Üniversitenin Misyonu ve
AraÅŸtırma ile ÖÄŸretmenin Farklı Tabiatları

Jose Ortega Y.Gasset'in Üniversitenin Misyonu (BirleÅŸik Yayıncılık: 1997) adlı kitabından kısaltılarak alınmıştır.
Üniversitenin Misyonu Ne Olmalıdır?
Üniversite ÖÄŸrencileri Federasyonu benden buraya gelmemi ve eÄŸitim reformu hakkında konuÅŸmamı rica etti. Aslında, insanların önünde konuÅŸmaktan nefret ederim, öyle ki bunu hayatımda ancak birkaç defa baÅŸarabilmiÅŸimdir. Ancak bu kez, bir an tereddüt etmeksizin, kendimi öÄŸrencilere kaptırdım.
​
DoÄŸrusu, büyük bir ÅŸevkle fakat az bir güvenle geldim…
Bugün buraya size tam bir içtenlikle konuÅŸmak için geldiÄŸimden; kendime olan sadakatim ve yapmacık laflardan uzak durarak söyleyeceÄŸimi söyleme kararlılığımdan, … üniversitenin reformunun üstesinden gelebilecek yeterlilikte bir grubun olup olmadığı hakkındaki ciddi ÅŸüphemi gizleyemem…
…
Temele Soru
Mesele olan teamüllerdir…bir kurum, amacı kesin olarak belirlenmeden saÄŸlam teamüller üzerine inÅŸa edilemez. Bir kurum, yapısı ve iÅŸlevi yerine getirmesi beklenilen hizmet doÄŸrultusunda tasarlanması gereken bir makinedir. BaÅŸka bir ifadeyle, üniversite reformunun temeli, amacının tam bir ÅŸekilde formülasyonudur.
​
Bazıları çok halis niyetlerle ortaya çıkmış üniversite öÄŸretim kadrolarının bizzat hazırladığı projeler de dahil, ÅŸimdiye kadarki ıslah giriÅŸimleri bu ÅŸartı yerine getirmedikleri için kaçınılmaz olarak boÅŸa çıktı. Son onbeÅŸ yılın en iyi giriÅŸimleri “üniversite ne için vardır ve sonuçta ne olmalıdır?” sorusunu açıkça ortaya koymak yerine, en ucuz ve kısır ÅŸeye yapıştılar:
“DiÄŸer milletlerin üniversitelerinde ne yapıldığını araÅŸtırmaya koyuldular.”
​
Ben, örnek alınabilecek komÅŸularımızı gözlemleyerek kendimizi bilgilendirmemizi eleÅŸtirmiyorum; aksine, bu gerekli. Fakat böyle bir gözlem bizi kaderimizi kendimizin tayin etmesi zahmetine karşı mazur gösteremez. Bununla “ırk saflığı” ve bütün o aptallıkları kastetmiyorum. Hepimiz birbirimizin tıpkısı olsaydık dahi taklit ölümcül olurdu. Çünkü taklitte, sınırlan ve eksiklikleri de dahil borç aldığımız çözümün gerçek doÄŸası hakkında bilgilenmemizi saÄŸlayacak problem üzerinde kafa yormanın meydana getireceÄŸi zahmetten kaçınma vardır. DiÄŸer ülkelerle aynı sonuçlara veya aynı ÅŸekillere ulaşıp ulaÅŸmamamız herhangi bir önemi haiz deÄŸildir; önemli olan, oraya, söz konusu temel meseleyle uÄŸraşımızın ardından kendi ayaklarımızla gidebilmemizdir.
​
Şimdiye kadar ortaya konan en iyi girişimlerin mantığı yanlıştı:
“İngilizlerin yaÅŸantısı mükemmeldi ve hâlâ öyle; bu yüzden İngiliz ortaokulları modelimiz olmalıdır, çünkü İngiliz yaÅŸamının temeli ortaokullardır. Alman bilimi mucizevî bir konumda; bu yüzden Alman üniversitesi model kurum olmalıdır, çünkü bu mucizenin sebebi üniversitedir. Öyleyse haydi Alman üniversitesini ve İngiliz ortaokulunu taklit edelim.”
​
Yanlış, bir bütün olarak doÄŸrudan 19. yüzyıldan kaynaklanmaktadır: İngilizlerin bozgununa uÄŸrayan I. Napolyon; “Waterloo savaşı Eton’un oyun alanlarında kazanılmıştır.” III. Napolyon’u ezen Bismarck: “1870 savaşı Prusya okul müdürünün ve Alman profesörünün zaferidir.”
​
Bu kliÅŸeler, basitçe kafamızdan atmamız gereken temel bir yanlışa dayanıyor. Yani, milletler büyüklerdir, “çünkü” okulları kalitelidir. Bu geçen yüzyılın sofu idealizminin tortusudur. Okula hiçbir zaman sahip olmadığı ve olamayacağı bir güç atfeder. Geçen yüzyıl, bir ÅŸeye istek duyabilmek veya bir ÅŸeyi sadece takdir edebilmek için bile o ÅŸeyi kahramanlık derecesinde abartmayı zorunlu gördü. Muhakkak bir millet büyükse, okulları da öyle olacaktır. Muazzam okullara sahip olmayan büyük hiçbir millet yoktur. Fakat, aynı ÅŸey bu milletin dini, devlet adamlığı, ekonomisi ve baÅŸka binlerce ÅŸeyi için de geçerlidir. Bir milletin yüceliÄŸi birçok unsurun bileÅŸimidir. Åžayet, bir halk siyasi yönden kötü bir konumdaysa, en kusursuz okullardan dahi bir ÅŸey ummak beyhudedir.
​
EÄŸitimin prensibi: Okul, milletin gerçekten iÅŸlevsel bir uzvu olduÄŸunda, kendi içerisinde sun’î olarak oluÅŸturulan pedagojik atmosferden daha çok içinde yer aldığı milli hayatın atmosferine dayanır. Bu iç ve dış iki baskı arasında bir denge durumu kaliteli bir okul oluÅŸturabilmek için esastır.
​
Sonuç: İngiliz orta öÄŸretiminin ve Alman yüksek eÄŸitiminin kusursuz olduklarını kabul etsek dahi, bu kurumlar daha geniÅŸ bir kültürün sadece bir parçası oldukları için transfer edilemezler. Onların varlığı, kendilerini yaratan ve ettiren milletin bütünlüÄŸü içindeki bir parçadan, milletten baÅŸka bir ÅŸey deÄŸildir.
​
Burada benim kiÅŸisel düÅŸüncelerime hiçbir ihtiyaç yok. İngiltere’de ortaöÄŸretimin ve Almanya’da üniversitenin bir krizle karşı karşıya bulunduÄŸu bir gerçek. Cumhuriyet kurulduÄŸundan beri temel eleÅŸtiri Prusya’nın ilk Milli EÄŸitim Bakanı Becker’den gelmiÅŸtir…
​
Yurt dışında bilgiyi araÅŸtıralım. Fakat bir model bulmak için çaba sarf etmeyelim.
​
Üniversitenin Misyonu Nedir?
Åžu halde temel sorudan kaçmak imkânsız: Üniversitenin misyonu nedir?
Üniversitenin misyonunun ne olduÄŸuna karar verebilmek için, bugün üniversitenin İspanya’da veya baÅŸka bir yerde ne anlama geldiÄŸini tanımlamaya çalışalım.
​
Her ÅŸeyden önce, üniversitenin yüksek eÄŸitim gören hemen hemen herkese bunu saÄŸlayan kurum olduÄŸu gerçeÄŸiyle karşılaşıyoruz.
​
Çok sayıda gence sunulan bu yüksek eÄŸitim neden ibarettir? iki ÅŸeyden ibarettir:
-
Bilgi alanı geniÅŸ mesleklerin öÄŸretimi,
-
Bilimsel araştırma ve geleceğin bilim adamlarının yetiştirilmesi.
Üniversite insanlara doktor, eczacı, avukat, yargıç, ekonomist, kamu görevlisi, ortaokulda beÅŸeri ve fennî bilimler öÄŸretmeni vs. olmayı öÄŸretir.
​
İkinci planda, bilimin kendisi araÅŸtırma ve metodlannın aktarılması yoluyla üniversitede geliÅŸtirilir.
Üniversitenin Bilim Fonksiyonu
İspanya’da, yaratıcı bilimin ve yaratıcı bilim adamlarının bu iÅŸlevi minimum seviyede. Bunun sebebi üniversitenin herhangi bir eksikliÄŸi deÄŸil, ırkımıza damgasını vuran araÅŸtırmaya yönelik bilimsel bir ÅŸevkin ve kabiliyetin olmamasıdır. Muhakkak, eÄŸer İspanya’da bilim çok yaygın olsaydı, diÄŸer ülkelerdeki aÅŸağı yukarı hakim durum gibi, bunun yeri tercihen üniversite olacaktı.
​
Yakın geçmiÅŸteki tüm reformcuların üniversitelerimizdeki araÅŸtırma faaliyetlerini artırma ve bilim adamlarının eÄŸitimini ilerletme niyetinde olduklarını açıkça beyan etmeleri yeterlidir; kısaca, kurumu bir bütün olarak bu yöne yöneltmek. Beylik ve aldatıcı hedefler…
​
ÇeliÅŸki
… yüksek eÄŸitim, mesleki eÄŸitim ve araÅŸtırmadan ibarettir. Konuya girmeden, böyle birbirine hiç benzerliÄŸi olmayan iki iÅŸin bir araya getirilerek kaynaÅŸtırılmasının ÅŸaşırtıcı olduÄŸunu da kaydedelim. Çünkü ÅŸu noktada hiçbir kuÅŸku olamaz; bir avukat, bir yargıç, bir doktor, bir eczacı, ortaokulda bir Latince veya tarih öÄŸretmeni olmak, bir biyokimyacı, bir fizyolojist, vs. olmaktan çok farklıdır.
Öncekiler pratik mesleklerken, sonrakiler halis bilimsel uÄŸraşılardır. Üstelik, toplum çok sayıda doktora, eczacıya, öÄŸretmene ihtiyaç duyarken sınırlı sayıda bilim adamına gereksinim duymaktadır. EÄŸer çok sayıda bilim adamına ihtiyaç duysaydık, bu bir felaket olurdu. Çünkü bilimin gerektirdiÄŸi gerçek istidat çok az rastlanan bir ÅŸeydir.
​
Bu açıdan, herkesi kapsayan mesleki eÄŸitimle sadece çok az sayıda kiÅŸiyi kapsayan araÅŸtırmayı bir arada görmek ÅŸaşırtıcı. Fakat, bu meseleyi birkaç dakika için bir yana bırakalım. Yüksek eÄŸitim sadece araÅŸtırma ve mesleki eÄŸitimden mi ibarettir?
​
Yüksek EÄŸitiminin İçeriÄŸi ve Tarihi Temelleri
İlk bakışta baÅŸka bir ÅŸey göremiyoruz. Fakat eÄŸitim programlarını daha yakından incelediÄŸimizde öÄŸrencinin hemen her zaman, meslekî eÄŸitimi ve araÅŸtırmasından ayrı olarak, felsefe, tarih gibi genel nitelikte bazı dersleri almasının da zorunlu olduÄŸunu keÅŸfediyoruz. Bu gerekliliÄŸin daha kellifelli ve ciddi bir ÅŸeyin son, sefil kalıntıları olduÄŸunu görmek için olaÄŸanüstü bir zekâ gerekmiyor.
​
Eski yüksek eÄŸitim usulünü desteklemek amacıyla geliÅŸtirilen sebepler oldukça muÄŸlak. ÖÄŸrencinin “genel kültür”den bazı ÅŸeyleri, -öyle söyleniyor- tahsil etmesi zorunluymuÅŸ.
​
“Genel kültür” ifadesinin kullanılışı, temelinde öÄŸrenciye bir ÅŸekilde ahlâki ve zihni yönden eÄŸitimini saÄŸlayacak süs mahiyetinde bazı bilgilerin verilmesi düÅŸüncesi olduÄŸunu gösteriyor. Bu kadar muÄŸlak bir amaç için hemen hemen kesinlik içermeyen ve fazla teknik olmayan felsefe veya tarih veya sosyoloji gibi disiplinlerden biri, en az diÄŸeri kadar faydalıdır. Ancak, üniversitenin zuhur ettiÄŸi OrtaçaÄŸa döndüÄŸümüzde, elimizdekilerin o zamanın bütün ve muntazam yüksek eÄŸitimini oluÅŸturan öÄŸelerin mütevazi kalıntıları olduÄŸunu açıkça görebiliyoruz.
​
OrtaçaÄŸ Üniversitesi araÅŸtırma yapmaz.
​
Mesleklerle ilgisi çok azdır. Her ÅŸey “genel kültürdür”… teoloji, felsefe ve “sanatlar”dı.
​
Fakat bugün “genel kültür” olarak adlandırılan ÅŸey ortaçaÄŸ için çok farklı bir ÅŸeydi. Zihnî veya ahlaki eÄŸitim için bir süs deÄŸildi. Aksine, o zamanın insanının dünya ve insanlık hakkında sahip olduÄŸu fikir sistemiydi. Netice itibariyle, insan varlığının hakiki rehberi olan kanaatler bütünüydü.
OrtaçaÄŸ üniversitesiyle karşılaÅŸtırıldığında, çaÄŸdaÅŸ üniversite sadece mesleki eÄŸitimi muazzam bir faaliyete dönüÅŸtürdü; buna araÅŸtırma iÅŸlevini de ilave etti ve kültürün öÄŸretimini hemen hemen tamamen bir daha dönmemek üzere bir yana bıraktı.
​
Üniversite EÄŸitimin Problemi ve Çözümü
Üniversite öÄŸretiminin ÅŸu üç iÅŸlevi kapsaması gerektiÄŸi sonucuna ulaşıyoruz:
-
Kültürün aktarımı
-
Mesleki eÄŸitim
-
Bilimsel araştırma ve yeni bilim adamlarının yetiştirilmesi.
Üniversitenin misyonuyla ilgili sorumuz cevaplandırılmış oldu mu?
​
Hiçbir suretle! Tek yaptığım, bugünün üniversitesinin iÅŸi olması gerektiÄŸine inandığı ÅŸeyleri ve bizim yargımıza göre, yapmadığı fakat yapması gereken bir iÅŸi bir araya getirmek oldu. Soruyu ortaya koyduk; daha fazlasını deÄŸil.
​
Mesele ÅŸu: EÄŸitim, ÅŸimdi olduÄŸu gibi, mesleki konularla ve bilimin yöntemleriyle sınırlandırıldığında dahi, derslerin abartılı derecede fazla olduÄŸu sonucuyla karşılaşıyoruz. Sıradanlığın üzerindeki bir öÄŸrencinin bile üniversitenin kendisine öÄŸretmek iddiasında bulunduÄŸu bilgi noktasında gerçek baÅŸarıya yakın bir yere gelmesi imkansızdır.
​
Tabiri caizse, halihazırdaki üniversiteyi baÅŸ aÅŸağı çevirmek ve onu tam zıt ilkelerin üzerine ikame etmek bana kaçınılmaz sonuç gibi geliyor. Bazı ütopyacıların isteÄŸi doÄŸrultusunda “öÄŸretilmesi gerekeni” deÄŸil, sadece “öÄŸretilebilecek olanı” öÄŸretmeliyiz.
​
ÖÄŸrenme kapasitesinin sınırlılığı eÄŸitimin ana prensibidir. SaÄŸlanan öÄŸretim kesinlikle öÄŸrencinin öÄŸrenebileceÄŸi oranda olmalıdır.
​
EÄŸitimdeki mayalanmanın 18. yüzyılın ortalarına doÄŸru patlak vermesi ve bunun bu zamana kadar artarak devam etmesi oldukça göze çarpan bir tesadüf deÄŸil mi? Bu, neden daha önce ortaya çıkmadı? İzahı basit: Modern kültürün ilk büyük geliÅŸmesi bu dönemde meyve verecek seviyede olgunlaÅŸmıştı. Kısa bir süre içinde, insanın aktif bilgi hazinesi müthiÅŸ bir artışla geniÅŸledi. Bugün, teknik ve kültürel servetimiz öyle bir bolluktadır ki insanlığa bir facia getirmekle tehdit ediyor, çünkü her nesil onu özümsemeyi gittikçe daha imkânsız bulmaktadır.
​
Bundan dolayı öÄŸretim bilimimizi, metotlarını ve kurumlarını öÄŸrenen olmak durumundaki çocuÄŸun veya gencin bilmelerini istediÄŸimiz her ÅŸeyi öÄŸrenemeyeceklerini belirten basit, mütevazi prensip üzerine inÅŸa etmeliyiz. Bu abartılı dallanıp budaklanmaya isyan etmekten ve ekonomi prensibini bir balta olarak kullanmaktan baÅŸka çare yok. Her ÅŸeyden önce, ÅŸöyle adamakıllı bir budama.
Ekonomi prensibi sadece sunulacak konularda bir sınırlamaya gidilmesi gerektiÄŸine delalet etmez. Bundan baÅŸka bir ÅŸeyi de içerir: Yüksek eÄŸitimin organizasyonunda, üniversitenin yapısında, öÄŸretmen veya bilgi deÄŸil öÄŸrenci baz alınmalıdır.
​
Bu yüzden, ilk adımı atmalıyız ve mutlak kesinlikle gerekli görülen konular hariç (yani iyi bir sıradan öÄŸrencinin gerçekten öÄŸrenebileceÄŸi konular) sıradan öÄŸrenciyi kurumun çekirdeÄŸi, merkez ve asıl kısmı olarak kabul etmeliyiz.
​
Müfredatın gövdesini veya minimumunu oluÅŸturacak konulara nasıl karar vereceÄŸiz? Halihazırdaki yığılmayı iki teste tabi tutarak:
-
Åžu an öÄŸrenci olan insanın hayatı için tam manasıyla gerekli görünenleri seçmeliyiz. Hayat, amansız icaplarıyla, budama bıçağının bu ilk darbesine rehberlik etmelidir.
-
Kesinlikle gerekli olanlara karar verildikten sonra, arta kalanlar öÄŸrencinin tamamen ve anlayarak gerçekten öÄŸrenebileceÄŸi kadar azaltılmalıdır.
Üniversite Evvela Ne Olmalıdır?
Üniversite, temel olarak ve öncelikle, sıradan insanın alması gereken yüksek eÄŸitimden ibarettir.
Sıradan insanı iyi bir meslek adamı yapmak ÅŸarttır. Kültüre, çıraklığının dışında, üniversite ona en ekonomik, doÄŸrudan, etkili yöntemlerle iyi bir doktor, iyi bir yargıç, iyi bir tarih veya matematik öÄŸretmeni olmayı öÄŸretecektir. Ancak, bu meslekî öÄŸretimin özel karakterinin tam anlamına dair tartışmalar, bir tarafa bırakılmalıdır.
​
Sıradan insanın neden bir bilim adamı olmaya ihtiyaç duyduÄŸunu ve niye bir bilim adamı olması gerektiÄŸini açıklayacak ikna edici hiçbir sebep yoktur. Skandal sonuç: Gerçek anlamda bilimin, yani bilimsel araÅŸtırmanın üniversitenin esas iÅŸlevleri arasında, doÄŸrudan bir bileÅŸen olarak hiçbir yeri yoktur. O, bağımsız bir ÅŸeydir.
​
Meslek Sahibi Olmak ile Bilim Adamı Olmak Aynı Şey mi?
İlk önce meslek ve bilim arasında bir ayrım yapalım. Bilim, ne arzu ederseniz o deÄŸildir. Açıkçası, kendinize bir mikroskop almanız veya bir laboratuvar kurmanız bilim deÄŸildir. Bilimin içeriÄŸini açıklamanız veya öÄŸrenmeniz de bilim deÄŸildir. Gerçek ve otantik anlamında, bilim sadece araÅŸtırmadır: Problemleri ortaya koymak, onlar üzerinde çalışmak ve çözümlerine ulaÅŸmaktır. Bir çözüm elde edildiÄŸi andan itibaren, çözümle sonradan yapılacak hiçbir ÅŸey bilim deÄŸildir. Ve bu, bir bilimi öÄŸrenmenin veya öÄŸretmenin veya uygulamanın ve kullanmanın neden bilim olmadığını da açıklıyor. Bir bilimi öÄŸretmekle görevlendirilmiÅŸ birinin aynı zamanda bir bilim adamı olması en iyisi olabilir fakat bu ille de gerekli deÄŸil ve aslında araÅŸtırmacı, yani bilim adamı olmadığı halde bilimin mükemmel birer öÄŸreticisi olan kiÅŸiler vardır. Onların bilimlerini bilmeleri yeterlidir. Fakat bilmek araÅŸtırmak deÄŸildir.
​
Bilim insanlığın en ulvi uÄŸraşı ve baÅŸarılarından biridir: Bir kurum olarak düÅŸünüldüÄŸünde üniversiteden daha ulvidir. HoÅŸumuza gitsin ya da gitmesin, bilim sıradan insanı hariç tutar. Bilim insan türünün sıradan gidiÅŸatına en uzak, en aykırı bir iÅŸi kapsar. Bilim adamı ise modem çağın keÅŸiÅŸidir.
​
Normal öÄŸrencinin bir bilim adamıymışçasına hareket etmesi, aynı zamanda çok nadir olarak yakalanılabilecek gülünç bir iddiadır. Ütopyacılığın günahı yüzünden, neslin felaketi tam önümüzde. Fakat bundan baÅŸka, sıradan insanın bilim adamı olması arzu edilir bir ÅŸey de deÄŸildir. EÄŸer bilim, insanoÄŸlunun en yüce uÄŸraşılarından biriyse, böyle olan sadece o deÄŸildir. EÅŸit derecede itibara sahip baÅŸkaları da var, tüm insanlığı bilime tahsis ederek onları feda etmek için hiçbir sebep yoktur.
Üstelik ulvilik bilimin kendisine aittir, bilim adamına deÄŸil. Burada bir bilim adamı olmanın ne anlama geldiÄŸinin analizine giriÅŸemem. Bu konu dışı olurdu ve ayrıca söylemem gereken bazı ÅŸeyler hoÅŸ olmayabilirdi. Bunun için asıl meseleye dönerek, bir ÅŸahıs olarak düÅŸünüldüÄŸünde, gerçek bilim adamının, en azından zamanımıza kadar dile düÅŸmüÅŸ bir sıklıkla, tamamen çılgınlaÅŸmadığında, bir hayalperest ve hilkat garibesi olduÄŸunu belirtmeme izin verin. Gerçek mucize, kıymetli ÅŸey, bu sınırlı insanın tecrit halindeyken baÅŸardığıdır. Bilim adamının ortaya çıkmasını etkilemeleri adet haline gelmiÅŸ karmaşık ÅŸartları göz önüne almadan bilim adamını idealize etmek ve onu bütün insanların taklit edeceÄŸi model olarak arz etmek abestir.
​
Meslek öÄŸretimi ve gerçeÄŸi araÅŸtırma birbirlerinden ayırılmalıdır. Onlar hem öÄŸrencinin hem de öÄŸretmenlerin zihninde açık bir ÅŸekilde birbirlerinden ayırt edilmelidirler. Çünkü ÅŸu an onlar hakkında var olan zihin karışıklığı bilime bir engeldir. Tamam, bazı mesleklerde çıraklık birçok bilimin sistematize edilmiÅŸ içeriklerini çok önemli bir öÄŸe olarak gerektirir; fakat bu içerik araÅŸtırmanın nihai sonucudur, araÅŸtırmanın kendisi deÄŸil. Genel bir ilke olarak, normal öÄŸrenci bilimin bir çırağı deÄŸildir.
​
Doktor tedaviyi sonuca ulaÅŸtırmayı öÄŸrenir ve bir doktor olarak daha ilerisine gitmek zorunda deÄŸildir. Meramı açısından, zamanında cari olan fizyoloji sistemini bilmek zorundadır, fakat ondan ehil bir fizyolojist olması beklenmemelidir ve aslında beklenemez. İmkansızı ummakta neden ısrar ediyoruz? Anlayamıyorum!
​
Arzuları baz alarak düÅŸünmek çocuklara has bir meziyettir. YetiÅŸkin insanın meziyeti niyet etmektir ve rolü yapmak ve baÅŸarmaktır. Åžu halde ancak enerjimizi yoÄŸunlaÅŸtırarak iÅŸlerimizin üstesinden gelebiliriz: kendimizi sınırlayarak ve hayatın gerçek ve otantik olması bu kendimizi sınırlamada yatıyor.
​
Åžayet biri doktor olma yeteneÄŸinden fazlasına sahip deÄŸilse, bırakın bilimle uÄŸraÅŸmasın. Böyle biri bilimi ancak bayağılaÅŸtırır. Onun iyi bir doktor olması yeterlidir ve aslında bu her ÅŸeydir. Kanaatimce, aynı ÅŸey bir ortaokulda iyi bir tarih öÄŸretmeni olmak durumundaki kiÅŸi için de geçerlidir. Onu tarihçi olacağını düÅŸünmeye zorlayarak zihnini üniversiteyle karıştırmak yanlış deÄŸil mi? Ne kazanıyorsunuz? Onu tarihçinin araÅŸtırması için gerekli fakat tarih öÄŸretimine ilgisiz teknikler hakkında bölük pörçük bir çalışmayla vaktini çarçur etmeye zorluyorsunuz.
​
Bilgiçlik ve derin düÅŸüncenin yokluÄŸu, üniversiteyi zayıflatan “bilimciliÄŸi” meydana getiren önemli nedenlerdendir. İspanya’da, bu esef verici her iki neden de ciddi bir sıkıntı olmaya doÄŸru gidiyor. Almanya’da ya da Kuzey Amerika’daki bir okulda veya laboratuvarda altı ay bulunmuÅŸ bir ahmak, üçüncü dereceden bilimsel bir buluÅŸ yapmış herhangi bir mukallid, bilim sahasında “nou veau riche” olarak geri dönüyor. Üniversitenin misyonu hakkında çeyrek saat kafa yormadan, en ukâla ve gülünç reformları teklif ediyor. Üstelik kendi derslerini öÄŸretmekten de acizdir, çünkü disiplini bir bütün olarak kavramamıştır.
​
Bu yüzden, bilimi meslek aÄŸacından silkip atmalıyız ve bilimin sadece öÄŸretimleri çok vahÅŸi bir tarzda devam eden mesleklerin kendileriyle meÅŸgul olabilmemiz için kesinlikle gerekli kısımlarını muhafaza etmeliyiz.
​
Åžayet bilim ve meslek arasındaki farkı esasından gözden geçirirsek, birçok açık fikre sahip oluruz. Mesela, tıp bir bilim deÄŸil bir meslektir, bir pratik meselesidir. Özellikle, bilimin en tipik özelliÄŸini orada bırakır: ÅŸüphe ve problematiÄŸin geliÅŸtirilmesi. Bu, tıp ve bilimi temelden ayırmak için yeterlidir. Bilim, problemleri çözme arzusundan ibarettir; bu iÅŸle ne kadar çok meÅŸgul olursa, misyonuna o kadar baÄŸlı kalır. Fakat tıp, çözümleri uygulamak için vardır. EÄŸer bunlar bilimselse, oh, ne âlâ. Fakat ille de öyle olmak zorunda deÄŸiller. Bilimin izah etmediÄŸi veya hatta onaylamadığı binlerce yıllık bir tecrübenin sonucu olarak da ortaya çıkmış olabilirler.

Jaroslav Pelikan'ın Üniversite Fikri-Bir Yeniden DeÄŸerlendirme (Küre: 2015) adlı kitabından kısaltılarak alınmıştır.
AraÅŸtırma ile ÖÄŸretmenin Farklı Tabiatları
Bu meselenin tabiatı ve felsefe tarihi, hep birlikte bizlere süregelen biçimde akademi [araÅŸtırma| ve üniversite eÄŸitimi arasında entelektüel bir iÅŸ ayrımını tavsiye ediyor. KeÅŸfetmek ve eÄŸitim vermek, birbirinden farklı iÅŸlevlerdir; bunlar aynı zamanda farklı hünerlerdir ve bir arada aynı kiÅŸide sıklıkla bulunmazlar. Tüm gününü, sahip olduÄŸu mevcut bilgisini diÄŸerlerine dağıtmakla geçiren kiÅŸi, yeni bilgiyi elde etmek için ne vakte ne de enerjiye sahip olabilecektir. İnsanlık saÄŸduyusu, hakikat arayışını inziva ve sükûnet ile iliÅŸkilendirdi. En büyük düÅŸünürler, araÅŸtırdıkları ÅŸeylere öylesine kendilerini kaptırmışlardı ki, dikkatlerinin dağılmasını kabul edemediler; bu kiÅŸiler pek çok ÅŸeyden uzakta zihinlerdi ve nevi ÅŸahsına münhasır alışkanlıklara sahiptiler ve böylece ders odası ve kamu okullarından uzak durdular.
​
Newman, üç itirazı arasındaki son itirazını ÅŸöyle kaleme alır:
“En büyük düÅŸünürler, araÅŸtırdıkları ÅŸeylere öylesine kendilerini kaptırmışlardı ki, dikkatlerinin dağılmasını kabul edemediler; bu kiÅŸiler pek çok ÅŸeyden uzakta zihinlerdi ve nevi ÅŸahsına münhasır alışkanlıklara sahiptiler ve böylece öyle ya da böyle— ders odası ve kamu okullarından uzak durdular.”
​
DiÄŸer yandan Newman’ın itirazlarının en temeli, “keÅŸfetme ile öÄŸretmenin, birbirlerinden ayrı iÅŸlevler oldukları” varsayımıdır. Elimizdeki anekdotal veriler, bu itirazı desteklemektedir. Lisans öÄŸrencilerinin baÅŸarılı ve zorlayıcı eÄŸitimi, öÄŸrenci için olduÄŸu kadar öÄŸretmen için de kendini vakfetmeye ihtiyaç duyar; bu aynı zamanda temel araÅŸtırma görevinden daha az uÄŸraÅŸ gerektiren bir alan deÄŸildir. Hem sınıfta hem de sınıf dışında, rota ezberletmenin ötesine geçen eÄŸitim, tam zamanlı bir meslektir. Üniversite araÅŸtırmasının eleÅŸtirmenlerinin ifade ettikleri gibi meslekte yükselmenin gerektirmesinden dolayı öÄŸretmenin mesleÄŸi arasına sıkıştırılan çok fazla araÅŸtırma ve yayın faaliyeti vardır. Hâlbuki Newman’ın deyiÅŸiyle, “öÄŸretmenin yeni bilgi edinmek için ne boÅŸ zamanı ne de enerjisi vardır.”
​
“KeÅŸfetmenin ve öÄŸretmenin farklı iÅŸlevler oldukları” varsayımını takip ederek, Newman’a göre söylenebilir ki keÅŸfetmek ve eÄŸitim, “birbirinden ayrı becerilerdir ve genelde aynı kiÅŸide bir araya gelmiÅŸ biçimde bulunmazlar.” Yine de “belki Sokrates ve kesin olarak Bacon gibi bunun aksini gösteren büyük kanıtlar olduÄŸunu inkâr etmiyorum; buna karşın bir bütün olarak ele alınırsa, eÄŸitim alanı dışarısı ile baÄŸ kurmayı gerektirirken, deney ve spekülasyonun doÄŸal hanesi inzivadır.
​
Her ne kadar eÄŸitime yönelik akademisyenlerin gösterdikleri direnç, ister kamuya açık medyada olsun, isterse de eÄŸitim dergilerinde veya lisans düzeyi basınında olsun, araÅŸtırma ölçütlerine ve öÄŸretmenlerin yayın faaliyetlerine karşı yapılan kampanyalardan çok daha az kamuya yansıyor olsa da akademisyenlerin üniversitede profesör olmalarının ancak eÄŸitime katılmalarıyla mümkün olduÄŸu önerisi de hiç dikkat çekmez.
​
İsveç’teki Uppsala Ünivesitesi’nde lisans düzeyi öÄŸrencilerine eÄŸitim verme görevi okutmanlara aittir ve profesörler ve hatta doçentler bile vakitlerini neredeyse bütünüyle lisansüstü öÄŸrencilerine ve kendi araÅŸtırmalarına verirler. Neticede emin olmak gerekirse, bazı disiplinlerde diÄŸerlerinden fazla olmak kaydıyla yetenekli akademisyenler için, lisans düzeyine eÄŸitim verme seviyesine düÅŸmeden iyi kazançlar elde etmenin alternatif yolları vardır.
​
Bu ve diÄŸer sebeplerden ötürü, günümüzdeki eÄŸitim sahnesinin bazı ayık ve olanlardan haberdar gözlemcileri, Newman’ın “keÅŸfetmek ve eÄŸitim vermek, birbirinden farklı iÅŸlevlerdir; bunlar aynı zamanda farklı hünerlerdir” yargısına katılırlar ve böylece bu becerilerin sadece bir arada aynı kiÅŸide sıklıkla bulunmadıklarını” deÄŸil, aynı kurumda da sıklıkla bulunmadıklarını kabul ederler. Elbette böyle bir konumu sahiplenmek için pek çok gerekçe bulunuyor. Newman’ın “inziva ve sessizlik,” “hakikatin arayışı” olarak ifade ettiÄŸi ÅŸeyleri ve tüm disiplinlerdeki araÅŸtırma giriÅŸiminin bütünlüÄŸünü saÄŸlamak için akademisyenler, eÄŸitimin mütecaviz taleplerinden korunmalıdır denebilir.
​
Artık yorgun ve eski kalan ‘eÄŸitim ile araÅŸtırma karşı karşıya’ tartışmasının ötesine geçme zamanı geldiÄŸi” inanışıyla Carnegie EÄŸitimin İlerletilmesi Vakfı, AkademisyenliÄŸin Yeniden DeÄŸerlendirilmesi baÅŸlığı altında akademisyenliÄŸin dört türünü “daha geniÅŸ, daha ferah” biçimde sınıflandıran “özel bir rapor” sunmuÅŸtu; “keÅŸif akademisyenliÄŸi; entegrasyon akademisyenliÄŸi; uygulama akademisyenliÄŸi ve eÄŸitim akademisyenliÄŸi.”