Üniversite Fikrinin Temelleri
Prof. Dr.Taner Timur'un Toplumsal Değişim ve Üniversiteler (İmge: 2000) adlı kitabından kısaltılarak alınmıştır.
Üniversite Fikri Nerede Başlar?
…Haskins, yüksek öğretim kurumlan ile üniversiteler arasında bir ortak yön görse bile, hükmü kesindir:
"Ne kadar garip görünürse görünsün ne Eski Yunanlılarda ne de Romalılarda, sözcüğün son altı yedi yüzyıl içinde kullanıldığı anlamda bir üniversite vardı... Hukukta, felsefede ve retorikteki eğitimlerinin büyük kısmı aşılması zor düzeydeydi; fakat öğretim devamlı bir kurumsal yapıya kavuşmamıştı. Sokrat gibi büyük bir öğretmen diploma vermiyordu."
O halde çağdaş üniversitelerin kökenini Atina'da ya da Roma da aramak boşunadır; günümüz üniversiteleri, Paris ve Bolonya üniversitelerinin mirasçısıdırlar.
İlginçtir ki Batılı üniversitelerin kökenini feodal loncalarda arayan görüşler günümüzde de yeteri kadar temsilci bulabilmektedir.
Geçen yüzyılın başlarında. Durkheim Fransız üniversitelerini ıslaha çalışırken, Alman sosyoloğu M. Weber de Amerika'da Avrupa'dakilere hiç benzemeyen üniversitelerle tanışmıştı. Bu üniversiteler tamamen kapitalist bir zihniyetle kurulmuşlardı ve bünyelerinde her şey "alışveriş" esasına dayanıyordu. Weber bu konudaki izlenimini kaba çizgilerle şöyle ifade etmiştir:
"Amerikan üniversitelerinde öğrenci, profesörü hakkında basit bir fikre sahiptir: Nasıl sebze satıcısı annesine lahana satan bilisiyse, profesörü de babasının parasına karşılık, kendisine bilgiler ve yöntemler satan birisidir."
Pragmatizmi devlet felsefesi yapmış bir ülkede bundan daha doğal ne olabilirdi?
Aslında Alman sosyoloğu bu gözlemi yaparken, Alman üniversiteleri de hızlı bir değişim içindeydiler. Ve düşünür bu süreci şöyle özetliyordu:
"Açıkça görebiliriz ki, Alman üniversite sistemindeki son gelişmeler Amerikan sistemi doğrultusundadır. Büyük bilim ve tıp enstitüleri devlet kapitalizmi işletmeleri haline geldiler. Büyük kaynaklara sahip olmadan bunları idare etmek artık olanaksızdır."
Üniversitelerin İslam Dünyasındaki Kökenleri
XIX. yüzyılın başlarında Alman üniversitelerini inceleyen bir Fransız yazar, "üniversitelerin her devirde ve her yerde aynı olduğu sanılmamalıdır. Ne yazık ki aynı sözcük, sık sık tamamen farklı şeyleri ifade ediyor" diyor ve başlangıçta üniversitelerin prensler nezdinde ne kadar itibarlı olduklarını anlatıyordu: Haçlı Seferlerine katılan Fransa kralı Saint Louis üniversiteleri Doğu'da gördüğü Arap ve Yunan bilimleriyle donatmamış ve onların ayrıcalıklarını artırmamış mıydı?
Talip Küçükcan ve Bekir S. Gür'ün Türkiye’de Yüksek Öğretim (Seta: 2009) adlı kitabından kısaltılarak alınmıştır.
Batıdışı toplumlarda da ciddi bir yükseköğretim geleneği vardır. Avrupa’nın karanlık çağ diye nitelenen dönemlerinde, İslam ülkelerine yayılmış olan medreseler, bilgi ve bilim merkezleri olmuşlardır. 10. yüzyılda kurulan El-Ezher ve 11. yüzyılda kurulan Nizamiye medreseleri, Orta Çağın en önemli yükseköğretim kurumları arasındadır. Nizamiye, İslam ülkelerinde kurulan diğer medreseler için model olmuştur.
Makdisi’ye göre (1989), Orta Çağda Batıda gördüğümüz okul loncaları ve İtalyan Rönesans’ındaki hümanizmin kökenleri doğrudan doğruya Müslüman topraklarında ve medreselerde gelişmişti. Bu iki önemli entelektüel hareket (loncalar ve hümanizm), Batıda üniversitenin biçimlenme ve kurumsallaşma dönemlerinde oldukça önemli olmuştur ve bugün hâlâ modern yükseköğretimin bir parçasıdır. Ayrıca, Batı dünyasında bilimin gelişmesinde, İslam ülkelerindeki çeşitli kuruluşların rolü olmuştur.
9. yüzyılda kurulan Beytu’l Hikmede, sadece Yunanca ve Süryanice bilimsel ve felsefî eserlerin Arapçaya çevrilmesiyle yetinilmemiştir (ki bu çalışmaların Avrupa’da üniversitelerin ve bilimin gelişmesi açısından önemi iyi bilinmektedir). Bu akademide modern bilimin temellerini oluşturan orijinal araştırmalar da yapılmıştır.
Prof. Dr.Taner Timur'un Toplumsal Değişim ve Üniversiteler (İmge: 2000) adlı kitabından kısaltılarak alınmıştır.
Ortaçağ
Öyle sanıyoruz ki analizimize, yıkılması Avrupa'da klasik feodaliteye yol açan Karolenj İmparatorluğu ile başlamak daha uygun olabilir.
Karolenj İmparatorluğunda Saray Okulu, büyük bir olasılıkla daha önce kurulmuş olmasına rağmen. Charlemagne zamanında yetkinlik derecesine ulaşmıştı. Tarihçilerin "Karolenj Devrimi"nden söz etmelerine yol açan kurumların belki de başında gelir. Okul, imparatorluğun yönetici zümresini yetiştiriyordu.
Karolenj İmparatorluğumda Saray Okulu elbette ki eğitim sisteminin tek unsuru değildi. Yönetici zümre en küçük manastırdan katedrallere kadar tüm kilise birimlerini birer okulla donatmıştı. Bunların hepsi ilhamlarını dini akidelerle hakikatleri özdeşleştiren Hıristiyan espriden alıyorlardı: Öğreti konusu olan gerçek tekti ve yine tek olan Tanrı'nın kelamıydı.
Öğretim üç dereceliydi ve sistemin tepesinde Saray Okulu bulunuyordu.
Saray Okulu'nda ansiklopedik bir sentezle, devrin tüm bilgilerini kapsayıcı tarzda bir araya getirilmiş olan disiplinler yedi başlık altında öğretiliyorlardı. Septem Artes Liberales, üçlü (Trivium) ve dörtlü (Quadrivium) bölümler olmak üzere iki branştan meydana geliyordu.
Trivium başlığı altında gramer, retorik ve diyalektik dersleri sıralanıyordu ve bu disiplinler insanı ve insan ruhunu anlamaya ve aydınlatmaya yöneliktiler.
Quadrivium ise aritmetik, geometri, astronomi ve müzikten oluşuyor ve maddeyi, objeleri ve dünyayı açıklamaya çalışıyordu. Bu özellikleriyle Trivium, modern beşeri bilimlerin, Quadrivium ise doğa bilimlerinin ham belirtileri ya da ilk şekilleri olarak kabul edilmişlerdir. Her iki demet ise, ansiklopedik bir bütünlük içinde, klasik Antikitede tüm bilinenleri basitleştirerek aktarıyordu.
Saray Okulu programını dönemin temel belgelerine dayanarak inceleyen Durkheim, Trivium'un orta öğretime, Quadrivium'un da "bir çeşit yüksek öğretime" tekabül ettiğini yazmış ve onu "seçkinlere özgü model okul" şeklinde nitelemiş, fakat bir "üniversite" olarak saymamıştı.
Talip Küçükcan ve Bekir S. Gür'ün Türkiye’de Yüksek Öğretim (Seta: 2009) adlı kitabından kısaltılarak alınmıştır.
Loncalar
Batıda ilk üniversiteler (Bologna, Paris, Oxford) 11. ve 12. yüzyılda kurulmuştur. Bunlar, o çağın özelliklerine göre örgütlenmiş, araştırmacılardan ve öğrencilerden oluşan birer lonca niteliğindedir. Üniversite, kilise gibi, Batı toplumunun en köklü kurumlarından biri olarak karşımıza çıkar. Bununla birlikte, birçok üniversite, resmi kilise kurumu olarak kurulmuş veya kilisenin desteğiyle hayatını sürdürmüştür. Her ne kadar Batılı bir kurum olarak kabul edilseler de Avrupa’daki ilk üniversiteler, İspanya’daki, Sicilya’daki ve Haçlı Seferleri sırasında diğer İslam coğrafyasındaki bilim ve eğitim merkezlerinden birçok açılardan derinden etkilenmiştir.
1088 yılında kurulan Bologna Üniversitesinde yönetim, öğrenci loncalarındaydı. Bolognalı olmayan yabancı öğrenciler yerel otoritelere karşı kendilerini korumaya almak için collegia (topluluklar) kurmuşlardır. 13. yüzyılın sonlarına doğru gelindiğinde Bolognada İtalyalı olmayan loncalar şunlardı: Fransız, İspanyol, İngiliz, Norman, Macar, Polonyalı, Alman v.s. Bu küçük loncalar zamanla birleşerek daha büyük loncalar oluşturmuşlardır. Paris’te ise, öğrenciler değil, hocalar etnik veya yöresel kimliklerine ya da konuşulan dile göre loncalara ayrılmıştı.
Orta Çağda biçimlenmeye başlayan üniversite, bazı niteliklerini günümüze kadar taşımıştır: Bir isim ve merkezi bir mekân, belli bir derece özerkliği olan hocalar, öğrenciler, dersler, sınavlar ve dereceler, “fakülteleri” olan bir yönetim. Ayrıca, lisans derecesi, yüksek lisans derecesi ve felsefe doktoru (PhD) gibi terimler Orta Çağdan beri kullanılmaktadır.
Bu dönemde üniversite en temelde bir meslek okuludur. Zamanla mesleki eğitim, klasikleri öğrenmek ve teoloji ile felsefe tartışmaları yapmak için bir merkez haline gelmiştir. Tıpta Salerno, hukukta Bologna, teoloji ve felsefede Paris öne çıkmıştır.
Prof. Dr.Taner Timur'un Toplumsal Değişim ve Üniversiteler (İmge: 2000) adlı kitabından kısaltılarak alınmıştır.
Üniversitenin Değişen Rolü
İngiliz üniversitelerinin tarihini yazan bir araştırıcı, XVI. yüzyıl başları için şöyle bir gözlemde bulunuyordu:
"Oxford ve Cambridge, 1500 yılında, aynı iki yüzyıl önceki toplumsal işlevlerini yerine getiriyorlardı. Bir kilise intelligentsia’sının eğitimini sağlayacak araçları temin ediyorlardı. Bu intelligentsia, yerel ruhban sınıfından ayrılmış, kilise içi bir seçkin zümreydi; fakat aynı zamanda, aralarından kraliyet bürokrasisinin üyelerinin çoğu da çıkan, devlet içi bir seçkin zümreydi."
Aslında bu tablo, benzer gelişme düzeyindeki toplumsal formasyonların özgüllüğünü sağlayan nüanslarla, tüm Batı Avrupa üniversitelerinin durumunu yansıtıyordu. Bu üniversitelerin devletle ilişkileri değişmiş olsa bile toplumsal işlevleri aynı kalmıştı. Fakat bu tarihten itibaren, aynı üniversiteler, giderek hızlanan bir tempoyla sürecek olan bir evrim sürecine girmişlerdi.
Batılı üniversiteler, sanayi toplumlarının yarattığı "kapitalist üniversite" niteliğine bürünmeden önce en büyük değişikliğe, Avrupa'da mutlak monarşilerin kurulması ve giderek ulusal bilinçlerin oluşması yoluyla uğradılar.
Mutlak monarşiler XV. yüzyıldan XVII. yüzyıla kadar uzanan bir süreç içinde kuruldular. Bu uzun zaman dilimi içinde üniversiteler iki önemli değişikliğe uğradılar. Bunlardan birincisi, giderek artan bir şekilde siyasi otoritelerin kontrolü altına girmeleriydi. O zamana kadar daha çok kiliseye bağlı olan üniversiteler, artık devletin artan ihtiyaçlarına yanıt vermeye; devlete bilgili hukukçular ve ehliyetli memurlar yetiştirmeye başladılar. Devlet, profesör tayinlerinde ve öğrenci seçiminde gitgide daha etkili oluyor ve her konuda denetimini artırıyordu. Buna karşılık öğretim üyeleri, muntazam maaşa bağlanmaları, güzel binaların inşası, meslek statüsünün garantiye alınması vb. gibi hususlarda teselli buluyorlardı.
XVI. ve XVII. yüzyılların toplumsal değişimi içinde üniversitelerin anatomisi de değişmeye başladı. Bu değişiklik en çok öğrencilerin sayısının artışında ve sınıfsal kompozisyonlarının farklılaşmasında kendisini gösterdi.
XVII. yüzyılın ortalarına kadar, üniversitelerin sayıları ve ona paralel olarak öğrenci nüfusu hızla arttı. Bu değişim hem Kuzey Avrupa'daki Protestan hem de güneydeki Katolik üniversiteler için geçerliydi. Reform hareketinden sonra, üniversiteler mezhep ayrılıklarına göre de farklılaşmaya başlamışlardı. Protestan üniversiteler Lüterci, Kalvenci ya da Anglikan renklere bürünürken Katolik üniversiteler Cizvit papazların hücumuna uğramışlardı. Güney Almanya'da ve Avusturya'da başarıya ulaşan Cizvitler, Fransa'da laik kesimin güçlü bir direnci ile karşılaştılar. Bu değişiklikler, göreli bir biçimde öğretimin içeriğini ve yöntemini de etkiliyordu. Yine de üniversite programlarında, ana hatlarıyla, felsefe ve mantıkta Aristo, ilahiyatta Pierre Lombard, hukukta Corpusjuris civilis ve tıpta da Hipokrat ve Galien hükümranlıklarını sürdürdüler.
XVII. yüzyılın ortalarından itibaren üniversite nüfusu durgunluk içine girdi. Arlık ulusal bilinçlerin hızla oluştuğu bir döneme girilmişti.
Aydınlanma ve Üniversiteler
Bilim ve felsefe, XVI. yüzyıldan itibaren daha çok üniversitenin dışında gelişti. XVII. yüzyıl Descartes, Spinoza, Leibnitz gibi modern felsefenin temellerini kuran filozoflara ve Galile, Newton gibi modern bilimi yaratan bilim adamlarına tanık oldu. Bunlardan bazıları üniversitede okumuşlardı; fakat hiçbirisi üniversite mensubu olmadı. Spinoza, Heidelberg Üniversitesi'ne ders vermeye davet edildi; fakat fikirlerini açıkça ifade edemeyen düşünür, daveti kabul etmedi.
Aydınlanma düşünürleri, yaşadıkları dönemdeki üniversiteye şiddetle karşı çıkmışlardır. "Ünlü Rollin'in", diyordu örneğin Diderot, "rahip ya da papaz, şair ya da hatip yetiştirmekten başka bir amacı bulunmuyor. Gerçek bir üniversite bu dar çerçeveyi kıran, "bir ulusun bütün çocuklarına fark gözetmeden kapılarını açan", "evrensel bilimi kucaklayan", "yeni bir üniversite" olmalıydı. Ve Aydınlanma evrenselliği esprisi içinde ekliyordu: "Kamu eğitiminin ilgi alanında değişen bir şey olmaz. Amaç bütün yüzyıllarda aydın ve erdemli insanlar yetiştirmektir."
Diderot'nun özlediği "yeni üniversite" Aydınlanma çağında kuruldu mu?
Hiç kuşkusuz kurulamadı.
Modern üniversiteler Fransız Devrimi'nin ürünüdürler.