Ä°lahiyat Fakültesinin Yeniden Açılması

Prof. Dr.Ä°smail Kara'nın Cumhuriyet Türkiyesi'nde Bir Mesele Olarak Ä°slam (Dergâh: 2016) adlı kitabından kısaltılarak alınmıştır.
Ä°lahiyatın Tekrar Açılması Ä°çin Arayışlar
Dünya Savaşı sonrası ÅŸartlarda Türkiye’nin ne tarafa doÄŸru ve nasıl seyredeceÄŸiyle alakalı arayışların laiklikle, din ve diyanetle, din eÄŸitimiyle alakalı sonuçlarından bir tanesi olarak mütalaa edilmelidir. Büyük proje tek-parti dönemi katı laiklik anlayışının, Türkiye’yi taşıma kapasitesi hayli sınırlı din politikalarının bütünüyle gözden geçirilmesi ve yeni uluslararası ÅŸartlarda tadil ve tashihe tabi tutulması, kontrolü elden bırakmadan bazı düzenlemeler yapmaktır. Bunun yanında Müslüman ve mütedeyyin Türk halkının biriken ve sıkışan taleplerinin, dinî hayatla alakalı ihtiyaçlarının yine kontrollü bir ÅŸekilde karşılanmasını da önemli bir etken, siyaseten uygun bir araç olarak zikretmek uygun olur.
​
Bununla beraber büyük projenin içinde bir Ä°lahiyat Fakültesi açılması sürecinin ortaya çıkışını, 7 Ocak 1946 tarihinde kurulan Demokrat Parti’nin programının 14. maddesine götürmek kanaatimizce yanlış olmayacaktır. Bu maddenin, Ä°lahiyat Fakültesi’nin açıkça tasrih edildiÄŸi ikinci paragrafı ÅŸöyle düzenlenmiÅŸtir:
“Gerek dinî tedrisat meselesi ve gerekse din adamlarım yetiÅŸtirecek müesseseler kurulması hususunda mütehassıslar tarafından esaslı bir program hazırlanması zaruridir. Üniversite içinde yer alacak Ä°lahiyat Fakültesi ve Ä°lmî mahiyette mümasil müesseseler, Milli EÄŸitim Bakanlığı’nın bu kabil müesseseleri gibi muhtar olmalıdır.”

Prof. Halis Ayhan'ın Türkiye’de Din EÄŸitimi (Ensar: 2014) adlı kitabından kısaltılarak alınmıştır.
Ä°lâhiyat Fakültesinin Yeniden Açılması
14 Ocak 1948'de Van Milletvekili Ä°brahim Arvas ve arkadaÅŸları, Türk-Ä°slâm Ä°lâhiyat Fakültesi açılması için bir kanun teklifi vermiÅŸlerdir. 2 Åžubat 1948'de Fatin Gökmen ve arkadaÅŸları da Ä°slâm Ä°lâhiyat Fakültesi açılması yönünde ayrı bir kanun teklifi daha vermiÅŸlerdir. Bu teklifler birçok milletvekili tarafından desteklenmiÅŸtir.
​
Milletvekillerinden ve Diyanet Ä°ÅŸleri BaÅŸkanlığından gelen tekliflerde açılması düÅŸünülen fakültenin adının Ä°slâm Ä°lâhiyat Fakültesi olması istikametinde ise de hükümetten gelen tasarı ve Meclis'te kabul edilen kanunla Ankara Üniversite'sine baÄŸlı olarak açılan yüksek öÄŸretim kurumunun adı Ä°lâhiyat Fakültesi'dir.
​
TBMM'nin, 4.6.1949 tarihli birleÅŸimde tasarı müzakere edilerek kabul edilmiÅŸtir. Tasarı üzerinde söz alan üyelerden en uzun ve en kapsamlı konuÅŸmayı yapan KırÅŸehir Milletvekili Ä°. Hakkı BaltacıoÄŸlu'nun yaptığı konuÅŸma, ilâhiyat fakültesinin, daha genel anlamda yüksek din öÄŸetimini eÄŸitim tarihimizdeki geçmiÅŸine ve fakülte kurulduktan sonraki bir ikim tartışmalara da ışık tutmuÅŸtur. Bu fikirleri, özellikle Tevhid-i Tedrisat kanunu'nun kabulünden önceki görüÅŸleriyle, 1924'lü yıllarda Türk yüksek öÄŸretiminden birinci derecede sorumlu bir yerde bulunması bakımından da ilgi çekicidir. BaltacıoÄŸlu ÅŸu görüÅŸleri ileri sürmüÅŸtür:
"Türkiye'de bir ilâhiyat fakültesi kurulması fikrinin bir kanun tasarısı halinde kamutaya gelmesi herkes gibi beni de çok sevindirmiÅŸtir. Böyle bir konunun büyük önemi özerinde söz söylemek fazla! Çünkü konu doÄŸrudan doÄŸruya bizim kültürümüzü, ölüm ve kalımımızı ilgilendirmektedir...
​
Bir ilahiyat fakültesi kurulmasından maksat nedir? Sorusunu soruyor ve hemen kendi kendime ÅŸu cevabı veriyorum: Medreseyi diriltmek deÄŸildir. Çünkü fakülte ile medreseyi ayıran çok temelli bir karakter vardır. O da ÅŸudur. Medrese'nin çalışması nassî, apriori, kabletecrübedir. Fakülteler, ilim evleri olduÄŸundan, bunlar mukayeseye, müÅŸahedeye ve en sonunda da mümkün olursa, izaha çalışmaktadırlar... Hükümetin ÅŸayanı dikkat olan isteÄŸi ÅŸudur; bütün manasıyla ilim haysiyeti ve ilim karakteri taşıyan bir fakülte meydana getirmektir. Öylesine bir fakülte ki diÄŸer fakültelerden hiçbir surette ayrılığı olmayacaktır. Aynı vasfı ve aynı hakları haiz ve onlara sahip olacaktır...
​
Bu ilahiyat fakültesi bence iki türlü kurulabilir. Biri Katolik Fakültesi, Protestan Fakültesi gibi, Ä°slâm Ä°lahiyat Fakültesi olabilir. Biri de medrese bu mevzuu bahis deÄŸildir. Fakülte olduktan sonra, daha doÄŸrusu fakülte tarzında kurulduktan sonra bunu iki türlü yapabiliriz.
​
Biri Katolik Protestan Fakültesi gibi ki, Ä°slâmî bilgiler üzerine çalışır. DiÄŸeri ise yine Ä°lahiyat Fakültesi adını taşır, haddizatında ilâhiyat fakültesi deÄŸildir, felsefe fakültesidir. Bu ayrı bir ÅŸeydir. Ä°çinde Psikoloji, Sosyoloji, Dinler Tarihi gibi, din ruhiyatı vardır. Bu ayrı bir ÅŸeydir. Bu adeta dil ve edebiyat fakültelerinin devamı gibi bir ÅŸeydir. Sosyoloji fakültesi…
​
Bizim istediÄŸimiz ÅŸey nedir? Hazırlıkların başında çalışan arkadaÅŸlarla, komisyonda uzun uzun temaslar olmuÅŸtur. Bizim istediÄŸimiz Ä°slâm Ä°lâhiyat Fakültesi, ama medrese deÄŸil, Ä°lmî karakteri taşıyan Ä°slâm Ä°lâhiyatı Fakültesi, Ä°slâm dinini, Ä°slâm mezheplerini... Ä°lmî surette tetkik edecek bir Ä°lmî fakülte. Tabir mazur görülsün; mahallî ihtiyaçları unutup da bilmem nasıl, mücerret bir spekülasyon zihniyetiyle, sosyoloji, metafizik içine batıp Ä°slâm dinî bilgilerini prensipleri dışına bırakılırsa maksat hâsıl olmaz.
​
Bir nevi ÅŸahsiyet taaddüdü vardır. Bu bizde yoktur. Çünkü bizim formasyon, politik ÅŸeamet bir tarafa, bizim neslin formasyonu bütündür. Dinî terbiye almıştır. Formasyon bütün olmazsa bir aralık ÅŸahsiyette tezatlar, otomizm psikolojik baÅŸlar.
​
Ben ancak 50 yaşından sonra ÅŸu kanaate vardım, bunu bu kürsüden açıkça söylemekten çekinmem bütün ahlâkî, bediî ve lisanî kültürü aldıktan sonra bir insan, dinî formasyona tabi tutulmazsa -ÅŸu veya bu ÅŸekilde bu terbiyeyi mutlaka hükümet versin demiyorum-ÅŸahsiyette bütünlük olmuyor. Ä°nsan dünyevî olan müesseseler dışında, dini gökten inme, semavî cebrî bir ÅŸey gibi düÅŸünürse, realiteyi hiç anlamamıştır. Ä°nsan, dediÄŸimiz kültürü almazsa sosyal dediÄŸimiz ÅŸeyi iyi anlayamıyor...
​
Dinî tecrübe de beÅŸer tecrübesinin bir ÅŸekli, bir nev-i mahsusudur. Bu iÅŸin başını boÅŸ bırakırsak, yani ilim adamlarının elinden alırsak, bu ilahiyat fakültesi olmazsa, dinî kültüre ait neÅŸriyat olmazsa nâehillerin eline düÅŸer. Sapıklar çoÄŸalır. Anormaller, psikopatlar hiçbir devirde bu kadar artmamıştır, hiçbir memlekette bu kadar artmamıştır.
​
Åžimdi benim nazarı dikkati celbetmek istediÄŸim nokta ÅŸudur. Kısaca tebarüz ettireyim. Ä°lâhiyat fakültesi Ä°slâmiyet'i bütün olarak tetkik etmekle beraber metotlarında, meselelerinde müspet ilimlere dayanmalıdır.
​
Åžimdi bir nazik noktaya daha geliyorum.
​
Bu Ä°lâhiyat Fakültesi Atatürk Ä°nkılâbı'ndan sonra ikinci defa Türkiye'de açılıyor. Ä°lk defa Ä°stanbul Üniversitesi içinde kurulmuÅŸtu. O Ä°lâhiyat Fakültesi içinde benim de mesuliyetim vardı. Bir nevi sosyoloji fakültesi yaptık, fakat burada yani fakültede Ä°slâmî bilgiler esas, sosyolojik bilgiler yardımcı olacaktır.
​
Sonra birinci Ä°lâhiyat Fakültesini öldüren bir nokta var. Bu hususta hükümetin nazarı dikkatini celbederim. Efkâr-ı umumiyenin bunu bilmesi lazımdır. Fakülteler mektep deÄŸildir. Fakülte talebesiz yaÅŸar. Fakülteler profesörler içindir. Profesör olmayan yerde ilim olmaz, yaratıcı ilim bulunmaz. Bunlar hafıza hamallarına benzemez tecrübe lazımdır. Işık ve ilim fakültedir. Evde ilim olmaz, olsa olsa evde makale yazılır, o kadar! Ä°lim adamı diyerek ilim yaratan, ışık saçan adamı kast ediyorum. Onun için fakülte lâzım, maÅŸerî bir feza lâzımdır, âlim için bu fakülte açılınca 10 sene daha belki talebesiz kalacaktır, yine açık kalacaktır. Yanı okulla üniversite ayrı bir ÅŸeydir. Hasan Ali'nin, ReÅŸat Åžemseddın’in zamanında talebesiz kaldı. Ä°stanbul Üniversitesi amma, kapanmadı, hocalar çalıştı. Fena mı oldu? EÄŸer kapansaydı yüz kere geri atardı iÅŸi. Bunlar Ä°çtimaî müesseselerdir, kapanmayacak, talebesiz de kalmayacaktır."
​
BaltacıoÄŸlu'ndan sonra söz alan milletvekilleri genel anlamda fakültenin açılışını olumlu karşıladıklarım belirterek, daha önceki yanlışlara düÅŸülmemesine iÅŸaret etmiÅŸlerdir...
​
Hükümet adına konuÅŸan Millî EÄŸitim Bakanı Tahsin BanguoÄŸlu:
"Kurmak istediÄŸimiz bu müessese Atatürk inkılâbının bizi ulaÅŸtırdığı yeni medenî ve Ä°çtimaî hayatın ÅŸartlarıyla mütenasip ve yeni cemiyetimizin hüviyetine lâyık bir müessese olacaktır. Zaten bunun içindir ki bütün garp memleketlerinde olduÄŸu gibi bizde de ilâhiyat bilgisi veren müesseseyi üniversitenin camiası içinde kurmayı düÅŸünmekteyiz. Bu düÅŸünce haddizatında bazı arkadaÅŸlarımızın endiÅŸelerine cevap verecek mahiyettedir. Biz memlekette eski medrese tarzındaki tedrisatı yeniden canlandırmak ve onun yetiÅŸtirdiÄŸi tarzdaki adamları yeniden yetiÅŸtirmek düÅŸüncesinde deÄŸiliz... Tesisine teÅŸebbüs ettiÄŸimiz ilâhiyat fakültesi bu zihniyetle çalışacak bir müessese olmayacaktır. Bu Ä°lmî camia içerisinde teÅŸekkül edecek bu müessesenin yetiÅŸtireceÄŸi yüksek din adamları sivil ve asker bütün münevverlerimizle aynı zihniyette, aynı emelde insanlar olacaktır. Buna kuruluÅŸunda dikkat ettiÄŸimiz gibi, müessesenin iÅŸleyiÅŸinde, devamında da daima dikkat edeceÄŸiz...
​
Bu itibarla ilâhiyat fakültesi bir Ä°lmî camia içerisinde kurulacak ve bazı irticaî hareketlere cesaret vermek ÅŸöyle dursun, onları men etmek, onları selbetmek ve onları yok etmek fonksiyonunu icra edecektir. Tanzimat'tan bu yana kurulmuÅŸ bütün ilim müesseselerimiz gibi ilâhiyat fakültesi de bir meÅŸale olacaktır...
​
Sayın BaltacıoÄŸlu'nun ifade ettiÄŸi cihet ehemmiyetlidir. Ä°lâhiyat baÅŸlı başına bir disiplindir. Edebiyat fakültesi ise sadece bir manevî ilimler fakültesidir. Bu itibarla kuruluÅŸunda, Ä°stanbul Üniversitesi'nde vaktiyle yapılmış olduÄŸunu söyledikleri hataya düÅŸülmeyecektir.
​
Talebe meselesine de temas buyurulmuÅŸtu. ArkadaÅŸlar, ilâhiyat fakültesi Ä°stanbul'da son zamanlarda talebe bulamamıştı. Ancak bunu o zamanın inkılâp havasından munbais sayabiliriz. Keza Ä°mam-hatip mektepleri de o zaman talebe bulamamıştı. Fakat biz bu kursları yeniden açtık. Halen bu kurslarda 100'den fazla ortaokul mezunu genç devam etmektedir. Bu gösteriyor ki halkımız dinî hizmetlere raÄŸbet etmektedir. Ä°lâhiyat fakültesine gençler raÄŸbet edeceklerdir ve bu raÄŸbet de teÅŸvik olunacaktır. Umumî usuller çerçevesi dahilinde."
​
Ankara Üniversite'sine baÄŸlı olarak kurulan Ä°lâhiyat Fakültesi'nin tasarısının oylandığı oylamaya 250 milletvekili katılmış, katılan üyelerin oybirliÄŸi ile, yani 250 üyenin tamamının oyu ile fakültenin kurulması için hükümetin getirdiÄŸi tasarı kabul edilmiÅŸtir.
​
1933'de kapatılan Ä°stanbul Darülfünun Ä°lâhiyat Fakültesi'nden 16 yıl sonra açılan Ankara Üniversitesi Ä°lâhiyat Fakültesi Kadro Kanunu'nun, TBMM Genel Kurulu'nda oybirliÄŸi ile kabul edilmesi oldukça anlamlıdır.
​
Örgün eÄŸitimden din öÄŸretiminin çıkarılması sonucu, yetiÅŸmekte olan nesillerin millî ve manevî deÄŸerleri öÄŸrenmesindeki boÅŸluk ve ihtiyaç kendini hissettirmeye baÅŸlamıştır. Toplumun her kesiminde görülen bu ihtiyaç ve isteÄŸe Meclis de katılmıştır.
​

Prof. Dr.Ä°smail Kara'nın Cumhuriyet Türkiyesi'nde Bir Mesele Olarak Ä°slam (Dergâh: 2016) adlı kitabından kısaltılarak alınmıştır.
Ä°lahiyat Fakültesinin KuruluÅŸ Felsefesi
Gerek Meclis’te gerekse basındaki tartışmalarda yeni kurulacak fakültenin medresenin devamı olmayacağı hususen vurgulanmaktadır. Devrin Milli EÄŸitim Bakam Tahsin BanguoÄŸlu da Meclis’te “Bu fakülte medrese ruhuyla çalışmayacak, tersine irtica hareketlerine karşı çıkacaktır. Bu fakülte hurafecilerin, önünden yarasalar gibi kaçışacakları bir meÅŸale olacaktır” demiÅŸtir. Hiç de tesadüfi olmayan ve yakın tarihin birçok problemine, tartışmasına atıflarda bulunan bu vurgular yeni fakültenin kendi tabiî tarihiyle normal bir irtibata geçmeyeceÄŸini, dinî/ÅŸer‘î ilimler ağırlıklı bir eÄŸitim yapmayacağını, hurafe edebiyatı üzerinden halk dindarlığını, taassup üzerinden de dinî hayatın yaÅŸanma ve tezahür biçimlerini dönüÅŸtürmeyi hedefleyeceÄŸini, daha da ötede teknik manasıyla din eÄŸitimi vermeyeceÄŸini de bir ÅŸekilde ifade etmektedir.
​
Nitekim uygulama da esas itibariyle böyle olmuÅŸtur.
​
Tartışmayı medrese, irtica, skolastik... gibi nazik ve istismara müsait alanlardan Türkiye’nin ihtiyaçları, gerçek bir Ä°slâm Ä°lahiyat Fakültesinin ÅŸartları, hoca ve talebe profili, altyapı, program/ders akışı gibi meselelere çekmeye çalışan Diyanet Ä°ÅŸleri baÅŸkanı Ahmet Hamdi Akseki ve onu destekleyen Selâmet, SebilürreÅŸad gibi bazı basın-yayın organları büyük çabalar sarf etmelerine ve emek mahsulü raporlar yazıp yayınlamalarına raÄŸmen neticede baÅŸarılı olamamışlardır.
​
Kanun teklifinde ve Meclis’teki tartışmalarda Fakülte’nin kuruluÅŸ gayesi ve hedefleri arasında iki husus öne çıkmaktadır. Bunlardan biri “din meselelerinin saÄŸlam ve ilmî esaslara göre incelenmesini mümkün kılmak”tır ki daha çok akademik eleman yetiÅŸtirmeye ve ilmî çalışmalara vurguda bulunmaktadır. “Mesleki bilgisi kuvvetli ve düÅŸünüÅŸünde ihatalı din adamlarının yetiÅŸebilmesi için gerekli ÅŸartları hazırlamak” ise Diyanet Ä°ÅŸleri BaÅŸkanlığı’na her kademede (merkez teÅŸkilatı personeli, müftü, murakıp, vaiz, imam...) eleman yetiÅŸtirmek ve Milli EÄŸitim Bakanlığı’nın Din Dersi hocası ihtiyacını karşılamaya dönüktür.
​
Fakülte’nin, bir ara tartışıldığı gibi Ä°stanbul Üniversitesi bünyesinde deÄŸil de yeni Türkiye’nin baÅŸkentinde, Ankara Üniversitesi içinde açılması da “medrese” ve “eski”ye ait unsurlar taşıma ihtimalinden kurtarılması ÅŸeklinde açıklanacaktır.
​
O yıllarda Halk Partisi’nin içinde yer almakla birlikte din eÄŸitimi meselelerine daha yumuÅŸak ve daha yapıcı bir ÅŸekilde bakan Hamdullah Suphi Tanrıöver’in Ä°lahiyatın programı etrafındaki düÅŸünceleri ve derslerin muhteviyatına dair iÅŸaretleri meselenin ne kadar dar ve daraltıcı bir çerçevede ele alındığını gösteren iÅŸaretler taşımaktadır. Ä°lk sırada Ä°slâm sosyolojisi dersinin zikredilmesi, tesadüfi bile olsa baÅŸlı başına anlamlıdır ve BaltacıoÄŸlu’nun baÅŸta zikrettiÄŸimiz ifadelerini hatırlatmaktadır. Bunun yanında Klasik dinî ilimler yok mesabesindedir.
​
Ders baÅŸlıklarının akışı bize Ankara’da konuÅŸulmuÅŸ ve kararlaÅŸtırılmış dikkate deÄŸer bir çerçeve gibi gözüküyor:
“Yüksek dinî ilimler için kurulacak müessesemizde (...) [ÅŸu] bahislerin okutulmasında büyük fayda görürüm: Ä°slâm sosyolojisi, Kelâm ve Kelâm tarihi, Fıkıh tarihi, Ä°slâm felsefesi, Hıristiyan felsefesi, Luther-Kalvin-Knox gibi büyük din ıslahatçılarının hareketleri tarihi, Ä°slâm medeniyeti tarihi, Mukayeseli dinler tarihi, Ä°slâm güzel sanatlar tarihi, din hakkında büyük mütefekkirlerin düÅŸüncelerine ait olan bir ders. Bu derste bütün beÅŸeriyetin fikriyat tarihinde birinci derecede yer tutan Farabî gibi, Ä°bn RüÅŸd gibi ÅŸark âlimleri de dahil olmak üzere dindar olarak ölen Newton, Pascal, Leibnitz, Descartes, Bergson gibi âlimler ne mühim ve faydalı bir yer tutabilir! (...) Programda kuvvetli bir Arapça, hatta bize ÅŸark ilimlerinin kapısını açacak kuvvetli bir Acemce [Farsça] yer tutmalıdır. Buna Hitabet derslerini ilave ediyorum. Bir de ilim ile dinin münasebetlerini ayrı bir bahis halinde okutmalıdır.”
​
Fakültenin hangi kurumun içinde ve ne ÅŸekilde yer alacağı, programının ve ders ağırlıklarının nasıl teÅŸekkül edeceÄŸi meseleleri yeteri kadar tartışılmadan sonuca baÄŸlandı. Halbuki Türkiye’nin o günkü imkânları, ihtiyaçları ve ÅŸartları yanında Avrupa’daki tecrübeleri de hesaba katarak daha doÄŸru ve daha uygun tekliflerde bulunan yetkili kiÅŸiler de vardı. Bunlar batıda olduÄŸu gibi biri üniversiteye, diÄŸeri de Diyanete baÄŸlı olmak üzere iki yüksek din eÄŸitimi kurumu kurulmasını teklif ediyorlardı. Bu tekliflerde bulunanlardan biri de hem medrese hem mektep eÄŸitimi alan, Rasadhane’nin kurucu müdürü Fatin Gökmendir. O sırada CHP milletvekili olarak Mecliste bulunan Fatin Hoca bir röportajında Diyanet’in ve baÅŸkan Ahmet Hamdi Akseki’nin görüÅŸlerine yakın fikirleri dillendirmektedir:
“Müftü, vaiz ve din âlimlerini yetiÅŸtirmek için de üniversiteye baÄŸlı bir Ä°lahiyat Fakültesi açılması muvafıktır. Avrupa’nın ekser darülfünunlarında (...), Amerika’da üçyüzü mütecaviz müessesede ilahiyat dersi tedris edilmektedir veya ayrı Katolik, Protestan Ä°lahiyat Fakülteleri vardır. Kiliseye baÄŸlı pratik din adamı yetiÅŸtiren müesseseler de ayrıdır. Binaenaleyh bizde de kurulması muvafıktır. Burası [üniversitedeki Ä°lahiyat] dinlerin mukayesesi, tarihi, dinî ihtilaflar, mezhepler, tarikatlar ve dinin mâbadettabia [metafizik] esasları gibi hususların âlimlerini yetiÅŸtirirler. Asıl Ä°slâm ilimleri olan Tefsir, Hadis, Usul-i fıkıh, Ehl-i sünnet akaidi ve Fıkıh gibi kolların bilginlerini [üniversite] yetiÅŸtirmez. Biz kanun teklifimizde bu noktayı düÅŸünerek ayrıca gene Diyanet Ä°ÅŸlerine merbut [baÄŸlı] yüksek din öÄŸretim müessesesinin kurulmasını istedik.”
​
Fakat bu makul tekliflerin ikinci kısım bazı korkular ve çekinceler yüzünden, belki kontrollü gerilimler üzerinden kabul görmedi, bu ihtimali devre-dışı bırakmak için Diyanet haksız tenkitlere muhatap edildi. Neticede Diyanet ve onun talepleri ile ona yakın duranların görüÅŸleri tamamen devre-dışı bırakıldı ve kanun taslağı bu çerçevede hazırlandı.

Prof. Dr.CaÄŸfer KardaÅŸ- Bugünün Ä°lahiyatı Nasıl Olmalıdır.? Sempozyum Bildirileri (Ensar: 2014) adlı kitaptan kısaltılarak alınmıştır.
Müfredat
Müfredat-1949
1949’da açılan Ankara Üniversitesi Ä°lahiyat Fakültesinin programı ilk bakışta önceki programları dikkate almaksızın sıfırdan ve tamamen pozitivist/profan bir zihniyetle hazırlanmış bir program görüntüsü vermektedir. Ä°lk okutulan dersler ÅŸunlardan ibarettir: Arapça, Farsça, Yabancı Dil, Sosyoloji, Mantık ve Ä°limler Felsefesi, Ä°slâm Dini ve Mezhepleri Tarihi, Ä°slâm Sanatı Tarihi, Mukayeseli Dinler Tarihi. Kayıtlara ve ilk mezunların hatıralarından edinilen bilgilere göre Ä°kinci yıl Hadis Usulü, Ä°slâm’da Ä°limler Tarihi, Din Psikolojisi, Tefsir, Hadis ve Ä°slâm Hukuku dersleri ilave edilmiÅŸ, buna karşılık Dil ve Tarih CoÄŸrafya Fakültesinde takip edilmekte olan Sosyoloji dersi kaldırılmıştır.
​

1949 yılında açılan Ankara Üniversitesi Ä°lahiyat Fakültesi din görevlisi ihtiyacını karşılamak üzere kurulması düÅŸünülmüÅŸtür. Ancak Ä°smail Hakkı BaltacıoÄŸlu gibi bu iÅŸi bilen mebusların uyarılarına raÄŸmen profan bir anlayışla pozitivist düÅŸünceyi yansıtan bir program ortaya çıkmıştır. Ä°htiyaçlar ve beklentiler büyük ve baskın gelince çok geçmeden Ä°slâm Hukuku, Hadis, Tefsir gibi derslerin programa konulması söz konusu olmuÅŸtur. Ancak esas din görevlisinden beklenen Kur’ân okuma bilgi ve becerisi dersi düÅŸünülmemiÅŸtir. Bu yeni program ne akademik düÅŸüncemize ne de halkın beklentisine cevap verecek durumda olmuÅŸtur. O yüzden ortalama dindar kesim Ankara Ä°lahiyat Fakültesinden haberdar bile olmamıştır. Ulusalcı zihniyetin istediÄŸi görüntüyü kurtarmak kaygısı yerine gelmiÅŸtir ama halkın beklentisi, talebi ve ihtiyacı karşılanmamıştır.

Prof. Dr.Mustafa Öcal'ın Osmanlı’dan Günümüze Türkiye’de Din EÄŸitimi (Dergâh: 2017) adlı kitabından kısaltılarak alınmıştır.
Ankara Üniversitesi Ä°lahiyat Fakültesi’nin ilk açılış yıllarında uygulanan programa bakıldığında, “derse göre hoca deÄŸil, hocaya göre ders” ihdas edilerek öÄŸretime baÅŸlandığı anlaşılmaktadır. Ciddi ve düzenli bir program ancak ilk mezunların verildiÄŸi 1953 yılından sonra hazırlanıp uygulamaya konulmuÅŸtur.
​
Ä°lk dört yıllık programda hiç yer verilmemiÅŸ olan Kur’an dersinin, “Kuran ve Ä°slâm Dini Esasları” adıyla da olsa ilk iki yılda bu programda yer almış olması olumlu bir geliÅŸme olmuÅŸtur. Ancak hem Kur’an ve hem de Ä°slâm Dini ve Esaslarının tek ders hâlinde, üstelik haftada 2 saatlik bir süre tahsis edilerek programa alınması ilginçtir. Belli ki, o dönem bu programı hazırlayanlar hâlâ Ä°lâhiyat Fakültesinde Kur’an öÄŸretimine pek sıcak bakmamışlar. Zaten 1950’li yıllarda bu fakültede öÄŸrenim görenlerin anlatımlarına bakılırsa, her ne kadar 1953’ten itibaren programda Kur’an-ı Kerim dersi yer almış olsa da fiiliyatta ciddi bir Kur’an eÄŸitimi verilmemiÅŸtir. ÖÄŸrenciler cami cami dolaÅŸarak imamlardan müezzinlerden Kur’an okumasını öÄŸrenmeye çalışmışlar.
​
Müfredat-1953
1953-1954 öÄŸretim yılında uygulamaya konulan ders programına bakıldığında ise artık epeyce “Ä°lahiyat Fakültesi programı” denilebilecek hale gelmiÅŸ olduÄŸu anlaşılmaktadır.
​
Ä°lk iki sene kültür dersleri okutulurken üçüncü ve dördüncü sınıflara toplam 6’ÅŸar saatlik Tefsir ve Hadis konulmuÅŸtur. Buna karşılık üçüncü sınıfta 2 saatlik Kelâm dersi yer almış ama konuları itibariyle Kelâma yakın ders olan Ä°slâm Mezhepleri Tarihine ise, üçüncü sınıfta 2, dördüncü sınıfta 4 saat olmak üzere toplam 6 saat zaman ayrılmıştır. Ä°slâm Hukuku dersine yalnızca üçüncü sınıfta 2 saatlik zaman tahsisi manidardır.
​
Haftada 2’ÅŸer saatlik Tasavvuf Tarihi, Dinler Tarihi dersleri yanında, ikinci ve üçüncü sınıfta toplam 3 saat Din Psikolojisi, ikinci sınıfta 2 saat Din Sosyolojisi ve dördüncü sınıfta 2 saat Pedagoji dersleri programda yer bulmuÅŸtur. Bu arada birinci ve üçüncü sınıflarda 2’ÅŸerden 4 saat Ä°slâm Felsefesi, ikinci ve üçüncü sınıfta toplam 4 saat Felsefe ve Mantık dersi olmak üzere bu gruptaki derslerin toplam saati ise 8’e ulaÅŸmaktadır.
​
Nihayet son sınıftaki 2 saatlik Ä°nkılâp Tarihi dersi ile program son bulmaktadır.
​
İkinci Programı (1953-1954):

Dersler
Dört yıl boyunca da Kuran dersi programda yer alamayacaktır. Oysa fakültenin kuruluÅŸ kanunu TBMM’de tartışılırken, o dönemde KırÅŸehir milletvekili olarak görev yapmakta olan Dâru’l-Fünûn EminliÄŸi/RektörlüÄŸü ve 1924’te açılan Ä°lahiyat Fakültesinde hocalık yapmış olan Ä°smail Hakkı BaltacıoÄŸlu yaptığı uzunca konuÅŸmasının bir yerinde ÅŸöyle demiÅŸtir:
Bu Ä°lahiyat Fakültesi Atatürk inkılabından sonra ikinci defa Türkiye’de açılıyor. Ä°lk defa Ä°stanbul Üniversitesi içinde kurulmuÅŸtu. O Ä°lahiyat Fakültesi içinde benim de mesuliyetim vardı. (O fakülteyi) bir nevi Sosyoloji fakültesi yaptık. Fakat burada yani fakültede Ä°slâmî bilgiler esas, sosyolojik bilgiler yardımcı olacaktır.
​
Peki yeni kurulan Ankara Ä°lahiyat Fakültesi’nin programı gerçekten Ä°. Hakkı BaltacıoÄŸlu’nun dediÄŸi gibi mi oldu? Ä°lk yılın programına bakıldığı zaman bu soruya olumlu cevap vermek mümkün deÄŸil. Fakülteye gelen öÄŸrenciler lise mezunlarıdır. Liselerde ise Kur’an dersi bir tarafa, o yıllara kadar ilkokullarda, ortaokul ve liselerde Din Bilgisi dersi bile olmamıştır. Ä°lahiyat Fakültesinde Kur’an dersi öÄŸretilmemesi için ileri sürülen gerekçe ise -ilk öÄŸrenci ve mezunlarından bazılarının verdikleri bilgiye göre— “harf inkılâbına uygun olmadığı” imiÅŸ. ÖÄŸrenciler derslerden sonra çıkıp cami cami gezip kendilerine Kur’an okumayı öÄŸretecek din görevlisi aramışlar.
​
Arapça dersine gelince; yine ilk öÄŸrencilerinden bazıları, fakültenin ilk yılında programda Arapça yer almakla birlikte okutulup-okutulmadığını tam hatırlayamamışlardır. Buna karşılık bazıları Arapça dersi görseler de ciddi ders yapılmadığım söylemiÅŸlerdir. Hatta ilk sene tamamen Farsça okuduklarını, Arapçayı ise fakültenin açılışının ancak 3. sınıfından itibaren okumaya baÅŸladıklarım ifade edenler de olmuÅŸtur. Bu ifadelerden anlaşılıyor ki Ä°lahiyat Fakültesinde Kur’an dersini uygun görmeyen zihniyet, bir “dil dersi” olan Arapçaya da pek sıcak bakmamıştır. Buna karşılık Farsça ise ilk yıldan itibaren devamlı okutulmuÅŸtur.
​
Fakültenin programında Arapça ve Farsçadan baÅŸka bir de Batı dili (Almanca, Fransızca ve Ä°ngilizce) mevcuttur. Bu üç dilin dışındaki dersler ise genellikle kültür dersleri olarak nitelendirilen; Sosyoloji, Mantık ve Ä°limler Felsefesi, Ä°slâm Sanatları Tarihi, Mukayeseli Dinler Tarihi dersleridir. Ä°lk yıl okutulan dersler arasında meslekî/dinî ders olarak kabul edilebilecek bir tek Ä°slâm Dini ve Mezhepleri Tarihi yer almıştır.
​
Dikkat edilirse ilk dekan ve hocalar genellikle Dil Tarih ve CoÄŸrafya Fakültesi veya Hukuk Fakültesinden görevlendirilmiÅŸlerdir. O dönemde dinî yüksek tahsil yaptıran herhangi bir kurum olmadığı için “meslekçi” olarak nitelendirilebilecek hoca pek yoktur. Osmanlı döneminde medrese tahsili yapan ve fakültede hocalık yapabilecek elemanlar mevcut olmakla birlikte onlara pek iltifat edilmediÄŸi anlaşılmaktadır. Sonraki yıllarda Tayyip Okiç gibi, HaÅŸan Hüsnü Erdem gibi bazı zatlar da hocalık yapmaya baÅŸlamıştır ama ilk yıllarda çoÄŸunlukla hem derslerin türü ve hem de bilhassa meslekî/dinî derslerin hocaları bakımından yetersiz olduÄŸu aÅŸikârdır.
​

Prof. Dr.Ä°smail Kara'nın Cumhuriyet Türkiyesi'nde Bir Mesele Olarak Ä°slam (Dergâh: 2016) adlı kitabından kısaltılarak alınmıştır.
Fakültenin Açılması, Ä°lk Hocaları ve Mezunları
Hocalar
Kurucu kanun fakülte için bir dekan, 8 profesör, 15 doçent ve 28 asistandan oluÅŸan bir eÄŸitim-öÄŸretim kadrosu öngörüyordu. Bu kadronun nasıl teÅŸekkül edeceÄŸi Ankara Üniversitesi’nin kurduÄŸu ve içinde hiçbir “ilahiyatçı”nın olmadığı; felsefeci, hukukçu ve tarihçilerden müteÅŸekkil komisyondan belli olmuÅŸtu. Nitekim Ä°lahiyat Fakültesi’ne ilk atanan hocalar arasında da -biri hariç-dinî ilimlere vakıf hiçbir “ilahiyatçı” yoktur. Ä°lk hocalar ve okutacakları dersler ÅŸu ÅŸekilde teÅŸekkül etmiÅŸtir:
-
M. Esad Arsebük, Medeni Hukuk ve Borçlar Hukuku profesörü (Ä°slâm Hukuku hocası, sonra aynı zamanda dekan… Mecelle ÅŸârihi ve Fetva Emini Ali Haydar Efendi’nin oÄŸlu olduÄŸu için dinî ilimler, bu arada Ä°slâm hukuku malumatı vardı)
-
Yusuf Ziya Yörükan, Ä°stanbul Dârülfunûn Ä°lahiyat Fakültesi hocalarından ve Diyanet Ä°ÅŸleri ReisliÄŸi MüÅŸavere Heyeti azası (Ä°slâm Mezhepleri Tarihi hocası),
-
Remzi OÄŸuz Ank, EtnoÄŸrafya Müzesi müdürü ve Sanat tarihi profesörü (Ä°slâm Sanatları Tarihi hocası),
-
Hilmi Ömer Budda, Ä°stanbul Dârülfünûn Ä°lahiyat Fakültesi müderris yardımcılarından ve Türk Dil Kurumu azası (Dinler Tarihi hocası)
​

Prof. Halis Ayhan'ın Türkiye’de Din EÄŸitimi (Ensar: 2014) adlı kitabından kısaltılarak alınmıştır.
Fakülte'nin kurulduÄŸu yıllarda, akademik çalışmalardan geçmiÅŸ meslek dersleri için öÄŸretim üyesi bulunamıyordu. Hocaların büyük kısmı doÄŸrudan doÄŸruya Ä°slâmî Ä°limler alanında yetiÅŸmiÅŸ elemanlar deÄŸildi, en popüler hocalar, eski imparatorluk yadigârı ülkelerde yetiÅŸmiÅŸ öÄŸretim üyeleridir. Ä°lâhiyat fakültesinin yerli öÄŸretim kadrosu ile tam faaliyete geçebilmesi için yirmi yıla yakın bir zaman beklendi.

Prof. Dr.Mustafa Öcal'ın Osmanlı’dan Günümüze Türkiye’de Din EÄŸitimi (Dergâh: 2017) adlı kitabından kısaltılarak alınmıştır.
ÖÄŸrenciler
KuruluÅŸ kanunu yayımlanıp gerekli ön hazırlıklar tamamlandıktan sonra A. Ü. Ä°lâhiyat Fakültesi 21 Kasım 1949 günü Hukuk Fakültesinin bir bölümünde öÄŸretime baÅŸlamıştır. Ä°lk yıl; 63’ü erkek, 25’i kız olmak üzere 88 öÄŸrenci kayıt yaptırmıştır. Kendileriyle mülakat yaptığımız ilk öÄŸrencilerinden bazılarının ifadesine göre; fakülteye kayıt yaptıranlardan bir kısmı devam etmemiÅŸler. Devam edenlerden 40 (veya 43) kiÅŸi mezun olmuÅŸtur.
​
Ä°lahiyat Fakültesi, öÄŸrenci olarak -o dönemdeki mevzuat gereÄŸi-yalnızca (genel) lise çıkışlı öÄŸrencileri kabul etmekteydi. Zaten o yıllarda henüz Ä°mam-Hatip Okulları açılmamıştı. 1951 yılında Ä°HO açılıp mezun vermeye baÅŸladıktan sonra da bu okul mezunlarını öÄŸrenci olarak kabul etmedi. Åžayet Ä°mam-Hatip Okulu mezunu olup da Ä°lahiyat Fakültesinde yüksek tahsil yapmak isteyen olursa, lise fark dersleri sınavlarına girip bir de oradan diploma alması gerekiyordu. [1]
​
Yıllardan beri bu alanda bir boÅŸluk olmasına raÄŸmen bir Ä°lahiyat Fakültesi açılmış, ilk yıl (1949’da) bir umutla 88 öÄŸrenci kayıt yaptırmıştır. Sonraki yıllarda Fakülteye daha çok sayıda öÄŸrenci kayıt yaptırması beklenirken, tam tersi bir durum ortaya çıkmıştır:

GörüldüÄŸü gibi, fakültenin açıldığı yıl 88 öÄŸrenci kayıt yaptırmıştır. Ancak ikinci yıl kayıt yaptıranların sayısı birden 43 kiÅŸiye, daha sonraki yıllarda ise 38’e, 15’e, 19’a gerilemiÅŸtir. Mezunlar sayısı da kayıt yaptıranlarla doÄŸru orantılı olarak azalmıştır.
​
1954-1955 öÄŸretim yılından itibaren kayıt yaptıran öÄŸrencilerde bir artış gözlenmeye baÅŸlamıştır. Sonraki yıllarda tekrar düÅŸüÅŸ olmakla birlikte 1960-1961 öÄŸretim yılında toplam kayıt 112’ye çıkmıştır. Arkasından gelen yıllarda artık üç rakamlı olarak kayıtlar devam etmiÅŸtir.
​
Ä°lk yıl kayıt yaptıran öÄŸrencilerin, son sınıfa gelinceye kadar neden yarıdan fazlası fire verip ancak 40 kiÅŸi mezun olabilmiÅŸtir?
​
Dâru’l-Fünûn Ä°lahiyat Fakültesi mezunları gibi bu fakülte mezunları için de istihdam alanı mı yoktu? Hayır, tam tersine geniÅŸ bir istihdam alanı oluÅŸmuÅŸtu. Gerçekten de fakülte daha mezun vermeden 1951’de Ä°mam-Hatip Okulları açılmış, 1951’de Köy Enstitüleri’ne, 1953’te ÖÄŸretmen Okullarına Din Bilgisi dersi konulmuÅŸ, bu ÅŸekilde çok sayıda öÄŸretmen ihtiyacı ortaya çıkmıştı. DiÄŸer taraftan Diyanet Ä°ÅŸleri BaÅŸkanlığında da her tür görev alabilme imkânı vardı... Peki buna raÄŸmen ilk yıldan sonra fakülteye karşı neden ilgi azalması olmuÅŸtur?
​
Bunun birçok sebebi olabilir ama kanaatimizce en önemli sebep; -ders programlarından bahsederken ifade edildiÄŸi gibi- ilk açılış yılında programında yeterince dinî ders olmadığı gibi bilhassa Kur’an-ı Kerim dersinin bile yer almamasıdır. Bir Ä°lahiyat Fakültesi açılacak, programında Ä°lahiyatın olmazsa olmaz dersleri yer almayacak!.. Öyle anlaşılıyor ki, ilk açılışta gençler bir umutla gelmiÅŸ, üstelik kimi Tıp Fakültesinde baÅŸladığı tahsili bırakıp Ä°lahiyat Fakültesine geçmiÅŸtir. Kimi, Siyasal Bilgilerdeki, kimi Edebiyat Fakültesindeki kimi Yüksek Mühendislikteki tahsillerini bırakıp Ä°lahiyata geçiÅŸ yapmış ama aradıklarım bulamayarak sukût-u hayale uÄŸramışlardır.
​
1953-1954 öÄŸretim yılından itibaren uygulanmak üzere, içerisinde Kur’an-ı Kerim ve dinî (meslekî) derslerin daha yoÄŸunlukta yer aldığı bir programın uygulamaya konulmasından sonradır ki fakülteye olan ilgi artmaya baÅŸlamıştır.

Prof. Dr.Ä°smail Kara'nın Cumhuriyet Türkiyesi'nde Bir Mesele Olarak Ä°slam (Dergâh: 2016) adlı kitabından kısaltılarak alınmıştır.
Yeni Ä°lahiyat Fakültesi ile Ä°lgili Ä°zlenimler
ÖÄŸrencilerin GörüÅŸleri
Fakültenin ilk talebelerinden Ä°smail CerrahoÄŸlu’nun ve 1954 yılında talebe olan Mehmed HatiboÄŸlu’nun dersler ve hocalar hakkında anlattıkları birçok bakımdan zikre deÄŸer:
​
CerrahoÄŸlu:
“Fransızcanın yanı sıra, mesleki dersler olarak Yusuf Ziya Yörükan’ın okuttuÄŸu Ä°slâm tarihi, Remzi OÄŸuz Ank’ın girdiÄŸi Sanat tarihi ve Felsefe grubu dersleri vardı. Tefsir, Hadis ÅŸöyle dursun, Kuran ve Arapça dersleri bile yoktu. Necati Lügal hocadan Arapça dersi almak için Dil-Tarih’e gidiyorduk; fakat Hocamız önce Farsça öÄŸretmeyi uygun gördü; Arapçayı seneye öÄŸreteceÄŸini söyledi. Sene 1949, Ä°lahiyatın ilk yılı; biz toplam 40 kiÅŸi kadardık (...) Rahmetli Tayyip (Okiç) Hoca bizden iki sene sonra geldi Fakülteye; müfredata Tefsir, Fıkıh, Hadis dersleri kondu ve bir program dahilinde ona baÄŸlandı. Tefsir dersine, [daha sonra] Diyanet Ä°ÅŸleri BaÅŸkanlığı yapmış Hasan Hüsnü Erdem gelirdi; Celâleyn okuturdu. Tabii, arkadaÅŸların Arapçaları zayıf olduÄŸundan, öÄŸrenmeleri zor oluyordu (...) Fakülte, yeni kurulduÄŸu için, binasıyla, hocalarıyla, müfredatıyla müstakil bir fakülte statüsünde deÄŸildi. Kurul toplantıları Dil-Tarih’ten, Hukuk’tan hocalarla yapılıyordu: Hukuk Fakültesi’nden Sabri Åžakir Ansay -bizim Ä°slâm hukuku dersine girerdi-, Dil-Tarih’ten Hamdi Ragıp Atademir, Bedi Ziya Egemen, Suut Kemal Yetkin. Dekanlar da onlardan olurdu”.
​
HatiboÄŸlu:
“Biz liseyi bitirince fetret devrinden sonra açılmış bir fakülteye [Ä°lahiyata] vardık. Önümüzde mükemmel bir eÄŸitim kadrosu yoktu. Meselâ Ankara Ä°lahiyat Fakültesi açıldığında Tefsir, Hadis, Kelâm gibi temel Ä°slâmî ilimleri okutacak tek Türk profesör yoktu. Hatta bu zaviyedendir ki ilk defa [Ä°slâmî ilimler için] 'Dogmatik Ä°limler’ diye bir bölüm açmışlardı ve bu bölümü Saraybosnalı Tayyip Okiç hocamıza teklif ediyorlar. Saraybosnalıdır kendisi, Türkiye’den bu vasıfta birisi çıkamamıştır.”
Hocaların bir kısmının dine karşı veya dinî meselelerde kayıtsız oluÅŸları ilk mezunların hatıraları arasında en canlı ve vurgulu hususlardan biri olarak zikredilmektedir:
Ä°lk mezunlardan Hüseyin Bayram:
“Ä°lk yıllarda Kur’an-ı Kerim dersi olmadığı için birçok arkadaşın -ben de dahil-Kur’an-ı Kerim okumak için mahalle mahalle dolaşıp bize Kur’an-ı Kerim okutacak din görevlisi (cami imamı) aradığımızı hatırlıyorum.”
​
Ä°. CerrahoÄŸlu:
“Hocalardan bir ikisi müstesna ne biz onlara uyum saÄŸlayabildik ne de onlar bekledikleri ÅŸeyleri bizde bulabildiler. Ahirete intikal eden bu insanlar hakkında bir ÅŸeyler söylemek istemiyorum. Yüce Mevlâm kusurlarını bağışlasın”.
​
Hüseyin Bayram:
“Hocalarımızın zihniyeti birbirinden çok farklı idi. Fakültenin genel havası ile uyumlu olanlar olduÄŸu gibi uyumsuz olanlar da vardı. Uyumsuz olanların bize karşı bakış açıları hiç de iyi deÄŸildi. Bunların başında da Dinler Tarihi hocamız Prof. Dr. Ömer Hilmi Budda geliyordu. (...) Bizim inancımızı takviye etmek ÅŸöyle dursun adeta yıkmak için elinden ne gelirse yapıyordu”
​

Prof. Dr.Mahmut Kaya- Bugünün Ä°lahiyatı Nasıl Olmalı?-Sempozyum Bildirileri (Ensar: 2014) adlı kitaptan kısaltılarak alınmıştır.
Genç arkadaÅŸlarımın duymasını istediÄŸimi bir hususu anlatmak istiyorum. 1958 senesinde Peyami Sefa Tercüman’da yazıyordu. Ben o zaman yeni yetiÅŸiyorum. Onun bu köÅŸe yazısını kesip Gadi Beyzavî tefsirinin arasına koymuÅŸum.
​
Bir oryantalist Peygami Sefa’ya gelir ve Ä°slâmiyet hakkında kendisini aydınlatmasını ister. Bazı sorularına cevap verilmesini ister. Peyami Sefa Bey gelen oryantaliste:
“Ben Müslüman bir ÅŸahsım genel olarak Ä°slâm dini hakkında sizlere bilgiler sunabilirim ama Ä°slâmiyet’in esas prensipleri hakkında bir ÅŸey söyleyemem. Ankara’da bizim Ä°lahiyat Fakültemiz var, orada deÄŸerli profesörlerimiz var, bu soruları onlara sorsanız daha iyi yaparsınız.”
Der. Adam tebessüm ederek:
“Ben Ä°stanbul’a gelmezden önce Ankara’ya gittim, Ä°lahiyat Fakültesi hocalarıyla görüÅŸtüm, -hangi hocalarla görüÅŸtü ise- ÅŸu kanaate vardım ki, deÄŸil Ä°slâmiyet, onlar hiçbir dine mensup deÄŸil.” der.
​
Peyami Sefa bunu 1958’de yazmıştır. Maalesef o günkü Ä°lahiyat yürek yakıcı, tamamen oryantalist bir zihniyetle Ä°slâm’a dışarıdan bakan veya mevcut rejimin arzu ve isteklerine göre din olgusunu yorumlamak için kurulan bir kurum baÅŸka bir ÅŸey deÄŸil.