mesleklerine baktığımızda görebiliyoruz. ÖÄŸretim üyelerinin çok büyük çoÄŸunluÄŸu üst düzey ve orta düzey müreffeh memur ailelerdendir. Ulemadan veya modern mektep mezunu okuma yazma bilen babaların çocuklarıdır. Çiftçi ve zanaatkâr ailelerin çocukları hemen hemen hiç yoktur. Bu durum 1933’ten sonra da deÄŸiÅŸmemiÅŸtir. 1933 yılından sonra ulema ailelerden gelenlerin oranı azalmış, üst düzey idareci ailelerden gelenlerin oranı artmıştır. 

​

1933’te Dârülfünûnun kapatılıp üniversitenin açılması reform olarak adlandırılsa da aslında yaÅŸanan ÅŸey diÄŸer inkılaplar gibi bir inkılaptır. Her inkılabın ardından olduÄŸu gibi üniversitede de çalkantılar baÅŸlamıştır. Kadrosunun üçte ikisi haklı haksız tasfiye edilmiÅŸ bir kurumun huzur ve sükûn bulması kolay olmamıştır. 

​

1933 Reformuyla birlikte Edebiyat Fakültesi ders programlarında büyük deÄŸiÅŸiklikler oldu. Bazı dersler kaldırılırken, Türk kültürü dersleri ağırlık kazandı. Ayrıca Ä°nkılap Tarihi Enstitüsü açılarak bütün bölümlere de Ä°nkılap Tarihi dersi konuldu. Bu dersten baÅŸarısız olan kimse hangi bölümde okursa okusun baÅŸarısız sayılacaktı. 1931-1936 yılları arasında Cumhuriyet Halk Partisi Genel Sekreteri olan Recep Peker 1933 yılında Atatürk tarafından Ä°nkılap Tarihi dersini vermekle görevlendirildi. Ä°stanbul Üniversitesinin Ä°nkılap Tarihi Enstitüsünde Atatürk Ä°nkılapları dersini okutan bir baÅŸka profesör Mahmut Esat Bozkurt'tu. 

​

Dârülfünûn medreseye raÄŸmen kurulmuÅŸ modern bir kurumdu ancak yeni rejime göre yeterince modern ve inkılapçı deÄŸildi. Dışarıdan yapılan bu sert müdahaleyle nüve halindeki üniversite geleneÄŸi kırılmaya uÄŸradı. Yeni rejim redd-i miras konusunda oldukça kararlı ve radikaldi. Harf devrimi mevcut bilimsel eserlerin yeni kuÅŸaklar tarafından okunup anlaşılmasını engellediÄŸinden zaten ciddi bir kopma yaÅŸanmıştı. 

​

1933 yılında gelen Alman mültecilerden birisi olan Auerbach, Walter Benjamin’e yazdığı 1937 tarihli mektupta Türkiye’de yaÅŸananları ÅŸöyle deÄŸerlendiriyordu: 

“Ä°slami kültürel mirasın külliyen reddi, Ä°slam öncesi Türk kimliÄŸine fantastik bir geri dönüÅŸ, nefret ederken bir yandan da hayranlık duyulan Avrupa'ya karşı Avrupa’nın kendi silahlarına dayanarak üstünlük kurmak amacıyla modernleÅŸme çabası, dolayısıyla yabancı propagandanın tehdidi olmaksızın Avrupa eÄŸitimli mültecilerin hoca olarak istihdam edilmesi…Ortaya çıkan ÅŸey ise aşırı milliyetçilik ve aynı zamanda tarihi milli karakterin yıkımıdır."

​

Cumhuriyet döneminde Ankara ile Ä°slam ve Osmanlı kimliÄŸinin damgasını vurduÄŸu Ä°stanbul’un farklı kültürel-siyasi sembolleri temsil eden iki mekân olarak karşı karşıya getirildiÄŸini görürüz. Profesör Fehmi Yavuz Mülkiye anılarında, Mülkiye’nin 1936 yılında Ä°stanbul’dan Ankara’ya taşınması dolayısıyla; “Mülkiye, Ä°stanbul’un, Tevfik Fikret’in deyimiyle, Köhne Bizans’ın, yozlaÅŸtırıcı havasından uzaklaÅŸarak Anadolu gerçeÄŸini görme olanağı veren bir yere kavuÅŸuyordu.” demektedir.

​

Ä°stanbul zengin tarihî mirasıyla inkılapçıların kendilerini milat kabul eden ruh hallerini beslemeye uygun deÄŸildir, Ankara geniÅŸ boÅŸluÄŸuyla yeniliklerle doldurulmaya daha müsaittir. 1933 Üniversite reformundan iki yıl sonra Ankara'da Milli EÄŸitim Bakanlığına baÄŸlı olarak DTCF açılmıştır. Ä°stanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi hükümetin amaçlarına ulaÅŸmasında yetersiz kalmaktadır. Dünyayı sarsan ekonomik kriz ve liberalizmin çöküÅŸünün ardından ortaya çıkan Ä°talya ve Almanya örnekleri yeni tarz bir milliyetçilik ve devletçilik anlayışının geliÅŸmesine yol açmış ve bu eÄŸitime de yansımıştır.

Kültür Sayfası

bottom of page