top of page
Topluma Karşı Sorumsuzluk
Pelikan.jpg

Jaroslav Pelikan'ın Üniversite Fikri-Bir Yeniden DeÄŸerlendirme (Küre: 2015) adlı kitabından kısaltılarak alınmıştır.

Üniversitenin hem en rahatsız edici zaaflarından hem de aynı zamanda en cezbedici niteliklerinden biri, içinde yaÅŸadığı ve içinde yaÅŸamaktan baÅŸka çaresinin olmadığı toplumsal baÄŸlamı, kendi iç dünyasına bakarak göz ardı etmeye dayalı acayip huyudur. 

Kadir_Yamaç.jpeg

Prof.Dr.Kadri Yamaç'ın Bilgi Toplumu ve Üniversiteler (Eflatun: 2009) adlı kitabından kısaltılarak alınmıştır.

 
Hesap Verebilirlik

YükseköÄŸretimde sık gündeme gelen/getirilen bir konu da hesap verebilirliktir. Hesap verebilirliÄŸin bir dış talep olarak ortaya çıkışı 1980’lerden sonraya denk gelir. Bu tarihlerde ABD’de Ronald Reagan yönetimdedir. Artan iÅŸsizlik, enflasyon, yükseköÄŸretim maliyetlerinin aşırı yükselmesi gibi federal hükümeti yoran sorunlar vardır. Federal hükümet eÄŸitim ve sosyal sorumluklarla ilgili harcamaları azaltmak, üniversitelere ait sorumluluklarını da eyaletlere devretmek istemektedir. Hesap verebilirlik kavramı bu koÅŸullarda gündeme.

​

1997 yılında American Federation of Teachers üniversite yerleÅŸkelerinde fırsatları, kaliteyi ve hesap verebilirliÄŸi istediklerini belirten bir bildiri yayınladı. Federasyon, üniversitelerin nasıl iÅŸledikleri, baÅŸarıyı nasıl ölçtükleri ve hedeflerine ulaÅŸmak için ne kadar iyi çalıştıkları konusunda sorumluluk üstlenmelerini talep etti. Grantham, hesap verebilirlik taleplerinin kamuoyu ve politikacıların yükseköÄŸretim kurumlarına güvensizliklerinin bir iÅŸareti olduÄŸunu ileri sürmektedir. Olumsuz tespitler fildiÅŸi kulelerinde oturan hocaların, devletin yaptığı yatırımlar karşılığında ortaya ne koyabildiklerini açıklamaları taleplerini ortaya çıkarmıştır.

​

Üniversiteyi üniversite yapan öz ile ilgili, yani kaliteli eÄŸitim, iyi yurttaÅŸ yetiÅŸtirme, araÅŸtırma, entelektüel sermaye yaratabilme gibi iÅŸlevlerinde baÅŸarıyı hedeflemesi ve bunları içeren bir bütünün kamusal olarak paylaşılması anlaşılmalıdır.

​

Alman idealizminin ürünü olan Humboldt üniversiteleri olumsuz geliÅŸmelere çözüm olmaktan uzaktır. Humboldt sisteminin de ciddi sorunları bulunmaktadır. Humboldt sisteminde dile getirilen araÅŸtırma ve eÄŸitimin birlikte yürütülmesi ilk anda olumlu çaÄŸrışır. Ancak kastedilen araÅŸtırmalar o kurumda, herhangi bir disiplindekiler tarafından, baÅŸkasından (kamudan) alınan parayla kendi kendine yapılacaktır. Bir sorun ortaya konulup, sorunun çözüm sorusu sorularak araÅŸtırma yapılacaksa, bu aÅŸamanın tamamı, ilginç ÅŸekilde, sadece o disiplindeki kiÅŸiler tarafından yürütülecektir. Yani aynı disiplindeki, akran deÄŸerlendirmelerinden baÅŸka ÅŸeyi önemsemeyen kiÅŸiler yapmak istedikleri araÅŸtırmalara sübvansiyon arayacaklardır.

​

Sabancı.jpg

EÄŸitimin GeleceÄŸi, Üniversitelerin ve EÄŸitimin DeÄŸiÅŸen Paradigması (Komisyon, Sabancı:2003) adlı kitabından kısaltılarak alınmıştır.

Üniversite Fikri: Eski ve Modası GeçmiÅŸ Sistem Ä°lkesi

Stanley Glaser

Birincisi, pedagoji konusundaki geleneksel görüÅŸ deÄŸiÅŸmelidir. Üniversite öÄŸretmenlerinin kendi dünyalarından söz etmeleri yetmez. Üniversitelerin ve profesörlerinin dünyanın bir parçası olmaları gerekir. Bu ise ilkesel olarak üniversiteler için temel bir sosyal baÅŸkalaşım demektir. Üniversiteler tarihsel olarak bir manastırın sosyal özelliklerine sahip olmuÅŸtur—sınırları belli bir öÄŸrenme odağına (disipline) sahip kapalı bir toplum. Nitekim, “dünya”ya ait olmamak, günlük kaygıların küçük ayrıntılarının gerçek amaçtan sapmaya yol açmasına izin vermeyen aÅŸkın bir bilgin olmak, akademisyenler arasında bir ölçüde gurur kaynağı da olmuÅŸtur. 

​

Üniversitelerin örgütlenmesine temel oluÅŸturan sistem ilkesi genellikle fildiÅŸi kule olarak anılan ve manastır ilkesi denebilecek olan ÅŸeydir. Ä°lk baÅŸta sanılabileceÄŸi kadar tuhaf bir durum deÄŸildir bu. Reformasyon dönüm noktasıydı. Manastırlar yıkıldı ya da iÄŸdiÅŸ edildi. Üniversite yeni hakikat kaynağı olarak sosyal önem kazandı.

​

Bastırılmasına yardımcı oldukları manastırlar gibi, üniversiteler de papazlık rolüne soyunmuÅŸtur: Sadece bilginlerin yargılama hakkına sahip olduÄŸu çalışmalardan dolayı çevredeki toplulukça desteklenen, kendi seçimiyle oluÅŸmuÅŸ ve kendi kendini kalıcılaÅŸtırıcı bir bilginler topluluÄŸu. Akademik rol ömür boyu süren bir meslek olarak tanımlandı. Manastırla yolunu izleyen üniversiteler kendilerine “hakikat” ideali arayışını üstlenmeyi yakıştırdılar. Kimlerin bu arayışta yer almayı meÅŸru hak olarak görebileceÄŸine karar veren onlardı. Nelerin bu arayışa katkı olarak kabul edilmesi gerektiÄŸine karar veren onlardı. Birlikte alındığında bu talepleri özetleyen ÅŸey de “akademik özgürlük” talebidir. 

​

Günümüzde EleÅŸtiriler

YaÅŸadığımız çaÄŸda farklı ülkelerdeki hemen her üniversite modelinde von Humboldt’un temel ilkelerinin derin izlerini bulabiliriz. Birçok akademisyene göre von Humboldt, bir anlamda “ideal” üniversitenin modelini çizmiÅŸtir. Ancak son yıllarda birçok geliÅŸmiÅŸ ülkede üniversitelere yöneltilen ağır eleÅŸtirilerin hedefi de yine bu temel ilkeler.

​

GeliÅŸmiÅŸ ülkelerde üniversiteleri eleÅŸtirenler, akademik özerkliÄŸin üniversitelerin gerçek dünyadan kopuk birer sırça köÅŸke dönüÅŸmesine neden olduÄŸunu öne sürüyorlar. Üniversiteler, içinde yaÅŸadıkları toplumla daha az ilgililer, bu toplumda yaÅŸayan insanlara ve sorunlarına daha duyarsızlar ve yaptıkları iÅŸin hesabını verme konusunda, akademik hayatın dışındaki dünyayı küçümseyici, maÄŸrur bir isteksizlik ve kaçınma halindeler. Üniversitede araÅŸtırmanın çoÄŸu kez bir an önce bir akademik unvan kazanmak amacıyla yapıldığı söyleniyor. 

​

Gerçekten de günümüzde, bilimin giderek daha dar alt alanlara ayrışması sonucunda üniversite içinde birbirlerinden kalın duvarlarla ayrılan birçok bölüm ortaya çıkıyor ve çoÄŸu zaman üniversite bir bölümler konfederasyonu haline dönüÅŸüyor. Sırça köÅŸkteki odaların kapıları, bazen yan odada yaÅŸayanlara bile kapalı. AraÅŸtırma ile eÄŸitimin ayrılmaz bütünlüÄŸü ilkesi çoktan unutulmuÅŸ durumda. Her öÄŸrencinin uzmanlaÅŸmadan önce genel bir temel eÄŸitim alması ilkesi ise ancak bazı Amerikan üniversitelerinde bir ölçüde de olsa yaÅŸatılmaya çalışılmakta. Üniversite eÄŸitiminin ilk yıllarındaki temel dersleri vermeyi ise zamanımızda birçok profesör adeta bir angarya olarak algılıyor. 

​

GeliÅŸmiÅŸ ülkelerde iÅŸ çevreleri, sendikalar ve siyasi partiler, üniversitelerin verimlilik esaslarını gözardı ederek sürekli daha fazla mali kaynak istemelerinden ÅŸikayetçiler. KuÅŸkusuz eleÅŸtiriler karşısında üniversiteler de bazı arayışlara girmiÅŸ durumdalar. ÖrneÄŸin Amerikan üniversitelerinden sonra bazı Avrupa üniversiteleri daha giriÅŸimci olmaya yöneldiler; böylelikle hem kaynaklarını artırmayı hem de iÅŸ ve endüstri çevreleriyle kaynaÅŸmayı umuyorlar. Yine Avrupa’da bir üniversite akreditasyon sistemi arayışı baÅŸladı. Birçok üniversite ise gönüllü olarak kendisini dış deÄŸerlendirmeye açıyor, verimlilik ve etkinliÄŸini ölçtürüyor. Fakat acaba sorun günümüzde yalnızca, von Humboldt’un ortaya koyduÄŸu ve doÄŸal olarak zamanla evrimleÅŸen modelin biraz daha çaÄŸa uygun hale dönüÅŸtürülmesinde mi yatıyor, yoksa çağımızın olguları bizi iÅŸin çok daha temeline inmeye mi zorluyor? 

​

KüreselleÅŸme ile biliÅŸim teknolojilerindeki geliÅŸmeler, birbirini tetikliyor. Çağımızda bilgiye ulaÅŸma, bilgi saklama, bilgiye ulaÅŸma kolay hale geldi. Üniversitelere baktığımızda, kütüphanelerinde elektronik olarak ulaşılamayacak hiçbir bilgi kaynağı yok gibi görünüyor. Günümüzün bütün bu baÅŸ döndürücü geliÅŸmeler dünyasında, üniversite modellerine baktığımızda görüyoruz ki onların kökeninde yatan paradigma, hâlâ, esas olarak 19. Yüzyıl aydınlanma çağının bir ürünü! 

​

Akademisyenler olarak akademik baÅŸarı kavramını belki yeniden tanımlamalıyız. Makale bastırmak veya sadece statümüzü onaylatmak amacıyla bilimsel toplantıya katılmaktan ibaret, dar anlamlı baÅŸarıların ötesinde bir ÅŸeyler aramalıyız. AraÅŸtırmanın amacı bir olguyu veya olanı anlamak, bilinenlerden farklı ve özgün bilgi üretmek olmalı.

​

Humboldtçu Üniversitenin Kesin GeçersizliÄŸi

Humboldt'un üniversitesinin üç temel boyutu vardı:

  • Birincisi, Humboldt üniversitelerde hem öÄŸrenim görmenin hem de araÅŸtırma yürütmenin mümkün olması gerektiÄŸini ve öÄŸretimin de araÅŸtırmaya dayanması gerektiÄŸini düÅŸünüyordu.

  • Ä°kincisi, Humboldt’un üniversitesinde müfredat tarihi, felsefeyi, klasik dilleri ve politik iktisadı içerecekti.

  • Üçüncüsü. Humboldt düÅŸünce özgürlüÄŸünü bilgi arayışının temel buyruÄŸu sayıyordu.

 

Bu bakış açısından, gerekçelendirilebilir bir ÅŸekilde nelerin söylenebileceÄŸi ya da yazılabileceÄŸi konusunda son söz, üniversitenin kurul ve bölüm sisteminde olmalıydı. 

​

Böyle bir üniversite anlayışının sebep olduÄŸu seçkinciliÄŸi bir yana bırakacak olursak, Humboldt’un vizyonu merkezi bir çeliÅŸkiye dayanıyordu. Humboldtçu temel öÄŸretiye göre, akademisyenler bireysel tercihleri temelinde ya da araÅŸtırma topluluÄŸunun belirli bir profesyonel kesiminin ortak görüÅŸleri temelinde, özgür ve kendi yönettikleri araÅŸtırmalarla uÄŸraÅŸacaklardı. Böyle yürütülen araÅŸtırma, açıktır ki kendinden menkul ve kendinden ibaret olur, çünkü araÅŸtırmanın odağı ve ona tekabül eden paradigmalar araÅŸtırma topluluÄŸunun kendisi tarafından üretilmektedir. 

​

Bu akademik ve mesleki bağımsızlığın birçok akademisyene çekici gelmesinin nedeni açıksa da araÅŸtırma pratiÄŸinin bu biçimi ile üniversitelerin çoÄŸunun önemli miktarlarda kamu kaynağı kullanıyor, ulusal ve eyalet fonları, özel sektör sözleÅŸmeleri ve bağışları peÅŸinde koÅŸuyor ve genel olarak kamuoyunun iyi niyetine dayanıyor olmasıyla nasıl baÄŸdaÅŸtığı pek o kadar açık deÄŸildir. Aslında, sistemin toplumdan esas olarak istediÄŸi ÅŸey, yaptıkları çalışmaların halk için taşıdığı deÄŸerden çok aynı dala mensup muadil akademisyenlerin deÄŸerlendirmeleriyle ilgilenen bir grup akademisyenin özgür ve bağımsız faaliyetlerine sübvansiyon saÄŸlamasıdır. 

​

Bu sistemin birçok sonucu vardır. Önemli sonuçlardan biri, üniversitelerin üniversite temelli bilginin potansiyel kullanıcılarından uzaklaÅŸması ve bilgi yaratma sürecinin akademisyenlere ait bir “iç” faaliyet haline gelmesidir. Üniversite temelli araÅŸtırmacıların ihtiyaç ve hedefleri akademik giriÅŸimciler için kendi kendini sürdüren bir ortam yaratıyor, ama bu ortam genel olarak toplumu para kaynağı olması dışında—zira üniversite araÅŸtırmaları ancak bu parayla yapılabiliyor —büyük çapta göz ardı ediyor. 

​

Birçok çevrenin akademik araÅŸtırmacıları halk için önem taşıyan sorunlara yönlendirmeye çalışması ÅŸaşırtıcı deÄŸildir. Toplumun akademiye yaptığı yatırımlardan daha iyi bir getiri elde etmesi talebi bununla baÄŸlantılıdır, ama bunun kadar önemli olan bir baÅŸka ÅŸey de hangi bilginin “doÄŸru” olduÄŸuna karar vermeye kimin yetkili olduÄŸu konusundaki çekiÅŸmedir. Üniversitelerde geniÅŸ bir ÅŸekilde ilan edilir ki, orada üretilen bilgi toplumun herhangi bir baÅŸka yerinde üretilen bilgiden daha doÄŸrudur. Akademisyenler bu savı doÄŸrulamak için, sonuçları bakımından daha yüksek bir doÄŸruluk derecesini garanti ettiÄŸi varsayılan, kendileri tarafından geliÅŸtirilmiÅŸ karmaşık ve kesinlikleriyle ünlü araÅŸtırma usullerini öne çıkartırlar. 

​

ÅžiÅŸkinlik

Bugün üniversitelerin elinde araÅŸtırma konularının özgürce seçilebildiÄŸi eski dönemlerdeki kadar büyük kamusal ve özel finansman kaynakları yok. Politik iktisadın kuvvetleri konusunda birçok üniversite araÅŸtırmacısının tavırlarında izlediÄŸimiz görünür kayıtsızlığa raÄŸmen, araÅŸtırma yapılacak alanların neler olacağına toplumun büyük kuvvetlerinin karar vermekte olduÄŸunu her dikkatli gözlemci görebilir. Batılı ülkelerde, üniversite araÅŸtırmalarının gündeminin belirlenmesinde ve dolaylı ya da dolaysız yollardan saÄŸlanan paranın tedarikinde büyük rol oynayanlar her zaman ulusal savunma çıkarları ve endüstrileri olmuÅŸtur. ABD’de son zamanlarda görülen, “temel” araÅŸtırmaları desteklemekten uzaklaÅŸma ve esas olarak “uygulamalı” araÅŸtırma projelerinin sponsorluÄŸuna doÄŸru kayış bunun örnekleridir. Bu deÄŸiÅŸiklikleri motive eden ÅŸey, Kongre’nin kamu kaynaklarından finanse edilen “ilgisiz” üniversite araÅŸtırmalarına düÅŸmanca yaklaÅŸmasıydı.

​

ABD’deki hükümet denetçileri iÅŸleri daha da zorlaÅŸtıracak ÅŸekilde üniversitelerdeki israfı ve fonların kötü kullanımını göstererek, onların imajını daha da bozdular. Kendilerine ayrılan federal fonların azalmasına öfkelenen üniversite araÅŸtırmacıları ve meslek birlikleri lobicileri, buna tepki olarak her ÅŸeyi kendilerine yontan “ulusal çıkarlarımız” edebiyatıyla Kongre’ye saldırdılar: ama bunu yaparken çoÄŸu kez yürüttükleri araÅŸtırmaların kamuya ne gibi yararları olduÄŸuna ve bu araÅŸtırmaların özel sektöre ait araÅŸtırma örgütleri tarafından daha ucuza yapılamayacağına iliÅŸkin herhangi bir kanıt gösteremediler. 

​

Üniversiteler, ÅŸiÅŸkin bürokrasileri ve zayıf finansal yönetimleri yüzünden, yaptıkları araÅŸtırmalar için çoÄŸu kez özel sektördeki rakiplerinden daha fazla para talep eder.

​

Sıradan insanların üniversitelerin onların çıkarlarına hizmet edecek bilgi üretimini yapabileceÄŸine veya böyle bir üretimi desteklemek istediÄŸine inanmaları için pek bir neden kalmamıştır. Bu insanlar, kendi sorunlarına çözüm bulmak için üniversite profesyonelleriyle yaÅŸadıkları birkaç deneyimden sonra, gereksindikleri desteÄŸi çoÄŸu kez baÅŸka yerlerde aramaya baÅŸlamıştır; çünkü görmüÅŸlerdir ki üniversite araÅŸtırmacıları esasen sadece kendi akademik kariyerlerine hizmet eden sorunlarla ve verilerle ilgilenmektedir. Ve yine görmüÅŸlerdir ki akademisyenlerin çoÄŸunun kendileri gibi üniversite araÅŸtırmacıları dışında baÅŸka kimsenin anlayamayacağı jargonlar halinde söyledikleri basmakalıp ÅŸeylerin neredeyse tamamı yalan yanlış ÅŸeylerdir. 

​

EÄŸer bu iddialar doÄŸruysa, çaÄŸdaÅŸ üniversite, çalışmalarında köklü örgütsel deÄŸiÅŸiklikler yapmadan artık sürdüremeyeceÄŸi bir noktaya doÄŸru hızla gitmektedir. Bu durum üniversitedeki çalışma yaÅŸamının yeniden örgütlenmesini ve üniversitelerin toplumun çok farklı iddia sahibi gruplarına etkin biçimde yanıt veren çoÄŸulcu örgütler haline getirilmelerini zorunlu kılıyor. EÄŸer böyle bir deÄŸiÅŸiklik yapılmayacak olursa, üniversiteler bu yüzyılın önemli bir dönemi boyunca kendilerine akıtılmış o muazzam kamusal ve özel fonlan yitirmeye muhtemelen devam edeceklerdir. Sorulması gereken bir soru da ÅŸudur: Bu durumu herkesten önce üniversite idarecilerinin ve öÄŸretim üyelerinin biliyor olması gerekmez mi? Bu sorunun yanıtı kısmen akademik çalışmanın örgütlenme tarzındadır.

Seta1.jpg

Talip Küçükcan ve Bekir S. Gür'ün Türkiye’de Yüksek ÖÄŸretim (Seta: 2009) adlı kitabından kısaltılarak alınmıştır.

Türkiye’de Üniversite-Ä°ÅŸ Dünyası Ä°liÅŸkisi

Üniversitelerdeki programlar, iÅŸ dünyasının ihtiyaçlarına cevap verebilecek ÅŸekilde tasarlanmamıştır. Ä°ÅŸ dünyasının aradığı beceriler ile yükseköÄŸretimde öÄŸretilen beceriler arasında ciddi bir uyumsuzluk vardır. Çünkü üniversitelerdeki öÄŸretim üyeleri, yerel ekonominin ihtiyaçlarını öncelikli olarak görmemektedirler. Daha doÄŸrusu, üniversitelerin temel iÅŸlevlerinden birisinin de topluma hizmet olduÄŸu, öÄŸretim üyeleri tarafından yeterince kabul görmemiÅŸtir.

​

Bu itibarla, ekonominin ihtiyaçlarına dönük olarak programlar açılmalı veya mevcut programlar dönüÅŸtürülmelidir. Akademik programlar, Amerika’da örneklerini gördüÄŸümüz türden bir kurulla periyodik olarak dış deÄŸerlendirmeye tabi tutulmalıdır. Bu kurullarda sanayinin temsilcileri de yer almalıdırlar. 

​

Üniversiteler, patent alma, lisanslama, teknoloji transferi ve sanayi ile teknoloji konusunda iÅŸbirliÄŸine gitme gibi konularda, diÄŸer ülkelere kıyasla oldukça duraÄŸan bir görüntü arz etmektedirler. ÖÄŸretim üyelerinin danışmanlık ücretlerinin yüksek olması, üniversite ile iÅŸ dünyası iÅŸbirliÄŸini olumsuz yönde etkileyen bir etmendir. Bunun sebebi, mevcut mevzuat gereÄŸi, danışmanlıktan elde edilecek gelirlerin büyük bölümünün döner sermayeye devredilmesidir. Dolayısıyla öÄŸretim üyesi, kendisine bir ÅŸirket tarafından yapılan ödemenin ancak küçük bir bölümünü alabilmektedir. Bu uygulama sonucunda öÄŸretim üyesi yüksek miktarlarda danışmanlık ücreti talep etmektedir veyahut kayıt dışı ekonomi artmaktadır. Üniversite ile iÅŸ dünyası arasındaki iliÅŸkilerin açık bir ÅŸekilde geliÅŸmesi için, döner sermaye mevzuatının gözden geçirilmesi zorunludur. 

​
Türkiye’de Üniversite-Toplum Ä°liÅŸkisi

Türkiye’de üniversiteler topluma ve toplumsal sorunlara uzak durmakla eleÅŸtirilmektedir. Öyle ki, üniversitelerin bu haliyle “askeri bir tesise” benzediÄŸi ifade edilmiÅŸtir. Dünyanın hiçbir yerinde üniversiteler, kendilerini içinde bulundukları toplumdan bu derece yalıtmamışlardır. Kendini toplumdan yalıtan üniversite, en temel amaçlarından biri olan “topluma hizmet”i ihmal etmiÅŸtir. 

​

Türkiye’de yükseköÄŸretim, dünyadaki deÄŸiÅŸimleri algılayıp kendi içinde gerekli yapısal dönüÅŸümleri yeterince gerçekleÅŸtirememiÅŸtir. Üniversiteler, yakın zamanlara kadar sınırlı bir öÄŸrenci grubuna hitap eden elit yetiÅŸtirmeye dönük kurumlar olarak varlıklarını sürdürmüÅŸlerdir. 1990’lı yıllardan itibaren üniversite sayısındaki artışa baÄŸlı olarak halkın daha büyük bir kesimi yükseköÄŸretime eriÅŸebilmiÅŸtir. Devlet üniversiteleri, kaynaklarını büyük ölçüde devletten saÄŸlamaktadır. Türk üniversiteleri, bulundukları bölgenin toplumsal, ekonomik ve teknolojik yönlerden kalkınmalarında temel etmen olmaları beklenirken, daha çok bulundukları bölgeye kamu kaynakları, çalışanları ve öÄŸrencileri aracılığı ile ekonomik canlılık getirmesi beklenen kurumlar olarak algılanmışlardır.

Kültür Sayfası

bottom of page