top of page
sosyoloji 1.jpg
Diyanet Ä°ÅŸleri BaÅŸkanlığı'nın Sosyal TeÅŸekküller, Geleneksel Dini-Kültürel OluÅŸumlar ve Yeni Dini YöneliÅŸler. (Diyanet Ä°ÅŸleri BaÅŸkanlığı:2018) adlı raporundan kısaltılarak alınmıştır. Ara BaÅŸlıklar bize ait...

Türkiye’nin Dini Haritası

FETÖ Probleminin YeniliÄŸi ve Farklılığı

Türkiye’nin son birkaç yıldır boÄŸuÅŸtuÄŸu FETÖ (Fetullahçı Terör Örgütü) problemi, Türkiye'nin daha önce karşılaÅŸmadığı türden bir sorundur.

​

Åžimdiye kadar ülkemizdeki dini oluÅŸumlar son 100 yıldır izlenen din-devlet iliÅŸkilerindeki iniÅŸ çıkışlı politikalar ve genellikle devletin dini yapılar üzerinde tahakküm kurma yönündeki eÄŸilimi sebebiyle dini yapıların maÄŸduriyeti çerçevesinde ele alınmaktaydı. Özellikle 1950 öncesi dönemde izlenen din-karşıtı katı politikaların ürünü olarak ortaya çıkan cemaatler Türkiye'ye özgü birtakım özellikler taşımaktaydı.

​

Cemaatler Nasıl Ortaya Çıktı?

Tekke ve Zaviyelerin kapatılması ile ilgili inkılap kanunlarıyla varlıkları tanınmayan tarikatler, maruz kaldıkları baskılar sonucu bu dönemlerde faaliyetlerini oldukça gizli bir ÅŸekilde sürdürerek hayatiyetlerini sürdürmeye çalıştılar. Daha sonra ülkedeki demokratik yumuÅŸamanın yaÅŸandığı yıllardan itibaren bu yapılar, çeÅŸitli dernek, vakıf vb. legal kuruluÅŸlar ÅŸeklinde "cemaat” adı verilen bir örgütlenme biçimi geliÅŸtirdiler.

​

Cemaatlerin Amacı Neydi?

Bu grupların temel amacı Ä°slam'ın devlet eliyle ve desteÄŸiyle öÄŸretilmemesi ve hatta yasaklanması sebebiyle Ä°slam eÄŸitiminde oluÅŸan boÅŸluÄŸu doldurmak, toplumun manevi hizmetlerini yürütmek, dine karşı oluÅŸan söylem ve politikaların etkisini kırmak ve en önemlisi de tıpkı Osmanlı döneminde ve Cumhuriyetin ilk yıllarında olduÄŸu gibi devletin tekrar dine karşı olumlu politikalara dönmesini saÄŸlamaktı.

​

Türkiye'deki cemaatler büyük oranda devlet karşıtı bir söyleme ve anlayışa zemin olmamaya özen gösterdiler. Hatta bu sebeple Türkiye'deki Ä°slami oluÅŸumların 'milli' karakteri bilimsel literatürde özellikle dikkat çekilen bir hususiyettir. Dini cemaatlerin milli karakterlerinin, yani devleti prensip olarak olumlayıcı yaklaşımlarının eskiden beri muhafazakâr çevrelerde yaygın olan “dinüdevlet” söyleminin bir devamı olduÄŸu düÅŸünülebilir. Bu nedenle cemaatler Türkiye'de devletin kendilerine destek vermesine özel bir önem atfederler ve devlette görev alan müntesiplerinin çokluÄŸuyla övünürler.

​

Devletin Cemaatlere Karşı Tutumu

Gerçi cemaatlerin devlet içindeki örgütlenmesi genellikle gizli olmak zorundaydı; çünkü Cumhuriyet rejimi en başından beri cemaatleri kendisine karşı tehdit olarak algıladı. Zira Cumhuriyetin ilk on yıllarında izlenen politikalar doÄŸrudan din karşıtı bir yol izlediÄŸi izlenimi vermekle kalmamış zaman zaman dinin eÄŸitim, kültür, siyaset, hukuk, sanat, edebiyat ve benzeri kamusal niteliÄŸe sahip her alandan silinmesi yönünde açık seçik düzenlemeler yapmıştır. Dine doÄŸrudan karşı olmadığını söyleyerek yapılsa da bu politikaların sonuçları açısından bakarsak Cumhuriyetin ilk yıllarındaki elitler kendileri dinle barışık olsalar bile çocuklarını ve yeni nesilleri dine mesafeli bir ortamda yetiÅŸtirme yönünde özel bir gayret içinde oldular.

​

Bu nedenle de dinin ve din eÄŸitiminin halk arasında dinamik bir biçimde var olmasını saÄŸlamak üzere gizlice örgütlenen ve ağırlıkla sufi-meÅŸrep bir yol izleyen cemaatler devlete karşı bir tehdit olarak algılandı ve onlara karşı iki ÅŸekilde mücadele edildi.

  • Birincisi devlet doÄŸrudan yasal ÅŸiddet yetkisini kullanarak hukuki kovuÅŸturma yoluyla mücadele etti.

  • Ä°kincisi ise halkın maneviyat beklentisinin ve Ä°slam'a sahip çıkma duygusunun sönmediÄŸini fark ettiÄŸinde ya da tehdidin azaldığını düÅŸündüÄŸü bir anda dine sınırlı bir alan açarak dini kontrol etme yoluna gitti.

 

Diyanetin Cemaatler ile Ä°lgili Fonksiyonu

Diyanet Ä°ÅŸleri BaÅŸkanlığının en başından beri devletin içinde yer alması bu ikinci politikayı uygulamada devlete önemli bir fırsat verdi. Bunun yanında Ä°mam-Hatip Okulları, Yüksek Ä°slam Enstitüleri ve Ä°lahiyat/Ä°slami Ä°limler Fakültelerinin kurulması da devletin dini cemaatlere karşı ikinci mücadele yolunu besleyen politikalar oldu.

​

1950 Sonrası Cemaatlerin Durumu

Türkiye'de 1950 sonrasından baÅŸlayarak devletin din politikaları zaman zaman eskiye dönme eÄŸilimi taşısa da (özellikle askeri ihtilal dönemlerinde) genellikle artan oranda dini alanın özgürleÅŸtirilmesi ve cemaatlerin örgütlenmelerinin görmezden gelinmesi yönünde oldu. Hatta 1980 askeri darbesinden sonraki süreçte demokratikleÅŸme yönünde önemli adımların atılmasıyla dini yapılar ister devlet eliyle ister sivil yollarla, ciddi oranda büyüdü ve geliÅŸti.

​

Dini Yapıların ÇeÅŸitleri

Ä°slami yapıları 1980'e kadar cemaatler ve siyasi nitelikli yeni tip örgütlenmeler ÅŸeklinde iki grupta toplayabiliriz.

​

Geleneksel Yapılar

Birincisi, yani cemaatler, yukarıda da belirtildiÄŸi gibi Türkiye Cumhuriyeti’nin ilk yıllarındaki din politikalarının ürünü olup tamamıyla yerli yapılardır. Hilafetin kaldırılması, medreselerin kapatılması ve tekke-zaviyelerin ilgası gibi doÄŸrudan dine yönelik uygulamaların doÄŸurduÄŸu travmanın sonucunda üç büyük cemaat grubunun doÄŸduÄŸunu söyleyebiliriz:

Tarikatlar

Nakşibendiler gibi sufi niteliği devam ettirip aynı zamanda siyasi/toplumsal pratikler de geliştiren tarikat yapıları

​

1970'li yıllardan itibaren siyasetin açtığı yoldan siyasi/toplumsal/kamusal görünümünü artırmaya ağırlık verdiler. Ä°stanbul merkezli üç büyük grup ve bir de Adıyaman merkezli bir dördüncü grup bu sufi-meÅŸrep yapıların en önemli dört grubunu teÅŸkil eder. Bunlar dışında da küçük veya orta büyüklükte baÅŸka örnekleri de ülkemizde bolca mevcuttur.

 

Dört büyük grup ÅŸunlardır:

  1. Mehmet Zahit Kotku’nun çevresinde oluÅŸan Ä°skenderpaÅŸa Cemaati.

  2. Mahmut Sami RamazanoÄŸlu'nun Erenköy'de baÅŸlattığı ve sûfî bir yapı olan Hüdai Cemaati.

  3. Mahmut UstaosmanoÄŸlu’nun Fatih ÇarÅŸamba'da örgütlediÄŸi Ä°smail AÄŸa Cemaati.

  4. M. RaÅŸit Erol çevresinde ortaya çıkan ve bugün Semerkand/Menzil grubu olarak bilinen yapı.

​​

Nurcular

Her ne kadar sufi eÄŸilimler taşısalar da esasen sufi bir yapı olmayıp 'cemaat' adını tam olarak hak eden Türkiye'ye özgü Said Nursi'nin yolunu izleyen yapılar,

​

Said Nursi'nin Risalelerinin Kur'an tefsiri olarak okunmasına adeta ibadet gibi inanan özel nitelikli bir gruptur. Bu grup en başından itibaren çok güçlü bir baÄŸlılık geliÅŸtirici bir eÄŸitim anlayışı ile hareket etmiÅŸ ve bunu da Said Nursi'nin 'özel, seçilmiÅŸ’ konumunu baÄŸlılarının zihnine kazımak suretiyle baÅŸarmıştır.

​

Bu cemaat diÄŸer cemaatlerden farklı olarak Ä°slam'ı bir kiÅŸinin eseri üzerinden okumaya ve baÄŸlılarının dini anlayışını bu eserin çerçevesini çizdiÄŸi sınırlarda tutmaya özel bir önem atfetmektedir. Bu anlayış altında örgütlenen yine pek çok büyük grup mevcuttur:

  • FETÖ

  • Yazıcılar

  • Okuyucular

  • MeÅŸveret Grubu vs.

​​

Süleymancılar

Sufilikle yeni cemaat yapısını baÅŸarılı bir biçimde uzlaÅŸtıran ve özellikle din eÄŸitimi konusunda alternatif olma arzusu içinde olan Süleyman Hilmi Tunahan'ın takipçileri.

​

Süleymancılar da tek kiÅŸinin adı üzerinden geliÅŸen bir grup olmalarına raÄŸmen Süleyman Hilmi Tunahan'ın görüÅŸleri yazıya geçmediÄŸi için bunların dini anlayışları daha geniÅŸ ve geleneksel Ä°slam klasikleri çerçevesindedir. Ama bu yapının en önemli özelliÄŸi çoÄŸu cemaatlerde gördüÄŸümüz gizil yöntemlerle baÄŸlılarının sadakatini ebedileÅŸtirmektir. Bu açıdan onlar da Nurculara benzemektedir; yani kapalı devre çalışıp, müntesipleriyle cemaatin iliÅŸkisini ÅŸeffaf olmayan bir tarza büründürüp sadakati bu ÅŸekilde güvence altına almaktadırlar. Nurculardan farkları ise bir tek ismin yazıları üzerinden dini öÄŸretilerini ÅŸekillendirmemeleridir. Gerçi Sufi nitelikteki diÄŸer cemaatlerde de tarikat ÅŸeyhi olan liderlerinin sınırlarını çizdiÄŸi o yapıyı karakterize eden bir özel anlayış her zaman mevcuttur.

​

Geleneksel İslam Anlayışı

Tarikatların yüzlerce yıllık geleneksel tecrübeleri birbirleriyle iliÅŸkilerini geniÅŸ Ä°slami çerçeve içinde tutarak kendi özel alanlarını korumalarına imkân saÄŸlamıştır. Özellikle Ä°slam ilim geleneÄŸini dikkate alan ve tarikat ilkelerini Ä°slam ilim geleneÄŸinin sınırları içinde tutan cemaatler dini anlayışlarını Ä°slam klasiklerini okuyarak ve okutarak oluÅŸturmuÅŸlardır. Ä°skenderpaÅŸa, Hüdai Cemaati, Ä°smailaÄŸa ve Semerkand grubunun genel olarak bu ölçüye riayet ettiÄŸini, Süleymancıların da genellikle geleneksel Ä°slam anlayışı ile ana hatlarıyla uyumlu dini anlayışa sahip olduÄŸu söylenebilir.

​

Nurcular da her ne kadar bir isim üzerinden dini öÄŸretilerini ÅŸekillendirseler de Said Nursi'nin metinlerindeki Ä°slami anlayışın geleneksel Ä°slam öÄŸretisinden ciddi anlamda farklılaÅŸtığını söylemek zordur. O halde bu yapıların dini anlayışlarını geleneksel Ä°slam anlayışının ÅŸekillendirdiÄŸi sonucuna varabiliriz.

​

Yeni Din Anlayışına Duyulan Tepki

Ä°slam dünyasında geleneksel Ä°slam anlayışının 19.-20. yüzyıllar boyunca deÄŸiÅŸimler geçirdiÄŸi ve özellikle Ä°slam elitlerinin öncülüÄŸünde bazı açılardan yeni yorumlar geliÅŸtirdiÄŸi bilinmektedir. Üniversite platformlarında geliÅŸtirilen bu yeni fikirlerin toplum nezdinde zaman zaman büyük tepkilerle karşılaÅŸtığı, geleneksel/muhafazakâr cemaatlerin de halkın bu tepkisini dillendirdiÄŸi bilinmektedir. Üniversite din öÄŸretim platformlarının geleneksel dini çevrelerce meÅŸruiyetleri nispeten kuÅŸku ile karşılanan ulus-devletler tarafından kurulduÄŸunu hatırda tutarsak, bu yeni din eÄŸitim kurumlarının özellikle devletlerin din politikaları nedeniyle halk tarafından hala tam olarak benimsendiÄŸini söylemek zordur. Ä°ÅŸte cemaatleri besleyen ve toplum tarafından kabullenilmelerini kolaylaÅŸtıran diÄŸer bir sebep bu devlet destekli din eÄŸitim kurumlarında daha çok dillendirilen yeni din anlayışlarına duyulan tepkidir.

​

Dinin eÄŸitim ve kamu hayatından çıkarılması yönündeki politikalar, alfabe deÄŸiÅŸikliÄŸi, ezanın TürkçeleÅŸtirilmesi, din eÄŸitiminin zaman zaman yasaklamaya kadar veren ciddi kısıtlamalara konu edilmesi ve benzeri doÄŸrudan dine karşı politikalar sebebiyle Türkiye'de bu kuÅŸku çok daha yaygın bir olgu haline gelmiÅŸti. Yeni fikirlerin doÄŸru veya yanlış olmasından çok dillendiren platform nedeniyle derin bir kuÅŸku ile karşılandığı görülmektedir. Cemaatlerin bu boÅŸluÄŸu doldurarak devlete ve onun din kurumlarına yönelik geleneksel çevrelerde mevcut olan kuÅŸkuyu kendi avantajlarına kullandıkları anlaşılmaktadır.

​

1980 Sonrası Devletin Tutumunun Değişmesi

1980'lere kadar durumun ağırlıkla bu ÅŸekilde devam ettiÄŸini söyleyebiliriz. Yani devlete ve onun din politikalarına duyulan büyük kuÅŸku, kanunen tanınmasalar da artık toplumda kabul görmüÅŸ olan cemaat yapılarını güçlendirdi ve kendilerini toplumsal meÅŸruiyete kavuÅŸturdu. Devlet 1980’li yılların ortalarına kadar bu yapıları kanunsuz ilan ederek kovuÅŸturmaya tabi tutmuÅŸ ve ancak bu tarihten sonra yavaÅŸ yavaÅŸ kanunlardaki yasaklayıcı/kısıtlayıcı maddeler kaldırılmaya baÅŸlanmıştır.

​

12 Eylül 1980 askeri darbesi her ne kadar siyasi/toplumsal ortamı daha totaliter ve baskıcı hale getirmiÅŸ olsa da 1982 Anayasası komünizm ile mücadele adına din eÄŸitimini okullarda mecburi hale getirerek oldukça paradoksal bir adım attı. Bir taraftan hem siyasi-dini partilere hem de dini yapılara ve cemaatlere karşı bir tutum benimserken aynı zamanda din dersini mecburi hale getirerek 1920'lerin din politikalarını bir nebze de olsa deÄŸiÅŸtirdi.

​

Cemaatlerin Sivil Toplum Örgütlerine DönüÅŸerek Büyümeleri

1983'te tekrar serbest seçimler yapılıp halk iradesine dayan bir iktidar oluÅŸtuÄŸunda ise daha köklü deÄŸiÅŸimler baÅŸlamış oldu. Özal hükümeti bir taraftan devlet politikalarını daha demokratik ve liberal hale getirirken aynı zamanda bu demokratik ortamı besleyecek ekonomi politikalar geliÅŸtirdi. Bu reformların neticesinde sivil hayat devlet karşısında gittikçe daha bağımsız bir konum almaya baÅŸlamış, dernekler, vakıflar daha özgür bir ortama kavuÅŸmuÅŸtur.

​

Cemaatler 1983 sonrası demokratik ortamdan en çok yararlanan gruplar oldu; çünkü hem ÅŸeffaf olmayan yapılarını korumuÅŸ hem de ÅŸeffaflaÅŸan Türk siyasi ve toplumsal ortamından daha fazla konum elde edebilmiÅŸlerdir. Hemen hemen tüm siyasi partilerin ama özellikle muhafazakâr olanların cemaatlerle ittifaklar kurması, onların halk nezdindeki itibarını ve oy potansiyelini kullanma yönünde istekli olmaları bütün bunlar cemaatlere mutadın dışında bir büyüme fırsatı sunmuÅŸ oldu.

​

Cemaatler bir taraftan ÅŸeffaf olmayan yapıları ile kendilerini korumaya alırken aynı zamanda ÅŸeffaf olmayan iliÅŸki aÄŸlarını kendileri lehine bir fırsata çevirdiler. 1990'lar boyunca ama özellikle 2000 sonrasında ÅŸirketler, holdingler kurdular, okullar açtılar.

​

Modern OluÅŸumlar

1980’li yıllar ayrıca 1979 Ä°ran devrimi sebebiyle dini grup ve anlayışlarda çok büyük deÄŸiÅŸim ve dönüÅŸümlerin ortaya çıkmasına ÅŸahitlik etti. Bir taraftan Ä°ran devriminin ihraç etmeye çalıştığı Ä°slamcı fikirler, diÄŸer yandan da demokratik özgürlükçü politikalar sebebiyle baÅŸka ülkelerden yapılan tercümeler o zamana kadar ülkemizin çok fazla bilmediÄŸi birçok dini düÅŸünce ve yaklaşımın hızlı bir biçimde yayılmasına ve ma'kes bulmasına neden oldu. Bir taraftan Arap/Arap olmayan ulema sınıfı dışından gelen özellikle Mısırlı Müslüman mütefekkirlerin kitapları Türkçeye kazandırıldı; diÄŸer yandan Avrupa dillerinden yapılan tercümeler hızlı bir biçimde aydınların gündemini iÅŸgal etmeye baÅŸladı.

​

Bundan sonra cemaatler ve siyasi Ä°slami hareketler dışında biz bir üçüncü dini yaklaşımın daha belirdiÄŸini görüyoruz. 1980'li ve 1990’lı yıllar bu fikirlerin hazmedilmeye çalışıldığı yıllar oldu. Yeni Ä°slami yorumlar getiren bir kısmı ulema sınıfından birçok mütefekkirin görüÅŸleri üniversiteleri özellikle Ä°lahiyat çevrelerini bu dönemde daha fazla etkilemeye baÅŸlamıştır.  

​

Bir baÅŸka geliÅŸme ise 1980 sonrası Kur'an üzerinden bir yenileÅŸme fikrinin Türkiye muhafazakâr çevrelerinde yayılmasıdır. Muhafazakâr çevreler daha fazla üniversiteli oldukça bu okuyan gençlerin geleneksel Ä°slam anlayışından farklı arayışlar peÅŸine düÅŸmesi kaçınılmaz bir durumdu. Çünkü modernitenin bir ürünü olarak üniversite daha sorgulayan, bilgisinin geleneksel çevrelerin kabullerinden farklı ve 'üstün' olduÄŸuna inanan ve bu sebeple geleneÄŸe karşı daha cesur olan bir tavra sahip olan bir insan yetiÅŸtirmektedir. Bu insan, bilgisinin verdiÄŸi güvenle Kur'an'a ya da dini bilginin kaynaklarına doÄŸrudan ulaÅŸabileceÄŸini düÅŸünmekte ve geleneksel çevrelerin bu kaynaÄŸa ancak ulema sınıfı üzerinden yaklaşılacağı fikrini sorgulamaktadır. Daha çok Ä°lahiyat dışı çevrelerde yayılan bu akımlar bir süre sonra Ä°lahiyat çevrelerini de etkilemeye baÅŸladılar.

​

Bütün bu faktörlerin birleÅŸimiyle, yani 1980 sonrasında ortaya çıkan bir kısmı tercümelerle gelen, bir kısmı mealcililik ve benzeri tefsir sohbetlerinden doÄŸan bir dizi akım ortaya çıktı. Ä°lahiyat fakültelerinde hemen hemen tüm bu akımların bir karşılık bulduÄŸunu görüyoruz. Bu akımların bir kısmı geleneÄŸe baÄŸlı olsa da geleneÄŸi eleÅŸtirel ÅŸekilde okuma taraftarıdır; hadislerin sahih olanını olmayanlarından ayırmak, entelektüel mirasımızdaki yanlış ve sapmaları yakalamak ve bu eleÅŸtirel yöntemle 'sahih bir Ä°slam' anlayışını yakalamak ÅŸeklindeki en yaygın anlayış bugün Ä°lahiyat Fakültelerinde en çok karşımıza çıkan anlayıştır.  

​

Nihayet GeleneÄŸin Kur'an ve Sünnetten saptığını iddia edip tekrar sahih öz Ä°slam’a dönüÅŸ çaÄŸrısı yapan selefi söyleme geldiÄŸimizde Türkiye'de bu yaklaşım ancak yakın zamanlarda özellikle Arap dünyasından gelen yeni dini yaklaşımlar, DAEÅž gibi örgütlerin propagandasıyla yankı bulmaya baÅŸlamıştır. Bu selefi söylemin özellikle Avrupa'daki gurbetçilerin üçüncü ve dördünü nesil okumuÅŸ çocukları arasında daha çok yayıldığını biliyoruz. Muhtemelen bunda Avrupa'da yaÅŸayan Türkiye kökenli olmayan Müslümanlar arasında selefi söylemin daha önce yayılmış olmasının etkisi mevcuttur. Türkiye'ye uluslararası ilahiyat programı çerçevesinde gelen gurbetçi çocukları arasında da Arap tarzı selefi söylem görülmektedir.  

​

Sonuç

Gelinen Durumun DeÄŸerlendirilmesi

Kısaca bir maneviyat okulu olarak baÅŸlayan ve din öÄŸretimindeki boÅŸluÄŸu doldurmak için ortaya çıkan dini cemaatler bugün gelinen noktada ilk çıkış amaçlarını tamamen terk etmemiÅŸ olsalar bile bu amaçlardan oldukça uzaklaÅŸmış görünüyorlar. Cemaatlerin bu ÅŸekilde, yani ÅŸeffaf olmayan bir yapıda devam etmeleri ve bu faaliyetlerini devam ettirmeleri mümkün deÄŸildir.

​

Türkiye'nin bir an önce Tekke ve Zaviyeler Kanunu ile yasakladığı dini yapıları legalleÅŸtirecek çözümler üretmesi ve ancak bu yolla ÅŸeffaf ve denetlenebilir yapılar olarak cemaatleri ahlaki/dini sorumluluk alanına döndürmesi bir zaruret haline gelmiÅŸtir.

​

Toplum içindeki sosyal yapıları yasaklama ile sonuç alınamayacağı açıktır. Bundan dolayı, bu tür sosyal örgütlenmelerin yasal bir zeminde hareket etmelerinin saÄŸlanması ÅŸarttır. 

​

FETÖ Problemi Tüm Cemaatlere Örnek Olabilir mi?

Cemaatlerin FETÖ örnek gösterilerek ele alınması, FETÖ benzeri yapıların bunlar arasından çıkması ihtimali dile getirilerek konuya yaklaşılması Türkiye'deki dini yapıların tarihsel gerçekliÄŸiyle ve dinamikleriyle uyumlu olmayan hatalı bir bakıştır. Aynı zamanda bu bakış açısı, cemaatlerle ilgili geliÅŸtirilecek özgün ve sahih politikaların yanlış bir noktadan hareketle ele alınması sebebiyle konuyu daha da karmaşık hale getirebilir. Çünkü FETÖ ihanet olayı bazı uluslararası istihbarat örgütlerinin bir devletin içinden manipüle edilebilmesi için buldukları iÅŸbirlikçileri kullanma problemidir. Bu geçmiÅŸte baÅŸka toplumsal yapılar iken mesela saÄŸ ve sol cenahtan birçok dernek ve oluÅŸum iken 1980 sonrasında bir dini yapı bu iÅŸbirliÄŸinde kullanılmıştır. Bu bir ihanet eylemidir ve nevi ÅŸahsına münhasır bir olay olarak ele alınmalıdır; yoksa sorun cemaat olmanın kendisi deÄŸildir. Nasıl ki 1980 öncesinde kullanılan saÄŸ-sol derneklerinin büyük bölümü bundan sonra kullanılmamak için kendi iç kontrollerini geliÅŸtirdilerse, aynı ÅŸekilde cemaatler de bundan sonra kullanılmanın önüne set çekme yönünde hareket edeceklerdir. Bu sebeple cemaatlerle ilgili her türlü eleÅŸtiriyi, tıpkı diÄŸer toplumsal aktörlerle ilgili eleÅŸtirilerde olduÄŸu gibi bir iç mesele olarak ele alıp incelemek durumundayız. Bu konu aynı zamanda cemaatlerin dini yapısına yönelik eleÅŸtirinin kim tarafından yapılacağı ve bunu yapma yetkisinin olup olmadığı sorusu ile birlikte ele alınmalıdır.

Kültür Sayfası

bottom of page