Åžeyhülislamlık: ModernleÅŸme Dönemi

Esra Yakut'un Åžeyhülislamlık (Kitap Yay.: 2014) adlı kitabından kısaltılarak alınmıştır.
​
Makamın, bir devlet dairesi ÅŸekline dönüÅŸtürülmesi II. Mahmud’la baÅŸlar. Nezaretlerin açılması, ÅŸeyhülislamlık makamına çalışmalarını yürütmesi için devamlı bir binanın tahsisi bu sürecin baÅŸlangıcını teÅŸkil eder.
​
1836’da teÅŸrifat kuralları deÄŸiÅŸtirilmiÅŸ, sadrazamlık, ÅŸeyhülislamlık ve seraskerlik rütbe, seviye ve itibar açılarından aynı düzeye getirilmiÅŸti. Böylece ilmiye sınıfının öncelikli olarak protokoldeki üstün konumu diÄŸer sınıflarla eÅŸitleniyordu. II. MeÅŸrutiyet dönemi ise, ÅŸeyhülislamlığın siyasallaÅŸması aÅŸamasında gelinen en son noktadır.
​
Peki yaklaşık 400 yıllık süreçte ne olmuÅŸtur ki, ÅŸeyhülislamlık gibi dini ve uhrevi yetkileri bulunan önemli bir makam, siyasi bir kimliÄŸe bürünmüÅŸ, konumu hükümet deÄŸiÅŸiklikleri ile deÄŸiÅŸmiÅŸ, hatta görev ve yetkileri yeniden ve yeniden düzenlenmiÅŸtir?
​
III. Selim ve II. Mahmud Dönemi
II. Mahmud (1808-1839) devrine gelindiÄŸinde, Yeniçeri Ocağı’nın kaldırılmasıyla birlikte gerçekleÅŸtirilen askeri ıslahat hareketlerini, idari ve sosyal alandaki ıslahat izledi. Ulema, yönetime karşı giriÅŸtiÄŸi hareketlerde artık yeniçerilerin desteÄŸinden mahrum olduÄŸu için ya yönetime destek verdi ya da sessiz kaldı.
​
II. Mahmud giriÅŸtiÄŸi ıslahat hareketlerine meÅŸruiyet kazandırmak ve aynı amaçla kamuoyu oluÅŸturmak için Åžeyhülislamdan bir risale kaleme almasını saÄŸladı.
​
MeÅŸveret Meclisleri
Osmanlı Devleti'nde Divan-ı Hümayun’un gücünü yitirmesiyle 17. yüzyıldan itibaren önem kazanmaya baÅŸlayan meÅŸveret meclisleri, 18. yüzyılın sonlarında ağırlığını daha fazla hissettirmiÅŸ, 19. yüzyılın ilk çeyreÄŸinde ise en geliÅŸkin dönemini yaÅŸamıştı. III. Selim döneminde meÅŸveret meclislerinin toplantılarına ÅŸeyhülislam ve ulemanın önde gelen temsilcileri sürekli katılırdı. Mevcut siyasi otorite, giderek artan sorunları tek başına çözümleyemeyeceÄŸini gördüÄŸünden sorumluluÄŸu paylaÅŸma ihtiyacı duymuÅŸ ve ulemanın desteÄŸine baÅŸvurmuÅŸtu.
​
II. Mahmud döneminde de özellikle Yeniçeri Ocağının kaldırılmasına kadar gerçekleÅŸtirilen bütün yenileÅŸme hareketlerinde meÅŸveret meclislerinin büyük etkisi vardı. Åžeyhülislam, meÅŸveret meclislerinin çoÄŸuna daimi üye olarak katılmış ve verilen kararlarda önemli rol oynamıştı.
GörüÅŸmeler sonucunda alınan kararların ÅŸer’an geçerliliÄŸini onaylamasının yanı sıra, görüÅŸmeler sırasında da iç ve dış politikayla ilgili pek çok konuda görüÅŸlerini rahatça açıklama olanağı buluyordu. Bu durum ÅŸeyhülislamlık makamının, süreç içerisinde siyasi arenaya daha fazla girmesinin belki de temel basamaklarından birini teÅŸkil etmiÅŸti.
​
Meclis-i Vükela
II. Mahmud döneminin sonunda, modernleÅŸme çabaları çerçevesinde meÅŸveret meclislerinin yerine sadrazamın baÅŸkanlığında nazırlar, serasker, kaptan-ı derya ve ÅŸeyhülislam ile birlikte toplanan, “Meclis-i Vükela” adındaki kurum oluÅŸturulmuÅŸtu. Bu meclisin iÅŸlevi, nezaretlerin yürütme görevlerini koordine etmek, yasama önerileri hazırlayıp padiÅŸaha sunmaktı.
​
Åžeyhülislam, Meclis-i Vükelanın daimi üyesi olarak meclisin bütün toplantılarına davet ediliyordu. Meclis-i Vükela’da kararlar oy çokluÄŸuyla alınıyordu. Bu nedenle görüÅŸülen bir konuya ÅŸeyhülislam itiraz etse bile -ki bu olumsuz fetva demektir- meclisin diÄŸer üyeleri kendi aralarında olumlu bir karara varmışlarsa, ÅŸeyhülislamın bu kararı benimsemek zorunda bulunması, onun meclis içindeki konumunu ortaya koyuyor. Bununla beraber, alınan kararlardan dinle ilgisi bulunanlar ancak padiÅŸahın hatt-ı hümayunu ve ÅŸeyhülislamın fetvasıyla yasa niteliÄŸi kazanarak yürürlüÄŸe girebiliyordu.
​
Adli Alanda
Osmanlı Devleti’nde, 16. yüzyılın sonlarında ulema sınıfının başı olması sıfatıyla yüksek rütbeli müderris ve kadıları atamakla görevlendirilen ÅŸeyhülislam, böylece aynı zamanda adli alanda da önemli yetkilerle donatılmış oldu. Çünkü Müslümanların ya da Müslümanlar ile zimmilerin anlaÅŸmazlıklarını çözmekle yetkili olan ÅŸeriyye mahkemelerinin başında bulunan kadılar, ÅŸeyhülislamlık makamına karşı sorumluydu.
​
Tanzimat’tan önce Osmanlı Devleti'nde, yargı örgütü içinde üç tip mahkeme vardı: ÅŸeriyye mahkemeleri, cemaat mahkemeleri ve konsolosluk mahkemeleri. Bunlardan ÅŸeriyye mahkemeleri, Tanzimat dönemine kadar yargı örgütünün temelini teÅŸkil eden, tek kadıdan oluÅŸan mahkemelerdi.
II. Mahmud döneminde adalet örgütünün başında yer alan ÅŸeyhülislam, Rumeli ve Anadolu kazaskerleri baÅŸta olmak üzere bütün yüksek rütbeli kadıların atamasını sadrazamın aracılığıyla padiÅŸaha arz edebilmiÅŸti. Åžeyhülislam ayrıca vakıflarla ilgili davalara bakmakla görevli olan memurları, padiÅŸahın izniyle fakat sadrazamın aracılığı olmadan doÄŸrudan doÄŸruya atayabiliyordu.
​
Eğitim Alanında
Åžeyhülislamlar eÄŸitimin modernleÅŸtirilmesi çabalarından çok, medreselerle ilgili düzenleme giriÅŸimlerinin içinde yer aldılar ve açılan modern okullarda dini eÄŸitimle ilgili düzenlemeler yapmaya çalıştılar. Askeri alanda ise, özellikle III. Selim döneminde yeni bir ordu kurma çabalan ve II. Mahmud döneminde Yeniçeri Ocağı’nın kaldırılması ve BektaÅŸiliÄŸin tasfiyesi sırasında verdikleri fetvalarla dikkat çektiler.
​
II. Mahmud, askeri alandaki yenileÅŸme hareketleri sırasında ulema üzerindeki etkisinden yararlandığı ÅŸeyhülislamlık makamını, 1835 yılındaki bir düzenlemeyle serasker rütbesiyle eÅŸitledi. Aynı düzenleme sırasında binbaşıya kadar olan bütün diÄŸer askeri rütbeler de en yüksek ulema rütbesiyle eÅŸit hale getirildi. Bu geliÅŸme ile askeri hiyerarÅŸi dini hiyerarÅŸiden daha üstün bir duruma sokuldu. Tepkilerini çekmemek için dokunulmayan ilmiye sınıfı, böylece, tarih içerisinde çoÄŸunlukla ayaklanmalar sırasında iÅŸbirliÄŸi yaptıkları askeri sınıfın yanında, önemli bir güç kaybına uÄŸradı.
​
Tanzimat Dönemi
Tanzimat Fermanı’nın ilanı ile, Ä°slam Devleti’nin ve cemaatinin iyiliÄŸi için toplum ve devlet düzeni yeniden yapılandırılırken ÅŸeriat hükümlerinin yanında birtakım yeni düzenlemeler de getirilmeye çalışılmıştı. Yeni düzenlemelerin baÅŸlangıç noktasını teÅŸkil eden Tanzimat Fermanı’na ÅŸeriata vurguyla baÅŸlanmış olması da devletin toplum katında meÅŸruiyet elde etmesi ve Tanzimat’a geçerlilik kazandırması için olsa gerektir. Bu dönemde ulemanın temel güç kaynağı olan vakıf gelirleri ellerinden alındığı, eÄŸitim ve adalet alanlarındaki yeni düzenlemeler sonucunda halk ve öÄŸrenciler üzerindeki etkileri de azaldığından, yeni biçimlenmelerde hiçbir kayda deÄŸer katkıları görülmemiÅŸti.
​
Tanzimatla birlikte, devletin her alanında gerçekleÅŸtirilmeye çalışılan düzenlemeler sonucunda, bir yandan mevcut kurumlar varlığını sürdürürken, diÄŸer yandan modern bazı kurumlar ortaya çıktı. Bu nedenle, Tanzimat hareketi yönetim, hukuk, eÄŸitim gibi alanlarda getirdiÄŸi tüm yeniliklere karşılık, temelde iki baÅŸlılığın yaÅŸandığı bir dönem olarak tarihe geçer.
​
Tanzimat Meclisleri
Ä°dari alanda II. Mahmud döneminde baÅŸlanan reform hareketleri Tanzimat’la birlikte ivme kazanmıştı. 1854 yılında ise Meclis-i Âlî-i Tanzimat oluÅŸturuldu ve yasama iÅŸlevi bu mecliste yoÄŸunlaÅŸtı. Bütün meclislerin üstünde yer alan Meclis-i Âlî-i Tanzimat’ın üyeleri arasında ÅŸeyhülislam yoktu. Bu durum çıkartılacak olan kanun tasarılarının ÅŸeriata uygun olup olmadığının ÅŸeyhülislam tarafından belirtilmesine ihtiyaç duyulmadığı düÅŸüncesini akla getirir. Oysa Meclis-i Âlî-i Tanzimat’ta hazırlanan kanun tasarılarının ancak Meclıs-i Âlî-i Umûmî’de görüÅŸüldükten sonra kesinleÅŸebileceÄŸi dikkate alınacak olursa, dolaylı da olsa ÅŸeyhülislamın bu meclisin aldığı kararlarda yine rol oynadığı anlaşılabilir. Fakat ÅŸeyhülislamın bu ikinci meclisteki görevi, hiçbir zaman hazırlanan kanun tasarılarının uygulanabilirliÄŸi hakkında fetva vermek ÅŸeklinde olmamış, konumu üyelerinden yalnızca biri olması sıfatıyla vereceÄŸi bir oyla sınırlı kalmıştı.
​
Meclis-i Vükela’nın bir üyesi olan ÅŸeyhülislamın, hazırlanan kanun tasarıları yürürlüÄŸe girmeden önce yapılan görüÅŸmelerde diÄŸer nazırlardan farklı bir yetkisinin bulunmaması makamının meclis içinde ruhani vasıflarından sıyrılarak diÄŸerleri gibi bir nezarete indirgendiÄŸinin en büyük göstergesidir. Nitekim, Abdülmecid dönemi ÅŸeyhülislamlarından Mehmed Ârif Efendi, teklif edilen bir yeniliÄŸin Meclis-i Vükela’da görüÅŸüldüÄŸü sırada düÅŸüncesini soran bir vekile, “Efendim, her ÅŸeyi bize sormayınız. Sormadan yaptığınız ÅŸeylere karışıyor muyuz? Bizim bir ölçümüz vardır. Sorulan ÅŸeyleri ölçüye vururuz, uyarsa ne âlâ! Ya uymaz ise!...” diyerek meclis içinde dini yetkilerini ön plana çıkarmak istemediÄŸini açıkça belirtmiÅŸti.
​
Adli Alanda Ä°dare
Tanzimat döneminde ÅŸeyhülislamın ilmiye sınıfı içerisindeki göreve atama, görevden alma veya görev sürelerinin uzatılması gibi yetkileri devam etti. Fakat görev deÄŸiÅŸikliÄŸi veya görevden uzaklaÅŸtırılma olaylarında genellikle siyasi etkenlerin rolü büyüktü. Bunun en iyi örneÄŸi Bayezid’deki Kapudan PaÅŸa Camii’nde ders okutan Sarıyerli Hoca Sadık Efendi’nin durumudur.
Camide halka hitaben yaptığı konuÅŸmalarda mevcut siyasi durumu eleÅŸtiren Sadık Efendi’yi ÅŸeyhülislam önce uyarmış, daha sonra “bana ve vükela-yı devlete dair bir ÅŸey söylemesün, ne isterse okutsun” diye haber göndermiÅŸti. Ancak, kısa bir süre sonra aynı sözleri sarf etmesi üzerine Sadık Efendi görevden alınmış ve hapsedilmiÅŸti. Sadık Efendi, serbest bırakıldıktan sonra başına gelenlerden ÅŸeyhülislamı sorumlu tutmuÅŸtu. Åžeyhülislamın bu tezkireye vermiÅŸ olduÄŸu yanıt, taşımakta olduÄŸu unvanın ulema karşısındaki iÅŸlevsizliÄŸini gösteren en önemli kanıtlardan biridir:
... Åžimdiki ÅŸeyhülislamlık resmidir. Benden bir ÅŸey sual ettikleri yok. Hatta zabtiye müÅŸirinin sizi çağırttığından dahi haberim yoktur. Benim elimden geldiÄŸi kadar size muavenette [yardımda] kusurum yoktur. Siz yine benim tarafımdan me’zûnsunuz [yetkilisiniz] ders okutmaÄŸa...”
​
Ä°lmiye sınıfı içindeki rüÅŸvet ve yolsuzluklar, alınan çeÅŸitli önlemlere raÄŸmen Tanzimat döneminde de devam etmiÅŸti. Genç Osmanlılar, ulemanın bulaÅŸtığı rüÅŸvet olaylarından ÅŸeyhülislamdan en küçük memura kadar herkesin haberdar olduÄŸunu, fakat hiç kimsenin ses çıkartmadığını ileri sürerek, durumu ÅŸiddetle eleÅŸtirmiÅŸlerdi.
​
Kadıların atanması sırasında rüÅŸvet ve iltimasın önlenmesi amacıyla Tanzimat döneminde yeni uygulamalara giriÅŸilmiÅŸ ve bu baÄŸlamda Ä°stanbul’da baÅŸlanılan daha sonra da Mısır’da uygulanılan imtihan sistemiyle görevlerin ehil olan kiÅŸilere verilmesi amaçlanmıştı.
​
Kanunlar
Tanzimat Fermanı’yla getirilen temel ilkelerin başında, Osmanlı tebaasının kanunlar önünde can, mal, ırz ve namus güvenliÄŸinin saÄŸlanması gelmekteydi. Gerçekten de bu hakların korunması amacıyla Ferman’ın ilanından altı ay sonra 3 Mayıs 1840 tarihinde hazırlanmış olan bir ceza kanunu yürürlüÄŸe girdi.
​
1840 ve 1851 tarihli ceza kanunlarında Avrupa mevzuatından etkilenme söz konusu olsa bile bu kanunlar ağırlıklı olarak ülkede uygulanan ÅŸer’i ve örfî kuralların bir senteziydi. 1858 tarihli ceza kanunu ise, bütünüyle 1810 tarihli Fransız ceza kanununa dayanıyordu; sadece, bazı ÅŸer’i konular ilgili kısımlara eklenmiÅŸti.
​
Özel hukuk alanındaki en önemli giriÅŸim Ticaret Kanunnamesi’nin kabulüydü. Yine Mustafa ReÅŸid PaÅŸa, 1841 yılında Fransız modeline dayanan bir ticaret kanunu hazırlayıp tasarıyı Meclis-i Valâ’ya sunmuÅŸtu. Kendisine yöneltilen, kanun tasarısının ÅŸeriata uygun olup olmadığı sorusunu ise, “ÅŸeriatın bu konuda yapacak bir ÅŸeyi yoktur” diye yanıtladı. Mecliste hazır bulunan ulema, bu sözü “küfür” olarak niteleyince, paÅŸa görevinden azledildi ve olası karışıklıklara engel olundu.
​
O tarihlerde ulemanın tepkisini çekmemek için ertelenen Ticaret Kanunnamesi, 1850’de yürürlüÄŸe girebildi. Faizle borç vermeyi yasallaÅŸtıran ve Ä°slam hukukunun öngörmediÄŸi ortaklık biçimlerini getiren bu kanunname yine ulemanın büyük tepkisini çekti ve yayınlanması sırasında çeÅŸitli tartışmalara neden oldu. Hatta Genç Osmanlılar, "... asrın ticaretçe icab ettirdiÄŸi tevsiat için lazım gelen ahkâm acaba Åžeriat-ı Ahmediyye’de bulunmuyor mu ki birtakım ibadullahın hukuki indi yapılmış bir kanunun hükmüne bırakılıyor” diyerek Ticaret Kanunnamesini ÅŸiddetle eleÅŸtirmiÅŸlerdi.
Bütün eleÅŸtirilere raÄŸmen bu kanunnamenin kabulü, Osmanlı Devleti’nde ulemadan bağımsız, ÅŸeriat çerçevesi dışındaki konularla uÄŸraÅŸan bir hukuk ve yargı sisteminin resmen tanınmasının baÅŸlangıcıydı.
​
Yine 1858 yılında yürürlüÄŸe giren Arazi Kanunnamesi özellikle hazırlık aÅŸamasında MeÅŸihat ile sürekli olarak baÄŸlantı kurulmuÅŸ olması nedeniyle konumuz açısından önem taşıyor. Kanunnamenin hazırlanması için kurulan komisyon, eski ve yeni arazi kanunlarım, fetva suretlerini inceleyip düzenlemiÅŸti. Yeni kanunun fıkıh esaslarıyla terimlerine aykırı düÅŸmemesi için de ayrıca ÅŸeyhülislamla görüÅŸülmüÅŸtü. Medis-i Âlî-i Tanzimat’ın mazbatasında da bu kanunnamedeki yeni bazı hükümlerin Meclis-i Âlî-i Tanzimat’ta görüÅŸülüp Fetvahane ile haberleÅŸerek verilmiÅŸ olduÄŸu hatırlatılmış ve uygulanmasının zorunlu olduÄŸu belirtilmiÅŸ, kanunnamenin ÅŸeyhülislama gönderilmiÅŸ olduÄŸu da kaydedilmiÅŸti. Åžeyhülislamlık bu kanunnameyi inceledi ve “zamm ve ilavesi münasib görülen bazı mevâddı hâvi bir kıt’a müzekkereyle” iade etti.
​
1866’da Girit’te baÅŸlayan ayaklanma ve bir yıl sonra Sadrazam Âli PaÅŸa’nın durumu teftiÅŸ etmek üzere bu adaya gönderilmesi sonucunda, uzun süreden beri bütün tebaaya uygulanmak üzere düÅŸünülen Medeni Kanun’un hazırlanması arzusu tekrar güncelleÅŸti. Çünkü Girit halkının ÅŸikâyetlerinin en önemlilerinden biri gerektiÄŸinde uygulanabilecek bir Medeni Kanun’un bulunmamasından kaynaklanmıştı. Âli PaÅŸa bu konudaki ÅŸikâyetleri sona erdirmek için Fransız medeni kanununun Mısır’da hazırlanmış Arapça tercümesinin Türkçeye çevrilerek yürürlüÄŸe konmasını istedi.
​
Cevdet PaÅŸa’nın içinde yer aldığı baÅŸka bir grup ise, Fransız medeni kanununun iktibas yoluyla alınmasına kesinlikle karşı çıktı. Ä°ki grup arasındaki fikir çatışması sonucunda, Cevdet PaÅŸa’nnı içinde yer aldığı grup üstün geldi. Bunun üzerine Meclis-i Vükela 1868 yılında Divan-ı Ahkâm-ı Adliye içinde bir Mecelle Komisyonu oluÅŸturulmasına karar verdi. Kurulun çalışmalarına en büyük desteÄŸi Genç Osmanlılar Cemiyeti üyelerinden biri olan Ali Suavi saÄŸlamıştı. Ali Suavi, Ä°slam hukuku ile ilgili eserlerden yararlanarak bir risale yazmış, Avrupalılara Ä°slam hukukunun deÄŸiÅŸen ÅŸartlara, yeni sorunlara çözüm getirebilecek mekanizmalara sahip olduÄŸunu ve geliÅŸmelere engel teÅŸkil etmediÄŸini kanıtlamaya çalışmıştı. Risalenin yayınlanmasından kısa bir süre sonra komisyon, Mecelle’nin giriÅŸ ve ilk bölümünü Meclis-i Vükela’ya sundu.
​
Mahkemeler
Tanzimat’ın ilanından sonra gayrimüslimlere tanınan haklar, Avrupa devletlerinin baskısı ve geliÅŸen ticari iliÅŸkilerin zorlaması sonucu, Ä°slam hukuku esasları çerçevesinde kararlar alan ÅŸeriyye mahkemelerinin yanında yeni mahkemelerin açılması gereÄŸi ortaya çıktı.
​
Bu amaçla, 1840 yılında Bâbıâli’de Ticaret Nezareti’ne baÄŸlı olarak açılan Ticaret Meclisleri, tacirler arasında ortaya çıkan anlaÅŸmazlıkları çözmeye çalıştı. Böylece ÅŸeriyye mahkemelerinin ticari davalardaki yetkilerine ilk kez sınırlama getirilmiÅŸ oluyordu.
​
1864 yılında hazırlanıp öncelikli olarak Tuna vilayetinde uygulanan Vilayet Nizamnamesi ile ÅŸeriyye mahkemelerinin yetkilerine yeni bir sınırlama daha getirildi. Bu nizamname, ÅŸeriyye mahkemelerinin başında bulunan kadıların mahalli idarelere iliÅŸkin görev ve yetkilerini, oluÅŸturulan meclislere devrediyordu.
​
Vilayet Nizamnamesi ile taÅŸrada bulunan hukuk meclisleri ile idare meclislerinin görev ve yetkileri birbirinden ayrılmıştı. Aynı uygulamanın merkezde de gerçekleÅŸtirilmesi düÅŸünüldü. 1868 yılında Divan-ı Ahkâm-ı Adliye’nin yüksek bir yargı örgütü olarak kurulması yöneticilerin önemli bir mesajıydı. Divan-ı Ahkâm-ı Adliye’nin kurulması sırasında özellikle ulema kanadından tepkiler yükseldi. Cevdet PaÅŸa, “Bunca ÅŸeriyye mahkemesi var iken nizamiye mahkemelerine ve meclislerine ne gerek vardı” ÅŸeklinde özetler.
​
Demek ki, Tanzimat döneminde, ÅŸeriyye mahkemelerinin yanında açılan mahkemelerin oluÅŸumu ve çalışmaları sırasında medrese kültürü içinde yetiÅŸmiÅŸ ulemanın çeÅŸitli karşı koyuÅŸlarına rastlanıyordu. Buna raÄŸmen, bu mahkemelerin hepsinde MeÅŸihat tarafından görevlendirilen ulema sınıfından kiÅŸiler yer almıştı. Ulemaya, bu tepkilerine raÄŸmen adli alandaki yeni oluÅŸumlarda yer verilmesinin en baÅŸta gelen nedeni, yeni açılmış mahkemelerde görev alabilecek eÄŸitilmiÅŸ eleman noksanlığıdır. Bu amaçla, ilk olarak 1854 yılında, Süleymaniye’de kadı yetiÅŸtirmek için Muallimhane-i Nüvvab adı altında bir okul açıldı. Bu kurum, 1869 yılında Hukuk Mektebi’nin açılmasına kadar hem nizamiye hem ÅŸer’i mahkemeler için hâkim yetiÅŸtiren tek okul olarak çalışmalarını sürdürdü.
​
Tanzimat’la birlikte yeni açılan mahkemelerin yanında varlıklarını devam ettiren ÅŸeriyye mahkemeleri MeÅŸihat kurumuna baÄŸlı olarak çalıştı, mahkeme baÅŸkanları da ÅŸeyhülislam tarafından atandı. Ancak, ÅŸeriyye mahkemelerinin yetkileri, Müslüman halkın evlenme, boÅŸanma, miras vb. özel hukuk konularındaki anlaÅŸmazlıklarını, ÅŸeriatın öngördüÄŸü biçimde çözümlemekle sınırlandırılmıştı.
​
Åžeriyye mahkemelerinin yanında nizamiye mahkemelerinin açılmasından sonra bu iki tür mahkemenin görev ve yetkileri birbirinden ayrılmaya çalışılmışsa da, yine baÅŸarıya ulaşılamamıştı. Çünkü nizamiye mahkemelerinde görülecek davalara iliÅŸkin kanunlar hazırlanıp yürürlüÄŸe sokulamadığı gibi mahkemelerin görevlerini, davaların türlerini ayıran, muhakeme usulünü tayin eden bir nizamname de çıkartılamamıştı.
​
Adalet örgütünün yapısı yeni oluÅŸturulan mahkemelerle iyice karmaşıklaÅŸmıştı. 1871 yılında Adliye Nezareti’nin kurulmasıyla tam anlamıyla iki baÅŸlı hale geldi. Yeni kurulan nizamiye mahkemelerinin Adliye Nezareti’nin bünyesinde örgütlenmesi, ÅŸeriyye mahkemelerinin MeÅŸihat’a baÄŸlılığının devam etmesi iki baÅŸlılığı sürekli kıldı.
​
Sivil Okullar
1839 yılında ilköÄŸretim okullarının birer uzantısı olan rüÅŸdiye okulları açıldı. Kurulan Mekâtib-i RüÅŸdiye Nezareti ÅŸeyhülislamın denetimine verildi. Böylece ilköÄŸretim kurumlarının yanında, orta öÄŸretim kurumu olarak kabul edebileceÄŸimiz rüÅŸdiye okulları da din alanının içinde kaldı.
​
Tanzimat’ın ilanından sonra eÄŸitim alanında köklü deÄŸiÅŸikliklerin baÅŸlatılması için altı yıl gibi uzun bir süre geçti. Bu gecikmenin en önemli nedeni, II. Mahmud döneminde eÄŸitim alanında baÅŸlatılan yenilik hareketleri sırasında, ÅŸeyhülislamlık makamının denetiminde bırakılan ilk ve orta okul düzeyindeki eÄŸilim kurumlarının yanında, açılması düÅŸünülen okulların, bu kurumun ve ulemanın etkisinden kurtarılmak istenmesiydi.
​
1845’te bütün eÄŸitim sistemini yeniden organize etmek üzere Meclis-i Maarif adlı bir komisyon oluÅŸturuldu. Sekiz kiÅŸiden meydana gelen bu komisyonda uzman ve aydınlara yer verilmesinin yanı sıra tepkileri engellemek amacıyla ilmiye sınıfından da temsilcilerin bulunmasına özen gösterildi. Aslında bu giriÅŸimin gerçek amacı, o tarihe kadar ilk ve orta düzeydeki eÄŸitimi kontrol etmiÅŸ olan ulemadan bu tekeli söküp almaktı. Komisyona seçilmiÅŸ olan ulema temsilcilerinin eÄŸitimin Batılı anlamda yenilenmesine taraftar olan kiÅŸilerden oluÅŸması da bu gizli amacı desteklemekteydi.
​
Komisyon, eÄŸitim alanında yapılması hedeflenen çeÅŸitli ıslahat hareketlerini bir rapor halinde hazırladı ve eÄŸitim iÅŸlerine nezaret etmek üzere bir Meclis-i Maarif-i Umumiye kurulmasını teklif etti, bu meclis 1846 yılında açıldı. Meclisin üyeleri arasından ulema sınıfına mensup kiÅŸiler çıkartıldı ve yerlerine bürokratlardan üç kiÅŸi atandı. Meclisin çalışmaları, hariciye nazırı ve Meclis-i Vâlâ baÅŸkanının ortak denetimine verildi. Böylece o tarihe kadar ÅŸeyhülislamlığa baÄŸlı olarak çalışmalarını sürdüren eÄŸitim iÅŸleri, din dışı organların denetimi altına girmeye baÅŸladı. Bu hareket, eÄŸitimde gözle görülür bir laikleÅŸmenin baÅŸladığını göstermekteydi.
​
Mekâtib-i Umumiye MüdürlüÄŸü, 1848 yılında yeniden Mekâtib-i Umumiye Nezareti’ne dönüÅŸtürüldü.
​
Islahat Fermanı’nın ilanından sonra din ve mezhep farkı gözetilmeksizin, bütün halkın yararlanabileceÄŸi bir eÄŸitim sisteminin oluÅŸturulması için, ÅŸeyhülislamlığa baÄŸlı Mekâtib-i Umumiye Nezareti’nden farklı olarak, 1857 yılında Maarif-i Umumiye Nezareti açıldı. Bu nezaretin açılmasıyla eÄŸitim, ÅŸeyhülislamlığa baÄŸlı Mekâtib-i Umumiye Nezareti ve Bâb-ı Âli’ye baÄŸlı Maarif-i Umumiye Nezareti olmak üzere iki baÅŸlı bir duruma geldi. Tanzimat’ın başından itibaren kademe kademe gerçekleÅŸtirilen düzenlemelerle ÅŸeyhülislamlığın eÄŸitim alanındaki yetkileri iyiden iyiye sınırlandırılmıştı.
​
Åžeyhülislamlığın eÄŸitim üzerindeki yetkilerine son bir darbe de Mekâtib-i Umumiye Nezareti’nin, Bâb-ı Âli’ye baÄŸlı Maarif-i Umumiye Nezareti’nin örgütsel yapısı içine alınarak, bir müsteÅŸarlık haline dönüÅŸtürülmesiyle vuruldu. Böylece ÅŸeyhülislamlığın Tanzimat döneminde, medreseler dışında hiçbir eÄŸitim kurumunda etkinliÄŸi kalmadı.
​
Ulemanın modern okullara karşı geliÅŸtirdiÄŸi bazı tepkisel hareketler olmakla beraber, genel olarak eÄŸitim alanında gerçekleÅŸtirilen reform hareketlerine takındıkları tavır sessiz kalmak yönündeydi. Ulemanın ve bu sınıfın başında yer alan ÅŸeyhülislamlığın uzun yıllar devlet yönetimine sıkı sıkıya baÄŸlı konumu, Åžerif Mardin’in deyimiyle “bir çeÅŸit memur statüsünde olmaları” ve aldıkları eÄŸitim, yeni düÅŸünceler ortaya atarak uygulama alanına koymalarına engel olmuÅŸtu. Böylece Tanzimat döneminin sonunda, yeni oluÅŸturulan bütün eÄŸitim kurumlarında Batılı deÄŸerleri benimseyen bürokratlar etkin oldu.
​
II. Abdülhamid Dönemi
1876’da tahta geçen II. Abdülhamid, Mithat PaÅŸa ya verdiÄŸi sözü tutarak, Kanun-ı Esasi’yi ilan etti.
PadiÅŸahın iradesiyle açılan Osmanlı parlamentosu, 14 Åžubat 1878 tarihinde yine padiÅŸah tarafından bazı gerekçelerle tatil edildi, Kanun-ı Esasi askıya alındı.
​
Bu dönem içerisinde ulema sınıfı hızla itibar kaybetmeyi sürdürdü. II. Abdülhamid, 1876 yılında çıkan ve Softalar Kıyamı diye anılan medrese öÄŸrencilerinin isyanından ve Sultan Abdülaziz’in hallinden sorumlu tuttuÄŸu ulemanın devlet içinde yeniden eski gücüne ulaÅŸmasını saÄŸlamak yerine “bir bataÄŸa saplanıp yok olmasına” seyirci kalmayı tercih etmiÅŸti.
​
II. Abdülhamid’in kendilerine karşı bu olumsuz tutumundan ulemanın da haberdar olduÄŸu, II. MeÅŸrutiyet’in ilanından sonra bu sınıfa mensup çeÅŸitli kiÅŸilerin yazdıkları yazılardan anlaşılıyor. Nitekim Ä°bnürrahmi Ali Tayyar, II. Abdülhamid döneminde ulemaya “fesat yuvası” gözüyle bakıldığını söylüyordu. Bu tavır, ulemanın Ä°ttihat ve Terakki Cemiyeti’ne yakınlaşıp onlarla aynı ortak hedefe yönelmesine, yani II. Abdülhamid’in istibdadına karşı mücadele etmesine neden oldu.
II. Abdülhamid dönemi ayrıca, Tanzimat’la baÅŸlayan köklü BatılılaÅŸma hareketlere bir tepki olarak doÄŸan Ä°slamcılık akımının daha da belirginleÅŸerek, yaygınlaÅŸtığı bir dönem olarak dikkat çeker.
​
Sivil Okullar
II. Abdülhamid döneminde modern okullara karşı izlenen politikanın belirginleÅŸmesinde dönemin siyasi yapısı etkili oldu. PadiÅŸah çıkardığı bir irade-yi seniyye ile Müslüman okullarındaki ders programlarının, öÄŸrencilerin dini inançlarına hizmet edecek ÅŸekilde ıslah edilmesini ve düzenlenmesini istedi. Bu amaçla 1887 yılında MeÅŸihat’ta toplanan komisyona Åžeyhülislam Ahmed Esad Efendi baÅŸkanlık yaptı. Komisyon çalışmaları sonucunda, iptidai mektepleri ile rüÅŸdiyelerin eÄŸitim süreleri artırıldı, ders programlarında yapılan incelemeler sonucunda dini ilimler ve Arapça ile ilgili mevcut dersler de yetersiz görülerek bu derslere yenileri eldendi, kadın mekteplerindeki din derslerinin sayıları artırıldı." Sultanilerde eÄŸitim gören öÄŸrencileri dini açıdan kuvvetlendirmek için ise bu öÄŸrencilerin namazlarını cemaatle kılmalarının saÄŸlanması, Maarif Nezaretinden talep edildi.
​
Tanzimat döneminde eÄŸitim alanındaki yetkileri medreselerle sınırlanan ÅŸeyhülislamlık makamının, II. Abdülhamid dönemindeki uygulamalarla, Maarif Nezareti ne baÄŸlı okullar üzerinde yeniden tasarrufta bulunmaya baÅŸladığı izlenimi doÄŸmaktadır. Fakat bu tasarruflar, MeÅŸihatın sorumluluk alanında bulunan dini konularla sınırlıydı. Ayrıca MeÅŸihat’ta çalışmalarını sürdüren komisyon iptidai, rüÅŸdiye, sultani ve idadi okullarında yetiÅŸen öÄŸrencilerin, dini bilgiler açısından daha yeterli olabilmelerini saÄŸlamak amacıyla hazırladığı önerileri ancak, Maarif Nezaretinin incelemesine sunduktan ve bu nezaretin onayını aldıktan sonra padiÅŸaha iletebilmiÅŸti. Yani medreselerin dışında kalan eÄŸitim kurumlan bakımından, üst merci yine Maarif Nezareti’ydi.