top of page
Åžeyhülislamlık: II.MeÅŸrutiyet Dönemi
esra yakut.png
Esra Yakut'un Åžeyhülislamlık (Kitap Yay.: 2014) adlı kitabından kısaltılarak alınmıştır.

​

II. MeÅŸrutiyet dönemi ise, ÅŸeyhülislamlığın siyasallaÅŸması aÅŸamasında gelinen en son noktadır. Bu dönemde, ÅŸeyhülislamların hükümette zaman zaman farklı görevler üstlenmeleri ya da bu görevleri vekâleten sürdürmeleri siyasallaÅŸmanın önemli göstergeleridir.

​

Bu durum, ÅŸeyhülislamların, devlet yönetimiyle ilgili alınan her türlü kararın içinde oldukları sonucuna varmamıza neden olabilir. Oysa, devlet iÅŸleyiÅŸinde, verdiÄŸi fetvalarla alman kararların meÅŸruiyetini saÄŸlayan ÅŸeyhülislamlar, pek çok önemli kararın verilmesi aÅŸamasında doÄŸrudan kendilerine danışılmayan, hatta olan biteni sonradan haber alan konumdaydılar. Nitekim, II. MeÅŸrutiyet’in ilanı sırasında, ÅŸeyhülislamlık makamında bulunan Cemaleddin Efendi’nin anılarında yer verdiÄŸi ÅŸu sözler dikkat çekicidir:

“MeÅŸrutiyet’in bu defaki ilanında hizmet-i fetvada bulunuyor idim. Temmuz’un on birinci sabahı gazetelerde manzûrum olan [gördüÄŸüm] ilan-ı resmîden istibÅŸâr-ı keyfiyyet eyledim [durumun haberini aldım]. Çünkü o gece Sadrazam Said PaÅŸa’nın riyasetinde [baÅŸkanlığında] olarak Yıldız Saray-ı Hümayunu’nda fevkalade inikad eden [toplanan] Meclis-i Vükela'ya davet olunmamış idim."

 

Bu dönemde, fetva kurumunun ne durumda olduÄŸu ise aÅŸağıdaki dörtlükte açıkça gözler önüne serilmektedir:

Bir sarık, bir de uzunca cübbe...

Åžeyh eden sabi bugün hil’at’dır!

Åžeyhülislam olagelmiÅŸ Hayri

Gerçi fetvayı veren Talât’dır.

​

I. Dünya Savaşı yıllarında dinin kamusal alandan çıkartılması yönünde bir dizi ıslahatlar yapıldı. ÖrneÄŸin MeÅŸihat Makamının siyasal rejim içinde diÄŸer devlet kurumlarının karşılıklı konumu yeniden belirlendi.

​

Osmanlı Devleti içinde ortaya çıktığı tarihten, devletin sona ermesine kadar geçen süre içinde üstlenmiÅŸ olduÄŸu dini yetkiler ve görevlerin yanında, yoÄŸun bir siyasallaÅŸma süreci yaÅŸayan ÅŸeyhülislamlık makamı, bu sürecin doruÄŸuna II. MeÅŸrutiyet döneminde ulaÅŸtı. Hatta, dini misyonundan çok siyasi kimliÄŸi ön plana çıktı. Makamın, görev ve sorumlulukları nedeniyle içine düÅŸtüÄŸü bu çeliÅŸkili durum yine II. MeÅŸrutiyet döneminde çözümlenmeye çalışıldı. Döneme damgasını vuran Ä°ttihat ve Terakki Partisi ve bu partinin düÅŸünsel ve icrasal boyuttaki çalışmaları sırasında MeÅŸihat Dairesi, sadece diyanet iÅŸlerinden sorumlu bir kurum haline getirilmeye çalışıldı.

Böylece hem kurumsal bazda düzenleme gerçekleÅŸtirilecek hem de dinin kamusal alandan çıkartılmasına yönelik ilk adım atılmış olacaktı. Partinin çalışmaları asıl meyvelerini Türkiye Cumhuriyeti Devleti içinde verdi. Ä°ttihatçıların MeÅŸihat Dairesi’ne yüklemeye çalıştıkları statü, Diyanet Ä°ÅŸleri BaÅŸkanlığının temellerini attı. Ä°ttihat ve Terakki Partisi her ne kadar Ä°slamcı görüÅŸü benimseyen kiÅŸilerin baskıları sonucunda MeÅŸihat Dairesi açısından amaçlanan hedeflen gerçekleÅŸtirememiÅŸse de bu konuda ortaya attığı düÅŸünceler Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nin izlediÄŸi laik politikalara bir zemin hazırlamıştı.

​

Din Ä°ÅŸleri

II. MeÅŸrutiyet dönemine girildiÄŸinde, MeÅŸihat Makamının ulema üzerindeki yetkileri yine sürüyor, bu arada getirilen yeni düzenlemelere baÄŸlı olarak müftü, imam ve vaizlerin atanma, çalışma koÅŸullan, görevden uzaklaÅŸtırılma vb. koÅŸullarını belirleme çalışmaları yapılıyordu. Yeni koÅŸulların saptanması gerekliydi, çünkü ulema artık iriden iyiye çaÄŸa ayak uyduramaz hale gelmekteydi.

Ulemanın içinde bulunduÄŸu çöküntü. MeÅŸihat Makamı’nca alınan çeÅŸitli önlemlerle giderilmeye çalışıldı. Yaptıkları çalışmalarla takdir toplayan müftüler, emeklilik için belirlenen yaÅŸa ulaÅŸmış bile olsalar, alınan kararlardan istisna tutularak yine müftülükle görevlendirildi. 

​

26 Nisan 1913 tarihinde müftülerin görevlendirilmeleri ve azilleri ile ilgili temel ilkeler belirlendi. Böylece müftü atamalarında, bölgenin ulema ve idari personelinin istekleri göz önünde bulundurulmaya, azillerinde ise keyfî hareketlere son verilmeye çalışılmıştı.  

​

Adli Alan

II. MeÅŸrutiyet döneminde ÅŸeriyye mahkemeleri, çalışma biçimleri ve aldıkları kararlar nedeniyle itibar kaybetmelerinin yanı sıra sık sık rüÅŸvet ve iltimas söylentileriyle de yüz yüze gelmelerinden ötürü ÅŸiddetle eleÅŸtirildi. ÖrneÄŸin Mehmed Åžeref ÅŸeriyye mahkemelerini ‘mezhep mahkemeleri” diye niteliyor, bu tür mahkemelerin 20. yüzyıla girilmesine raÄŸmen hâlâ mevcut olmasına bir anlam veremediÄŸini belirtiyordu. Yazara göre, rüÅŸvet, zulüm, ilgisizlik, görev tanımama, cahillik, çağın ihtiyaçlarından haberdar olmama ve buna eÅŸlik eden yolsuzluk içinde yuvarlanan ÅŸeriyye mahkemelerinin kaldırılmasının fermanını Ä°slam halkının düÅŸüncesi çoktan imzalamıştı. Mehmed Åžeref ayrıca, Ä°slam dini açısından davaların ÅŸer’i mahkemelerde görüÅŸülmesinin bir zorunluluk olup olmadığı, eÄŸer böyle bir zorunluluk varsa, nizamiye mahkemelerinde görülen davaların nasıl deÄŸerlendirilebileceÄŸini sormuÅŸtu.

​

Her yönden büyük bir çöküÅŸ içinde olan ÅŸeriyye mahkemelerinin yeniden düzenlenmesine duyulan ihtiyaç, aslında II. MeÅŸrutiyet’in ilanından hemen sonraki yıllarda hissedilmiÅŸti. Bu konudaki ilk çalışma, ÅŸeriyye mahkemeleri ile nizamiye mahkemelerinin sorumluluk alanlarına giren davaların tam olarak tespit edilmesine yönelikti. Komisyonun hazırladığı nizamname layihası 14 Ekim 1914 tarihinde çıkartılan bir irade-i seniyye ile yürürlüÄŸe girdi. Bu nizamnamenin yayınlanmasıyla ÅŸeriyye mahkemelerinin yetkileri Ä°slam özel hukukunu ilgilendiren bazı davalarla sınırlandırılmış oldu.

​

Bütün ıslahat çabalarına raÄŸmen, ÅŸeriyye mahkemelerinin çalışmalarında hissedilebilir bir deÄŸiÅŸiklik olmaması, ÅŸikâyet ve eleÅŸtirilerin devam etmesi nedeniyle MeÅŸihat Makamı yeni bazı düzenlemelerin yapılmasına ihtiyaç duydu. Bu konudaki çalışmalar sonucunda, 5 Nisan 1915 tarihinde çıkartılan bir nizamname ile doÄŸrudan doÄŸruya MeÅŸihat Makamı’na baÄŸlı ve bu makama karşı sorumlu olan, ÅŸeriyye mahkemelerini denetleme yetkisi bulunan müfettiÅŸler tayin edildi.

​

Ä°ttihat ve Terakki Partisi’nin 1916 yılı kongresinde ÅŸer’i mahkemelerin durumu ve bu mahkemelerin MeÅŸihat Makamı’na baÄŸlı olarak çalışmalarını sürdürmeleri konusu ele alındı. Bu kongrede alman kararlar gereÄŸince, MeÅŸihat Dairesi’nin dinin yayılması ve Ä°slam’ın yüceltilmesiyle ilgili çalışmalar yapmasının, bu dairenin en baÅŸta gelen görevi olması gerektiÄŸi belirtilerek, ÅŸeriyye mahkemelerinin MeÅŸihat’ın denetiminden alınıp Adliye Nezareti’ne baÄŸlanması zorunluluÄŸu ortaya konuldu.

​

Ä°ttihatçıları adli alanda birliÄŸi saÄŸlamaya götüren en önemli neden, fetva verme yetkisi ile yargı yetkisinin aynı kiÅŸide toplanamayacağı görüÅŸünü benimsemiÅŸ olmalarıydı. Onlara göre, kadıların halifenin memuru olmalarına karşılık, müftüler halifenin memuru olmayıp yalnızca halka dini emirleri bildiren kiÅŸilerdi. ÜstlenmiÅŸ oldukları bu önemli görevden dolayı hiçbir dünyevi amirin memurları olamayacakları kabul edilmiÅŸti. Müftülerin halka bildirmekle yükümlü oldukları dini hükümlerin yaptırımları sadece uhreviydi. Kazai hükümler de dini hükümlerin içinde yer almışlardı, ama yaptırımları dünyeviydi. Kadılar, bu dünyevi düzeni kurmak ve bütün sosyal ihtiyaçları saÄŸlamakla yükümlü kılınmışlardı. Bundan dolayı faiz gibi dinen caiz olmayan birçok iÅŸi yürütmek veya yürütülmesini kabul etmek zorunda kalmışlardı. Ä°ÅŸte bu düÅŸüncelerden hareket eden Ä°ttihatçılar, fetva verme yetkisi ile yargı yetkisini aynı makamda birleÅŸtirerek, ÅŸer’i mahkeme ilâmlarını fetva emanetine tasdik ettirmenin, yargının caiz gördüklerinin dinen de caiz olduÄŸu fikrini doÄŸurduÄŸu görüÅŸündeydiler. Bu yanlış fikrin din ve ahlak görüÅŸü açısından büyük zararları olduÄŸunu belirterek, bir millette ahlakın hukuktan sayılmasının manevi geriliÄŸe iÅŸaret ettiÄŸini, diyanetle yargının aynı nitelikte düÅŸünülmesinin ise ahlaki geriliÄŸin iÅŸareti olduÄŸunu ileri sürdüler.

​

Åžeriyye mahkemelerinin MeÅŸihat Dairesi’ne baÄŸlı çalışmasından kaynaklanan usul ne MeÅŸrutiyet yönetimine ne de ÅŸeriata uygundu. MeÅŸrutiyet yönetimine uygun deÄŸildi, çünkü kanun hükümlerinin Meclis-i Mebusan’da görüÅŸülmeden kesinleÅŸmesi anlamına gelmekteydi. Åžeriata uygun deÄŸildi, çünkü fetva verme yetkisi halifeye deÄŸil, müftülere aitti ve halife hiçbir zaman bir müftüyü belli bir konuyla ilgili fetva vermeye zorlayamazdı.  

​

Ayrıca, Ä°ttihat ve Terakki Partisi, bir dava mahkemeye geldiÄŸinde, her yönüyle düzenlenmiÅŸ bir ÅŸer’i hukuk kitabı bulunmadığından durumun Fetvahane’den sorulması gerektiÄŸini, bu ÅŸekilde Fetvahane’den alınan bir fetvanın ise ancak olayın geçmiÅŸine yönelik bir hüküm verebileceÄŸini belirtmiÅŸti.  

​

Yine Ä°ttihatçılara göre, devlet içerisinde nizamı ve ÅŸer'i mahkemeler gibi bir ayrımın varlığı, her iki mahkemenin zaman zaman birbirine aykırı ilâmlar çıkarmalarına yol açıyor, bu da hükümeti zor durumda bırakıyordu.

​

Siyasal iktidar bütün bunları bir araya getirip deÄŸerlendirdiÄŸinde bir devlette din iÅŸleri ile yargı iÅŸlerinin birbirinden ayrılması ve farklı nezaretlerin bünyesinde toplanması zorunluluÄŸunu düÅŸündü. Åžeriyye mahkemeleri ve bu mahkemelerin üst mercii olan Meclis-i Tedkikat-ı Åžeriyye ve Kazaskerlik bütünüyle Adliye Nezareti’ne baÄŸlanarak hem adli mekanizma içerisinde bir bütünlük oluÅŸturulacak, hem de MeÅŸihat Dairesi’nin sadece diyanet iÅŸleriyle uÄŸraÅŸarak çok daha verimli çalışmalar yapması saÄŸlanacaktı.

​

Ä°ttihat ve Terakki Partisi’nin bu tutumu üzerine, ÅŸeriyye mahkemelerinin MeÅŸihat Dairesi’nden alınarak Adliye Nezareti’ne baÄŸlanması amacıyla 8 Åžubat 1917 tarihinde bir kanun layihası hazırlandı. Tartışmalar sonucunda, hazırlanan kanun layihası bazı küçük deÄŸiÅŸikliklerle son ÅŸeklini aldı ve 12 Mart 1917 tarihinde çıkartılan bir irade-i seniyye ile yürürlüÄŸe girdi. Kanunun hükümlerine göre MeÅŸihat Makamı’na baÄŸlı bütün daireler Adliye Nezareti’ne baÄŸlandı. Daha önceki tarihlerde ÅŸeriyye mahkemeleriyle ilgili çıkartılan ve uygulanmasından ÅŸeyhülislamın sorumlu tutulduÄŸu bütün kanun ve nizamnameler kaldırıldı ve yeni çıkartılan bu kanunun uygulanmasından Adliye Nazırı sorumlu tutuldu.

​

Åžer’i mahkemelerin Adliye Nezareti’ne baÄŸlanması, siyasal iktidarın Ä°ttihat ve Terakki Partisi’nin elinde olması ve özellikle muhalefetin susturulmuÅŸ olması nedeniyle tepki görmedi. Ancak, I. Dünya Savaşı’nın sona ermesiyle Ä°ttihatçı önderlerin ülke dışına kaçması ve siyasal iktidarın el deÄŸiÅŸtirmesi, Ä°ttihatçı uygulamalara muhalefeti de beraberinde getirdi. Özellikle Mütareke döneminde ÅŸeriyye mahkemelerinin Adliye Nezareti’ne baÄŸlanması karşısında Ä°slamcı kesimden çeÅŸitli tepkiler yükseldi.

​

Konuyla ilgili tepkilere daha fazla duyarsız kalamayan hükümet, ÅŸeriyye mahkemelerinin yeniden MeÅŸihat’a baÄŸlanması amacıyla bir kanun layihası hazırlığına giriÅŸti. Bu kanun layihası, 15 Kasım 1918 tarihinde tamamlandı. Meclis-i Vükela’da yapılan görüÅŸmeler sonucunda kanun layihası üzerinde incelemeler yapacak, ÅŸeyhülislamın baÅŸkanlığında bir encümenin oluÅŸturulmasına karar verildi. Åžeyhülislam Mustafa Sabri Efendi’ye göre ÅŸeriyye mahkemelerinin MeÅŸihat’ın bünyesinden ayrılması, Ä°ttihat ve Terakki Partisi’nin dini devletten ayırma yolundaki düÅŸüncelerinin bir yansımasıydı. Yine ÅŸeyhülislama göre bu düzenleme gerçekleÅŸtirilirken Osmanlı Devleti sınırları içerisinde yaÅŸayan gayrimüslimlerin nikâh, boÅŸanma vb. dini konular içerisinde yer alan davalarının patrikhanelere iade edilmiÅŸ olduÄŸu unutulmuÅŸ ve Müslüman tebaa maÄŸdur edilmiÅŸti. Ä°ÅŸte bu maÄŸduriyetin bir an önce giderilmesi, yani ÅŸeriyye mahkemelerinin en kısa süre içerisinde yeniden MeÅŸihat’a baÄŸlanması zorunluydu.

​

Mustafa Sabri Efendi’nin sadarete gönderdiÄŸi tezkire ÅŸeriyye mahkemelerinin MeÅŸihat’a iadesi sürecini hızlandırdı. Hazırlıkları tamamlanan kararname, 3 Mayıs 1920 tarihinde padiÅŸahın iradesiyle yürürlüÄŸe girdi. Bu kararnameyle kazaskerlik ve evkaf mahkemeleri dahil bütün ÅŸer’i mahkemeler MeÅŸihat Makamı’na iade edildi. Åžer’i mahkemeler Osmanlı Devleti’nin sonuna kadar MeÅŸihat Dairesi’ne baÄŸlı olarak çalışmalarını sürdürdü.

​

EÄŸitim

Din Dersleri

II. MeÅŸrutiyet döneminde de mekteplerde okutulan din dersleri konusunda MeÅŸihat Makamı’ndan çeÅŸitli isteklerde bulunuldu. ÖrneÄŸin Ä°slamcı Volkan gazetesi yazarlarından Fârukî Ömer okullarda inançla ilgili dini ilim kitaplarının çok olduÄŸunu, ama maddi ve manevi meziyetlere baÄŸlı olan din felsefesi hakkında hiç kitap olmadığını belirtiyordu.

​

Ulemanın büyük bir kesimi onu destekleyerek mekteplerde yetiÅŸen münevver fikirlilerden ekserisinin dinsiz, binaenaleyh ahlaksız olmalarını da din derslerinin içerik açısından eksik olmasına baÄŸladılar. Bir kısım ulema, konuyla ilgili düzenleme isteklerini ÅŸeyhülislama iletirken, diÄŸer bir grup ise eksikliÄŸini duydukları din felsefesi alanında çeÅŸitli kitapların hazırlanması ve mekteplerin son sınıflarına yeni dersler konulması için Maarif Nezareti’ne danışmayı uygun buldular. Fakat ne MeÅŸihat ne de Maarif Nezareti mekteplerde okutulan din derslerinin içerik açısından düzenlenmesi giriÅŸiminde bulundu.

​

Medrese EÄŸitimi

II. MeÅŸrutiyetin ilanından sonra, medreselerin ve talebelerin eÄŸitim açısından içinde bulunduÄŸu durum ve eÄŸitim sisteminin geliÅŸen çaÄŸa ayak uyduramaması, gerek Meclis-i Mebusan’da, gerekse ulemanın kendi arasındaki tartışmalarda sık sık gündeme gelmiÅŸti.

​

Konu, Meclis-i Mebusan’da ilk kez, Erzincan Mebusu Osman Fevzi’nin takriri üzerine gündeme alındı (1909). Takrirde kısaca, istibdat yönetimi ve MeÅŸihat Dairesi’nin içinde bulunduÄŸu karışıklıklar nedeniyle medreselerin büyük bir tükeniÅŸ içine girdiÄŸi, ulemanın maddi imkânsızlıklarının bu tükeniÅŸi hızlandırdığı belirtilerek, medrese talebelerinin göreceÄŸi derslerin düzenlenmesi, sınavlarının daha büyük bir dikkatle yapılması ve maddi durumun bir çözüme kavuÅŸturulması istendi.  

​

Konu aynı tarihlerde ilmiye sınıfı içerisinde de etraflıca tartışıldı. Ulema, konuyla ilgili çözüm önerilerini daha çok medreselerin eÄŸitim anlayışlarının deÄŸiÅŸtirilip niteliÄŸin yükseltilmesi noktasına dayandırdı. Bu baÄŸlamda ileri sürülen ıslahat önerilerinin asıl hedefi bir zamanlar Avrupalıların kendi eÄŸitim sistemlerini düzenlemede örnek aldıkları, Çandarlı Kara Halil, Köprülü Fazıl Ahmed PaÅŸa gibi baÅŸarılı insanlar yetiÅŸtiren medrese eÄŸitim sistemine yeniden ulaÅŸmaktı. Ulema, bu hedefe ulaÅŸmak için öncelikli olarak medreseleri içinde bulundukları duruma sürükleyen nedenlerin açıkça ortaya koyulması gerektiÄŸi düÅŸüncesindeydi. Bu nedenler ÅŸöyleydi: EÄŸitimin belli bir program içerisinde yürütülmemesi, öÄŸrencilerin gördükleri derslerden sınava tabi tutulmaması, eÄŸitim sırasında öÄŸrencilerin maddi açıdan geçimlerinin temin edilmemesi, eÄŸitim suresinin on sekiz yıl gibi uzun bir zamana yayılması, öÄŸrencinin bir yıl içerisinde ancak altı ay eÄŸitim ile meÅŸgul olabilmesi, yabancı dillerin okutulmaması, derslerde okutulması gerekli kitapların Ä°lmî bir heyet tarafından seçilerek, seçilen bu kitapların eÄŸitim sırasında kullanılmasının zorunlu koÅŸulmaması gibi.

​

Ulemanın büyük bir kesimi medreselerin belli bir düzenlemeye tabi tutulması gerektiÄŸi konusunda hemfikirdi.

​

Meclis-i Mebusan’da ve ulema arasında yoÄŸun bir tartışma döneminden sonra, medreselerin düzenlenmesine yönelik ilk sistemli çalışma 27 Åžubat 1910’da çıkartılan Medâris-i Ä°lmiyye Nizamnamesi oldu. Bu nizamname ile medreselerin yönetim kurullarının oluÅŸumu ve görevleri belirli temel ilkelere oturtuldu, talebenin medreselere kabulü, uyması gereken kurallar ve görevleri saptandı, ayrıca eÄŸitim usulleri, dersler ve sınavlar hakkında ayrıntılı bilgiler verildi.

​

MeÅŸihat Dairesi yeni birtakım düzenlemeler getirmeye devam etti. Bu düzenlemelerden biri, 1913 yılının sonlarında, MeÅŸihat içinde oluÅŸturulan “Islah-ı Medâris ve Tensik-i Tedrisat Encümeni” idi (Medreselerin Islahı ve EÄŸitimin Düzenlenmesi Encümeni).  

​

16 Mart 19140 Evkaf Nazırı Mustafa Hayri Efendi ÅŸeyhülislamlık görevine getirildi. Evkaf nazırlığı döneminde medreselerin ıslahı için hükümetten daha fazla para talep ederek önemli giriÅŸimlerde bulunan Mustafa Hayri Efendi, ÅŸeyhülislamlığı döneminde de önemli bir adım atarak Islah-ı Medâris Nizamnamesi’ni hazırlattı. 1 Ekim 1914 tarihinde yayınlanan bu nizamname ile Ä°stanbul medreselerinin merkezi bir sistem içerisinde toplanarak ıslahı öngörüldü. Bu amaçla Ä°stanbul’daki medreselerin “Darü’l-hilafeti’l-Aliyye Medresesi” adıyla bir araya getirilmesi hükme baÄŸlandı. Yeni oluÅŸturulan bu medrese, her biri dörder yıllık eÄŸitim dönemlerinden oluÅŸan üç bölüme ayrılmıştı.

Nizamname, bu medreseye alınacak talebelerin en az altı yıllık Mekteb-i Ä°btidaî’yi bitirmiÅŸ olmalarını ÅŸart koÅŸmakta, ders programlanın belirlemekteydi Avnca daha önce planlanan ancak uygulamaya konulamayan Medresetü'l-Mütehassısin (Uzmanlar Medresesi) projesi de uygulama ÅŸansı bularak, bu medresenin Süleymaniye Camii içinde kurulması hükme baÄŸlandı. Darül-hilafetıl-Alıyye Medresesi’nin ders programlarında gerekli görüldüÄŸü takdirde MeÅŸihat tarafından görevlendirilecek bir komisyonla düzenlemeler yapılabileceÄŸi de belirtildi.

​

1917'de Medâris-i Ä°lmiyye Kanunu’nun yürürlüÄŸe girmesiyle, Osmanlı Devleti sınırları içerisindeki bütün medreselerin MeÅŸihat Makamı'na baÄŸlılığı kabul edildi. Ä°stanbul’daki medreselerin Darü'l-hilâfeti’l Aliyye Medresesi adıyla çalışmalarını sürdürmeye devam edeceÄŸi hükme baÄŸlandı. Ayrıca yine Ä°stanbul’daki Süleymaniye Medresesi bir ihtisas medresesi olarak varlığını sürdürdü. Bu kanunla, taÅŸra medreselerinin düzenlenmesi, ihtiyaç duyulduÄŸunda yeni ÅŸubelerin açılması yetkisi de MeÅŸihat Makamı’na verildi.  

​

Bütün bu düzenlemelerle MeÅŸihat Makamı medreselerle ilgili konularda karar verme yetkisine sahip en üst düzeydeki makam durumuna geliyordu. Ä°ttihat ve Terakki Partisi, MeÅŸihat Dairesi’ni sadece diyanet iÅŸlerinden sorumlu bir daire konumuna getirmeye çalışırken, medreselerin idaresini dini konuların kapsamında gördüÄŸünden bu daireden ayırmak için herhangi bir giriÅŸimde bulunmaya gerek görmedi. Ä°ttihat ve Terakki Partisi’nin konuya yaklaşım biçimine yine kendi içinden karşıt sesler yükseldi. Ziya Gökalp, MeÅŸihat’ı sadece diyanet iÅŸlerinden sorumlu bir kurum durumuna getirirken, medreselerin bu daireyle mevcut bütün baÄŸlarının kesilmesi gerektiÄŸi düÅŸüncesindeydi.  

Kültür Sayfası

bottom of page