"İlahiyat" Nedir?
Prof. Dr.Necdet Subaşı. Tezkire, Sayı: 31–32 (Mart-Haziran), ss. 65–74 -2003
Bir disiplin olarak “ilâhiyat”ın ne ifade ettiğine ilişkin sorun, Türkiye’deki din tartışmacılarının üzerinde yeterince durduğu bir konu değildir. Böyle olunca da ilâhiyata ilişkin metodolojik problemlerin derinlikli bir düzeyde ele alındığından söz edilemediği gibi, bütün bunların yeterli bir ilgi uyandırdığı da söylenemez. Aksine Türkiye özelinde ele alındığı her seferinde ilâhiyat, ya modern Cumhuriyet’in laiklik temasını tamamlayan işlevsel bir aygıt olarak tanımlanmakta, ya da benzersiz bir ters-yüz edilişle, sekülerleştirme programına kaynaklık eden bir alan açma girişimi olarak değerlendirilmektedir. Böylece ilâhiyat, modern cumhuriyetin ilahi/kozmik açılımı olarak kodlanmakta ve pratikte de onda dindışı alanlara gönderme yapılmasına olanak veren tipik bir özelliğin altı çizilmektedir. Sonuçta da ilâhiyat uğraşına pek çok açıdan kuşkuyla bakılmaktadır. Bütün bunlara ilâhiyat fakültelerinin, teolojiden çok popüler siyasetin etrafında şekillenen sunumu da eklendiğinde kavram daha da muğlak bir hal almaktadır. Nihayet ilâhiyat alanının özgüllüğü, özerkliği gibi hususlar, somut akademik birimler ekseninde ele alındığında, ortaya tanımlanması oldukça güç bir kavram çıkmaktadır.
Teoloji / İlâhiyat
Genel bir özetleme yapmak gerekirse ilâhiyat (teoloji), bir düşünce alanıdır ve Tanrı’nın ya da onunla ilişkili evrenin dinsel açıklamasını, akıl merkezli kalarak gerçekleştiren entelektüel bir etkinliktir. Teoloji aracılığıyla, herhangi bir Tanrı’ya duyulan inancın tutarlı ve anlamlı bir şekilde yorumlanması amaçlanmaktadır. Hatta bu amaç sürdürülerek, dinsel inanç, eylem ve deneyimlerin, özellikle de Tanrı’nın, insan ve evrenle olan bağdaşık ilişkileri kurgusal düzeyde temellendirilmeye çalışılmaktadır. Böylece vahye dayalı kalınarak tanrısal, değişmez, ezelî-ebedî ya da ideal dünya ile fiziki dünya arasındaki ilişkinin ne olduğu sorgulanmakta, Tanrı’nın özü, varlığı ve iradesi gündelik hayatın dili içinde ifadelendirilmeye çalışılmaktadır.
Çok kere İlâhiyat, Tanrı’yı, belirli bir geleneğin içinden bakarak düşünmeyi içermektedir. Dinsel inançlar ve onun alt sistemleri de bu bağlamdan hareketle incelenmektedir. İlâhiyatın bu sistematik çabası, zaman zaman onu, bir din savunusunun içine çekecek tartışmalarla da karşı karşıya getirmektedir. Zaten ilâhiyattan talep edilen de Tanrı merkezli bir evrenin akılcılaştırılması ve bu yolla da açıklanmasıdır. Verili inanç alanının sosyo-politik koşullar içinde haklılaştırılması için ya da bu inancın üstüne farklı ve tutarlı bir yorumun eklemlenebilmesi için de tüm entelektüel çabaların seferber edilmesi istenebilmektedir. Böylelikle ilâhiyat, belirli bir inanca bağlı kalanların inançlarını tutarlı önermelerle dile getirmelerini mümkün kılmakta, mevcut inanç temellerine dayanarak Tanrı ve evreni açıklamak için de akıl, mantık ve öteki tinsel süreçlerle ilişkiye geçilmektedir.
Aklın Yardımını Talep Etmek
Sıkça tekrarlandığı gibi gerek düşünce sistemi gerek anlatım biçimi olması açısından ilâhiyat, bir yetki kaynağına karşı her zaman sorumlu kalmak durumundadır. Buna karşılık felsefe, iddialarını özgür bir aklın kendi kendini kavradığı zaman dışı kanıtlara dayandırmak zorundadır. Felsefeyle kendisi arasındaki bu temel ayrıma karşın ilâhiyat, onunla paylaştığı pek çok soruna da yine akıl aracılığıyla yaklaşmayı seçmiştir. Bir başka açıdan bakıldığında örneğin çağdaş felsefenin de ilâhiyat sorunlarını dindışı bir çerçevede tartışmayı sürdürdüğü görülmektedir.
Aslında Tanrı’yı ve dini, aklın yardımını talep ederek savunma çabası Eski Yunan’a kadar geri götürülebilir. Nitekim eski Yunan’da teoloji, günümüzde olduğu gibi tanrıbilim anlamında kullanılmaktaydı.
İlâhiyat kavramı, düşünsel arayış açısından Hıristiyanlıkla birlikte önemli farklılaşmalar yaşamıştır. Hatta dinsel inançlarda içkin olan sırların özünü kavramaya yönelik akılcı bir araştırma dalı olarak bakıldığında ilâhiyatın, özellikle Hıristiyanlığa özgü olduğunu düşünmek daha uygundur. Hıristiyan dünyasında kavrama değişik anlamlar ve içerikler yüklenmiş olsa da öteden beridir bilinen temel ölçütlerin değiştiği pek söylenemez.
Genelde Tanrı’nın bilinmesine ilişkin düşünsel/entelektüel bir çaba olarak değerlendirilen ilâhiyat, Hıristiyanlığın tarihsel-toplumsal gelgitleri içinde, imanın inkârcılar ve sapkınlar karşısında yeniden kavranarak tanımlanmasını önceleyen derin bir zihinsel uğraş ve ameliyeyle özdeşleşmiştir. Yer yer irrasyonel öğelerle yüklü bir inanç alanı olarak Hıristiyanlık, kuşkusuz her seferinde rasyonel bir açıklamaya gereksinim duymuştur. Bu nedenle olsa gerek, Hz. İsa’nın hayatını, kişiliğini, mesajını ve tanrısal görevini temel alan Hıristiyanlıkta ilâhiyat, daha erken dönemlerinde bile, mevcut koşulların ağırlığı ve kısıtlamaları altında Helenistik bir yorumla temasa geçmek zorunda kalmıştır.
İslâm düşüncesinde ise ilâhiyatın alanı dinin alanıyla paralellikler gösterir. Hıristiyan evreninde kutsalın gizemli gerçekliğine odaklanan düşünsel bir çaba, İslâm özelinde hayatın bütün alanlarını kuşatan dinselliğin, dengeli bir açıklamasına yönelmektedir. Bu nedenle ilâhiyat teriminin, Tanrı, insan, dünya, ahiret ve ibadet gibi konuları işleyen, ancak yöntem ve kaynakları birbirinden farklı din bilimlerini de içine katan geniş bir anlamından söz etmek mümkündür. Bu bağlamda kelam, İslâm bilimleri arasında, izlediği yöntem dikkate alındığında dar anlamda ilâhiyat tanımına yaklaşmakla birlikte, nassları akıl yoluyla aydınlatmak ve kavramaktan çok, kuşku ve inkâra karşı savunmaya ağırlık vermesiyle Hıristiyanlıktaki ilâhiyat anlayışına yakınlaşmaktadır. Buna karşılık İslâm fıkhının en önemli dalları arasında yer alan fıkıh usûlü (usûlü’l-fıkh) ise, kuramsal içeriği bakımından çok kere gerçek anlamda bir ilâhiyat anlayışına yaklaşmayı başarmıştır.
Modern Türkiye’de İlâhiyat: Müfredatın İzinde
İlâhiyat bilimi, modern Cumhuriyet’in kuruluş temasından bağımsız olarak ele alınamaz. Başlangıçta laik bir siyaset tasarımının etkisi altında biçimlenen ilâhiyat öğrenimi giderek bir din eğitimi stratejisi içinde ele alınmaya başlanmıştır. Bu anlamda ortaya çıkan ve ağırlıklı olarak din araştırmaları şeklinde tanımlanabilecek bir ilahiyatçılığın kapsamlı bir çözümlemesine ihtiyaç had safhadadır. Gerçekten de bu anlamla sınırlı olunduğunda bile ilâhiyat için neler yapıldığı, nelerin yapılmasının asla mümkün olmadığı, nelerin hayal bile edilemediği merak konusudur.
Türkiye ilahiyatçılığının pratik örnekleri üzerinde durulduğunda ortaya çıkan temel örüntü, teolojiden çok antropolojiyi öne çıkaran bir zihinsel yapıyla buluşmaktadır. Gerçi sekülerleştirme çabalarının tipik bir sonucu olarak dinin de rasyonel bir mihenkten geçirilmesi konusunda resmî girişimler eksik olmamıştır.
Türkiye’de örneğin ilahiyat fakültelerinin müfredat programlarına bir göz atıldığında bile öncelikli olarak tahayyül edilenin ne olduğunu, mevcut programlarla ulaşılması beklenen hedeflerin niteliğini kestirebilmek mümkün değildir. İlahiyatlara nüfuz eden müfredât, geleneksel/modern hemen her alandan konulara ilgi duyulduğunu göstermesi açısından oldukça anlamlıdır. Ancak bu ilginin hangi teolojik argümanların bir eseri olduğu, gelecekte ne gibi dinsel/toplumsal bir havsalaya yol açacağı gibi soruların cevabı pek belirgin değildir.
Geleneksel birikim ve gündelik hayatın devasa sorunları arasında dinin her zaman belirleyici olma çabası içinde İlahiyat evreninin sınırlılığı şaşırtıcı olmaya devam etmektedir. Öyle ki artık kapalı ve dış dünyayla ilişkilerini daha çok insani gereksinimler ekseninde kuran bir zihinsel yapı, ilahiyat alanının geniş bir kullanımını felsefe alanlarına teslim etmiş gibidir. Öyle olunca da dinin bütün alanlarda söz söylemiş olmasının güncellenmiş bir sunumuna ulaşmak bizzat ilahiyatçı deneyimlerinden hareketle mümkün olamamaktadır.
Panik Tepkiler, Hesaplı Talepler
Türkiye’nin bir “ihtiyaç” olarak tanımlanan din hizmetleri kadrosu İlahiyat fakülteleri mezunları arasından devşirilmektedir. İlahiyat fakültelerinden mezun olanlar ya müftü ve vaiz gibi toplumsal bağlama sıklıkla katılan kurumsal roller almakta, ya da imam-hatip yetiştiren okullarda görev yapmaktadırlar. Toplumun genel din kültürünün olgunlaşmasında da hemen her eğitim kurumunda görevlendirilen öğretmenler, aynı mekanlarda yetiştirilmektedir. Gündelik hayatta dinsel öğelerin ağırlığından yana olanlar kadar, seküler bir hayat için uyumlu bir din analizi arayışına sahip olanlar da bu niyetlerini gerçekleştirebilecek kadroların ilahiyat fakültelerinde olduğunun farkındadırlar. Yoğun kadrosu ve tartışılmaz meşru ağırlığıyla Diyanet İşleri Başkanlığı da toplumsalın derin muhayyilesinde oluşturduğu din algısıyla kurumsallaşma çabasındadır. İlahiyat bilimi bu kategorik kuşatmalar altında dinin ve dinî hayatın açıklamasını üstlenmiş durumdadır.
Sorun çok kere ilahiyatçıların, yanlış bir şekilde teoloji yaptıkları intibaına kapılmalarına yol açmaktadır. Yapılan, ilahiyattan çok, veri zenginliği içinde analitik incelemeler yapmak ve bu yolla, düşünsel düzeyde gerilim yaratabilecek çelişkileri görmezlikten gelmek yanı sıra da uygun bir yolunu bulup bütün olası çelişkileri yok saymaktır. Bu durum dinin tam da bu sürece uygun olarak, iman ve inancın ötesinde bir bilim nesnesi haline gelişini çağrıştırmaktadır.
Belirtmek gerekir ki artık, ilahiyatın ve ilahiyatçının modern vizyonu aşınmıştır. Yeni kuramlara, strateji ve yöntemlere ihtiyaç duyulmaktadır. Bu eksiklik sadece kurumsal ilahiyatçıların ya da entelektüel uğraşlarını bu yönde teksif eden bireysel katkıların tek başına üstesinden gelebileceği bir sorun olmaktan çoktan çıkmıştır. Din, değişen yüzüyle dünyayı, yeni formatıyla da insanı bir kere daha anlamanın uygun formüllerini üretmeye çağrılmalıdır.