Seçimler Üzerinden Türkiye Sosyolojisi
1950'den bugüne kadar yapılan genel seçim sonuçları incelendiğinde, anlaşılması ve yorumlanması oldukça zor bir tablo ile karşı karşıya olunduğu düşünülebilir. Bu çalışmada ise bunun tersi öne sürülüyor:
"Türkiye'de seçmen davranışları, 1950 yılından beri, büyük ölçüde tutarlılık göstermekte ve tercihlerde önemli bir değişiklik yaşanmamaktadır. Değişiklik gibi görünen durumlar konjonktürden kaynaklanmakta, konjonktür değiştiğinde gerçek seçmen davranışına geri dönülmektedir. Seçmen davranışındaki tutarlılığın ve devamlılığın sebebi seçim sonuçlarının Türkiye'nin sosyolojik yapısı tarafından belirleniyor olmasıdır."
1950-2011 arasındaki Seçim Sonuçlarının Değerlendirilmesi
1950 yılından bugüne kadar yapılan seçimlerde, sol olarak değerlendirilebilecek oyların değişimi aşağıda gösterilmiştir. Geriye kalanlar da kabaca sağ olarak isimlendirildiği için ayrıca belirtmeye gerek duyulmadı.
Detaylara boğulmamak için, siyasette büyük alt-üst oluşların yaşandığı dönemlerden sonra yapılan ikinci genel seçimlere bakmanın faydalı olacağı kanaatindeyiz. Hem belirsizlik ortamının sona ermemesi dolayısıyla devam eden tedirginlik, hem de yeni siyasi oluşumların tam olarak tanınmaması dolayısıyla, siyasi tercihler olgun bir şekilde sandığa yansıyamadığı için ilk genel seçimleri değerlendirme dışı tuttuk.
Kısaca bu seçimleri tekrar hatırlayıp sonra da yorumlarımıza geçeceğiz.
1954 Genel Seçimi
1950 yılında yapılan ilk serbest genel seçimlerin ardından gerçekleşen 1954 yılı seçiminde, merkez sağı temsil eden DP %57,6 oy oranıyla birinci parti oldu.
1965 Genel Seçimleri
1960 darbesinin ardından yapılan 1961 seçiminden sonra girilen 1965 seçimlerinde DP’nin devamı olan ve merkez sağı temsil eden AP %52,9 oy oranı ile birinci parti oldu.
1987 Genel Seçimleri
12 Eylül Darbesi'nin ardından yapılan 1983 seçimlerinden sonra girilen 1987 seçimlerinde ANAP %36,3 oy oranı ile birinci parti oldu. Bir önceki seçimlerde ANAP’ın oy oranı %45,1 dir. Bu seçimlerde merkez sağda iki parti yer almaktadır. DYP’nin oy oranı %19,1’dir. Merkez sağ oyların toplamı, % 55,4 olarak gerçekleşmiştir.
2007 Genel Seçimleri
28 Şubat Darbesi'nin ardından gelen siyasi ve ekonomik çöküşten sonra ortaya çıkan değişimi ifade eden, 2002 yılındaki seçimlerden sonra yapılan 2007 genel seçimlerinde AKP, oyların %46,5’ini alarak birinci parti oldu.
Seçin Sonuçlarının Anlamı
Bu seçimler, "Çok partili hayata geçilmesinden sonra, detay farklar üzerindeki tartışmaların sona erdiği ortamlarda yapılan seçimlerde, benzer sonuçların ortaya çıktığı, bu durumun da Türkiye'nin sosyolojik yapısından kaynaklandığı" tezimizin temelini oluşturuyorlar.
Oy oranlarının partiler arasındaki dağılımından daha önemli bulduğumuz ayrıntı, seçimlerde oyların bölgelere göre dağılımını gösteren haritaların benzerliğidir.
Haritalar Türkiye Siyaseti'nde var olan iki temel damarı göstermektedir. Eksik ve yanıltıcı olsa bile, siyaseten Sağ ve Sol olarak isimlendirilebilecek bu iki damar, parti programlarından büyük ölçüde bağımsız olarak, Türkiye Sosyolojisinin siyasete yansımasının bir sonucudur. Şimdi, isterseniz, bu ana damarların hangi sosyolojik tabanları temsil ettiği, bu tabanların nasıl oluştuğu ve sağ-sol ayrımının neden eksik kaldığı sorularının cevaplarını arayalım.
Sağ Siyaset
Sağ siyaset, farklı partiler tarafından temsil edilse de büyük ölçüde aynı sosyolojik tabandan beslenmektedir. Bu yüzden de söz konusu partilerin oy oranlarında önemli dalgalanmalar yaşansa da, toplam oy oranı büyük ölçüde korunmaktadır. Alt üst oluşların yaşandığı dönemlerde ise söz konusu kitle, detay farkları bir kenara bırakıp aynı siyasi yapılarda toplanabilmektedir.
Peki, bu sosyolojik yapıyı oluşturan insanlar kimlerdir?
"Sünni" Türkler
Bu kitlenin ana omurgasını, “Sünni İslam” kimliğini sosyolojik açıdan birincil kimlik kabul eden "Türkler" oluşturmaktadır. Bu, tesadüfen oluşmuş bir tercih değildir. Söz konusu tanımlama hem Selçuklu hem de Osmanlı İmparatorluğunun kurucu kimliğini ifade eder.
Söz konusu kimlik sağ siyasete farklı tonlarda yansısa da olağan üstü durumlarda ortak refleksler üretmeye imkân vermektedir. Bu açıdan bakıldığında milliyetçilik-muhafazakârlık ayrımının detay bir ayrım olduğu görülecektir. Dikkatlice incelendiğinde milliyetçi sağın sosyolojik tabanını oluşturan ana damarın, büyük ölçüde son 150 yılda yerleşik hayata geçmiş göçer Türkmen toplulukları oldukları rahatlıkla görülebilir. Temelde Sünni-Türk ortak değerler sistemini paylaşmalarına rağmen, yine aynı kültürel temel üzerine oturan ama çok kültürlü imparatorluk deneyimini de buna ekleyen Osmanlı şehir medeniyetini yaşamamışlardır.
Diğer "Sünni" Etnik Topluluklar
“Türk-Sünni İslam” kimliği, yine “Sünni İslam” inancını birincil kimlik olarak benimseyen Kürtler, Araplar, Zazalar gibi diğer etnik topluluklar tarafından da büyük ölçüde desteklenmektedir. Bu destek de tesadüfi değildir. Çünkü, söz konusu destek Türklerin Anadolu’ya yerleşmesinin simgesi kabul edilen Malazgirt Savaşı’ndan beri devam etmektedir.
Türk-İslam Kimliğini Benimseyen Diğer Topluluklar
“Türk-Sünni İslam” kimliğin daha büyük önemi, “Türk” kavramı analiz edildiğinde ortaya çıkar. Çünkü, bugünün Türkiye'sinde yaşayan "Türkler" sadece Orta Asya’dan Anadolu’ya göç eden topluluklardan ibaret değildir. Söz konusu kimlik, hem yüzyıllar içinde Anadolu’da ve Rumeli başta olmak üzere Osmanlı İmparatorluğu'nun yayıldığı bölgelerde İslamlaşan halklar için; hem de özellikle Osmanlı’nın Kırım-Kafkas bölgesi ile Rumeli’den çekilmesi sırasında kaybedilen topraklardan göç etmek durumunda kalan Türk olmayan Müslüman topluluklar için de ortak kimlik haline gelmiştir.
19.yy.da Müslüman toplulukların Osmanlı topraklarına göçleri
Yanlış anlaşılmaların önüne geçmek için “Sünni İslam” kavramını da açmakta yarar görüyoruz. Burada kast ettiğimiz, inanç esaslarındaki detaylardan çok, kültürel kabullerdir. Bu açıdan bakıldığında her biri “sünni” olarak nitelenmesine rağmen, Pakistan ya da Suudi Arabistan sünniliğine göre ciddi farklar gösterir. Türklerin İslamlaşmasında çok önemli bir merkez görevi gören Horasan bölgesindeki İslam kültüründen beslenmiştir ve örneğin Suudi Arabistan sünni anlayışı ile karşılaştırıldığında Alevilik ile daha fazla ortak noktası bulunduğu bile söylenebilir.
Özetle Sağ siyasetin, detaylarda farklılıkları olsa da, kimlik tercihi yapmak durumunda kaldığında öncelikli tercihini "Sünni İslam" kimliği için kullanan unsurları temsil ettiği söylenebilir. Türkiye Cumhuriyeti’ni Selçuklu ve Osmanlı İmparatorluğunun varisi yapan da aynı unsurlardır.
Sol Siyaset
Oy sayısı daha az olmakla birlikte, çok daha geniş bir çeşitliliği içeren ve siyasette sol olarak isimlendirilen diğer damarı oluşturan grupların ortak özelliği “Türk-Sünni İslam” kimliği yerine farklı kimlikleri birincil kimlik olarak tercih etmeleridir. Bu tercihin çoğu zaman "Türk" ya da "İslam", hatta "Sünni İslam" kimliğini reddetme anlamına gelmediğine, çoğunluk için sadece birincil kimlik tercihinde farklılık yaşandığına dikkat çekmeyi de özellikle gerekli görüyoruz. Ayrıca, tamamı için olmasa da önemli bir kısmı için "Modern Batı kültürü ve değerleri" de bir başka ortak kesişim kümesini oluşturmaktadır. Bu ortak tercihler, çok farklı birincil kimliklere sahip olunmasına rağmen, siyasette ortak hareket edebilmeyi mümkün kılmaktadır.
Detaylara geçmeden önce, "sol" isimlendirmesi üzerinde kısaca durmakta fayda görüyoruz. Bu kitle içinde, %2-3'ü geçmese de çok etkili ve gerçekten sol olarak isimlendirilebilecek bir grup bulunmakla birlikte, genel kitlenin sol olarak isimlendirilmesini yanıltıcı buluyoruz. Bu sosyolojik tabandan gelen ve Türkiye Cumhuriyeti’nin temellerini atan lider kadro 1923 yılında CHP’yi kurdu. O tarihten beri de CHP, bu sosyolojik grupların siyasetteki en önemli temsilcisi olmaya devam etti. Ama kurulduğu 1923 yılından 1965 yılına kadar CHP, sol olduğunu hiç söylemedi. Bu tutum, sadece sözel bir ifade eksikliği de değildir. Türkiye Cumhuriyeti tarihinde, sola karşı en şiddetli tahammülsüzlük ve baskı da CHP'nin tek parti döneminde yaşandı. CHP, ilk defa, dünya konjonktürünün zorlaması ile "ortanın solunda" olduğunu 1965 yılında ifade etmek durumunda kaldı. 1965-1980 arasında kısmen sol sayılabilecek yaklaşımlar sergilense de 1980’den sonra, özellikle de 1990’larda SSCB’nin yıkılması ile birlikte CHP için “sol”, sadece isimlendirmeden ibaret hale geldi. Bu durumu bir eksiklik olarak görmediğimizi ve bu yüzden CHP’yi eleştirmediğimizi de özellikle vurgulama ihtiyacı hissediyoruz. CHP, çok daha önemli bir sosyolojik alanı temsil etmekte ve bu temsilin gerekelerine göre davranmaktadır. Bahsedilen 1965-1980 döneminde, temsil ettiği sosyolojik tabanın ihtiyaçları doğrultusunda sol söylemin ön plana çıkarılması gerekmiş, bu da olabildiğince yerine getirilmiştir, hepsi bu...
Peki, sol olarak isimlendirilen grupta yer alanlar hangi sosyolojik kimlikler altında toplanmaktadırlar?
Beyaz Türkler
Bu kitlenin omurgasını, kendileri batı kültür ve değerlerini benimsemiş, toplumun da benimsemesi için çaba harcayan “Türkler” oluşturmaktadır. Söz konusu tercihin temelleri yeni değildir, Osmanlı ilerlemesinin durduğu 1700’lü yıllara kadar takip edilebilir. Batı karşısında ilerleme durunca sebepler aranmaya başlanmış, cevaplar bulmak için batı ile daha yoğun bir etkileşim içine girilmiş, bu aşamadan itibaren de batılılaşma yavaş yavaş toplumun gündemine girmiştir. Söz konusu dönem aynı zamanda modern batı kültür ve değerlerinin Avrupa'da filizlenmesini tamamlayıp ürünlerini vermeye başladığı ve Batı Medeniyeti'nin tüm dünyanın liderliğine soyunduğu yıllardır.
Lale Devri ve Batılılaşmanın Başlaması
Elitler ve Bürokrasi
Söz konusu görüşün ilk temsilcileri, batıya giden Osmanlı aydınlarıydı. Aynı aydın geleneğinin o günlerden günümüze kadar devam ettiği söylenebilir. Ama batılılaşma taraftarları esas operasyonel gücü, eğitimleri dolayısı ile batı ile yoğun temasın yaşandığı, özellikle Harbiye-Tıbbiye-Mülkiye üçlüsü şeklinde ifade edilen okullardan mezun olan elitlerin bürokraside yer almalarından sonra elde ettiler. İmparatorluğun son yıllarında da iktidarın tek sahibi haline geldiler. Yine, Osmanlı İmp. içinde açılan yabancıların ve azınlıkların okulları kaliteli insan gücünü alıp, iyi eğitilmiş, aynı zamanda da batılı değerlerle donanmış insanlar yetiştiren çok önemli kurumlar oldular. Buna rağmen kültürel değişimi sadece eğitim sistemine bağlamak haksızlık olacaktır. Devleti yönetme sorumluluğu üzerlerine yüklenmiş insanlar, güçlenen bir kültürün mensuplarıyla mücadele etmekte ve sürekli yenilmekteydiler. Böyle bir ortamda sahip olunan değerlerin sorgulanması kaçınılmazdı.
Türkiye Cumhuriyeti’ni kuran kadro ağırlıklı olarak bu elitler içinden çıktı ve Cumhuriyetin askeri ve sivil bürokrasisini onlar oluşturdular. İlerleyen dönemlerde de kendileri ile çalışacak olanları büyük ölçüde yine kendileri seçtiler. Bu yüzden son dönemlere kadar, iktidar hangi görüşten olursa olsun, memurlar ve askerler arasında özellikle de üst düzey bürokratlar arasında sol yaygındı.
Kabul edilmelidir ki, yabancı bir kültürün bir toplumda, özellikle de Osmanlı İmparatorluğu gibi bir dünya devletini kurmuş olan bir toplumda benimsetilmesi kolay bir süreç değildir. Batının güçlendiği, Osmanlı gücünün ise göreceli olarak zayıfladığı bir dönemde bu yaklaşıma dış destek bulmak zor değildi, yine de toplum içinde taban bulup kitlesel bir güce ulaşmadan kalıcı başarı elde etmenin mümkün olmayacağı aşikardı. Elitler, dönüşümün ana motorunu oluştursa da bir kitle haline gelmek için sayısal olarak yeterli değildiler. Kitle desteği, Osmanlı topraklarında yaşayan ama temel değerlere mesafeli duran unsurlar tarafından sağlandı.
Aleviler
Aleviler, büyük çoğunluğu Türk olsalar da, özellikle 16. yüzyıldan sonra, kurucu değer olan Sünni İslam anlayışına mesafeli olmuş ve beraber yaşamakla birlikte çeşitli zamanlarda muhalif seslerini yükseltmişerdi. Yeniçeri ocağı ile birlikte Bektaşi tekkelerinin de kapatılmasıyla, bu muhalefet hem sayısal olarak güçlendi hem de kaliteli insan gücü kazandı. Aslında çoğunluğu batı kültür ve değerlerine de mesafeliydiler ama Sünni İslam unsurunu dönüştürmeyi benimseyen batılılaşma yanlıları ile bir arada hareket etme konusunda zorlanmadılar. Özellikle Cumhuriyet döneminde sola, en önemli kitle desteğini sağladılar. Alevi-Bektaşi tabanı içinde Türk kökenli aleviler çoğunlukta olsa da Kürt ve Arap alevilerinin de olduğu, bunun da kültürel farklılıkları beraberinde getirdiği gözden uzak tutulmamalıdır.
Safevi Mücadelesinin Başlamasına Kadar Alevilik ve Bektaşilik
Yeniçeri Ocağının Kaldırılması ve Askeri Yenilikler
Kürt Solu
Kürtleri, Türk-İslam kimliğini destekleyen yekpare bir unsur olarak değerlendirmek yanlış olacaktır. Batılı değerlerden ve bunun bir alt kümesi olan milliyetçilik akımlarından etkilenen Türkler bulunduğu gibi Kürtler de bulunmaktaydı. Osmanlı’nın son dönemindeki siyasi uygulamalar ve batılı güçlerin yönlendirmesinin etkisi ile Osmanlı İmp. zamanında da Kürt isyanları görüldü. Cumhuriyet kurulduktan sonra 1980’li yıllara kadar Kürt oylarının önemli bir kısmı CHP’sine aktı. 1980’lerden itibaren ise kürtlerle batılılaşma yanlıları arasındaki birliktelik büyük ölçüde sona erdi. Bunun iki sebebi vardı:
-
Sünni İslam değerini daha fazla temsil etmeye başlayan sağ partiler, dindar Kürt oylarını daha fazla çeker hale geldiler.
-
Daha önemli sebep ise batılı değerleri temsil eden Türklerin yönettiği Devlet ile yine kökeninde batılı değerlerle donanmış(Marksist) PKK arasında çatışmanın başlaması ve bunun sahaya yansımasıydı. Solun oy tabanı olan Kürtlerin önemli bir kısmı, kendi partileri olarak gördükleri partilere oy vermeye başaldılar.
Gayrimüslim Azınlıklar
Gayri müslim azınlıklar, Osmanlı İmparatorluğu döneminde, temel kurucu değerlerle kavga etmeseler de kendi değerlerine sahip olmaya devam ettiler. Bu konuda bir tercih yapmak durumunda da kalmadılar. Sahip oldukları değerler, batılı değerlerle büyük ölçüde uyumluydu.
Gayri müslimlerin batılılaşma ve sol oylar üzerindeki etkisini Türkiye Cumhuriyeti içindeki sayıları ve etkilerine bakarak değerlendirmek oldukça yanıltıcı olacaktır. Gayri müslimler, batılı değerleri birincil kimlik olarak kabul eden bir kitlenin oluşmasında çok önemli rol oynadılar. Bu etkinin kaynakları arasında şunlar sayılabilir:
-
Osmanlı bir imparatorluktu ve bugünkünden çok daha yüksek oranda gayri müslim nüfus barındırıyordu. Bu kitle, batılılaşma yanlıları ile birlikte hareket ettiler ve her türlü desteği sağladılar.
Dağılma Döneminde Nüfus Yapısı
-
Gayri müslimler, reformlardan sonra, batılı devletlerin Osmanlı içindeki en önemli müttefiki durumuna geldiler. Bunun bir sonucu olarak sadece kendi güçlerini değil, batılı devletlerin sahip olduğu ekonomik ve siyasi gücü de kullandılar.
-
En kaliteli eğitim, azınlıkların ve yabancıların okullarında veriliyordu. Kendileri iyi bir eğitim alıyorlardı. Batılı değerlerle donanmış Türk elitlerin yetişmesinde önemli bir rol oynadılar.
-
Ekonomik olarak güçlüydüler; sanayi ve ticaretle uğraşıyorlardı ve ekonomik ilişkilerde batının öncelikli tercihi durumundaydılar. Hem yeni gelişen Osmanlı ticareti ve sanayisi içinde hem de Türkiye Cumhuriyeti sanayisi ve ticareti içinde, nüfus oranları ile kıyaslanmasyacak ölçüde etkili oldular. Daha önemli etkileri, bu alana giren Türk girişimcilerin dönüşümünü sağlamalarıydı. Sanayi ve ticarette yer almak istiyorsanız hem yurt içinde hem de yurt dışında batılı değerleri benimsemiş olmanız “tercih” ediliyordu.
19. Yüzyılda İstanbul:Osmanlı’nın Başkentinde Sosyal Değişim
Osmanlının Son Döneminde Yabancı Okullar Problemi
-
Çoğunlukla göz ardı edilse de, Türk kimliğine sahip gayri müslimlerin varlığı da sosyolojik bir gerçektir. Sabatay Sevi Hareketi, Ermeni Tehciri, Rumların Mübadesi gibi sosyal olaylar sırasında kimlik değiştirmeler yaşandı.
Gayrimüslimlerin desteği kesintisiz olmadı. Destek, özellikle Osmanlı İmparatorluğu döneminde çok daha açık ve belirleyiciydi. Reform taraftarı Türklerle çok daha fazla paylaşılan değere sahiptiler, doğal olarak da kendilerini daha yakın görüyorlardı. Ama bu durum 1908 yılında iktidara gelinceye kadar devam etti. Aslında paylaşılan değerler arasında yer alan milliyetçiliğin çok büyük bir problemlere yol açtığı ortaya çıktı ve gayrimüslimlere en büyük zararı bu paylaşılan değer verdi. Bu yüzden gayrimüslimler desteklerini çektiler. Cumhuriyetin kuruluş dönemlerinde çoğunlukla CHP'ye muhalif partileri desteklediler. Demokrat parti iktidara geldiğinde gayrimüslimler DP'yi destekliyorlardı. Ta ki 6-7 Eylül olaylarına kadar... Bu olaylardan sonra gayrimüslimlerin bir kısmı daha yurt dışına göç etti. Kalanlar da yeniden CHP'sini desteklemeye başladılar. Her şeye rağmen CHP ile çok daha fazla paylaşılan değere sahiptiler. Ama gayrimüslimlerin gücü eskiye göre çok azaldığından artık bu destek eskisi kadar değerli değildi.
Beyaz Türkler Kimdir ve CHP Neden Türkiye'nin Batısında 1. Parti?
Seçim haritalarına bakıldığında, sola oy veren bölgelerin Osmanlı İmparatorluğu'nun dağılma döneminde yoğun nüfus hareketlerine uğrayan ve önemli miktarda göç alan bölgeler olduğu görülecektir. Öyleki, söz konusu bölgeler bugünkü sol oyların en önemli kaynağı durumundadırlar. Göç ile sola oy verme arasında nasıl bir ilişki vardır?
Osmanlı topraklarında yaşayan Müslüman Türk/Türkleşmiş kitle 1800’lü yıllardan beri Anadolu topraklarına geri çekilmektedir. Özellikle Rumeli’den göç edenlerin ağırlıklı kısmı Batı Anadolu ve Trakya bölgesinde iskan edildiler.
Osmanlı İmparatorluğu Dağılırken Müslüman Nüfusun Göçü
Müslüman-Türk kimliğine sıkı sıkıya bağlı olmalarına rağmen azımsanmayacak bir kısmı sola oy verme eğilimindedirler. Bunda iki sebebin özellikle etkili olduğu kanaatindeyiz:
İlk akla gelen, göç ederek bu bölgelere yerleşen insanların, geldikleri yerlerin çoğunda gayrimüslim nüfus içinde azınlık durumunda yaşadıkları, bu yüzden de İslam’ın inanç unsurlarını korumalarına rağmen pratik hayata yönelik uygulamalarından kısmen uzaklaşmış oldukları; yine aynı sebeple, daha yoğun ve uzun süreli etkileşimin sonucunda bu kültür ve değerleri daha fazla içselleştirdikleri varsayımıdır. Kendisi de Romanya göçmeni olan Prof. Dr. Kemal Karpat’ın gözlemleri bu açıdan oldukça değerli:
Bu ahalilerin [Avrupa’daki Müslüman nüfus] “Müslüman” kimliği, dıştan bakıldığında isimler ve törenler gibi belli bir amaca hizmet eden simgeler ve eylemlerden oluşuyordu. İnancın gereklerinin pratikte yerine getirilmesi, kişinin kendini Müslüman sayabilmesi için zorunlu görülmediği gibi, Müslüman topluluğuna kabulü için bir ön koşul da değildi. Ele aldığım topluluklardaki ortalama Müslümanlar için besmele çekmek ve kelime-i şehadet getirmek, içten görüldüğü ve ciddi bir inanca adanmışlığın ifadesi olduğu takdirde kişinin Müslüman kimliğinin yeterli bir göstergesi olarak değerlendiriliyordu.[1]
[1] Osmanlı’dan Günümüze Etnik Yapılanma ve Göçler, Kemal Karpat
Özellikle 1970’li yıllardan itibaren Sünni İslam’ın değer ve uygulamalarının toplumsal hayatta daha fazla görünür hale gelmesi ve bu değerlerin sağ partiler tarafından daha fazla ön plana çıkarılır olması ürkürtücü bulunmuş olabilir. İlk serbest seçimlerde, henüz bu değerler çok ön plana çıkmamışken, söz konusu bölgelerin yoğun olarak DP'ye oy vermesi de bunun bir göstergesi olarak değerlendirilebilir.
Balkan kökenli Türklerinin, Sünni İslam değer ve uygulamalarına mesafeli durmalarının bir diğer sebebinin de yerleştirildikleri yerler olduğu kanaatindeyiz. Osmanlı iskan politikası, göçmenlerin yerleştirildikleri yerlerde, var olan kültüre en kolay uyum sağlayacağı şekilde düzenlenmişti. Özellikle 1908 yılından sonra, İttihat ve Terakki’nin iktidara gelmesiyle birlikte buna nüfusun Tükleştirilmesi hedefi de eklendi. Balkanlardan gelen göçmenler ağırlıklı olarak gayrimüslim nüfusun yoğun olarak yaşadığı bölgelere yerleştirildiler. Yerleştirildiklerinde gayrimüslimler büyük ölçüde bölgeyi terk etmiş durumdaydılar ama bölgede kalan Türk nüfus yüzyıllardır özellikle rumlarla bir arada yaşıyordu. Yani sadece Balkanlar'dan göç etmek zorunda kalanlar değil, yerleştirildikleri bölgedeki Türkler de çok uzun zamandır gayri müslim teba ile kültürel etkileşim içindeydiler.
Bahsedilen durum "beyaz türkler" terimine de açıklık getirmektedir. Terim, muhtemelen Amerika'daki beyazların sosyal konumu ile analoji kurularak kullanılılmaya başlanmış olmalı. Ama "beyaz türkler" gerçekten de ortalamadan daha açık ten rengine sahiptirler. Bunun sebebi, Batı Anadolu ve özellikle Balkanlar'da daha açık ten rengine sahip topluluklarla zaman içinde karışmış olmalarıdır.
Genel Değerlendirme ve Gelecek Öngörüsü
Özetle Türkiye siyasetinde temel tartışma, hem kendileri hem de toplumun geneli için Batı kültür ve değerleri üzerine kurulu bir kimliği savunanlar ile Türk-İslam kimliğinin muhafazasını savunanlar arasında yaşanmakta; seçim sonuçları da buna göre şekillenmektedir. Bu tartışmanın bir modernlik-gelenekçilik tartışması olmadığına da özellikle dikkat edilmelidir. Çoğunluğu oluşturan sağ kesim içinde, modernlik karşıtı sayılabilecek çok küçük bir azınlığın dışında – maalesef- kimse bulunmamaktadır. Maalesef dememizin sebebi, "modernlik"le "Türk-Sünni İslam" kimliğinin o kadar da sorunsuz bir şekilde örtüştürülemeyeceğini düşünmemiz ve modernlik karşıtı bir söylemin bu açıdan farklı açılımlara imkan verebileceği beklentisidir. Ama bugün için ana tartışma, batı kültür ve değerleri üzerine kurulu bir modernleşme mi, Türk-İslam kültür ve değerleri üzerine kurulu özel bir tür modernleşme mi benimseneceği tartışmasıdır.
1950'den beri yapılan seçimlerde önemli bir değişiklik yaşanmadığını söylemek aslında eksik bir ifadedir. Genel eğilimin büyük ölçüde korunduğu doğrudur ama özellikle 1980’lerden itibaren seçimlere sol olarak yansıyan oyların belli ölçüde düştüğü rahatlıkla izlenebilir. Rakamlardan takip edilemeyen ve çok daha önemli bulduğumuz değişiklik ise tercihleri belirleyen değerlerin siyasete yansımasında kendini göstermektedir. Siyasete sağ oy olarak yansıyan sosyolojik değerler, DP-AP-ANAP-AKP çizgisi göz önüne alındığında rahatlıkla görülebileceği gibi her seçimde daha belirgin hale gelirken; solu besleyen sosyolojik değerler siyasette gitgide silikleşmekte, sol partiler paylaşılan değerleri daha fazla ön plana çıkarmak durumunda kalmaktadır.
Eğer, sosyolojik kimliklerin siyasete yansımasından bahsediliyorsa, bahsedilen değişim nasıl açıklanacaktır?
Parti liderlerinin başarısı yada başarısızlığı, sosyolojik kimlikler üzerinde bu denli etkili midir? Eğer öyle ise başarılı liderler çıkararak bu değişim tersine çevirmek mümkün mü?
Söz konusu değişim, sanıldığının aksine sağ partilerin başarısından ya da sol partilerin başarısızlığından değil, değişen dünya konjonktüründen kaynaklanmaktadır.
Rakamların da gösterdiği gibi batının yükselişi I.Dünya savaşından itibaren son bulmuş, II.Dünya savaşından itibaren düşüşe geçmiştir. 1980'li yıllardan itibaren daha görünür hale gelen düşüş, her geçen gün ivmelenerek devam etmektedir.
Dünya Nüfusu ve Ekonomisinde Değişim ve Gelecek 1500-2100
Daha önce batının ekonomi ve nüfus olarak güçlü olduğu dönemde toplumda daha fazla taraftar bulan batı kültür ve değerleri, düşüşe paralel olarak hızla aşınmakta ve çekiciliğini kaybetmektedir.
Yukarıda bahsedilen sosyolojik grupların tamamı, Türkiye Cumhuriyet içinde değil, Osmanlı İmparatorluğu İçinde şekillenmiştir. Bu açıdan bakıldığında Türkiye Cumhuriyeti, Osmanlı İmparatorluğu’ndan keskin bir kopuşu ve yepyeni bir oluşumu ifade etmemektedir. Hatta, sıçrama sayılabilecek kadar önemli bir değişikliği bile içermeyen bir devamlılık söz konusudur. Bugünün Türkiyesi’ni anlamak ve sağlıklı kararlar verebilmek için, ideolojik bakışı bir kenara bırakıp, Osmanlı toplumunun sosyolojik yapısını anlamaya ihtiyacımız var.