top of page
sosyoloji 1.jpg
Diyanet İşleri Başkanlığı'nın Sosyal Teşekküller, Geleneksel Dini-Kültürel Oluşumlar ve Yeni Dini Yönelişler. (Diyanet İşleri Başkanlığı:2018) adlı raporundan kısaltılarak alınmıştır. Ara Başlıklar bize ait...

Türkiye’nin Dini Haritası

FETÖ Probleminin Yeniliği ve Farklılığı

Türkiye’nin son birkaç yıldır boğuştuğu FETÖ (Fetullahçı Terör Örgütü) problemi, Türkiye'nin daha önce karşılaşmadığı türden bir sorundur.

Şimdiye kadar ülkemizdeki dini oluşumlar son 100 yıldır izlenen din-devlet ilişkilerindeki iniş çıkışlı politikalar ve genellikle devletin dini yapılar üzerinde tahakküm kurma yönündeki eğilimi sebebiyle dini yapıların mağduriyeti çerçevesinde ele alınmaktaydı. Özellikle 1950 öncesi dönemde izlenen din-karşıtı katı politikaların ürünü olarak ortaya çıkan cemaatler Türkiye'ye özgü birtakım özellikler taşımaktaydı.

Cemaatler Nasıl Ortaya Çıktı?

Tekke ve Zaviyelerin kapatılması ile ilgili inkılap kanunlarıyla varlıkları tanınmayan tarikatler, maruz kaldıkları baskılar sonucu bu dönemlerde faaliyetlerini oldukça gizli bir şekilde sürdürerek hayatiyetlerini sürdürmeye çalıştılar. Daha sonra ülkedeki demokratik yumuşamanın yaşandığı yıllardan itibaren bu yapılar, çeşitli dernek, vakıf vb. legal kuruluşlar şeklinde "cemaat” adı verilen bir örgütlenme biçimi geliştirdiler.

Cemaatlerin Amacı Neydi?

Bu grupların temel amacı İslam'ın devlet eliyle ve desteğiyle öğretilmemesi ve hatta yasaklanması sebebiyle İslam eğitiminde oluşan boşluğu doldurmak, toplumun manevi hizmetlerini yürütmek, dine karşı oluşan söylem ve politikaların etkisini kırmak ve en önemlisi de tıpkı Osmanlı döneminde ve Cumhuriyetin ilk yıllarında olduğu gibi devletin tekrar dine karşı olumlu politikalara dönmesini sağlamaktı.

Türkiye'deki cemaatler büyük oranda devlet karşıtı bir söyleme ve anlayışa zemin olmamaya özen gösterdiler. Hatta bu sebeple Türkiye'deki İslami oluşumların 'milli' karakteri bilimsel literatürde özellikle dikkat çekilen bir hususiyettir. Dini cemaatlerin milli karakterlerinin, yani devleti prensip olarak olumlayıcı yaklaşımlarının eskiden beri muhafazakâr çevrelerde yaygın olan “dinüdevlet” söyleminin bir devamı olduğu düşünülebilir. Bu nedenle cemaatler Türkiye'de devletin kendilerine destek vermesine özel bir önem atfederler ve devlette görev alan müntesiplerinin çokluğuyla övünürler.

Devletin Cemaatlere Karşı Tutumu

Gerçi cemaatlerin devlet içindeki örgütlenmesi genellikle gizli olmak zorundaydı; çünkü Cumhuriyet rejimi en başından beri cemaatleri kendisine karşı tehdit olarak algıladı. Zira Cumhuriyetin ilk on yıllarında izlenen politikalar doğrudan din karşıtı bir yol izlediği izlenimi vermekle kalmamış zaman zaman dinin eğitim, kültür, siyaset, hukuk, sanat, edebiyat ve benzeri kamusal niteliğe sahip her alandan silinmesi yönünde açık seçik düzenlemeler yapmıştır. Dine doğrudan karşı olmadığını söyleyerek yapılsa da bu politikaların sonuçları açısından bakarsak Cumhuriyetin ilk yıllarındaki elitler kendileri dinle barışık olsalar bile çocuklarını ve yeni nesilleri dine mesafeli bir ortamda yetiştirme yönünde özel bir gayret içinde oldular.

Bu nedenle de dinin ve din eğitiminin halk arasında dinamik bir biçimde var olmasını sağlamak üzere gizlice örgütlenen ve ağırlıkla sufi-meşrep bir yol izleyen cemaatler devlete karşı bir tehdit olarak algılandı ve onlara karşı iki şekilde mücadele edildi.

  • Birincisi devlet doğrudan yasal şiddet yetkisini kullanarak hukuki kovuşturma yoluyla mücadele etti.

  • İkincisi ise halkın maneviyat beklentisinin ve İslam'a sahip çıkma duygusunun sönmediğini fark ettiğinde ya da tehdidin azaldığını düşündüğü bir anda dine sınırlı bir alan açarak dini kontrol etme yoluna gitti.

 

Diyanetin Cemaatler ile İlgili Fonksiyonu

Diyanet İşleri Başkanlığının en başından beri devletin içinde yer alması bu ikinci politikayı uygulamada devlete önemli bir fırsat verdi. Bunun yanında İmam-Hatip Okulları, Yüksek İslam Enstitüleri ve İlahiyat/İslami İlimler Fakültelerinin kurulması da devletin dini cemaatlere karşı ikinci mücadele yolunu besleyen politikalar oldu.

1950 Sonrası Cemaatlerin Durumu

Türkiye'de 1950 sonrasından başlayarak devletin din politikaları zaman zaman eskiye dönme eğilimi taşısa da (özellikle askeri ihtilal dönemlerinde) genellikle artan oranda dini alanın özgürleştirilmesi ve cemaatlerin örgütlenmelerinin görmezden gelinmesi yönünde oldu. Hatta 1980 askeri darbesinden sonraki süreçte demokratikleşme yönünde önemli adımların atılmasıyla dini yapılar ister devlet eliyle ister sivil yollarla, ciddi oranda büyüdü ve gelişti.

Dini Yapıların Çeşitleri

İslami yapıları 1980'e kadar cemaatler ve siyasi nitelikli yeni tip örgütlenmeler şeklinde iki grupta toplayabiliriz.

Geleneksel Yapılar

Birincisi, yani cemaatler, yukarıda da belirtildiği gibi Türkiye Cumhuriyeti’nin ilk yıllarındaki din politikalarının ürünü olup tamamıyla yerli yapılardır. Hilafetin kaldırılması, medreselerin kapatılması ve tekke-zaviyelerin ilgası gibi doğrudan dine yönelik uygulamaların doğurduğu travmanın sonucunda üç büyük cemaat grubunun doğduğunu söyleyebiliriz:

Tarikatlar

Nakşibendiler gibi sufi niteliği devam ettirip aynı zamanda siyasi/toplumsal pratikler de geliştiren tarikat yapıları

1970'li yıllardan itibaren siyasetin açtığı yoldan siyasi/toplumsal/kamusal görünümünü artırmaya ağırlık verdiler. İstanbul merkezli üç büyük grup ve bir de Adıyaman merkezli bir dördüncü grup bu sufi-meşrep yapıların en önemli dört grubunu teşkil eder. Bunlar dışında da küçük veya orta büyüklükte başka örnekleri de ülkemizde bolca mevcuttur.

 

Dört büyük grup şunlardır:

  1. Mehmet Zahit Kotku’nun çevresinde oluşan İskenderpaşa Cemaati.

  2. Mahmut Sami Ramazanoğlu'nun Erenköy'de başlattığı ve sûfî bir yapı olan Hüdai Cemaati.

  3. Mahmut Ustaosmanoğlu’nun Fatih Çarşamba'da örgütlediği İsmail Ağa Cemaati.

  4. M. Raşit Erol çevresinde ortaya çıkan ve bugün Semerkand/Menzil grubu olarak bilinen yapı.

Nurcular

Her ne kadar sufi eğilimler taşısalar da esasen sufi bir yapı olmayıp 'cemaat' adını tam olarak hak eden Türkiye'ye özgü Said Nursi'nin yolunu izleyen yapılar,

Said Nursi'nin Risalelerinin Kur'an tefsiri olarak okunmasına adeta ibadet gibi inanan özel nitelikli bir gruptur. Bu grup en başından itibaren çok güçlü bir bağlılık geliştirici bir eğitim anlayışı ile hareket etmiş ve bunu da Said Nursi'nin 'özel, seçilmiş’ konumunu bağlılarının zihnine kazımak suretiyle başarmıştır.

Bu cemaat diğer cemaatlerden farklı olarak İslam'ı bir kişinin eseri üzerinden okumaya ve bağlılarının dini anlayışını bu eserin çerçevesini çizdiği sınırlarda tutmaya özel bir önem atfetmektedir. Bu anlayış altında örgütlenen yine pek çok büyük grup mevcuttur:

  • FETÖ

  • Yazıcılar

  • Okuyucular

  • Meşveret Grubu vs.

Süleymancılar

Sufilikle yeni cemaat yapısını başarılı bir biçimde uzlaştıran ve özellikle din eğitimi konusunda alternatif olma arzusu içinde olan Süleyman Hilmi Tunahan'ın takipçileri.

Süleymancılar da tek kişinin adı üzerinden gelişen bir grup olmalarına rağmen Süleyman Hilmi Tunahan'ın görüşleri yazıya geçmediği için bunların dini anlayışları daha geniş ve geleneksel İslam klasikleri çerçevesindedir. Ama bu yapının en önemli özelliği çoğu cemaatlerde gördüğümüz gizil yöntemlerle bağlılarının sadakatini ebedileştirmektir. Bu açıdan onlar da Nurculara benzemektedir; yani kapalı devre çalışıp, müntesipleriyle cemaatin ilişkisini şeffaf olmayan bir tarza büründürüp sadakati bu şekilde güvence altına almaktadırlar. Nurculardan farkları ise bir tek ismin yazıları üzerinden dini öğretilerini şekillendirmemeleridir. Gerçi Sufi nitelikteki diğer cemaatlerde de tarikat şeyhi olan liderlerinin sınırlarını çizdiği o yapıyı karakterize eden bir özel anlayış her zaman mevcuttur.

Geleneksel İslam Anlayışı

Tarikatların yüzlerce yıllık geleneksel tecrübeleri birbirleriyle ilişkilerini geniş İslami çerçeve içinde tutarak kendi özel alanlarını korumalarına imkân sağlamıştır. Özellikle İslam ilim geleneğini dikkate alan ve tarikat ilkelerini İslam ilim geleneğinin sınırları içinde tutan cemaatler dini anlayışlarını İslam klasiklerini okuyarak ve okutarak oluşturmuşlardır. İskenderpaşa, Hüdai Cemaati, İsmailağa ve Semerkand grubunun genel olarak bu ölçüye riayet ettiğini, Süleymancıların da genellikle geleneksel İslam anlayışı ile ana hatlarıyla uyumlu dini anlayışa sahip olduğu söylenebilir.

Nurcular da her ne kadar bir isim üzerinden dini öğretilerini şekillendirseler de Said Nursi'nin metinlerindeki İslami anlayışın geleneksel İslam öğretisinden ciddi anlamda farklılaştığını söylemek zordur. O halde bu yapıların dini anlayışlarını geleneksel İslam anlayışının şekillendirdiği sonucuna varabiliriz.

Yeni Din Anlayışına Duyulan Tepki

İslam dünyasında geleneksel İslam anlayışının 19.-20. yüzyıllar boyunca değişimler geçirdiği ve özellikle İslam elitlerinin öncülüğünde bazı açılardan yeni yorumlar geliştirdiği bilinmektedir. Üniversite platformlarında geliştirilen bu yeni fikirlerin toplum nezdinde zaman zaman büyük tepkilerle karşılaştığı, geleneksel/muhafazakâr cemaatlerin de halkın bu tepkisini dillendirdiği bilinmektedir. Üniversite din öğretim platformlarının geleneksel dini çevrelerce meşruiyetleri nispeten kuşku ile karşılanan ulus-devletler tarafından kurulduğunu hatırda tutarsak, bu yeni din eğitim kurumlarının özellikle devletlerin din politikaları nedeniyle halk tarafından hala tam olarak benimsendiğini söylemek zordur. İşte cemaatleri besleyen ve toplum tarafından kabullenilmelerini kolaylaştıran diğer bir sebep bu devlet destekli din eğitim kurumlarında daha çok dillendirilen yeni din anlayışlarına duyulan tepkidir.

Dinin eğitim ve kamu hayatından çıkarılması yönündeki politikalar, alfabe değişikliği, ezanın Türkçeleştirilmesi, din eğitiminin zaman zaman yasaklamaya kadar veren ciddi kısıtlamalara konu edilmesi ve benzeri doğrudan dine karşı politikalar sebebiyle Türkiye'de bu kuşku çok daha yaygın bir olgu haline gelmişti. Yeni fikirlerin doğru veya yanlış olmasından çok dillendiren platform nedeniyle derin bir kuşku ile karşılandığı görülmektedir. Cemaatlerin bu boşluğu doldurarak devlete ve onun din kurumlarına yönelik geleneksel çevrelerde mevcut olan kuşkuyu kendi avantajlarına kullandıkları anlaşılmaktadır.

1980 Sonrası Devletin Tutumunun Değişmesi

1980'lere kadar durumun ağırlıkla bu şekilde devam ettiğini söyleyebiliriz. Yani devlete ve onun din politikalarına duyulan büyük kuşku, kanunen tanınmasalar da artık toplumda kabul görmüş olan cemaat yapılarını güçlendirdi ve kendilerini toplumsal meşruiyete kavuşturdu. Devlet 1980’li yılların ortalarına kadar bu yapıları kanunsuz ilan ederek kovuşturmaya tabi tutmuş ve ancak bu tarihten sonra yavaş yavaş kanunlardaki yasaklayıcı/kısıtlayıcı maddeler kaldırılmaya başlanmıştır.

12 Eylül 1980 askeri darbesi her ne kadar siyasi/toplumsal ortamı daha totaliter ve baskıcı hale getirmiş olsa da 1982 Anayasası komünizm ile mücadele adına din eğitimini okullarda mecburi hale getirerek oldukça paradoksal bir adım attı. Bir taraftan hem siyasi-dini partilere hem de dini yapılara ve cemaatlere karşı bir tutum benimserken aynı zamanda din dersini mecburi hale getirerek 1920'lerin din politikalarını bir nebze de olsa değiştirdi.

Cemaatlerin Sivil Toplum Örgütlerine Dönüşerek Büyümeleri

1983'te tekrar serbest seçimler yapılıp halk iradesine dayan bir iktidar oluştuğunda ise daha köklü değişimler başlamış oldu. Özal hükümeti bir taraftan devlet politikalarını daha demokratik ve liberal hale getirirken aynı zamanda bu demokratik ortamı besleyecek ekonomi politikalar geliştirdi. Bu reformların neticesinde sivil hayat devlet karşısında gittikçe daha bağımsız bir konum almaya başlamış, dernekler, vakıflar daha özgür bir ortama kavuşmuştur.

Cemaatler 1983 sonrası demokratik ortamdan en çok yararlanan gruplar oldu; çünkü hem şeffaf olmayan yapılarını korumuş hem de şeffaflaşan Türk siyasi ve toplumsal ortamından daha fazla konum elde edebilmişlerdir. Hemen hemen tüm siyasi partilerin ama özellikle muhafazakâr olanların cemaatlerle ittifaklar kurması, onların halk nezdindeki itibarını ve oy potansiyelini kullanma yönünde istekli olmaları bütün bunlar cemaatlere mutadın dışında bir büyüme fırsatı sunmuş oldu.

Cemaatler bir taraftan şeffaf olmayan yapıları ile kendilerini korumaya alırken aynı zamanda şeffaf olmayan ilişki ağlarını kendileri lehine bir fırsata çevirdiler. 1990'lar boyunca ama özellikle 2000 sonrasında şirketler, holdingler kurdular, okullar açtılar.

Modern Oluşumlar

1980’li yıllar ayrıca 1979 İran devrimi sebebiyle dini grup ve anlayışlarda çok büyük değişim ve dönüşümlerin ortaya çıkmasına şahitlik etti. Bir taraftan İran devriminin ihraç etmeye çalıştığı İslamcı fikirler, diğer yandan da demokratik özgürlükçü politikalar sebebiyle başka ülkelerden yapılan tercümeler o zamana kadar ülkemizin çok fazla bilmediği birçok dini düşünce ve yaklaşımın hızlı bir biçimde yayılmasına ve ma'kes bulmasına neden oldu. Bir taraftan Arap/Arap olmayan ulema sınıfı dışından gelen özellikle Mısırlı Müslüman mütefekkirlerin kitapları Türkçeye kazandırıldı; diğer yandan Avrupa dillerinden yapılan tercümeler hızlı bir biçimde aydınların gündemini işgal etmeye başladı.

Bundan sonra cemaatler ve siyasi İslami hareketler dışında biz bir üçüncü dini yaklaşımın daha belirdiğini görüyoruz. 1980'li ve 1990’lı yıllar bu fikirlerin hazmedilmeye çalışıldığı yıllar oldu. Yeni İslami yorumlar getiren bir kısmı ulema sınıfından birçok mütefekkirin görüşleri üniversiteleri özellikle İlahiyat çevrelerini bu dönemde daha fazla etkilemeye başlamıştır.  

Bir başka gelişme ise 1980 sonrası Kur'an üzerinden bir yenileşme fikrinin Türkiye muhafazakâr çevrelerinde yayılmasıdır. Muhafazakâr çevreler daha fazla üniversiteli oldukça bu okuyan gençlerin geleneksel İslam anlayışından farklı arayışlar peşine düşmesi kaçınılmaz bir durumdu. Çünkü modernitenin bir ürünü olarak üniversite daha sorgulayan, bilgisinin geleneksel çevrelerin kabullerinden farklı ve 'üstün' olduğuna inanan ve bu sebeple geleneğe karşı daha cesur olan bir tavra sahip olan bir insan yetiştirmektedir. Bu insan, bilgisinin verdiği güvenle Kur'an'a ya da dini bilginin kaynaklarına doğrudan ulaşabileceğini düşünmekte ve geleneksel çevrelerin bu kaynağa ancak ulema sınıfı üzerinden yaklaşılacağı fikrini sorgulamaktadır. Daha çok İlahiyat dışı çevrelerde yayılan bu akımlar bir süre sonra İlahiyat çevrelerini de etkilemeye başladılar.

Bütün bu faktörlerin birleşimiyle, yani 1980 sonrasında ortaya çıkan bir kısmı tercümelerle gelen, bir kısmı mealcililik ve benzeri tefsir sohbetlerinden doğan bir dizi akım ortaya çıktı. İlahiyat fakültelerinde hemen hemen tüm bu akımların bir karşılık bulduğunu görüyoruz. Bu akımların bir kısmı geleneğe bağlı olsa da geleneği eleştirel şekilde okuma taraftarıdır; hadislerin sahih olanını olmayanlarından ayırmak, entelektüel mirasımızdaki yanlış ve sapmaları yakalamak ve bu eleştirel yöntemle 'sahih bir İslam' anlayışını yakalamak şeklindeki en yaygın anlayış bugün İlahiyat Fakültelerinde en çok karşımıza çıkan anlayıştır.  

Nihayet Geleneğin Kur'an ve Sünnetten saptığını iddia edip tekrar sahih öz İslam’a dönüş çağrısı yapan selefi söyleme geldiğimizde Türkiye'de bu yaklaşım ancak yakın zamanlarda özellikle Arap dünyasından gelen yeni dini yaklaşımlar, DAEŞ gibi örgütlerin propagandasıyla yankı bulmaya başlamıştır. Bu selefi söylemin özellikle Avrupa'daki gurbetçilerin üçüncü ve dördünü nesil okumuş çocukları arasında daha çok yayıldığını biliyoruz. Muhtemelen bunda Avrupa'da yaşayan Türkiye kökenli olmayan Müslümanlar arasında selefi söylemin daha önce yayılmış olmasının etkisi mevcuttur. Türkiye'ye uluslararası ilahiyat programı çerçevesinde gelen gurbetçi çocukları arasında da Arap tarzı selefi söylem görülmektedir.  

Sonuç

Gelinen Durumun Değerlendirilmesi

Kısaca bir maneviyat okulu olarak başlayan ve din öğretimindeki boşluğu doldurmak için ortaya çıkan dini cemaatler bugün gelinen noktada ilk çıkış amaçlarını tamamen terk etmemiş olsalar bile bu amaçlardan oldukça uzaklaşmış görünüyorlar. Cemaatlerin bu şekilde, yani şeffaf olmayan bir yapıda devam etmeleri ve bu faaliyetlerini devam ettirmeleri mümkün değildir.

Türkiye'nin bir an önce Tekke ve Zaviyeler Kanunu ile yasakladığı dini yapıları legalleştirecek çözümler üretmesi ve ancak bu yolla şeffaf ve denetlenebilir yapılar olarak cemaatleri ahlaki/dini sorumluluk alanına döndürmesi bir zaruret haline gelmiştir.

Toplum içindeki sosyal yapıları yasaklama ile sonuç alınamayacağı açıktır. Bundan dolayı, bu tür sosyal örgütlenmelerin yasal bir zeminde hareket etmelerinin sağlanması şarttır. 

FETÖ Problemi Tüm Cemaatlere Örnek Olabilir mi?

Cemaatlerin FETÖ örnek gösterilerek ele alınması, FETÖ benzeri yapıların bunlar arasından çıkması ihtimali dile getirilerek konuya yaklaşılması Türkiye'deki dini yapıların tarihsel gerçekliğiyle ve dinamikleriyle uyumlu olmayan hatalı bir bakıştır. Aynı zamanda bu bakış açısı, cemaatlerle ilgili geliştirilecek özgün ve sahih politikaların yanlış bir noktadan hareketle ele alınması sebebiyle konuyu daha da karmaşık hale getirebilir. Çünkü FETÖ ihanet olayı bazı uluslararası istihbarat örgütlerinin bir devletin içinden manipüle edilebilmesi için buldukları işbirlikçileri kullanma problemidir. Bu geçmişte başka toplumsal yapılar iken mesela sağ ve sol cenahtan birçok dernek ve oluşum iken 1980 sonrasında bir dini yapı bu işbirliğinde kullanılmıştır. Bu bir ihanet eylemidir ve nevi şahsına münhasır bir olay olarak ele alınmalıdır; yoksa sorun cemaat olmanın kendisi değildir. Nasıl ki 1980 öncesinde kullanılan sağ-sol derneklerinin büyük bölümü bundan sonra kullanılmamak için kendi iç kontrollerini geliştirdilerse, aynı şekilde cemaatler de bundan sonra kullanılmanın önüne set çekme yönünde hareket edeceklerdir. Bu sebeple cemaatlerle ilgili her türlü eleştiriyi, tıpkı diğer toplumsal aktörlerle ilgili eleştirilerde olduğu gibi bir iç mesele olarak ele alıp incelemek durumundayız. Bu konu aynı zamanda cemaatlerin dini yapısına yönelik eleştirinin kim tarafından yapılacağı ve bunu yapma yetkisinin olup olmadığı sorusu ile birlikte ele alınmalıdır.

Kültür Sayfası

bottom of page