Cumhuriyetin ve Diyanetin Kurucu Fikirleri
Cumhuriyet’in Kurucu Fikri
Derin Tarih dergisinin 2017 Eylül sayısından kısaltılarak alınmıştır.
Cumhuriyet idaresinin ve ideolojisinin zor bir geçiÅŸ döneminde Fransız usulüne benzer ÅŸekilde, din-devlet iliÅŸkilerinin mutlak olarak birbirinden ayrılması ve din iÅŸlerinin/Diyanet’in devlet çatısının dışında bırakılması istikametinde bir tercihin yapılmamış olması doÄŸru bir karardır. Çünkü bu topraklarda ve Sünnî Ä°slâm dünyasında din ve devlet birbirinin mütemmim cüzüdür; dinsiz (laik?) bir devletin veya devletsiz bir dinin kültürel ve toplumsal karşılığı yoktur. (Bu sebeple tek-partili yılların katı ve kaba laiklik politikaları dönemlerinde bile hiçbir üst düzey devlet yetkilisi ‘yeni Türk devletinin/Cumhuriyet’in dini yoktur’ mealinde bir cümle telaffuz etmemiÅŸ, edememiÅŸtir. Darbeci generaller de öyle.)
​
Bu doÄŸru tercih doÄŸru bir istikamette yorumlanıp yeterli ölçüde ete-kemiÄŸe büründürülebildi mi sorusunun cevabı bugün itibariyle “hayır”dır. Diyanet’in Türkiye’yi taşıma kapasitesi hâlâ zayıftır. Bunun en derindeki sebebi 1923-24’lerden itibaren Ä°slam’ın paranteze alınması hadisesidir. Paranteze almak üstünü örtmek, sıkıştırmak, aÅŸağıya çekmek manasına da anlaşılabilir. Çok-partili hayata geçildikten sonra saÄŸcıların, muhafazakârların, mütedeyyinlerin iktidara gelmesi yahut bürokraside güçlenmesi bu önemli vakıayı esasta deÄŸiÅŸtirmeyecek, belki tahkim edecektir.
​
Mustafa Kemal PaÅŸa’ya danışmanlık da yapan Ahmet Hamdi BaÅŸar’ın 30’lu yıllardaki ifadeleri hem takip edilen politikaların arkasındaki fikre hem de bunun düÅŸük seviyesine ve pragmatizmine iÅŸaret etmesi bakımından zikre deÄŸer:
“Bizde dini cemiyetin [ve devletin] dışına atmak deÄŸil, bilâkis inkılâbın emrine vererek yaÅŸatmak lâzımdır. Camileri yıkıp, terk edip onların yerine halkevleri yapmak suretiyle hedefimize varamayız. Her zaman camide toplanan halka oradan sesimizi duyurmak; oraları modern halkevleri haline koymak, din sınıfını [ulema ve meÅŸâyihi] ortadan kaldırmak, herkesi din ve dünya namına konuÅŸturmak [dini ferdileÅŸtirmek, otorite fikrini zayıflatarak dini “herkes”in konuÅŸabileceÄŸi bir alan haline getirmek] mümkündür. Ä°slâmlık bu bakımdan en modern, en ileri bir dindir.”
​
Prof.Dr.Ä°smail Kara'nın Cumhuriyet Türkiye’sinde Bir Mesele Olarak Ä°slam (Dergâh: 2016) adlı kitanından kısaltılarak alınmıştır.
Cumhuriyet ideolojisinin batılı manada bir din-devlet / siyaset ayrılığını öngörmediÄŸi hatta bunu kendisi için tehlikeli ve tehditkâr bir husus olarak telakki ettiÄŸi açıktır. Sebebi her ne olursa olsun dini devletle veya devleti dinle irtibatlı görme ÅŸeklinde özetlenebilecek bu anlayış ve yöneliÅŸ, Türk siyasî düÅŸüncesi ve siyasî gelenekleri ile Cumhuriyet idaresinin din ve Ä°slâmî endiÅŸe sahibi Müslüman unsurla iliÅŸkileri açısından normal hatta stratejik olarak doÄŸru kabul edilebilir. Fakat ilke ve tarihî tecrübeyi dikkate alma düzeyinde bize göre normal / doÄŸru olan bu düÅŸüncenin arkasından gelen laiklik anlayışı ve uygulaması ile Diyanet Ä°ÅŸleri BaÅŸkanlığı organizasyonuna dair mevzuat ve uygulamalar çok alt düzeyde iÅŸlemiÅŸ, bir baÅŸka ifade ile siyasî merkezin dinî alana ve giderek dinî yaÅŸantıya tahakküm etmesine dönüÅŸmüÅŸtür. Dine tahakküm ve dinî alanın daraltılması, kısıtlanması ÅŸeklinde anlaşılan ve yorumlanan din-siyaset iliÅŸkileri, neticeleri itibariyle dini toplumsal gerilim ve tehlike / tehdit alanlarından biri saymak, siyasî meÅŸruluk araçlarından biri olarak kullanmak, yeni, seküler ve uygun bir din yorumunun (millî din, modem din) ortaya çıkması için sürekli ve etkin tedbirlere baÅŸvurmaktan öte bir yere varmamış gözükmektedir. [4]
Prof.Dr. Ä°smail Kara'nın Din ile Devlet Arasında Sıkışmış Bir Kurum: Diyanet Ä°ÅŸleri BaÅŸkanlığı (M.Ü. Ä°lahiyat Fakültesi Dergisi 18: 2000) adlı makalesinden kısaltılarak alınmıştır.
Osmanlı’dan Cumhuriyete
Din-siyaset iliÅŸkileri açısından Cumhuriyet devrinde, Osmanlı batılılaÅŸmasına göre derin kırılmaları mümkün veya zaruri kılan, savunulabilir hale getiren ÅŸartların/sebeplerin tamamen dahilî siyasî yöneliÅŸlerden neÅŸet etmediÄŸi açıktır. Aksi takdirde üç-dört yıl gibi kısa bir zaman içinde Ankara’nın kurumlardan, kurucu kadroya, siyasî söyleme, tavırlara, beyanatlara kadar kendini büyük bir dönüÅŸtürmeye ve tasfiyeye tabi tutmasını açıklamak zorlaÅŸacaktır. Bu noktada, ‘kurucu kadronun kafasında, 1923 sonrasında gerçekleÅŸtirdiklerinin önceden var olduÄŸu fakat hayata geçirebilmek için uygun zaman kolladıktan’ ÅŸeklinde özetlenebilecek açıklama tarzının da mübalaÄŸa, en azından boÅŸluklar taşıdığını düÅŸünüyoruz.
​
Ä°stanbul-Ankara çekiÅŸmesinin ortaya çıkardığı meÅŸruiyet problemi (unutmamak gerekir ki büyükelçilikler 30’lu yıllarda Ä°stanbul’dan Ankara’ya taşınmıştır) ve siyasî/fikrî istikrarsızlık Ankara’yı daha çabuk, üzerinde yeterince düÅŸünülmemiÅŸ, tartışılmamış, içerde paylaşılması zor fakat uluslararası arenada, mevzuat ve statü itibariyle kendi lehine iÅŸleyecek kararlar vermeye icbar etti.
​
Aslen “teceddütperver” olan fakat muhalefete düÅŸmesinin akabinde “muhafazakâr" kisvesine büründürülen Kazım Karabekir, hatıralarında anlattığına göre, durup dururken Ankara’yı kaplayan “Ä°slâmiyet terakkiye manidir” sloganının Lozan’dan estirildiÄŸini düÅŸünür ve konuyu Ä°smet Ä°nönü’ye açar. Daha düne kadar Gazi’nin hutbeler okuduÄŸunu, Kur’an’ın, Hz. Peygamber’in, hilâfetin methüsena edildiÄŸini anlatır... Ä°nönü’nün verdiÄŸi cevaplar ÅŸüphelerini haklı çıkaracak mahiyettedir:
"(...) Macarlar ve Bulgarlar, aynı saflarda Ä°tilaf devletlerine karşı harp ettikleri ve maÄŸlup oldukları halde istiklallerini muhafaza etmiÅŸ olmaları Hristiyan olduklarından, bize istiklal verilmemesi de Ä°slâm olduÄŸumuzdan ileri geldiÄŸini, bugün kendi kuvvetimizle yıllarca uÄŸraÅŸarak kurtulduksa da Ä°slâm kaldıkça müstemlekeci devletlerin ve bu arada bilhassa Ä°ngilizlerin daima aleyhimizde olacaklarım ve istiklalimizin de daima tehlikede kalacağım bana anlattı.
​
"Ben de bu fikre iÅŸtirak etmediÄŸimi ÅŸu mütalaalarıma dayanarak söyledim: Böyle bir fikrin doÄŸuracağı hareket milletin başına yeniden daha korkunç ve daha meÅŸum bir istibdat idaresi getirecektir. (...) Lozan bize istibdat ve tehlike getirmesin. (...)
​
"(Ä°smet PaÅŸa): Hocaları toptan kaldırmadıkça hiçbir iÅŸ yapamayız"
​
Böyle bir ortamın ve bakış açısının ürünü olan Cumhuriyet inkılâplarına bakıldığı zaman, bunların nerede ise hepsinin doÄŸrudan veya dolaylı olarak dinle baÄŸlantılı olduÄŸu görülecektir. 1982 anayasasının da 174. maddesi ile koruma altına aldığı inkılâp kanunları listesinin dinle irtibatı ek açıklamalara ihtiyaç bırakmayacak kadar açıktır.
Diyanetin Kurucu Fikri
Derin Tarih dergisinin 2017 Eylül sayısından kısaltılarak alınmıştır.
Diyanet Ä°ÅŸleri BaÅŸkanlığı’nın mevzuatı geçmiÅŸine göre bugün hayli geliÅŸmiÅŸ ve iyileÅŸtirilmiÅŸ (veya teferruatlandırılmış) haldedir. Personeli ve maddî imkânları itibariyle de öyle sayılır. Türkiye sınırları dışında düzenli olarak meslekî eleman istihdam eden ve nizamî-daimî faaliyetlerde bulunan kurumlar arasında herhalde DışiÅŸleri Bakanlığı’ndan sonra ilk akla gelebilecek büyük kurum odur.
​
Yine de mühim soru ortada duruyor: Diyanet’in kurucu fikri deÄŸiÅŸti mi/deÄŸiÅŸir mi; geliÅŸti mi/geliÅŸir mi? Asıl görevi ve fonksiyonu bu topraklarda kurucu bir unsur olarak vücut bulan/vücut veren Ä°slamiyet’e ve Müslümanlığa katılmak ve onu tesahüp ederek yeni ÅŸartlarda, bugünün ihtiyaçları istikametinde hem bilgi ve kurumsallaÅŸma açısından bir yukarıya çıkarmak hem de yaÅŸayış itibariyle göÄŸertip geniÅŸletmek midir; yoksa Cumhuriyet ideolojisinin ve siyasî merkezin talepleri doÄŸrultusunda dinî bilgiyi ve anlayışı deÄŸiÅŸtirip dönüÅŸtürmek, modernleÅŸtirmek, sekülerleÅŸtirmek, dinî hayat üzerindeki doÄŸrudan ve dolaylı kontrol mekanizmalarını artırmak, din üzerinden sisteme ve laikliÄŸe meÅŸruluk, katılım ve itaat girdileri saÄŸlamak mıdır?
​
Soruyu, sorular manzumesini bir baÅŸka ÅŸekle büründürüp netleÅŸtirebiliriz de: Diyanet laik bir kurum mudur, yoksa dinî bir kurum mu? Ä°ki arada bir derede mi?
​
Bir asra yaklaÅŸan tarihinin ardından hâlâ uzun boylu tartışılmaya ihtiyaç gösteren ama ne hikmetse atlanıp geçilen zor bir sorudur bu. Yine de kurucu fikir etrafında bir hareket ve anlama merkezi edinmek için iki noktaya yoÄŸunlaşılabilir diye düÅŸünüyorum.
​
Kanunlar
Bunlardan biri Diyanet’in de kurulduÄŸu 3 Mart 1924 tarihidir. Bu tarihte Diyanet’in kurucu fikrinden ve bugününden bağımsız olarak ele alınamayacak üç büyük kanun çıkarıldı, üç büyük kırılma vuku buldu. Hem de ivedilikle...
-
Çıkarılan kanunlardan biri Hilafeti ilga ediyordu. Bu kanun, sadece Hilafetin ilgasını deÄŸil aynı zamanda devletin “dinî” kimlikten, mânevî-metafizik unsurlardan bütünüyle tecridini ve belki daha da önemlisi Türkiye’nin îslâm dünyasıyla merkezî irtibat noktası olan, yakın tarihi 4 asırlık, uzak tarihi 13 asırlık bir makamı ortadan kaldırıyordu.
-
Ä°kinci kanun Tevhid-i Tedrisat Kanunu idi. Bu kanun da Türk eÄŸitim sistemini “dinî” muhtevadan/mantıktan uzaklaÅŸtırmış ve örgün din eÄŸitimini büyük ölçüde (1933 yılında bütünüyle), yaygın din eÄŸitimini ise tamamen ortadan kaldırmış oluyordu.
-
Üçüncü kanun tamamen Ankara’ya mahsus bir tecrübe olan Åžer‘iye ve Evkaf Vekâleti’ni ilga eden ve din iÅŸlerinin tedvirini BaÅŸbakanlık’a baÄŸlı bir baÅŸkanlık (riyaset) olarak Diyanet Ä°ÅŸleri BaÅŸkanlığı’na devreden kanundur.
Diyanet’in kurucu fikri bu üç zorlu ve problemli kanunun toplamının arasında ve içinde teÅŸekkül etmiÅŸtir. Elbette daha sonra bunlara baÅŸkaları da eklenmiÅŸtir. Bugüne kadar gelen ve devam edeceÄŸe benzeyen köklü problemlerinin sadece kendisiyle alakalı olmayışı da bu yüzdendir. Onun için kanunun gerekçesinde ana unsur olarak yer alan ve mantık itibariyle doÄŸru gibi gözüken “din iÅŸlerinin siyasetten arındırılması” fikren ve fiilen hiç gerçekleÅŸmemiÅŸ bir ÅŸeydir. Söz konusu olan, “dinî alanın” 1924 öncesine göre daha fazla daraltılması, siyasî kontrol ve tahakküm altına alınması, zaman zaman istismar edilmesi ve biçimsizleÅŸtirilmesidir.
Görev Alanları
Kurucu fikir için bakılacak ikinci yer Diyanet’in görev ve yetki alanlarıyla ilgili düzenlemeler ve uygulamalardır. 3 Mart 1924 tarihli kanunun 1. maddesi ele verdikleri kadar gizledikleri açısından da önemli olmalı.
​
Diyanet’e yüklenen fetva, itikat ve ibadetle alakalı irÅŸat (sınırlı eÄŸitim-öÄŸretim) ve ibadethanelerin idaresi vazifeleri 40 yıl sonra 22 Haziran 1965 tarihli “Diyanet Ä°ÅŸleri BaÅŸkanlığı KuruluÅŸ ve Görevleri Hakkında Kanun”un 1. maddesi ile ÅŸöyle düzenlenmiÅŸtir:
“Ä°slâm dininin inançları, ibadet ve ahlâk esasları ile ilgili iÅŸleri yürütmek, din konusunda toplumu aydınlatmak ve ibadet yerlerini yönetmek üzere; BaÅŸbakanlık’a baÄŸlı Diyanet Ä°ÅŸleri BaÅŸkanlığı kurulmuÅŸtur.”
​
1961 Anayasası ile genel idare içine alınan (madde 154) Diyanet, 1982 Anayasasında müstakil bir maddeye konu olacaktır. Bu madde kuruma hem laiklik ilkesi doÄŸrultusunda yer tayin etmekte hem de görevlerinin istikamet ve muhtevasını belirlemektedir:
“Genel idare içinde yer alan Diyanet Ä°ÅŸleri BaÅŸkanlığı, laiklik ilkesi doÄŸrultusunda, bütün siyasî görüÅŸ ve düÅŸünüÅŸlerin dışında kalarak ve milletçe dayanışma ve bütünleÅŸmeyi amaç edinerek, özel kanununda gösterilen görevleri yerine getirir” (madde 136).
​
Prof.Dr.Ä°smail Kara'nın Cumhuriyet Türkiye’sinde Bir Mesele Olarak Ä°slam (Dergâh: 2016) adlı kitanından kısaltılarak alınmıştır.
633 sayılı Diyanet teÅŸkilat kanununun laiklik ilkesine aykırı olduÄŸu iddiasıyla Birlik Partisi tarafından açılan iptal davası için Anayasa Mahkemesi’nin verdiÄŸi kararın gerekçesinde yer alan ve bizim siyasî merkezin esas görüÅŸü olarak alınabileceÄŸini düÅŸündüÄŸümüz deÄŸerlendirmeler de tartışmaya çalıştığımız husus için önemli olmalıdır:
“Diyanet Ä°ÅŸleri BaÅŸkanlığı, dinî bir teÅŸkilat deÄŸil, Anayasanın 154. maddesinde saptandığı üzere genel idare içinde yer almış idari bir teÅŸkilat durumundadır. (...) Diyanet Ä°ÅŸleri BaÅŸkanlığı’nın Anayasada yer almasının ve mensuplarının memur niteliÄŸinde sayılmasının, (...) birçok tarihî nedenlerin, gerçeklerin ve ülke koÅŸullarıyla ihtiyaçların doÄŸurduÄŸu bir zorunluk sonucu olduÄŸunda kuÅŸku yoktur. (...) Dinin devletçe denetiminin yürütülmesi, din iÅŸlerinde çalışacak kimselerin yetenekli olarak yetiÅŸtirilmesi yoluyla dinî taassubun önlenmesi ve dinin toplum için manevi bir disiplin olmasının saÄŸlanması ve böylece Türk milletinin çaÄŸdaÅŸ uygarlık seviyesine eriÅŸmesi, yücelmesi ana ereÄŸinin gerçekleÅŸtirilmesi gibi nedenlere dayan [maktadır], (...) Devletin bu alandaki yardımı ve Diyanet Ä°ÅŸleri kuruluÅŸu görevlilerinin memur sayılması, devletin din iÅŸlerini yürüttüÄŸü anlamına gelmeyip ülke koÅŸullarının zorunlu kıldığı ihtiyaca uygun bir çözüm yolu bulmak erek ve anlamını taşımaktadır.” (Haziran 1972 tarihli Resmi Gazete).
​
Prof.Dr.Ä°smail Kara'nın Cumhuriyet Türkiye’sinde Bir Mesele Olarak Ä°slam (Dergâh: 2016) adlı kitanından kısaltılarak alınmıştır.
Diyanet’e Biçilen Yerin Seviyesi ve Kapasitesi
Gerçekten de Diyanet teÅŸkilatı, nerede ise Cumhuriyet’le yaşıt tarihi süresince, kendisine biçilen yere ve sınırlara sadık kalarak Müslümanların din iÅŸlerine bakmaktan çok “devletin din iÅŸlerine bakan”, devletin felsefî ve siyasî temayülleri, zaman zaman baskıları doÄŸrultusunda dinî yorumlar yapan, halkın din anlayışını, dini yaÅŸama biçimini dönüÅŸtürmeyi amaçlayan bir kurum olagelmiÅŸtir. 1982 anayasasının ilgili maddesinde geçen; “Diyanet Ä°ÅŸleri BaÅŸkanlığı, laiklik ilkesi doÄŸrultusunda, bütün siyasî görüÅŸ ve düÅŸünüÅŸlerin dışında kalarak ve milletçe dayanışma ve bütünleÅŸmeyi amaç edinerek, özel kanununda gösterilen görevleri yerine getirir” ifadelerinin arka planında da bu vardır.
​
Diyanet’in dinin algılanma ve yaÅŸanma tarzı üzerinden halk dindarlığı ile bu tür dindarlığı besleyen cemaat ve tarikatlara karşı yürüttüÄŸü mücadele aslında Diyanet’le veya Cumhuriyet devri ile baÅŸlamış bir ÅŸey deÄŸildir. Bunun köklerini Ä°slâm’ın, kendisinin deÄŸilse de mevcut durumunun ıslahat hareketlerine, modernleÅŸmeye, ilerlemeye, kurtuluÅŸa müsait ve uygun bir manzara arz etmediÄŸini ve “gerçek / sahih Ä°slâm” istikametinde bir dönüÅŸüme uÄŸratılması gerektiÄŸini savunan XIX ve XX. yüzyıl Müslüman aydınlarında aramak gerekecektir. Bu söylemdeki “sahih / gerçek” vurgusunun sahihlikten ziyade modernleÅŸme süreçlerine uygunluÄŸu ifade ettiÄŸi bugün için artık açıklığa kavuÅŸmuÅŸ bir husustur. “Hurafe” ise terkedilmek istenen, bu yüzden de esasta dinî olup olmadıklarına bakılmadan gayrimeÅŸru ilân edilen unsurların umumi adıdır. Burada itikadı açıdan meÅŸru olmayan hurafe ve bâtıl inanç vurgusu bir araç olarak kullanılmakta, bunun üzerinden halk dindarlığı hatta dinin ete kemiÄŸe bürünmüÅŸ, bir coÄŸrafyaya, bir kültüre sinmiÅŸ hali zayıflatılmaktadır.
​
Tarihi gerilere doÄŸru gitse de Diyanet’in dergileri, kitapları, hutbeleri ve umumi söylemiyle XIX. yüzyıl potivizminin, Protestanlığın ve yeni SelefîliÄŸin esas iddiaları ve tortularını taşıyan bu bakış açısını bugün bile halk dindarlığı üzerinde bir baskı ve dönüÅŸtürme aracı olarak kullandığı / kullanmaya icbar edildiÄŸi görülmektedir. Aslında Diyanet teÅŸkilatı ve Ä°lahiyat Fakülteleri bütün tarihleri boyunca dinle pozitivizm bilimcilik arasındaki derin zıtlığı felsefî bir problem olarak hissetmiÅŸ ve üzerine yoÄŸunlaÅŸmış deÄŸildir. Bu yüzden bilimperestlik ve rasyonalizm, hem de dini ve dindarlığı savunmak gibi esasında olmayacak bir fonksiyonla birleÅŸerek hükümranlığını sürdürmektedir. Diyanet’in Türkiye’yi “pozitivist bir anıtkabir” haline getirmek hususundaki çabalara katılma arzusu ve oranı küçümsenemeyecek boyutlardadır. Bunun son örneklerinden biri Diyanet dergisinin, kapağında “ne çaputtan ne faldan; yardım yalnız Allah’tan” spotuyla hurafe özel sayısı çıkarmasıdır. DiÄŸeri kurumun 2006 yılında müftülükler kanalıyla halk arasında yaygın olan hurafe ve batıl inançları tesbit etmeye çalışması (1380 hurafe tespit edilmiÅŸtir) ve bu konuyu baÅŸka yazılarla destekleyerek dergisinde hususi olarak iÅŸlemesidir.
​
Siyasî merkezin ana temayülü ile Diyanet Ä°ÅŸleri BaÅŸkanlığı’nın tarihi boyunca isteyerek veya zorlamalar neticesinde yaptığı icraata bakıldığında Cumhuriyet ideolojisinin din-devlet ayrılığı manasında bir laiklikten çok dinin dünyevileÅŸmesi ve siyaset-kamu alanındaki fonksiyonlarından, iddialarından tecrit edilmesi manasına bir sekülarizmden yana tavır koyduÄŸu ve bu tavrı, alanını geniÅŸleterek bugüne kadar ısrarla sürdürdüÄŸü neticesine varılabilir. Bir önceki Diyanet Ä°ÅŸleri BaÅŸkanı BardakoÄŸlu’nun bir beyanatında kullandığı cesur ifadeler, Protestanlık söylemini çaÄŸrıştırmaktan ötede Diyanet’le seküler din anlayışı irtibatının nerelere kadar götürülebileceÄŸinin de açık beyanı olmalıdır:
“Biz artık ritüel [ibadet] merkezli bir dindarlık deÄŸil ahlâk merkezli bir dindarlık, etkili ve anlamlı bir dindarlık üzerinde duruyoruz”. (Kendilerinin fıkıh ve Ä°slâm hukuku profesörü yani muamelat ve ibadet konulan mütehassısı olduÄŸu hesaba katıldığında bu cümleler ÅŸüphesiz daha da anlamlı hale gelecektir).
​
Bu kısmı bitirirken aktaracağımız satırlar ise bir önceki baÅŸkan BardakoÄŸlu’nun kaleminden çıkmadır ve alımlı beyanlar olmanın ötesinde maddi karşılıkları bulunabilecek bir tespite mi yoksa bir temenni ve siyasete mi iÅŸaret ettikleri meçhuldür:
“Cumhuriyetin Osmanlı geleneÄŸi üzerine kurduÄŸu önemli bir projesi olan Diyanet Ä°ÅŸleri BaÅŸkanlığı, bürokratik iÅŸleyiÅŸ ve yapısı, sunduÄŸu hizmetin kamu hizmeti niteliÄŸinde olması yönüyle bir kamu kurumu ve devlet organıdır. Toplumu din konusunda aydınlatırken kullandığı dini bilgiyi, bilimsel metodolojiye baÄŸlı olarak ürettiÄŸi ve laiklik gereÄŸi bu konuda yetkin ve bağımsız olduÄŸu için bilimsel özerkliÄŸe sahiptir. Toplumdaki din realitesinin sebebi deÄŸil sonucu olduÄŸu, topluma din hizmeti sunarken toplumun istikrarlı dini tecrübesini, hassasiyetlerini ve beklentilerini göz önüne aldığı ve bunları din konusundaki doÄŸru bilgi ile dengelemeye çalıştığı için de sivil ve demokratik bir tabana sahiptir.”
​