top of page
Milli Mücadele Döneminde Din Eğitimi
mustafa-ocal.jpg

Atiye Emiroğlu'nuTürkiye’de Din Eğitimi Bağlamında İmam Hatip Okulları (1924-1980) adlı Doktora Tezinde (Selçuk Ünv: 2016) kısaltılarak alınmıştır.

 

1920-24 Döneminde Medreseler

(1920) İcra Vekilleri Heyeti Programında Din Eğitimi

TBMM 23 Nisan 1920’de açılmış ve hemen ardından 25 Nisan 1920’de Anadolu’daki işleri yürütmek üzere mecliste ihtisas komisyonları (encümenler) kurulmuştur. 

Hamdullah Suphi Bey’in başkanlığında 12 kişiyle kurulan Maarif Encümeni, kurulmasından birkaç gün sonra dönemin ağır sosyal, siyasi ve ekonomik şartlarına rağmen eğitime büyük önem vermiş, eğitimin gerekliliği ve nasıl yapılması konusunda mecliste uzun müzakereler yapmıştır. Müzakerelerde özellikle din eğitimi konusu üzerinde durulmuştur. 

Prof. Dr.Mustafa Öcal'ın Osmanlı’dan Günümüze Türkiye’de Din Eğitimi (Dergâh: 2017) adlı kitabından kısaltılarak alınmıştır.

(1921) TBMM’ce Kabul Edilen Medaris-i İlmiye Nizamnamesi

Her ne kadar önceki yıllarda hazırlanılarak yürürlüğe konulan Nizamnameler ve kanunlarla kurulan İstanbul Dâru’l-Hilifeti’l-Aliye Medresesi imkân nispetinde faaliyetlerine devam ediyor idiyse de artık İstanbul hükümeti marifetiyle yaptırılacak eğitim ve öğretimden giderek umut kesilmeye başlanmıştı. Bu durumda yapılacak şey, Anadolu’da yeni medreseler açmaktı.

İşte böyle bir dönemde 1921 yılından itibaren, Anadolu’nun çeşitli bölgelerinden yeni medreselerin açılması için TBMM Başkanlığına ve Ankara hükümetine müracaatlar başlamıştır. Tokat, Gerede, Sinop, Trabzon, Ankara gibi bazı il ve ilçeler adına müftülerin, valilerin, kaymakamların, mutasarrıfların, belediye başkanlarının, Müdafaa-i Hukuk Cemiyeti mensuplarının, bölgenin ulemasının, Ticaret Odası üyelerinin... vb. imzaları ile yeni medreselerin açılması için TBMM Başkanlığı’na telgraflar çekilmiş veya Ankara’ya gelerek görüşmeler yapılmıştır. 

Yapılan müracaatlarda dikkat çeken hususlardan biri; ulema ve müftüler ile vali, kaymakam, belediye başkanı gibi yöneticilerin ve halkın temsilcisi konumundaki bazı teşkilat mensuplarının aynı dilekçeye imza koymuş olmalarıdır. 

Müracaatlarda dikkat çeken ikinci bir husus; en son Musa Kazım Efendi tarafından çıkarılan Medâris-i İlmiye Hakkında Kanunla uygulamaya konulan medrese tipinin örnek alınmasıdır. Bu durum, son şekli ile Dâru’l-Hilâfeti’l-'Aliye Medreselerinin beğenilmiş ve halk tarafından da benimsenmiş olduğunu ifade etmektedir. 

Keza; müracaatlarda dikkat çeken bir başka husus da savaşlar sebebiyle memlekette namaz kıldırabilecek, cenazelerin defin ve tekfin işlemlerini yapabilecek elemanların giderek azalmasından yakınılması ve tez elden bu görevleri ifa edebilecek elemanların yetiştirilebilmesi için medrese açılması talebinde bulunulmasıdır.

Medâris-i İlmiye Nizâmnâmesi tasarısı TBMM gündemine getirilmiş ve 1921’de kabul edilmiştir. İcra Vekilleri Heyeti (Bakanlar kurulu) Reisi ve Müdafaai Milliye Vekili Fevzi (Çakmak) ile Vekillerin (Bakanların) tamamının imzalarını ve TBMM Reisi olarak Mustafa Kemal’in onayını taşıyan Nizamname yürürlüğe konulmuştur. Bu gelişme, o günün ağır sosyal ve ekonomik şartlarına rağmen medrese eğitimine nasıl önem verildiğini göstermesi bakımından dikkat çekici olarak değerlendirilmektedir. 

Anlaşılıyor ki, İstanbul’daki Dâru’l-Hilâfeti’l-'Aliye Medresesi’nin varlığı TBMM’ce de onaylanmaktadır. TBMM’ce kabul edilen Medâris-i İlmiye ile ise, daha ziyade Anadolu’nun muhtelif bölgelerindeki eski medreseler ıslah edilerek, onlara yeniden bir çeki düzen verilmesi istenmiştir.

Nizamnamenin diğer maddelerine göre; nasıl ki (İstanbul’daki) Dâru’l-Hilâfeti’l‘Aliye Medresesi Şer’iye Vekâleti’ne bağlı ise, Medâris-i İlmiye de TBMM’ce Ankara’da kurulan hükümetin Şer’iye Vekâleti’ne bağlanmıştır. Şer’iye Vekâletince uygun görülecek yerlerde yeni medreseler açılabilecektir. 

Programı arasında kültür derslerine de önemli ölçüde yer verilen bu son medrese nizamnamesi ile hedeflenen amaca ulaşılamamıştır. Çünkü nizamnameyi uygulamak için şartlar imkân vermediği gibi zaman da yetmemiştir. Medreselerle birlikte bu nizamname ile açılanlar da 1924’te kapatılmıştır. 

 

Atiye Emiroğlu'nuTürkiye’de Din Eğitimi Bağlamında İmam Hatip Okulları (1924-1980) adlı Doktora Tezinde (Selçuk Ünv: 2016) kısaltılarak alınmıştır.

(1922) Şeriye Vekâleti Bütçesi Görüşmeleri

1922 yılı “Şer’iye Vekâleti Bütçesi” görüşmeleri sırasında İmam- Hatip Mektebi gibi dinî okulların kurulması hakkında birçok önerge verilmiştir.

Şer’iye Vekâleti Müzakerelerinde görüş bildiren Mehmet Şeref Bey (Edirne), dinsiz bir milletin yaşayamayacağını, Türk hars ve örfünün memlekette bulunması gerektiğini vurgularken Nusrat Bey (Erzurum), memlekette külliyelerin açılması gerektiğini, dini eğitim verebilecek mütehassıs medreselerin oluşturulmasını ve buralarda tefsir, hadis, kelâm vs. derslerinin verilmesi gerektiğini vurgulamıştır. 

Hakkâri Mebusu Mazhar Müfid Efendi, din eğitiminin gerekliliğini aksi takdirde bu eğitimden yoksun din adamlarının halkı yanlış yönlendireceklerini bu durumun ise halkın dini anlayışını köreltebileceğini hatta bunun örneklerine kendisinin bizzat rastladığını aşağıdaki gibi aktarmıştır: 

“Biz bugün ne istiyoruz, efendiler? Şahsım için söylüyor ve vallahi hiçbir kimse için söylemiyor ve bunu yeminle temin ediyorum. Eski bir mekâtibi âliye mezunu olmak dolayısıyla bildiğimi söylemek üzere köylülerden birisine diyorum ki: Sıtma budur, emrâzı sâriye budur, filan... Tam sözlerime kanıyor, ben zannediyorum ki: Herif inandı, hâlbuki arkadan maateesüf köyün imamı ben söylerken başını kaldırıyor, bunun fikrini çeliyor. Bizim sözler ise boşa gidiyor. E, bu nedir? İşte görüyor musunuz, medreselerin ıslahı kaça mal oluyor? Bugün umumuzun bir gayesi vardır. Ahâliyi okutmak ve millet Nur-u Maarifi vermek istiyoruz. Biz Dârü’l-hilafe medreselerine çok muhtacız. Çünkü orada okutacağımız yalnız ulumu şer’iye değil; fazla olarak ulûm ve fünunu hazıra da vardır. Zaten bizim istediğimiz de bu değil mi? Biz ne istiyoruz? Ulum ve Fünûnuhâzırayı az çok bilecek kimseler yetiştirelim diyoruz.”

Şeriye Vekâleti Bütçe görüşmelerinde eğitimin önemi ve gerekliliği üzerinde durulmuş; eğitim dini mi olmalı, dünyevi mi olmalı tartışmaları noktasında her ikisinin de olması gerektiği, ancak din eğitimi verilirken batıl inançlardan uzak durulması gerektiği vurgulanmıştır.

1923 Yılı

Mehmet Bulut'uDiyanet İşleri Başkanlığının Yaygın Eğitimdeki Yeri adlı Doktora Tezinde (Ankara Ünv: 1997) kısaltılarak alınmıştır.
(Şubat 1923) Atatürk’ün Medrese Ziyareti

Milli Mücadele bütün hızıyla devam ederken medreselerde iyileştirme çabaları ihmal edilmedi. Bu kuramların daha iyi ve çağdaş bir şekle sokulması için Şer'iye ve Evkaf Vekaleti bünyesindeki Tedrisat Umum Müdürlüğü çalışmalar yaptı. Mütehassıs bir heyet tarafından çağın gereklerine ve ülkenin ihtiyaçlarına en uygun bir şekilde düzenlenmiş programlarla donatıldı. 

O dönemde Tedrisat Umum Müdürü olarak da görev yapmış olan Ahmed Hamdi Akseki, Milli Mücadele yıllarında DarülhiIafe medreselerindeki bu gelişmeleri M. Kemal Paşanın da takdir ettiğini, Şubat 1923 tarihli Hakimiyeti Milliye gazetesinin konu ile ilgili haberini aktararak şu cümlelerle belirtiyor:

"Gazi Mustafa Kemal Paşa Hazretleri, 5 Şubat 1923’de Konya’ya gidiyor, oradaki Darülhilafe medresesini teftiş ediyor, Fransızca, hadis, fıkıh, coğrafya derslerinde talebe ile uzun uzadıya meşgul olarak ehemmiyetli mübahese cereyan ediyor ve derslerde talebenin en asri mefkûrelerle yürüdüğünü görmekle memnun oluyor ve medreseden ayrılırken şöyle buyuruyor: 

"Memnuniyetle görüyorum ki, tedris ve tederrüs cidden hakikati diniye dairesindedir. İnşaallah memleketimizi, milletimizi ihya edecek asri ve hakiki ulema, faziletkâr müderrislerimiz sayesinde siz olacaksınız. Kıymetli ve hakiki ulemamızın mevkii yüksektir. Ulemamızın ve erbabı ilim ve irfanımızın himmeti ve irşatlariyle inşaallah İbni Rüşd'ler, İbni Sina’lar, Fârâbi’ler, İmamı Gazâli'ler milletimizin içinden çıkarak, bu asrın tekâmülâtiyle mücehhez olarak, ihyayı hakikati diniye eyleyeceklerdir. Aksekili Ahmet Hamdi Efendiyi tebrik ve kendilerine teşekkür ederim. Meşhudatımdan âtiyen memleket için memnunum. ” 

Akseki, M. Kemal Paşa'nın "takdirlerinin maddi bir nişanesi olmak üzere medreseye 3.000 lira hediye etmek lütufkârlığını da göstermişlerdi" demektedir. Bunları anlattıktan sonra medreselerdeki sonraki gelişmeler karşısında hayretini de ilave ediyor: 

Şunu da arz edeyim ki: Gazi Mustafa Kemal Paşa Hazretleri o zaman Darülhilafe Medreseleri namı altındaki bu medreselerin daha yüksek bir terakkiye mazhar olması ve isimlerinin de değiştirilmesi için bir heyete kurmuş ve kendisi de bizzat başında bulunmuştu. Rahmetli Ağaoğlu Ahmet Bey’in buna en ziyade taraftar ve o heyette olduklarını biliyorum. Sonradan ne oldu, niçin oldu? Onu tarih araştıracak ve hükmünü verecektir. 

Nahid_Dinçer.jpg

Nahid Dinçer'in 1913'ten Günümüze İmam-Hatip Okulları Meselesi (Şule: 1998) adlı kitabından kısaltılarak alınmıştır.

Ahmed Hamdi Akseki bu olaylara rağmen medreselerin kapatılması olayına temas ederek: “Sonra ne oldu, niçin oldu? Onu tarih, araştırarak hükmünü verecektir” diyor ve bu sorunun cevabını İsmail Habib’in 14 Ocak 1939 tarihinde yazdığı “Dönüşte” başlığını taşıyan yazısında görmek mümkün oluyor: 

“Beş dakika için geldiğim halde saatlerdir oturuyorum ve saatlerdir Hâkimiyet-i Milliye Medresesi diye bir bahis konuşuluyor. Medreselerden, fakir çömezler toplayarak bu medresede yetiştirilecek ve onlar köylere ve kasabalara dağılıp ayetli-hadisli yazılarla, halka hâkimiyet-i milliyeyi öğretecekler. Medresenin binası, programı, varidatı, her şeyi konuşuldu. Yusuf Akçora, boyuna bu projenin parlaklığını tasvip edip duruyor. Gazi’nin kafasını, bu medrese fikrini böyle ısrarla kurcalayıp durması, belki beş altı gün evvel Konya istasyonunda gördüğümüz beş altı yüz beyaz sarığın verdiği endişeyi hayırlı bir emele bağlamak içindi: Onları davaya uzak yetiştirmektense, davada onlardan istifade etmek emeli.

  • Sen neye hiçbir şey söylemiyorsun çocuğum?

 

Bu ani hitap karşısında, daldığım düşüncelerden silkinerek cevap veriyorum:  

  • Madem ki emir buyurdular, bu mevzu üzerinde tuhaf bir hatıramı arz edeyim: Pek genç yaşımda, Umûmi Harb’den üç-beş ay evvel Kastamonu’ya edebiyat muallimi gitmiştim. Kastamonu, yanlış olarak mutaassıp bir yer bilindiğinden ittihatçılar biraz sonra oraya sarıklı bir “Kâtib-i mes’ul” göndermişlerdi… O sarıklı, cübbeli ve ince sakallı kâtib-i mes’ulle (şimdiki Maarif Vekâleti Kütüphaneler Müdürü Hasan Fehmi) bir muhaveremizde dedim ki:

    • Bizler, nafile dilimizle kuş tutsak, bu halka inandıramıyoruz. Medreselerde, asrî fikirlerle teçhiz edilmiş münevver sarıklı yetiştirsek onlarla...

Bu sözleri aynı zamanda, muhatabıma bir cemile olur diye söylerken, o sözümü bile bitirmeden parladı:

  • Siz ne yapıyorsunuz, dedi, sarığın elinde hiçbir şeye yaramaz küflenmiş eski bilgiden başka bir şey yoktur; onun eline asrî fikirlerin silâhını vererek düşmanınızı mı kuvvetlendireceksiniz? Medreseleri ıslaha kalktığından dolayı bu memlekete en büyük fenalığı Şeyhülislâm Hayri Efendi yaptı!

 

Bunları söyleyen bir sarıklıydı. Medresenin ne olduğunu, medresenin içinden biliyordu. O zamandan beri dokuz on sene geçti. Medreseden hiçbir fayda gelmeyeceği hakkındaki kanaatim büsbütün kökleşti. Yeni orduyu, eski Yeniçeri’yi kökünden kaldırdıktan sonra kurabilmiştik, yeni irfan da medreseler kaldırılarak tamamlanabilir.

 

Sözümü bitirince Gazi bir iki dakika sustu. Bilhassa rahmetli Yusuf Akçora’nın bana garip garip baktığını hissediyordum. Şefin, karar vermiş gibi göründüğü bir fikre karşı fazla mı ileri gitmiştim? Fakat o, gözlerini herkesin üzerinde gezdirdikten sonra tane tane şu üç kelimeyi söyledi:

  • Çocuğun hakkı var.

 

Demek karar vermiş değil, sadece fikir topluyormuş. Onun en hayran olunacak taraflarından biri de toleransının büyüklüğüydü. Raya tutturulmuş dar kafalara bedel, engin ufuklara bakan, yaylalı kafa... daha o zaman anladım; “medreseler, sizin de başınıza gelecek var!”
 

Deniz_Askin.jpg
Deniz Aşkın'ın Türkiye'de Şark Medreseleri ve Seydalar (Nobel: 2018) adlı kitabından kısaltılarak alınmıştır.
(Mart) Atatürk’ün Meclis Konuşması

1 Mart 1923 yılında Mustafa Kemal Atatürk meclis konuşmasında eğitime dair şunları söyleyerek yakın zamanda gelecek radikal adımların haberini vermiştir. 

"Efendiler! Memleket evladının ortak ve eşit olarak almaya zorunlu oldukları ilimler ve fenler vardır. Yüksek meslek ve ihtisas sahiplerinin ayrılabileceği öğretim derecelerine kadar, eğitim ve öğretimde birlik, sosyal toplumumuzun ilerlemesi ve yükselmesi görüş açısından çok önemlidir. Bu sebeple Din işleri Bakanlığı ile Millî Eğitim Bakanlığı’nın bu konuda fikir ve çalışma birliğine gitmesi istenmeye değerdir."

mustafa-ocal.jpg

Prof. Dr.Mustafa Öcal'ın Osmanlı’dan Günümüze Türkiye’de Din Eğitimi (Dergâh: 2017) adlı kitabından kısaltılarak alınmıştır.

(15 Temmuz-15 Ağustos) Heyet-i İlmiye ve Medreseler

Sakarya Savaşı’nın ortaya çıkardığı sebeplerle yarıda kalan millî eğitimle ilgili ilk Maarif Kongresi, zaferden sonra 1923’te “Hey’et-i İlmiye” adı altında yeniden toplanmıştır. Sonradan I. Hey’et-i İlmiye olarak anılacak bu toplantı Millî Eğitim işlerini bütün cepheleri ile ele alıp meseleleri devrin tanınmış eğitim adamlarının düşünce ve tecrübelerinden faydalanmak suretiyle planlama gayretini gütmüş ilk ciddi çalışmadır. 

Çalışma programında çeşitli millî eğitim meseleleri arasında 26. sırayı Tedrisât-ı Diniye Esâsâtı adı altında dinî eğitim almıştır. Hey’et-i İlmiyenin vardığı sonuçlar üzerine, Şer’iye ve Evkaf Vekâleti kendi bünyesinde kurduğu ikinci bir komisyonda, meslekî/dinî eğitimi yeniden ele almış ve 1923 yazında medreselerin 2 yıllık İhzârî (Hazırlık), 3 yıllık İptidâî Hariç, 3 yıllık İptidâî Dahil, 3 yıllık Sahn (Âli) 3 yıllık Mütehassisin bölümü olmak üzere toplam 14 yıl süreli bir eğitim-öğretim kurumu hâline getirilmesini planlamıştır. Bu yeni programda Türk Dili ve Edebiyatının öğretilmesine geniş yer verilmesi ile, meslek adamlarına kuvvetli bir millî benlik ve kimlik kazandırılmasının hedeflendiği ifade edilmiştir. 

Medreselerle ilgili böylesi bir düzenleme tasarlanmış ama ortaya çıkan sonuç hiç de tasarlandığı gibi olmamıştır. Çünkü medrese, yeni düzen içerisindeki vazgeçilemeyecek yerini ve değerini tespit edememiş, sadece yeni eğitim ve öğretim metotlarına uymakla yetinmiştir. Medresenin bu zayıf tutumu, onun artık yaşanan hayatta olumlu bir fonksiyonu olup-olmadığının düşünülmesine yol açmıştır. Din ile ve din eğitimi ile ilgili bilimleri, çağın ihtiyaçlarına göre işlemekle görevli din bilginleri, bu amaca hizmet edecek öğretim kurumlarım savunamayınca ve kendilerinin toplumdaki fonksiyonlarını kabul ettiremeyince, bunu siyaset adamlarından beklemek fazlaca iyimserlik olurdu.

i.kara.jpg

Prof. Dr.İsmail Kara'nın Cumhuriyet Türkiyesi'nde Bir Mesele Olarak İslam (Dergâh: 2016) adlı kitabından kısaltılarak alınmıştır.

15 Temmuz-15 Ağustos 1923 tarihleri arasında toplanan Birinci Heyet-i İlmiye’nin tartıştığı konulardan biri de “tevhid-i terbiye” idi ve zabıtlardan, kayıtlardan anlaşıldığı kadarıyla buna karşı çıkan da yoktu. Sadece Müdafaayı Milliye Vekâleti ile Şer’iye ve Evkaf Vekâleti temsilcileri; askerler ve ulema “tevhid-i idare”ye karşı çıktılar, yani biri askeri mekteplerin diğeri de (Ahmet Hamdi Akseki) din eğitimi verecek kurumların Maarif Vekâleti’ne bağlanmasını kabul etmeyerek kendi bakanlıkları bünyesinde kalmasını haklı olarak savundular. 

A.Demirtas.png

Aydın Demirtaş'ın Darü'l Fünun'dan Üniversiteye Öğretim Üyelerinin Toplumsal Profilleri (İstanbul Ünv.: 2018) adlı Doktora Tezinden kısaltılarak alınmıştır.

Yüksek Öğretim

(1923) İstanbul Darüllfünûn'a Dönüşüm

Cumhuriyetin ilanıyla Dârülfünûn-ı Osmani ismi İstanbul Dârülfünûn olarak değiştirildi. Harbiye Nezâreti binası, etrafındaki binalarla beraber Dârülfünûna tahsis edildi. İstanbul Dârülfünûnu artık medeniyet değiştirmeyi siyasi program haline getirmiş, Ortadoğu ve Balkanlardan, Kafkaslar ve Kuzey Afrika’dan resmen çekilmiş olan Anadolu merkezli ve 13 milyon nüfuslu bir ulus devletin üniversitesiydi. Cumhuriyet, devleti ve toplumu Avrupa medeniyetinin bir cüzü olarak düşünüyor, bu yönde peş peşe inkılaplar yapıyordu.

Yurtdışına öğrenci gönderilmesi bu dönemde de sürdü. 1923’te M. Kemal Paşa’nın teklifiyle yurtdışına öğrenci gönderilmesi hükümet programına konuldu. Avrupa imtihanı adı verilen bir imtihanla öğrenciler seçiliyordu. İlk gruptaki 22 öğrenci 1925’te gitti ve bu her yıl devam etti. Bu öğrenciler arasında döndüklerinde 1933’te tasfiye edilenlerin yerine ikame edilen birçok öğretim üyesi vardır. Hükümet kendi yetiştirdiği kadroları Osmanlı döneminde yetişmiş hocalara tercih ediyordu.

Cumhuriyetin kuruluşunun hemen ardından Atatürk, Fuat Köprülü’ye “Fuat Bey, Cumhuriyeti kurduk. Artık Cumhuriyeti ve devletimizi ilmi temeller üzerinde yükseltmek zamanı gelmiştir. Lütfen İstanbul Dârülfünûnu bünyesinde Türkiyat Enstitüsünü kurunuz” şeklinde direktif vermiştir ve 1924 yılında Edebiyat Fakültesi çatısı altında Türkiyat Enstitüsü kurulmuştur.

Kültür Sayfası

bottom of page