Ä°lk Diyanet Ä°ÅŸleri BaÅŸkanı: Rifat Börekçi

Derin Tarih dergisinin 2017 Eylül sayısından kısaltılarak alınmıştır. (Avni Özgürel)
Ahmet Kabaklı merhum Tercüman’da 1990 yılında Falih Rıfkı’dan alıntılayarak Cumhuriyet’in ilk Diyanet Ä°ÅŸleri Reisi’yle ilgili bir anektod yazmıştı:
Atatürk, o akÅŸam bizi sofraya çağırdı. YemeÄŸin bitimine doÄŸru, Çocuklar, yarın hilâfeti kaldırıyoruz, dedi. Bunu sizden baÅŸkası yapamaz, dedik. Peki öyleyse, dedi Atatürk. Geçin öbür odaya, yazın bir takrir. Ben onu hocalara imzalatayım.
​
Geçtik yazdık. Sabah Atatürk, eliyle Meclis’e getirdi, odasına çıktı. Hocaların kendi aralarında toparlanarak, Hilâfeti ilga takririne ateÅŸ püskürdüklerini Atatürk’e biz haber verdik.
​

Hocalar aÅŸağıda hâlâ baÄŸrışıp çağırıyorlardı. Gazi, bunun üzerine öfkelenerek: ‘Çağırın bana aÅŸağıdan Rıfat Hoca’yı’ dedi. Çağırdılar, Hoca hem öfkeli hem sıkılgandı. Mustafa Kemal yüzüne bile bakmaksızın: Hoca ÅŸu takriri imza et, dedi.
​
‘Ama paÅŸam, Hilâfetin ilgası gibi ciddi bir konuda, müzakere filan olmaksızın… Sonra biz, din adamları bunu istemi…’ Atatürk sözünü kesti, ‘Hoca imza et dedim, keyfini bozarım sonra’ dedi. Rıfat Hoca biraz yutkundu, ama mecburen imzaladı.
​
Üzgün, öfkeli bir halde aÅŸağı inince hocalar etrafını sardılar. Onun konuÅŸmasına vakit bırakmadan: ‘Neee? Yoksa takriri imzaladın mı?’ diye bağırdılar. Hoca: ‘Canım, imza deÄŸil de, ne yaparsın, ÅŸöyle bir b..tan Rifat attık iÅŸte’ dedi.

Sadık Albayrak'ın Tek Parti Dönemi ve Batıcılık (Ä°z: 2016) adlı kitanından kısaltılarak alınmıştır.
Rifat Börekçi
Atatürk bir gün Diyanet Ä°ÅŸleri BaÅŸkam Rifat Börekçi'den kurban Bayramı’nda kurban kesilmesi yerine hayır kurumlarına bağış yapılması usulünün konması hakkında ne düÅŸündüÄŸünü sormuÅŸ. Sorudan biraz tasalanmış görünen Rifat Börekçi, biraz düÅŸündükten sonra Atatürk'e ÅŸöyle söylemiÅŸ:
"PaÅŸam, böyle bir ÅŸey yapacaksan, bunu ben öldükten sonra yap."
​
Bunun üzerine Atatürk böyle bir yol tutmaktaki sakıncanın ne olduÄŸunu sormuÅŸ. Rifat Börekçi de Kurban Bayramı’nda kurban hayvanı kanının akıtılmasının ÅŸeriatça ÅŸart olduÄŸu cevabını vermiÅŸ. Atatürk, Rifat Börekçi'nin sırtını okÅŸamış ve "Mademki olmazmış, sen ölmeden de sen öldükten sonra da yapmam, hiç üzülme" diyerek onu teselli etmiÅŸ.
​
Teselliye uÄŸrayan Rifat Börekçi'nin bir yardım ve itimadı olması gerekirdi. Bu derin baÄŸlılığını da bir baÅŸka hatıradan öÄŸreniyoruz:
"Atatürk Sivas'tan Ankara'ya yeni gelmiÅŸti. Devlet hazinesi bomboÅŸtu. Hükümet üç-dört bin lirayı bir araya getirmekte sıkıntı çekiyordu. Bir gün Atatürk'e çok inanmış bir insan, o zaman Ankara müftüsü olan rahmetli Diyanet Ä°ÅŸleri BaÅŸkanı Rifat Börekçi, elinde bir mendile sarılmış 1200 lira kadar bozuk para ile Mustafa Kemal'i ziyarete geldi. Rıfat Börekçi sıkılarak ÅŸöyle söze baÅŸladı: "OÄŸlum, ÅŸu üç-beÅŸ kuruÅŸu kara günlerde lâzım olur diye toplamıştım. Ben memleketi kurtarmaya çalışıyorum. Paraya ihtiyacın var. Belki iÅŸine yarar. Ne zaman elin geniÅŸlerse o zaman ödersin." dedi ve baÄŸlı mendili masanın üzerine bıraktı.
​
Atatürk kendisini son derce duygulandıran bu davranışın anısını hiçbir zaman unutmamıştı. Her bayram Rifat Börekçi'ye bir hediye gönderir ve buna 1200 liralık bir çeki de eklerdi. [5]
Bu temiz yürekli din adamının Atatürk'e ne kadar derinden baÄŸlandığım gösteren ÅŸu anıyı rahmetli Saffet Arıkan'dan iÅŸitmiÅŸtim. Åžapka devrimi gönlerinde bir gün, Ankaralı din adamları Rifat Börekçi'yi ziyaret ederek:
-
"Seninkini gördün mü? Nihayet bize ÅŸapkayı da giydirdi" diye ÅŸikâyette bulunmak isterler. Rıfat Börekçi'nin verdiÄŸi cevap ÅŸudur:
-
"Efendiler, onun her yaptığı doÄŸrudur. EÄŸer dininizi deÄŸiÅŸtirin derse, tereddüt etmeyin, onda da bir hikmet vardır."
Bu yardımın ne kadar olduÄŸu ve hangi ÅŸartlar içinde yapıldığım bir baÅŸka cepheden zikreden Mazhar Müfid (Kansu) -ki Åžark Ä°stiklâl Mahkemesinde gazetecileri muhakeme eden heyetin baÅŸkanıdır- ÅŸöyle yazıyor:
"Ankara'ya geldiÄŸimiz zaman hemen bir hafta kadar bizi Belediye iaÅŸe etti. Fakat bu aylarca devam edemezdi. Velhasıl çaresizlik içinde veyahut para bulmak kabil iken PaÅŸa'nın, bu bulunan çarelere bir türlü muvafakat etmemesi yüzünden muzdarip bir halde idik. Sabah oldu. Gece düÅŸünmekten uyuyamamış olduÄŸumdan, yatağımda istirahat halinde iken kapı vuruldu. Ä°çeriye giren zat Müftü efendinin geldiÄŸini söyledi. Eyvah, ÅŸimdi Müftü efendiye kahve ısmarlamak lâzım, kahve var amma ÅŸeker yok, benim iki parça ÅŸekerim var, onu da masanın gözünde saklamışım, ya ÅŸekerli kahve isterse... Ya sigara da vermek lâzım gelirse... Çünkü ÅŸeker çok pahalı idi. Herkes ÅŸekerini kendi tedarik edecek emri verilmiÅŸti. Ne ile tedarik edecekti, kimde para vardı ki?
-
PaÅŸa'ya haber veriniz, dedim.
-
PaÅŸa size gönderdi, PaÅŸa ile görüÅŸtüler.
-
Peki, buyursunlar.
Müftü efendi (Diyanet Ä°ÅŸleri Reisi iken vefat eden muhterem Rifat Efendi) odama girdi. Ortadaki yuvarlak ve küçük masanın kenarında bir iskemleye oturdu.
-
Müftü efendi, zannıma göre kahve içmezsiniz, deÄŸil mi?
-
Evet, içmem.
-
Sigara?
-
Onu da kullanmam.
Halbuki Müftü Efendi kahve içerdi, fakat biz buna meydan vermemek için sualde bulunduk. Müftü efendi derhal vaziyeti anladı ve "içmem" dedi. Tebessüm ederek:
-
Sizin biraz sıkıntıda olduÄŸunuzu öÄŸrendik, az olsa da yardımda bulunmayı vazife bildik.
-
Buradan bir ÅŸey anlayamadım. (Yatağımın karşısında duran küçük kasayı göstererek) paramız var, dedim. Halbuki kasa mevcudu 48 kuruÅŸtan ibaretti. Müftü efendi bu sözümü dinlemedi bile. Geldi, cübbesinin altından bir torba çıkardı. Ä°çindeki kâğıt paraları saymaya hazır bulunuyordu.
-
Müftü efendi, teÅŸekkür ederiz amma, evvelâ PaÅŸa ile bu hususta bir görüÅŸseniz iyi olur.
-
GörüÅŸtüm, kasa Mazhar Müfit Bey'dedir, ona veriniz, dedi
-
Pek âlâ!
Müftü efendi birer birer saymaÄŸa ve masanın üzerine koymaÄŸa baÅŸladı. Yüz, iki yüz, beÅŸ yüzü geçti, nihayet tamam bin lira (kâğıt para) saydı. Ben de yataktan kalkarak paraları aldım ve kasaya koydum."
Bunun üzerine emir-eri çağırdım ve iki ÅŸeker verdim: "Bize iki kahve piÅŸir!" emrini verdim. Müftü zaten vaziyeti anlamış olduÄŸundan güldü. Ve: "Åžeker pahalı, hesap lâzım, size de gelen giden çok, baÅŸa çıkmaz, deÄŸil mi?" diye lâtifeleÅŸti. Kahveler içildi. Muhterem Müftü çıktı, gitti. Ben de paranın miktarını derhal Mustafa Kemal PaÅŸa'ya haber vermek üzere odamdan çıktım.
PaÅŸa'yı odasının kapısı önünde bir haberi intizar eder vaziyette gördüm. Bana: "Ne kadar dedi? "Bin" dedim.
-
Gördün mü, akÅŸam ne kadar sıkılmıştık. Bu hatıra gelir miydi? Allah bize yardım ediyor, dedi. Ben de:
-
Evet, kul sıkılmayınca Hızır yetişmez, dedim.
-
Åžimdi Hızır filân bırak bakalım. Masraf ve varidatı tanzim et.
-
Her ÅŸeyden evvel bugün öÄŸle yemeÄŸinde size bir ziyafet çekeceÄŸim. Çoktan beridir et gördüÄŸümüz yok. Åžimdi emir verip on kilo pirzola aldıracağım. Ancak yeter. Bir de irmik helvası...
Mustafa Kemal PaÅŸa:
-
İsrafa başlamayalım.
-
Bir defaya mahsus. Yarın yine çorba ve bulgur pilâvına avdet ederiz.
GülüÅŸtük. Ben icap edenlere para ile emir verdim. Müftü efendinin getirdiÄŸi bu parayı memleketin eÅŸrafı aralarında toplamışlar; bizim parasız kaldığımızı anlamışlar, Müftü efendi ile göndermiÅŸler. Cümlesine teÅŸekkürlerde bulunduk.
Müftü efendiyi Mustafa Kemal PaÅŸa çok severdi. Böyle para için deÄŸil... Ä°stanbul'un hurucu alessultan fetvâsiyle idamımıza hüküm verdiÄŸi zaman bunu cerh ve reddeden bir fetvâyı Müftü Efendi de topladığı ulema ile müzakere ederek vermiÅŸti. PaÅŸa da Rifat Efendi'ye, Diyanet Ä°ÅŸleri Reisi iken her hafta yaver gönderir, bir arzusu olup olmadığını sordururdu; resmî otomobili yok iken bir otomobil tahsis ettirmiÅŸti. Mücadele-i Milliyede büyük hizmeti sebk eden (kalıplaÅŸtıran) Rifat Efendi'yi burada rahmetle yâd ederim.
​

Derin Tarih dergisinin 2017 Eylül sayısından kısaltılarak alınmıştır. (Prof. Dr. Mehmed DoÄŸan)
Dini Siyasete Kim Alet Etti: Mehmet DoÄŸan
Yıl 1924: Hilafet ilga edildi, Evkaf ve Åžer’iye ile Erkânı Harbiye-i Umumiye vekaletleri laÄŸvedildi. Birinin yerine Diyanet Ä°ÅŸleri Riyaseti, diÄŸerinin yerine Erkânı Harbiye-i Umumiye Riyaseti kuruldu. Åžimdi “Diyanet Ä°ÅŸleri BaÅŸkanlığı” ve “Genelkurmay BaÅŸkanlığı” diyoruz. 429 sayılı ve 3.3.1924 tarihli kanunun gerekçesinde mesele ÅŸöyle vaz’ ediliyor:
Din ve ordunun siyasi akımlarla alâkadar olması birçok mahzurları davet ediyor. Yeni bir hayat ve varlık meydana getirmek vazifesini üstlenen Türkiye Cumhuriyeti siyasî teÅŸkilatında zaten sonradan konulan Åžer’iye ve Evkaf Vekaletiyle Erkânı Harbiyei Umumiye Vekaleti’nin bulunması uygun deÄŸildir...
​
Diyanet’in konumu ve vazifesi kanunun 4. maddesinde ÅŸöyle çiziliyor:
“Türkiye Cumhuriyeti’nde dinin ibadet dışında hayatı, insan iliÅŸkilerini tanzim eden hükümlerine dair kuralların kanunlaÅŸtırılması ve uygulaması, Türkiye Büyük Millet Meclisi ile onun oluÅŸturduÄŸu hükümete aittir, apaçık Ä°slâm dininin bundan baÅŸka inançlar ve ibadetlere dair bütün hükümleri ve iÅŸlerinin yürütülmesi ve dinî kurumların idaresi için Cumhuriyet’in merkezinde bir Diyanet Ä°ÅŸleri ReisliÄŸi makamı tesis edilmiÅŸtir.”
​
Din iÅŸleri ve askerlik iÅŸleri... Ä°ki hassas alan. Cumhuriyet’ten sonra devlet dinle yollarını ayırıyor, laikliÄŸe doÄŸru yürüyor... Bu, bildiÄŸimiz din ve devlet ayrımı anlamında gerçek laiklik deÄŸil. Bin yıldır milletin dokularına iÅŸlemiÅŸ, kültürünü oluÅŸturmuÅŸ, hayatını tanzim etmiÅŸ din, öÄŸretilebilir olmaktan çıkarılıyor, yaÅŸanılırlığı da tahdit ediliyor. Din siyasete müdahil olamazken, siyaset dine istediÄŸi ÅŸekilde müdahil oluyor. Böyle önemli bir alanın başıboÅŸ bırakılmaması gerekiyor, mutemet bir adamın elinde tutulmak isteniyor ve bunun için Ankara Müftüsü, Millî Mücadele’ye güçlü destek vermiÅŸ bir hoca, 1 Nisan 1924’te Diyanet Ä°ÅŸleri Reisi yapılıyor.
​
Rifat Efendi, yani Rifat Börekçi... Ä°ÅŸte tarihî bir “Nisan bir” ÅŸakası! Diyanet tamam. Ya askeriye? Askeriyenin başına da Mustafa Fevzi PaÅŸa getiriliyor. Erkânı Harbiyei Umumiye Reisi, yani “Genelkurmay BaÅŸkanı” olarak.
​
“Ä°ki deÄŸiÅŸmez” dışında her ÅŸey deÄŸiÅŸir!
Ä°ki güvenilir isim, Rifat Hoca’nın güvenilirliÄŸi bir yana, Fevzi PaÅŸa’nın güvenilirliÄŸi tartışılmaz, ona halk “kuzu paÅŸa” diyor. Eski yazıda “f”ye bir nokta daha konulunca “k” oluyor, böylece Fevzi de Kuzu’ya dönüÅŸüyor! Cumhuriyet idaresinde her ÅŸey deÄŸiÅŸse dahi bu iki makamdaki baÅŸkanlar deÄŸiÅŸmiyor.
​
Rifat Börekçi, 1924’ten ölünceye, yani 1941’e kadar 17 sene baÅŸkanlık makamında kalıyor. Ona “Cumhuriyet’in en devamlı yöneticisi” diyecekken, MareÅŸal Fevzi Çakmak’ın Genelkurmay BaÅŸkanlığı mani oluyor. Çakmak 1944’e kadar koltuÄŸunda kalıyor. Hayır, makamı vefatla boÅŸalmıyor, 12 Ocak 1944 tarihinde yaÅŸ haddinden emekli ediliyor. Millî Åžef Ä°nönü’ye, kendisinin cumhurbaÅŸkanlığında mühim rolü olan “MareÅŸal” Fevzi Çakmak ağır geliyor. Malûm kendisi mareÅŸal olamamış, orgeneralliÄŸi de sivil hayatında, BaÅŸvekil iken 1926’da almıştır!
​
Rifat Börekçi’ye döneceÄŸiz. Ondan sonra halefi olarak yine bir mutemet isim aranıyor, Åžerefeddin Yaltkaya bulunuyor. Onun Atatürk’ün cenaze namazını Dolmabahçe Sarayı’nda beÅŸ on asker ve hizmetlinin katılımıyla kıldıran Ä°stanbul Vakıflar Müdürü olduÄŸunu hatırlayalım. Åžerefeddin Hoca da koltuÄŸu ölene dek iÅŸgal ediyor. 1947’de vefat edince, yıllardır BaÅŸkan yardımcısı olan Ahmed Hamdi Akseki baÅŸkan yapılıyor. Ä°ÅŸe bakın, o da vefatına kadar baÅŸkan! 1951’de vefatıyla Eyyüp Sabri HayırlıoÄŸlu baÅŸkan oluyor. Demokrat Parti, iktidarı döneminde Rifat Hoca ile baÅŸlayan “ölene dek baÅŸkanlık” geleneÄŸini bozmuyor. Eyyüp Sabri Hoca’yı Demokrat Parti’den sonra vefatını beklemeden emekli ediyorlar, çünkü 1960 darbesinin lideri Erzurumlu Cemal Gürsel, bir hemÅŸehrisini, Ömer Nasuhi Bilmen’i baÅŸkan yapmak istiyor. HayırlıoÄŸlu da birkaç ay sonra bu dünyaya veda ediyor.
​
Nasuhi hoca gerçek bir âlim, görevde bir yıl bile kalmıyor, darbecilerin taleplerini karşılamaktan imtina ediyor. Onun selefiyle görüÅŸmesi bir zamanların insan münasebetleri hakkında ne güzel bir örnek!
​
Ömer Nasuhi Ankara’ya gelir gelmez, Eyyüp Sabri Hoca’yı evinde ziyaret ediyor ve diyor ki: “Efendim, bana bir vazife yüklediler. Ben de vazifeye baÅŸlamadan önce sizin izninizi almaya geldim.” Eyyüp Sabri Hoca, Ömer Nasuhi’ye “Devir, devri mefsedet (fesat devri), celbi maslahat (iyiliÄŸe çağırma) devri deÄŸil. Zor zamandayız, hamdolsun ki bu vazifeyi sana tevdi ettiler. Sen devletimizi, milletimizi kötülüklerden, yanlışlıklardan korumaya gayret edeceksin inÅŸaallah” der.
Nasuhi Hoca 8 ay sonra istifa etmek zorunda kalır. Rivayete göre, Menderes ve arkadaÅŸlarının idamıyla ilgili “katledilmelerinin dinen de caiz olduÄŸu hatta vacip olduÄŸu” ÅŸeklinde bir hutbe talebi ile karşı karşıya kalır, reddeder ve görevi bırakır.
​
Ondan sonra da baÅŸkanlar birer ikiÅŸer yıl koltuklarında kalabilirler, ta ki Tayyar Altıkulaç’a kadar... Onun 1972-86 arasındaki baÅŸkanlığı, daha önce beÅŸ yıllık baÅŸkan yardımcılığı da dikkate alınırsa önemli. Denilebilir ki, Diyanet iÅŸleri BaÅŸkanlığı’nı bürokratik anlamda teÅŸkilatlandıran odur. 28 Åžubat döneminin Diyanet üzerinden silindirler geçirdiÄŸi malûm. O zamanın mutemed adamı M. Nuri Yılmaz oluyor. Ak Parti hükümeti 2003’te Ali BardakoÄŸlu’nu baÅŸkan yapıyor. O da uzun süre görev yapanlardan.
​
Laiklik, dini siyasete âlet etmeye mâni deÄŸil!
Rifat Börekçi, yani Atatürk döneminin Diyanet Ä°ÅŸleri Reisi, 1930’larda aynı zamanda CHP’nin Ankara Ä°l BaÅŸkanıydı! Gelin de çıkın iÅŸin içinden!
​
“Atatürk ve laiklik” konusunda dikkatimizi çeken bir uygulamaya yıllar önce NaÅŸit Hakkı UluÄŸ’un HemÅŸehrimiz Atatürk adlı kitabında rastlamıştım. BaÅŸka kaynaklarla doÄŸrulayamadığım için ihtimal vermek istemediÄŸim bu uygulama Cumhuriyet ArÅŸivi’nde CHP belgelerini karıştırırken ciddiyet kazandı.
​
Gazi aynı zamanda CHP (o zaman “Fırka”sı) baÅŸkanı olarak Diyanet Ä°ÅŸleri Reisi Rifat Börekçi’ye hem “dünyevî” ve hem de “siyasî” bir vazife tevdi ediyor… CHP Genel BaÅŸkanı olarak, Diyanet iÅŸleri Reisi Börekçi’yi Cumhuriyet Halk Fırkası’nın Ankara il baÅŸkanlığına tayin ediyor (Unvanı: CHF Ankara Vilayet Ä°dare Heyeti Reisi). O da elbette bunu, ek görev olarak kabul ediyor. CHP arÅŸivinde “Rifat” imzalı çok sayıda vesika var.
​
Vesikalar ortadadır ve Diyanet Ä°ÅŸleri Reisi Rifat Börekçi bir süre aynı zamanda Cumhuriyet Halk Partisi’nin Ankara il baÅŸkanlığını yapmıştır. DoÄŸrudan siyasetle uÄŸraÅŸmıştır, siyasî kararlara imza atmıştır. Bu, dinle siyasetin birlikte yürütülmesi, dinin siyasete âlet edilmesi veya siyasetin dine âlet edilmesi anlamına gelmez mi?
​
Ä°ÅŸte Rifat Efendi’nin CHP Ankara “Vilayet Ä°dare Heyeti Reisi” olarak Ankara ilçelerine gönderdiÄŸi 18 Mart 1931 tarihli yazı:
“Kazanız dahilinde herhangi bir teÅŸekkül namına veya müstakillen namzetlik (adaylık) koymak teÅŸebbüsünde bulunanlar veya namzetlik koymak suretile dahi fırkamızın (partimizin) muvaffakiyeti aleyhinde herhangi kimseler tarafından her hangi bir mahiyette faaliyet his olunursa etrafile ve mufassal olarak süratle malumat verilmesi rica olunur efendim.”
​
Biz deriz ki, Diyanet kuruluÅŸta tamamen siyasî bir kurumdur! Devlet siyasetinin din teÅŸkilatında yürütülmesi için vücut verilmiÅŸ bir teÅŸkilattır. GerektiÄŸinde baÅŸkanı siyasî bir kurumda görevlendirilebilir ve bu da onun görevine halel getirmez!
​
Bu görevlendirme ne zaman yapılmıştır? 1930’un güz aylarında Serbest Cumhuriyet Fırkası’nın danışıklı olarak kurulması, buna raÄŸmen halktan büyük raÄŸbet görmesi üzerine kurucusu Fethi Bey tarafından kapatılması hatırlanmalıdır. Mevcut siyaset zeminini allak bullak eden muvazalı ikinci parti, “kurtarıcılık” rantı ile geçinen CHP’nin havasını kaçırmıştır. Dindarların da mecburen yöneldiÄŸi ikinci parti, kurucusu tarafından kapatılmıştır, fakat henüz halkta muhalif partinin oluÅŸturduÄŸu hava dağıtılamamıştır. Rifat Hoca iÅŸte bu havayı dağıtmak için Ankara’da vazifeye çaÄŸrılmıştır. O da vazifesini bihakkın yerine getirmiÅŸtir!