top of page
mozturk.png
Kur'an'da "Din"

Vahyin Nüzul Vasatında “Din”in Anlam Alanı

Kur’an’da din kelimesinin anlam ve kullanım alanını belirlemek çok kolay değildir. Nitekim Toshlhiko Izutsu da "din”in semantik açıdan irdelenmesi en zor anahtar kavramlardan biri olduğuna, kelimenin Kur'an’daki anlamlarıyla ıstılahtaki anlam ve kullanımlarının birbirine karıştırıldığına dikkat çekmiştir. [1]

Mekke Döneminde Din

Erken dönem Mekkî surelerde din kelimesi “karşılık/ceza” manasıyla ilintili olarak kıyamet ve hesap gününe atıfta bulunur. Bu surelerdeki birçok ayette “insanoğlunun dünyada yapıp ettiği işlerin iyi-kötü karşılığını göreceği gün” manasında yevmü’d dîn terkibi/tabiri kullanılır. Ayrıca bazı ayetlerde geçen dîn kelimesi genellikle “hesap, ceza veya hesap/ceza günü” diye açıklanır. Bunun yanında Allah’a taat ve teslimiyet bağlamında tevhid inancı da Mekkî surelerde din kelimesiyle ifade olunur.  [2]

Din kelimesinin hesap, ceza ve tevhid inancı manasında kullanımı Mekkî surelerde ağırlıklı olarak şirkin nefyi ve ölümden sonra dirilişin gerçekliği meselesi üzerinde durulmasıyla alakalıdır. Başka bir ifadeyle, söz konusu surelerde din Kureyşli müşriklerin şirkten vazgeçmemeleri ve ahireti inkâr etmelerine mukabil tevhid ve ahiret inancına atıfla hususi bir anlam taşır.  [3]

Medine Döneminde Din

Mekke döneminde tevhid ve ahiret vurgusuyla inanç ve ahlak temelli bir içermeye sahip olan din kelimesindeki semantik alan Medine döneminde toplumsal düzen, hukuk ve siyaset gibi farklı boyutlar kazanmak suretiyle genişlemiştir. Çünkü Medine döneminde cemaat (ümmet) safhasına geçilmiş, üstelik bu dönemde Mekkeli müşriklerin yanı sıra Yahudiler de muhalif zümre olarak kendini göstermiştir. Müslümanlar ile müşrikler ve Yahudiler arasındaki muhalefetin silahlı çatışmaya dönüşmesi sürecinde bir taraftan çok belirgin biçimde dost-düşman tanımlaması yapılırken, bir taraftan da Ehli kitapla polemikler muvacehesinde din kelimesi müesses İslam manası kazanmış ve bu bağlamda İslam hususen Yahudilik ve Hıristiyanlığın karşıtı olarak konumlandırılmıştır. [4]

Bilhassa din’ul hak tabiriyle Yahudiler ve Hıristiyanların müesses inanç sistemleri ile müşriklerin şirkle ilgili inanç ve ritüelleri karşısında İslam’ın tek sahih din olduğu vurgulanmıştır. "Allah katında din İslam’dır” (Ali İmrûn 3/19), “Kim İslam’dan başka bir din arayışına girerse, arayıp bulduğu o din asla kabul görmeyecektir” (Ali İmrân 3/85) mealindeki ayetlerde de özel olarak Hıristiyan itikadına karşı İslam ve tevhid inancının mutlak hakikat olduğu vurgulanmıştır. [5]

Tevbe 9/33, Fetih 48/28 ve Saff 61/9. ayetlerde dînü'l hak diye nitelendirilen İslam’ın diğer bütün dinlere galebe çalmasından söz edilmiştir. Fetih ve Tevbe surelerinin müşrikler ve Yahudilerle çatışma zemininde nazil olduğu bilinmektedir. [6]

Allah Katında Din

Öte yandan Medine döneminin çok dinli yapısı içinde, “Şüphesiz, Allah katında din İslam’dır”, “Kim İslam’dan başka bir din ararsa, (bilsin ki o din) kendisinden kabul edilmeyecek ve o ahirette kaybedenlerden olacaktır”    mealindeki ayetlerde, cennete sadece kendilerinin gireceklerini iddia eden Yahudi ve Hıristiyanların durumlarına açıklık getirilmiş; böylece din ile İslam terimleri bir bakıma özdeş kılınmıştır. Bu yüzden, bütün peygamberlerin getirdiği dinlerin gerçekte İslam olduğu kabul edilmiştir. “Elçi’nin sizin huzurunuzda ve sizin de tüm insanlığın huzurunda gerçeğe tanıklık etmeniz için geçmiş çağlarda da bu ilahi mesajda da sizi Müslümanlar olarak isimlendiren O’dur” ayetinde dile getirilmek istenen de bu olsa gerektir. [7]

Öteden beri yegâne asli ve hakiki dinin, mutlak manada Allah’a teslimiyeti ifade eden ve tüm peygamberlerin ortak mesajı olan İslam’a tekabül ettiği gerçeği, “Dini ikame edin ve bu konuda ayrılığa düşmeyin diye Nuh'a tavsiye ettiğini, sana vahyettiğimizi, İbrahim’e, Musa’ya ve İsa'ya tavsiye etiğimizi Allah size de din kıldı" mealindeki ayette çok daha yalın bir şekilde beyan edilmiştir. [8]

Bu ayetin klasik tefsirlerdeki yorumuna göz attığımızda… şu izahla karşılaşmaktayız: Ayette isimleri anılan peygamberlerin getirdikleri dini öğretiler temelde müşterektir. Bu yüzden onların tümüne aynı genel prensipler vahyedilmiştir. Burada ikamesi istenen din, Allah’ın birlenmesini, O’na itaati ve peygamberlerine, kitaplarına, ahiret gününe ve meleklere inanan bir kişinin ifa etmekle yükümlü olduğu diğer (dini-ahlaki) görevleri ifade eden İslam dinidir. Zaten şeriatlar da toplumların içinde bulundukları duruma göre, onların menfaatlerini temin maksadıyla vazedilmiş ve bu yüzden zaman içerisinde farklılık ve çeşitlilik göstermiştir. Allah, bu gerçeği ifade etmek için, “Sizden her biriniz için bir şeriat ve yol belirledik” buyurmuştur. Çoğunluk müfessirlerin dile getirdiği bu anlayış, Endülüslü müfessir Cüzey (ö. 1340) tarafından şu şekilde özetlenmiştir: [9]

İnanç ilkeleri hususunda Hz. Muhammed'in dini ile diğer bütün peygamberlerin dini müşterektir. İşte ayette kastedilen de budur. Allah Teala bu (gerçeği), dini (ed-din), yani Allah'ın birlenmesi, O’na boyun eğilmesi ve elçilerine, kitaplarına ve ahiret gününe iman edilmesi anlamına gelen “İslam’ı ikame edin” sözüyle ortaya koymuştur. Tikel şer'i hükümlere gelince; bunlar değişkenlik arz ederler dolayısıyla burada kastedilen, mezkûr vasıftaki (şer'i) hükümler değildir.    

      

Bu husus, bazı hadislerde de açıkça dile getirilmiştir. Mesela bir hadiste, “Allah nezdinde dinin aslı haniflik ve İslam’dır” buyurulmuştur. Peygamberlerin baba bir kardeş olduklarını bildiren bir hadiste ise, gerçekte bütün hak dinlerin temel prensiplerde müşterek olduğuna işaret edilmiştir. İşte bu anlam düzeyinde din kavramı, inanç ve ahlaki değerler sistemini ifade etmektedir… Zaman ve mekâna bağlı müesses yapılar (vahiy, kitap, peygamber, mabet, ümmet, hukuk vs.) bizzat din değil, orijinal ve asli dinin tarih içerisindeki farklı tezahürleri ya da kısaca dini somutlaştırmalardır. [10]

Daha önce de kısaca değinildiği üzere, Allah katındaki evrensel din (ed-din), insanlık tarihi boyunca vahiy/kitap/peygamber kanalıyla farklı toplumlara farklı şeriatlar şeklinde somutlaştırılmıştır. Nitekim, Kur’an’da, “Seni de bir şeriat üzere kıldık” buyurulmak suretiyle vahiy geleneğindeki bu kuralın, Hz. Peygamber için de aynı şekilde işlediği bildirilmiştir. Bu itibarla, şeriat, evrensel bir mahiyete sahip olan ed-din’in zaman, mekân ve toplumsal yararlar göz önünde tutularak form kazanmasıdır denebilir. [11]

 

Kaynaklar

[1] Kur’an ve Tarihsellik Üzerine. Mustafa Öztürk. Ankara Okulu: 2018

[2] Kur’an ve Tarihsellik Üzerine. Mustafa Öztürk. Ankara Okulu: 2018

[3] Kur’an ve Tarihsellik Üzerine. Mustafa Öztürk. Ankara Okulu: 2018

[4] Kur’an ve Tarihsellik Üzerine. Mustafa Öztürk. Ankara Okulu: 2018

[5] Kur’an ve Tarihsellik Üzerine. Mustafa Öztürk. Ankara Okulu: 2018

[6] Kur’an ve Tarihsellik Üzerine. Mustafa Öztürk. Ankara Okulu: 2018

[7] Kur’an’ı Kendi Tarihinden Okumak. Mustafa Öztürk. Ankara Okulu: 2011

[8] Kur’an’ı Kendi Tarihinden Okumak. Mustafa Öztürk. Ankara Okulu: 2011

[9] Kur’an’ı Kendi Tarihinden Okumak. Mustafa Öztürk. Ankara Okulu: 2011

[10] Kur’an’ı Kendi Tarihinden Okumak. Mustafa Öztürk. Ankara Okulu: 2011

[11] Kur’an’ı Kendi Tarihinden Okumak. Mustafa Öztürk. Ankara Okulu: 2011

Kültür Sayfası

bottom of page