Üniversitelerin VerimsizliÄŸi

EÄŸitimin GeleceÄŸi, Üniversitelerin ve EÄŸitimin DeÄŸiÅŸen Paradigması (Komisyon, Sabancı:2003) adlı kitabından kısaltılarak alınmıştır.
Åžirketlerin YükseliÅŸi ve Rekabet
Humboldt’un “modern” üniversite konusundaki öncüllerini ortaya koymasından bu yana uluslararası politik iktisat kesinlikle deÄŸiÅŸmiÅŸ bulunuyor. Üniversiteler artık toplumda bilginin yaratıcısı ve tedarikçisi olma bakımından tekelci bir konumda deÄŸil.
​
Ä°ÅŸletmecilik, örgütsel geliÅŸme, liderlik eÄŸitimi, deÄŸerlendirme alanlarına da el altı. Üniversiteler artık alışılageldik biçimlerde çalışmayı sürdürerek müÅŸterilerin ayaklarına geleceÄŸini varsayamaz. Nitekim, özel ÅŸirketlerin birçoÄŸu danışmanlık iÅŸlerinde üniversite personelini istihdam ederek onların iÅŸvereni durumundaki üniversiteleri çifte kayba uÄŸratıyor; üniversiteler hem bu kiÅŸilere maaÅŸ ödüyor hem de kendi üniversite bilgilerini tek tek mensuplarıyla dış ÅŸirketler arasındaki özel sözleÅŸmelere kaptırıyor.
​
Bu sürecin mantıksal bir sonucu da ÅŸu oluyor: Üniversiteler giderek mezunlarını istihdam eden önde gelen “iÅŸverenlerin deÄŸer biçtiÄŸi türden” öncü bilgileri üretme faaliyetine katılmayan ama akademik profesyonel mevkileri dolduran öÄŸrencileri eÄŸitir hale geliyor. Bu durum akademi dünyası ile özel sektör arasındaki uzaklığı daha da artırıyor. Bu ayrıca zorunlu olarak üniversite dışında iÅŸ bulan üniversite mezunlarının önemli bir kısmının kendilerini iÅŸverenler açısından çekici kılacak türden bir deneyime sahip olmadığı anlamına da gelir. EÄŸer el atılmayacak olursa, bu durum eÄŸitimin önemli bir kısmının doÄŸrudan özel sektör ÅŸirketleri tarafından devralınmasına yol açacak ve bu da en giriÅŸimci ya da uzmanlaÅŸmış olanlar dışındaki bütün üniversiteleri bilgi yaratma sisteminin gereksiz bir parçası haline getirecektir.
​
Bu sadece üniversiteleri veya iÅŸ dünyasını ilgilendiren bir sorun deÄŸildir. Üniversitelere ve Üniversite eÄŸitimine büyük paraların yatırıldığı, ardından da büyük ÅŸirketlerin üniversite iÅŸgörenlerini "Tekrar eÄŸitmek" için bir kez daha büyük paralar ve zaman harcadığı toplumlarda, amaca ulaÅŸmak için gerekli olandan iki misli daha fazla kaynak harcanıyor olması kaçınılmazdır.
​
Üniversiteler önceliklerini yitirirlerken, yönetim danışmanlık firmaları ve ÅŸirket okulları iÅŸ dünyası için bilgi üretmekte çok büyük roller üstleniyorlar. Kamu yetkilileri artık yoksulluÄŸu azaltmak kamu saÄŸlığı ve kalkınma gibi meselelerde üniversitelerin yanı sıra baÅŸka birçok örgüte de baÅŸvuruyorlar. Bireysel düzeyde öÄŸretim üyelerine iÅŸ verebiliyorlar, ama büyük projelerde herhangi bir üniversiteyle eskiye kıyasla çok daha ender sözleÅŸme yapıyorlar. Üniversiteler bir yerde temel ücretleri (öÄŸrenci harçlarından, devlet ve eyalet vergilerinden ve—ABD'de—özel bağışlardan toplanan paralarla) üniversiteler tarafından ödenen, ama becerileri özel sözleÅŸmelerle ÅŸirketler tarafından satın alınan eÄŸitilmiÅŸ akademik profesyoneller için sıçrama tahtaları haline geliyor.
​
Ä°ÅŸbölümü ve Akademik Taylorizm
Bu deÄŸiÅŸikliklerin nedenleri karmaşıktır. Kısmen, oldukça çok sayıda önemli örgütün “öÄŸrenen örgütler” olarak davranmayı zorunlu gördüÄŸü “bilgi-temelli” bir toplum haline gelmiÅŸ durumdayız. O nedenle üniversiteler bilgi üretme ve bilgi uygulama alanlarını tekelleÅŸtiremiyorlar. Daha yalın, daha esnek ve daha giriÅŸimci örgütler, bir zamanlar üniversitelerin egemenliÄŸi altında bulunan mekânı iÅŸgal ediyor, çünkü üniversitenin iÅŸ örgütlenmesi bu yeni koÅŸullar altında birçok alanda bunlarla rekabet edemiyor.
​
Salt “üniversite” oldukları ve insanlığın tüm bilgi yelpazesinden uzmanlar barındırdıkları için üniversitelerin çok nedenli problem-çözme için ideal yerler oldukları düÅŸünülebilir. Üniversiteler çok çeÅŸitli uzmanlar barındırıyor olsalar bile, bunların çoÄŸunda çalışmalar öyle düzenlenir ki, bilgiyi disiplinler-ötesi yollarla yayabilmek kolay deÄŸildir.
​
Üniversite örgütlenmesinin ardındaki kültürel model, 21. yüzyılın ihtiyaçlarına hiç de uymayan OrtaçaÄŸdan mirastır. Her ÅŸeyden önce, bu üniversite modeli her türlü bilgiyi kapsama, “evrensel” olma iddiasındadır. Varsayım ÅŸudur: Fizikten baÅŸlayıp kimyaya, biyolojiye, psikolojiye, iktisada, sosyolojiye, siyaset bilimine, felsefeye, sanata, müziÄŸe, dine ve matematiÄŸe doÄŸru sistematik adımlarla ilerledikçe, bütün yasalarıyla birlikte doÄŸa dünyasından, bütün kuralları ve normlarıyla birlikle kültür dünyasına geçeriz. Bunun temelinde yatan anlayış ÅŸu olmalıdır: Üniversitenin her bir bölümü bir ötekinin sınırına tam olarak dayanacak ve bunların tümü bir araya geldiÄŸinde, tüm dünyanın ve evrenin dikiÅŸsiz ve eksiksiz ÅŸekilde anlaşılması saÄŸlanacaktır. Burada elbette, üniversite dışında hiçbir yüksek kaliteli bilgi bulunamayacağı da varsayılmaktadır.
​
Bütün iddialarına raÄŸmen bu modelin, iÅŸ tasarımı olarak içerdiÄŸi Taylorizmi gözden kaçırmamalıyız. Modelin temelinde dünyanın kusursuz bir biçimde benzersiz ve birbirinden ayrı bölümlere ve profesyonel akademik uzmanlıklara ayrılabileceÄŸi anlayışı yatmaktadır, her kutuda bir uzmanlık alanı yer almakla ve bunların her biri kendi iÅŸini kusursuzca yaptığında, bütün de en üst mühendisin—baÅŸkanın (ABD de) ya da rektörün (Avrupa da) yönetimi altında muntazaman çalışmaktadır. Akademi, bütün kurumsal kararların yürütülmesinden ve alınmasından sorumlu olan bu üst ÅŸahsiyetler (dekanlar, baÅŸkan yardımcıları, direktörler, baÅŸkanlar, rektörler) aracılığıyla, sadece onlar aracılığıyla birbirine baÄŸlanan ayrı uzmanlık kümeleriyle, Taylorist bir fabrika olarak düÅŸünülmektedir.
​
Her birim de kendini o alanın uzmanlığının gerektirdiÄŸi iç standartlara göre yönelmek durumundadır. Birimlerin kendileri dışındaki baÅŸka bir alana ait en ufak bir uzmanlığa sahip olamayacakları varsayılır. Nitekim, bölümler bir deÄŸerlendirmeye tabi tutulduÄŸunda, bu iÅŸ için genellikle diÄŸer yerel birimlerin öÄŸretim üyeleri deÄŸil de o disiplinin üniversite dışındaki uygulamacıları seçilir.
​
Bu üniversite yorumu bir parodiyi andırıyor olabilir, ama çaÄŸdaÅŸ üniversitelerdeki okul ve bölümlerin davranışları gerçekten bir parodidir. Üniversiteyi oluÅŸturan bölümler, atamalar, mekân, tesisler ve prestij konularında birbirlerine karşı yürüttükleri sonu gelmez sınır savaÅŸlarıyla, bu Taylorist sistemin muhafazasında iÅŸbirliÄŸi yapar. ÇaÄŸdaÅŸ bir iÅŸ örgütlenmesinde bundan daha basmakalıp bir Taylorist manzaraya tanık olmak çok zordur.
​
Üniversiteler dışındaki iÅŸ örgütlerinin en baÅŸarılı olanları, tam da bu Taylorist yaklaşım rekabet güçlerini ve etkinliklerini azalttığı için Taylorist olmayan sistemlere geçmiÅŸlerdir. Rekabetçi ve baÅŸarılı örgütler, iÅŸgüçlerinin, iÅŸbirliÄŸi halinde çalışan ve ilgili bilgilerle donanmış bütün kadroların, bu bilgi ve yeteneklerinden yararlanma yeteneÄŸi üzerinde yükselirler. Bu firmalar, çok çeÅŸitlilik gösteren iÅŸgüçlerinin sahip olduÄŸu bilgi ve hünerleri olabildiÄŸince baÅŸarılı bir ÅŸekilde harekete geçiren “öÄŸrenen örgütler" haline gelmeye çabalıyor. ÖÄŸrenmenin merkezi olması icap eden Taylorist üniversitenin, “öÄŸrenen örgüt” niteliklerinden pek azına sahip olması anlaşılmaz bir durumdur.
​
Åžirketlerin ÜstünlüÄŸü
Yeni örgütsel ortamlar ve iÅŸ sistemleri yaratmak üzere büyük maliyetleri göze alıp maliyetlerini Taylorizm’den kopararak deÄŸiÅŸtirdiler. Bu firmalar, müÅŸteri memnuniyetim her ÅŸeyin üstünde tutarak faaliyetlerine yeni bir yön verdiler. ÇaÄŸdaÅŸ imalat ve hizmet ÅŸirketleri müÅŸteri odağını muhafaza etmek için, örgüt içi esnekliÄŸi ve iletiÅŸimi çalışmalarının temel kuralı haline getiriyorlar. Bunların standart çalışma tarzları birimler üstü ekipler ve problem çözme ekipleridir; teÅŸvik edilip ödüllendirilen ÅŸeyler bunlardır, ihtiyaçların belirlenmesinde müÅŸterilerle iÅŸbirliÄŸi aktif bir biçimde geliÅŸtirilir.
​
Üniversiteler ise tam tersine yetkili kurumsal kararlar almayı, karar konusu meselelerde uzman olan aktörlerin olabildiÄŸince uzağına koyan dik piramitsel örgüt yapılarıyla çalışmakta ısrar ediyorlar. Üniversite yöneticileri genellikle farklı birimleri kıt kaynaklar için rekabette karşı karşıya getiren “böl ve yönet” kuralına göre çalışıyorlar. Gayet katı çizilmiÅŸ sınırları muhafaza etmeyen birimleri cezalandırıyorlar ve bununla akademik disiplinlerin zaten mevcut olan efsanevi ÅŸovenizmlerini ve baÄŸnazlıklarını daha da pekiÅŸtiriyorlar. Ve nihayet, birçok üniversite yöneticisi öÄŸrencilere, hükümetlere, vakıflara ve özel sektördeki iÅŸ ortaklarına, tıpkı otomobil ve çelik sektörlerindeki baÅŸarısız öncellerinin yapmış oldukları gibi, hizmet edilecek müÅŸteriler deÄŸil de “gelir” kaynakları muamelesi yapıyorlar.
​
Bu tablo, ABD’deki belli baÅŸlı imalat ÅŸirketlerinin yakın tarihini bilenlere tanıdık gelecektir. Üniversiteler, ABD otomobil imalatçılarının 1950’li yılların sonundaki durumlarının veya Xerox ile IBM’in Japonya’nın meydan okumasının her ikisini de neredeyse iflas noktasına getirdiÄŸi 1970’li yıllardaki durumlarının çaÄŸdaÅŸ örnekleridir. Japonya’nın meydan okuması, ABD ÅŸirketlerinin karar mercilerini üretim noktalarının çok uzağına kaydırarak ve çoÄŸu kez ÅŸirket müÅŸterileriyle ne ilgilenen ne de onları anlayan finans sorumlularının ellerine terk ederek yönetsel bakımdan aşın ÅŸiÅŸkin, katı biçimde örgütlenmiÅŸ ve çok verimsiz hale gelmiÅŸ olduklarını gözler önüne sermiÅŸti.
​
Üniversiteler temel yapılarını ve davranışlarını deÄŸiÅŸtirmeyip bu krizler karşısında savunmacı bir tutum almakla, modele sıkı sıkıya uygun davranmış oluyor. Bölümcülük hâlâ egemen durumda. Yönetsel sorunlar yönetici sayısı artırılarak çözülmeye çalışılıyor. Rekabete sahne olan bölgeler daha da çok sayıda alt parçalara bölünüyor.
​
Üniversitelerin Bir GeleceÄŸi Var mı?
EÄŸitimin GeleceÄŸi, Üniversitelerin ve EÄŸitimin DeÄŸiÅŸen Paradigması. Komisyon. Sabancı:2003
Öncelikle üniversitelerin sadece araÅŸtırma ya da bilginlik uÄŸraşı temelinde gerekçelendirilebileceÄŸini kabul etmediÄŸimi açık seçik belirteyim. En iyi araÅŸtırmacılardan ve bilimcilerden birçoÄŸunun üniversitelerde bulunduÄŸu kabul edilir. Ne var ki, bu kiÅŸilerin düÅŸünce üretim merkezlerinde ve hatta Kaliforniya'nın Palo Alto ÅŸehrindeki Ä°leri Davranış AraÅŸtırmaları Merkezi gibi geçici sığınaklarda genelde çok daha üretken olacağı görüÅŸünü çok kuvvetle ileri sürmekteyim. Üniversitelerin gerekçelendirilmesini birkaç yıllık kısa bir dönem için buraya giren kesimin yüzde 98'ine ne olduÄŸunda arayıp bulmak gerekir.
​
Bir üniversitede parçalarına ayrılıp sonra aynı ölçüde etkili üç ya da dört sömestrlik bir ders programı olarak yeniden toparlanmayacak üç ya da dört yıllık bir profesyonel ders programının bulunduÄŸundan ciddi biçimde kuÅŸkuluyum. Böylesine bir kaynak israfının sebepleri çok yönlüdür ve akademisyenin, eÄŸitim verdiÄŸi kiÅŸilerin gelecekteki faaliyetlerine çerçeve oluÅŸturacak olan dünyadan kopuk olması da kesinlikle buna dahildir. Burada besbelli ki bir tümör var.
​
Akademiler bir zamanlar yararlı oldukları ve kim bilir, belki ileride bir yararları daha olabileceÄŸi için eski ders programlarını kaldırmaya yanaÅŸmazlar. Yeni ders programlan için bir talep doÄŸduÄŸunda, bunları eklemekle yetinme yoluna gidilir ve profesyonel ders programının süresini uzatma yönünde çaba gösterilir. Hollanda ve Norveç’te psikoloji dalı öÄŸrenim süresini altı ya da yedi yıla çıkarmıştır. Verdikleri mezunların 1940’ların sonlarında ve 1950'lerde Avustralya’da üç yıllık bir ders programı görmüÅŸ olan terhis olmuÅŸ askerlerden daha ehil olduklarına hiç rastlamış deÄŸilim.
​
Ä°ÅŸaret etmeye çalıştığım nokta yıllar içinde yarı zamanlı öÄŸrencilerce de kanıtlanmıştır. EÄŸer sosyal kaygımız sadece jeologlarla ve benzerleriyle sınırlı olsaydı, bu yetiÅŸkin eÄŸitimi merkezleri ve teknik yüksekokullar tarafından çok daha etkili bir ÅŸekilde giderilebilirdi. Böyle kurumlar daha düÅŸük sabit giderlerle çalışabilir; aÄŸaçlardan ve çimenlerden oluÅŸan pahalı bir ambiyansa gerek duymazlar; yarı zamanlı, olgun öÄŸrencilere kolayca ayak uydurabilirler; deÄŸiÅŸen piyasa gereklerine en azından iki kat daha hızlı ayak uydurabilirler.
​
Peki o halde, insanların üniversitelerde, iÅŸgücü piyasasının gerektirdiÄŸinin iki misli daha uzun kalmasının bir gerekçesi var mıdır, varsa nedir? Sanırım bunun cevabı üniversitelerin sırf insanları yetiÅŸtirmenin ötesinde bir ÅŸey yapmasını beklememizdir herhalde. GöründüÄŸü kadarıyla yetiÅŸkin eÄŸitimi merkezlerinden ve teknik yüksekokullardan daha fazlasını beklemiyoruz ve bu kurumlara devam eden insanlar da böyle bir beklenti içinde görünmüyor. Bana makul gelen tek cevap her zaman verilmiÅŸ olan cevaptır: Üniversitelerin varlık nedeni yetiÅŸtirmek deÄŸil, eÄŸitmektir. Bundan daha yavan, daha basmakalıp bir sonuca baÄŸlama olabilir mi?
​
EÄŸilimin en iyi tanımının “en iyi okulların ve üniversitelerin yaptığı ÅŸey” ÅŸeklindeki iÅŸlevsel tanım olduÄŸu düÅŸüncesiyle kendimizi yıllarca kandırdığımız kanısındayım… yarattığımız bütün o laf kalabalığına raÄŸmen, öÄŸrenim merkezlerimizin insanlara yönelik yetiÅŸtirme merkezlerine ve akademisyenlerin kendi konumlarını daha iyiye götürmelerine yönelik kazançlı bürokrasilere dönüÅŸmesine izin vermiÅŸ, daha doÄŸrusu buna suç ortaklığı etmiÅŸ bulunuyoruz.