İmam-Hatip Kursları
Nahid Dinçer'in 1913'ten Günümüze İmam-Hatip Okulları Meselesi (Şule: 1998) adlı kitabından kısaltılarak alınmıştır.
1948: CHP Komisyonu ve Din Eğitimi Raporu
10 Şubat 1948 tarihinde toplanan Cumhuriyet Halk Partisi Meclis Grubu’nda, Başbakanın teklifi üzerine, ilkokullarda tahsil gören çocuklara din dersleri verilmesi ve ayrıca İmam ve hatip gibi din adamları yetiştirmek için meslek okulları açılması konularını inceleyip, prensip kararına bağlanması için, Parti Meclis Grubu on yedi kişiden müteşekkil bir komisyon seçmiş ve bu komisyonu görevlendirmiştir.
Kurulan bu komisyon, din eğitimi bakımından çok önemli olan raporunu CHP Meclis Grubu Yüksek Başkanlığına takdim etmiştir. Komisyon raporunda:
-
İlkokullarda ders saatleri dışında dördüncü ve beşinci sınıflarda isteyenlere din dersleri okutulması, köy okullarının üçüncü sınıflarında da aynı şekilde hareket edilmesi,
-
İmamlık, hatiplik gibi din hizmetlerini yapacak elemanlar yetiştirilmesi,
-
Yüksek din bilgini, müftü, vaiz yetiştirmek üzere bir İslâm İlâhiyat Fakültesinin kurulması,
prensip olarak kabul edilmiştir.
Din Eğitimi Raporunda İmam-Hatipler
Raporun konumuzla ilgili kısmı, okuyucuya tam bir bilgi vermek ve münakaşasını yapabilmek için aşağıya alınmıştır:
“Müslüman vatandaşların İmamlık ve hatiplik gibi dinî hizmetlerini ifa edecek elemanlara da ihtiyaç olduğu ve bunları yetiştirecek öğretim müesseselerinin kurulması lâzım geldiği tespit edilmiş ve bu nevi öğretim kurumlarımız rejimimizin ve Anayasamızın laiklik esasları ile asla teâruz etmeden devlet yardımı ile kurulabileceği esasında birleşilmiştir.
Anayasamızın 80’inci maddesi, hükümete bir nevi öğretimi denetleme vazifesi verir. 789 sayılı Maarif Teşkilâtı Kanununun 4’üncü maddesi bu denetlemenin Millî Eğitim Bakanlığı tarafından yapılmasını emreder. Anayasamızın ve Maarif Teşkilat Kanununun bu âmir hükümleri sebebiyle ve maslahatın da icabı olarak, Müslüman dininin meslek adamlarını yetiştirmek üzere kurulacak okulların da programları ile kitaplarının tetkik ve tasnifi, her nevi tedris ve terbiye faaliyetlerinin kontrolü ve bu müesseselerde hizmet göreceklerin intihap ve tayinlerinin tasdiki bakımlarından Millî Eğitim Bakanlığının devamlı alâka, teftiş ve murakabesi altında bulunmaları gerektiği ittifakla tespit olunmuştur.
“İmam ve Hatip Okullarının hangi müessese tarafından kurulması ve nereye bağlı olması hususu, tartışmalara konu teşkil etmiş ve bu konu üzerinde üç teklif ileri sürülmüştür:
Cemiyet Kursun
Tekliflerden birisi, bu kurumların devletçe yardım görecek ve murakabe edilecek bir hayır cemiyeti tarafından kurulup hükümetin murakabesi altında onun tarafından idare olunması yolunda idi. Böyle bir hizmetin tek bir cemiyete inhisar ettirilmesinin güçlüğü ve böyle bir cemiyetin zamanla alabileceği şekiller veya aynı maksat için birçok cemiyetlerin kurulmasına teşebbüs olunması ihtimali ehemmiyetli mahzurlar olarak mütalâa edilmiş ve bu teklif çoğunluk tarafından kabul olunmamıştır.
Milli Eğitim Kursun
Bahis konusu olan okulların, doğrudan doğruya Millî Eğitim Bakanlığı tarafından kurulup idare edilmesi hakkındaki teklif de Diyanet İşleri Teşkilâtının devlet kadrosunda Müslüman halkın her nevi din işlerini murakabe ve tanzim eden bir makam olması sebebiyle bu makam tarafından kurulmasının daha uygun ve pratik olacağı, halkımızı daha ziyade tatmin edeceği mülâhazası ile kabul olunmamıştır.
Diyanet Kursun
Bu okulların masraflarının Diyanet İşleri bütçesinde yer alması ve her nen husûsî tahsil durumları ile devletin diğer teşkilâtı tarafından açılan okullar üzerinde murakâbe ve teftiş hakkı kanunlarımızla müeyyet bulunan Millî Eğitim Bakanlığı’nın bu okullarla her bakımdan ilgilenip onları devamlı teftiş ve murakabe altında bulundurması tabiî ve zaruri görülmüştür.
Sonuç
Millî Eğitim Bakanlığı’nın İmam ve Hatip Okulları ile devamlı ilgisini, teftiş ve murakabesinin bir cihazı olmak üzere de Diyanet işlerinde, Diyanet İşleri Başkanının başkanlığı altında bir heyet kurulması ve bu heyeti Diyanet İşleri Müşavere heyetinden iki üye ile Millî Eğitim Bakanlığı’nın üç ve kurulacak İslâm İlâhiyat Fakültesinin de bir temsilcisinden mürekkep bulunması, çoğunlukla kararlaştırılmıştır.
İmam ve Hatip Okullarının Millî Eğitim Bakanlığının tetkik ve tasdikine sunulacak olan programlar ile kitaplarını hazırlamak, öğretim ve idare elemanlarını Millî Eğitim Bakanlığı’na inha etmek, bu heyetin esas vazifelerini teşkil edecektir. İmam ve Hatip Okullarının hangi tahsil kademesinden öğrenci alacağı ve tahsil süresinin ne olacağı, bu okulların nerelerde ve ne tarzda açılacağı gibi teknik hususlarla da bu kurul meşgul olacaktır.”
Prof. Dr.İsmail Kara'nın Cumhuriyet Türkiyesi'nde Bir Mesele Olarak İslam (Dergâh: 2016) adlı kitabından kısaltılarak alınmıştır.
"Din Eğitimini Diyanet Versin" Teklifi
CHP milletvekili olan Fatin Gökmen’in bir grup milletvekili arkadaşıyla birlikte açılacak İmam Hatip Okulları ve İlahiyat Fakültelerinin Diyanet İşleri Başkanlığı’na bağlı olarak açılması için Meclise bir kanun teklifi verdiğini görüyoruz. Muhtemelen Ahmet Hamdi Akseki’nin de müdahil olduğu ve ön alma gibi bir siyasî niyet de taşıyan kanun teklifinin birinci maddesi ve gerekçesi şöyle düzenlenmiştir:
“Madde 1. Diyanet İşleri Başkanlığı imam, hatip, vaiz ve yüksek din âlimi yetiştirmek üzere meslek mektepleri ve kurslar açmağa yetkilidir. (...)
Gerekçe: (...) Bu müesseselere olan ihtiyaç [Tcvhid-i Tedrisat Kanunu ile] 24 sene evvel takdir edilmiş (...) [olmasına rağmen] Milli Eğitim Bakanlığı bu mektepleri açamamış ve 24 seneden beri bu dinî vazifeleri salahiyetle ifa edecek kimse yetişememiştir. Bu vaziyetin neticesi olarak (...) halkımız manevî ızdırap içinde kalmış, diğer taraftan memleketin ötesinde berisinde tarikat namına birtakım hurafeler türemiş ve muzır akideler yol almıştır. (...) Kaldı ki Tevlüd-i Tedrisat Kanunu ile bu işin Milli Eğitim Bakanlığına verilmiş olması çok gayritabiidir. Diyanet İşleri’yle meşgul bir daire varken laik olan devletimizin muasır kültür işlerini yürütmeğe ayrılmış bir şubenin [Milli Eğitim Bakanlığının] dinî işlerle vazifeli kılınması kadar gayrıtabii bir vaziyet olamaz. Milli Eğitim Bakanlığının 27 sene içinde kendine tevdi edilmiş bu vazifeyi ifa edememesi müsamahadan [ihmalden] ziyade bu gayrıtabiiliğe hamledilmelidir.”
Milli Eğitim Bakanlığı’nın 1924’ten itibaren çeyrek yüzyılı aşkın bir süredir din eğitimi meselelerinde isteksiz ve yetersiz kalması elbette tek sebep değildir. Asıl sebep daha önemlidir:
“Din âlimi ayrı bir disipline, ayrı bir terbiye sistemine tâbi olarak yetişir ve başka türlü yetişmesine imkân yoktur. (...) Din âlimi birtakım hususiyetleri haiz olmak icap eder”.
Din derslerinin, İmam Hatip Okullarının ve Ankara’da kurulan İlahiyat Fakültesi’nin Diyanet’le bir şekilde irtibatlandırılması o yıllarda makul bir teklif ve doğru bir çözüm olmakla birlikte ve tekliflerin, görüşmelerin, raporların önemli bir kısmı bu istikamete doğru akmasına rağmen neticede buna kesinlikle yanaşılmayacak, o gün bugün irtibatsızlık ve laiklik açısından da muğlaklık ısrarla muhafaza edilecektir. Buna gerekçe olarak da sürekli Tevhid-i Tedrisat Kanunu’nun ruhu yani eğitimin tek elde, tek fikir etrafında toplanması (ki bu askeri okullar, ekaliyet okulları, misyonerlerin idare ettiği kolejler dolayısıyla hiçbir zaman tam gerçekleşmeyecektir), bunun için de her kademede ve türde eğitimin Milli Eğitim Bakanlığı’na bağlı olması gösterilmektedir.
Diyanetin Din Eğitimi Vermesine Karşı Çıkış Sebepleri
Bu kararlara komisyon üyelerinden Bingöl milletvekili Tahsin Banguoğlu ve Kocaeli milletvekili Nihat Erim uzun bir muhalefet şerhi düşmüşlerdir. Yoğunlaştıkları esas konu din eğitiminde Diyanet’e verilmek istenen yerle alakalıdır. Bu şerhteki ifadeler sadece Diyanet’le alakalı olmak bakımından değil üniversite mensubu iki Halk Partilinin din ve laiklik meselelerine dair daha sonraki yıllarda da çeşitli versiyonları üretilecek olan sloganların kaynağı veya sürdürücüsü olmayı tercih etmiş olmalarıyla alakalıdır:
“(...) Şimdi biz medrese zihniyetinin yaşlanmış son mümessillerini Diyanet İşleri Reisliği çevresinde toplanmış görüyoruz. Bunlar skolastik kültürün tohumluklarıdır. Geçen inkılap yıllarının hu ze-vatın zihniyetlerinde hiçbir değişiklik yapmamış olduğu ise eserleri ile sabittir. Bu vatandaşların] eli ile açılacak tahsil müesseselerinin de her ne şekil ve nam altında olursa olsun eski medreseden başka bir şey olamayacağı muhakkaktır.
Yeniden kurulacak bu medreseler [İmam Hatip Okulları] için [Diyanet’e bağlamayı teklif etmekle] yanlış bir temel seçmiş bulunuyoruz. Bu iş kolaylıkla Türkiye’de medreselerin yeniden açılması mana ve mahiyetini alabilecek ve skolastik zihniyetin yeniden filizlenmesi neticesini doğurabilecektir. Belki kısa zamanda bu kökten aşılanmış genç Türk nesilleri tekrar köylere kadar yayılacak ve inkılaptan evvel olduğu gibi halk ile devlet arasında bir kast, kapalı bir sımf teşkil edeceklerdir. Tanzimattan beri çarpışmış olan iki türlü zihniyet [garbın müsbet ilim zihniyeti ile şark medresesinin skolastiği] ve iki türlü münevver [medreseli ve mektepli] tekrar karşıkarşıya gelecektir.
Buna mukabil bu [din] öğretimin[in] bizim modern mektep nizamı ve havası içinde Milli Eğitim Bakanlığı eli ile mahzursuzca başarılabileceği kanaatindeyiz. Hedef bu mekteplerin hocalıklarına [medrese artığı olan Diyanet mensuplarını değil] kısa zamanda İlahiyat Fakültesi’nden yetişecek genç din adamlarını getirmek olmalıdır. Bizi yeniden şeriatçılıkla uğraşmaktan ancak bunlar kurtarabilecektir.”
Prof. Halis Ayhan'ın Türkiye’de Din Eğitimi (Ensar: 2014) adlı kitabından kısaltılarak alınmıştır.
Tenkitlere Verilen Cevaplar
Diyanet görevlilerine yönelik haksız tenkitler üzerine, Diyanet İşleri Başkanlığı yetkililerinden tenkitlere cevap niteliğindeki görüşleri de yazmak yerinde olacaktır.
Yusuf Ziya Yörükan’ın Eleştirilere Cevabı
CHP parti komisyonunun meslekî tahsil için aldığı kararlar ve özellikle muhalefet şerhinde Nihat Erim ve Tahsin Banguoğlu'nca ileri sürülen görüşler, Yusuf Ziya Yörükan tarafından şu şekilde tenkit edilerek değerlendirilmiştir. Komisyon, meslekî tahsil için de şu karara varmıştır:
-İmam-hatip gibi meslek adamlarım yetiştirmek üzere kurulacak okulların masrafları, Diyanet İşleri Başkanlığı bütçesinde yer alacaktır.
-Murakabe ve teftiş hakkı, kanunlarla müeyyed bulunan Milli Eğitim Bakanlığı bunlarla esaslı surette ilgilenecektir.
-Diyanet İşleri'nde, Diyanet İşleri Başkanı'nın başkanlığı altında, Müşavere Heyeti'nden iki, Milli Eğitim Bakanlığından üç üye ile kurulacak İslâm İlahiyat Fakültesi'nden de bir temsilciden mürekkep ve Milli Eğitim Bakanlığı'nın tetkik ve tasdikine sunulacak olan programlarla kitapları hazırlamak, öğretim ve idare elemanlarını Milli Eğitim Bakanlığı'na inha etmekle vazifeli bir heyet kurulacaktır.
-Bu kurul aynı zamanda İmam-Hatip okullarının hangi tahsil kademesinden öğrenci alacağı ve tahsil sürelerinin ne olacağı ve bu okulların nerelerde ve ne tarzda açılacağı gibi teknik hususlarla meşgul olacaktır.
Bu fıkralar dikkatle okunursa bunların çok girift ve sıkıntılı oldukları görülür.
Bütçe bakımından amir-i ita olan Diyanet İşleri Başkanı, elemanların tayininde Millî Eğitim Bakanı'nın tasdikiyle mukayyet tutuluyor. Bize göre bu sıkıntıya mahal yoktur. Çünkü Milli Eğitim Bakanlığı diğer meslekî teşekkülleri de kanunun verdiği salâhiyet dairesinde teftiş ve murakabe eder ve bu hak kendisinde zaten mevcuttur.
Diyanet İşleri Başkanlığının tesisine dair 429 numaralı kanun, İslâm dininin itikat ve ibadete dair, bütün ahkâm ve mesâlihinin tedviri vazifesini Diyanet İşleri Başkanlığı'na vermiştir. Köy Kanunu'na göre, köy İmamlarının İlmî işleri ve tayinleri bilumum cami ve mescidlerdeki İlmî hizmetler, ashabının vazifelerini kontrol, yine Diyanet İşleri Başkanlığının vazifelerindendir. Bu derece şümullü İlmî ve dinî vazifeleri görmekten mesul bulunan bir makam, meslekî elemanlarını yetiştirmekten mesul olmazsa, idarede salah ve intizam temini mümkün olur mu? İhtiyaç yalnız bu cepheden incelenirse, yine meslek okullarının Diyanet İşleri Başkanlığınca açılmasının zarurî olduğu neticesine varılır.
Sonra her şeyde gayeye ve maksada göre hareket edilir. Bu okullardan maksat mütefekkir müminler, dinî terbiye görmüş münevver İmamlar yetiştirmek olduğuna göre, bu gayeyi hal ehli, imanlı kişilerin ve meslek mütehassıslarının irşatlarından istemeyip de lâik bir idarenin lâik memurlarından beklemek doğru olur mu?
Büyük Millet Meclisi'nce kabul edilmiş ve bütçe karşılığı konmuş olan Kur’ân öğreticileri hakkında hazırlanmış bir talimatname vardır. Yıllardan beri Milli Eğitim Bakanlığı'nca bu talimatname incelenerek çıkarılmamıştır. Hiç şüphesiz ki bu bakanlığın lâiklik anlayışından ileri gelmiştir. Bir iş iki daireye bırakılınca işte netice böyle olur.
Bugün Millî Eğitim Bakanı, bize göre çok faziletli ve çok samimidir. Diyanet İşleri Başkanlığı çevresindekiler de Banguoğlu'na göre skolastik kültürün son tohumlukları olabilirler. Lâkin şahıslar fânidir, kanunlar ve prensipler şahıslara göre vazedilmez. Mefkûre'ye bağlı olanlar ise şahıslarla ve bayağı mütalâalarla uğraşmazlar...
…
Memlekette iki zihniyet davası açanlar Tanzimatçılar; o sıralarda Gelenbevî gibi, mütercim Asım gibi; hatta Hoca İshak Efendi ve Cevdet Paşa gibi zatları yetiştiren medreselerin inkişafına çalışsalardı, bugün bizim de Oxford gibi Cambridge gibi ve hatta Mısır'da Ezher gibi tarihî ve içten bir tekâmülümüz olacak, millî terbiye ve seciyemiz devam edecek ve aramızdan menfi ve muzır telkinlere kapılacak, düşman fikirlere alet olacak tipler çıkmayacaktı.
Bugün biz, henüz hiç semere vermemiş olan bir taklitçiden başka neyiz? Millî seciye, millî eğitim diyoruz, fakat heyhat!... Tanzimat'ın yanlış adımı bu mefkûrenin canına okudu.
Biz şimdi Tanzimat'ın ve eskilerin hatalarını bırakalım da önümüzde açılan şâhrâh ve mefkûreye bakalım. Bugün halkın dileklerine saygı ve demokratikleşme devrindeyiz. Garplılaşma işinde çok dikkatli ve tedbirli olmalıyız. Garpta ilk defa din derslerinin okullardan çıkarılması "laik öğretim" fikrini ileri süren Condorcet, (1794) aynı zamanda din tedrisatı, din adamları tarafından kendi teşkilâtları içinde verilmelidir, prensibini de vazetmiştir. Halbuki bu adam materyalistlerin piridir. Ondan sonra bütün maddeciler ne kadar azılı olursa olsun -Kızıl müfritler müstesna bu prensibe sadık kaldılar.
Yalnız dünyada ilk defa olarak, siz dinî meslek okullarının lâik öğretim teşkilâtına bağlanması fikrini, zannederim, bunun kendi kendine bir tezat teşkil ettiğini bilerek ileri sürdünüz.
Halbuki; biz maddecilik tohumlukları ile ifsat edilmemek şartıyla Garp medeniyetinin iktibasını vecibe sayarız. Kültür ve maneviyat sahasında millî seciye ve benliğimize bağlı olmayı da vazife biliriz... Anlamıyorum siz, hangi fikir sistemine bağlısınız ve aldığınız şeyin niçin yalnız arzunuza uygun gelen tarafını alıyorsunuz.
Sayın Banguoğlu! "Garbın müspet ilim zihniyeti ile şark medresesinin skolastiği, bizim memleketimizde tam bir asır döğüşmüş bulunuyor" diyorsunuz. Bize göre, bizde böyle bir şey yoktur Siz garpta olan şeyleri bizde olmuş gibi gösteriyorsunuz!
Esasen bizde ilim ve din kavgası diye bir şey yoktur. Kanunî'den sonraki gerileme devrinin sebebi ise hepimizce malûmdur.
…
Şu sözünüzü de cevaplandırmak istiyorum. "Bu vatandaşlar eliyle açılacak tahsil müesseselerinin her ne şekil ve nam altında olursa olsun, eski medreseden başka bir şey olamayacağı muhakkaktır diyorsunuz" bu günkü Diyanet İşleri Başkanı Ahmet Hamdi Akseki'nin Müdür-i Umumilik zamanında o devrin ihtiyacına göre açılan ve az zamanda asri bir hale getirilen medreselerin programlarını gözden geçirmenizi tavsiye ederim...
Şüphe etmemeli ve kalben mutmain olmalısınız ki yeni kurulacak olan bu müesseseler İlmî ve sağlam temellere dayanacaktır. Dinî ilimler için mütehassıslardan, müşavere heyetinden ve icap ederse müftülerden faydalanılacak, müspet ilimler için de Milli Eğitim Bakanlığı'nın yardımiyle mütehassıs öğretmenlerin hizmetleri temin edilecektir.
…
İslâm İlahiyat Fakültesi'ne gelince bundan maksat yüksek din adamları yetiştirmek olacağına göre, bu fakültenin de yine Diyanet İşleri Başkanlığınca açılması metinin İlmî ve usulî olacağı meydana çıkar sanırım. Garpta ilâhiyat fakülteleri kâmilen dinî teşkilâta tabidir ve buralarda meslektaşlar yalnız kal ile değil, hal ile de terbiye edilirler. Nitekim İstanbul'da Rum cemaatinin adada bir İlâhiyat fakülteleri vardır ki bu fakülte dinî teşkilâta bağlı ve talebesi sıkı bir dinî rejime tabidir."
Hamdullah Suphi Tanrıöver’in Eleştirilere Cevabı
CHP Yedinci Kurultayı'nda lâiklik maddesi müzakere edilirken zaman aman söz alarak din öğretimin vazgeçilmezliği hakkında ikna edici delillere konuşan H. S. Tanrıöver, İmam-hatip yetiştirmek için gerekli çalışmaların zaruretinden bahsederken;
"Ta Alpaslan'dan başlayarak üniversitelerimiz, istihale ede ede son zamana kadar İlmî hareketleri takip edebilseydi, bu gün biz de dokuz asırlık üniversitelerimiz vardır diye övünmemiz kabil olacaktı. Fakat biz medreseeri kapattık, İmam-hatip mekteplerini kapattık" dedikten sonra dünya üniversitelerinden mukayeseli örnekler vererek şunları söylüyor: "Bugün kırk bin köyümüz vardır, her köyde bir mescit tasavvur ediyorum, kırk bin mescit eder, kasabaları, büyük şehirleri gözümün önüne getiriyorum... Bunların hepsinin mecmuu elli bin eder. Arkadaşlar; en sade şekline irca ediniz, bu camilerde, bu mescitlerde vazife görecek İmamlara, hatiplere ihtiyacımız var mıdır? Yok mudur? (var sesleri) zaten yoktur demenin ihtimali de yoktur...
Bu konuyu TBMM genel kurulunda gündeme getirdiğim zaman, dışarıya çıktığımda altı tane meclis hademesi yanıma geldi, gözleri yaşlı olarak şunları söyledi, "Vallahi, Billahi altı köyümüzde bir tek İmam kaldı. Ölülere nöbet bekletiyoruz. İmamlar ondan kalkıp bir köye geliyor ve boyuna köy değiştiriyor. Eğer, bize İmam-hatip vermezseniz ölülerimizi köpek leşi gibi toprağa gömeceğiz.
Arkadaşlar telaşa lüzum yok tekrar ediyorum, inkılâbımız yıkılamaz. Yalnız şunu da hepimiz içimizde duyuyoruz. Sizi temin edeyim ki bir dost bir akraba ölümü dolayısıyla son zamanlarda cenaze merasimine iştirak ettim. İçim yandı. Çok acı duydum. Bu vazifeleri gören adamlar perişandır; elbiseleri, üstleri, başları, kıyafetleri bu tarihî müessesemize lâyık olmayacak vaziyettedir. Çünkü maaşları ufak ve azdır. Onlara hademelerden daha az para veriyoruz...
Bahsi şuraya getireceğim: Türk inkılâbının dinî takibat yapması, son devirlerin acı tecrübelerinin tesiri altında bir müddet, din namına konuşan adamların ıstırabını çekmiş nesillere mensup olduğumuz için bu müesseseleri kapadık. Bunu muvakkat bir tedbir olarak aldık; daimî olamaz. Çünkü yeryüzünde böyle lâik bir devlet mevcut değildir. O halde ne yapacağız? Tedbirin size muvakkat olduğuna dair misal vereceğim.
İnkılâbı yapanlar, inkılâbın başındakiler, Diyanet İşleri Reisliği'ni, devlet kadrosu içinde neden bıraktı? Niçin evkafı devlet kadrosu içinde bıraktı? Şuna lüzum vardı: Bir müddet bu işlerin, hükümetin murakabesi altında olması lazımdı; buna dinî vazifeler için, ayinler için lüzum vardı.
Hafızı muhafaza etmek hakkım Diyanet İşleri Reisliği'ne bıraktılar. Şimdi İmam-hatip yetişmiyor, o halde Diyanet İşleri'ne verilen hafız yetiştirme salâhiyeti ve bu arada diğer hizmetleri davamıza ve lâik inkılâbımıza bir tehlike teşkil etmiyor. Bu ihtiyacı karşılamak için, karar aldığınız gün bu toprakların hudutlarına kadar yayılmış olan ve bu hususta hassas bulunan Türk milleti sizin için minnettarlık duyacaktır.
Geniş imparatorluğumuz enkazı üzerinde kalmış Türk ekalliyetler, acaba yeni idareler altında son müdafaalarını nasıl yapıyorlar? Mazlum milletler mahkûm milletler son müdafaalarını, kendi tarihimize bakınız, din teşkilâtlarıyla yapmaktadırlar.
Bulgar papazlar Bulgar milliyet hareketinin başındadır. Rumen ve Sırp papazlar da bunu yaptılar, kalkınmalarının sebebi budur. Bizim müdafaamız da ancak budur. Balkan havzasına bakınız, son müdafaamız ancak bu olabilir...
Arkadaşlar; komünizm bir din gibi intişar ettiği için her yerde din adamlarını takip ediyor. O halde acaba biz İmam-hatip mekteplerimizi açmazsak, dünyanın bütün üniversitelerinde olduğu gibi, ilim mahiyetinde olarak İstanbul üniversitesinde İslâm Tarihi, İslâm Felsefesi Tarihi, Mukayeseli Tarih-i Edyan okutmazsak ve nihayet bir de yüksek din öğretimi mektebi açmazsak, acaba, bu zavallı ekalliyetler son müdafaalarını yapmak için muhtaç oldukları adamları nereden tedarik edeceklerdir? Yalnız memleketin dahilî ihtiyacı için değil dışarıda bıraktığımız ekalliyetler için de bu müesseseleri düşünmek mecburiyetindeyiz."
Prof. Halis Ayhan'ın Türkiye’de Din Eğitimi (Ensar: 2014) adlı kitabından kısaltılarak alınmıştır.
Alınan Karar
21 Mayıs 1948 Cuma günü yayınlanan Ulus gazetesinde konunun müzakeresi ve alınan karar şöyle duyurulmuştur:
"Dinî öğretim hakkındaki parti komisyonu raporunun İmam-hatip gibi din hizmetleri ifa edecek elemanlar yetiştirilmesi lüzumuna taallûk eden ikinci maddesinin müzakeresine devam edilerek, konu etrafında yapılan uzun tartışmalardan sonra "Milli Eğitim Bakanlığı'na bağlı kurslar açılması ve buraya ortaokul mezunlarından askerliğini yapmış olanların alınması suretiyle memleket ihtiyacını karşılamak üzere din hizmetlerini görecek elemanların yetiştirilmesi prensibini kabul eden önerge çoğunlukla kabul edilmiştir."
Komisyon Bakanlığa bağlı olarak mektepler açılmasını önermişken, gruptan kurs olarak açılması kararı çıkmıştır. Bu komisyon çalışmalarında etkili bir üye olarak bulunan daha sonraki dönemde Bakan olarak bu kararı uygulamaya koyan Tahsin Banguoğlu, gruptan çıkan bu kararı, tenkitli bir şekilde şöyle açıklıyor:
"Gruptaki müzakereler sırasında devrimciler bir balgam attılar, İmam-hatip okulları "kursları" oldu."
Gruptan çıkan bu kararın uygulama ve uygulandığında başarı şansının olmadığı ilk günden beri biliniyordu.
Kararın Hayata Geçirilmesi İçin Baskılar
İbrahim Arvas Bakan'a 3.1.1949 tarihinde sözlü soru yöneltmiş ve sorusunu açıklayıcı mahiyette mecliste şu konuşmayı yapmıştır:
"Bakan, altı vilayette İmam-hatip kurslarının açılacağını ilan etmiştir. Fakat Aziz Bakanım hepsi bu kadar. Bütçe komisyonunda verdikleri izahata göre 10-15 tane İstanbul'da, 5-6 tane Anadolu'da öğrenci müracaat ettiğini söylediler. Hepsi yirmiyi geçmez. Ama Sayın Bakan sebeplerini söylemedi. Sebeplerini bendeniz huzurunuzda tebarüz ettireceğim.
Şimdi orta mektebi bitirecek, ondan sonra askere gidecek, 25 yaşına basacak bir vatandaş gelecek, 30 liraya kasabalarda ve 15 liraya da köylerde hizmet edecektir. Hangi babayı tasavvur ediniz ki oğlunu buraya göndersin, onu mahrumiyete, dilenci hayatına sürüklesin? Bakan maalesef bunu söylemedi. Benim Keçiören'de bir komşum vardır. Oğlu orta ikiden çıkmış, şimdi Karaoğlan'da bir demir tüccarının yanında 90 lira maaş alıyor. Orta ikiden çıkmış 90 lira maaş alıyor, ortayı bitirecek, askerliğini yapacak, gelecek 15 liraya hizmet edecek. Aziz Bakanım söylüyordu; ipe un sermeyeceğim, İbrahim bu işi ciddi tutacağım, diyordu. Fakat maalesef görüyorum ki, yine ipe un sermiştir.
Başkanlık makamından rica ederim, bu hususta 22 arkadaşın bir kanun teklifi var, Maarif Komisyonu'nda bekliyor... Bilmiyorum muhterem hemşehrim Dursunoğlu burada mıdır? Bu kurslar onun atmasyonundan çıkma bir şeydi. Maalesef çıkmaz bu iş...
Şimdi %98'i Müslüman olan necip Türk milleti, her vesileyle kemal-i şiddetle, kurultaylarında, kongrelerinde, mebusların gezilerinde millet bunu arzu ediyor, din talimi nerede, din mektepleri nerede diye soruyor. Maalesef buna karar verileli on ay olduğu halde daha bakanlık din derslerini ilk mekteplere koyamadı, huzurunuzda zamanını dahi tayin etmiyor. Bu ne demektir arkadaşlar? Bu adam bu işi benimsemiyor. Bu zat, bu adam bu işi yapmak istemiyor. Konuşmalarıyla bana ve arkadaşlarıma verdiği kanaat budur. Milletin huzurunda bu kanaatimi tebarüz ettirmek zorundayım...
(Bakanın encümen konuşmalarında meslekî din öğretimi yapacak okullar hakkında skolastik öğretim kurumlan olarak bahsetmesine sözü getiren Arvas); bizim gibi laik olan Amerika'da, Fransa'da, Belçika'da onun maarif vekilleri dinî müesseseleri için bu kelimeyi kullanıyorlar mı? Buna cevap versinler? İskolastik ne demek?
Tevhid-i Tedrisat Kanunu yaşıyor, tadil görmedi... İmam-hatip mektepleri de bu kanunun bir maddesini teşkil ediyor. Yani meclis o büyük meclis bir maddesiyle, bir eliyle medreseleri lağvediyor, ikinci maddesiyle İmam-hatip mekteplerini yerine ikame ediyor. Şimdi Aziz Bakandan soruyorum; belki kendisi o zaman çok küçüktü, dediğim 25 sene evveldi. Acaba kendisi o meclisten daha mı inkılâpçıdır da o meclisin yaptığını beğenmiyor.
(1949) İmam-Hatip Kurslarının Açılması
Bu konuyla ilgili olarak, Millî Eğitim Bakam Tahsin Banguoğlu, 3 Ocak 1949 tarihli meclis oturumunda yaptığı konuşmada şunları söylüyordu:
"İmam-hatip kursları için altı yerde hazırlık yapılmıştır. Bunlara rağbet azdır. İstanbul'da 14 kişinin, Ankara da 6 kişinin kaydolduğunu öğreniyorum. Bunların kabul şartları üzerinde de durmak lâzımdır. Ama ben nihayet meslek seçecek olan ortaokul mezunlarını şuraya git, buraya git diye sevk edemem. Onlar bunları gönüllü olarak seçeceklerdir. Bu bir meslek tedrisidir. İmam-hatip kurslarının müfredat programları Diyanet İşlerindeki komisyonca hazırlanmış, Talim Terbiye Heyetince tetkik edildikten sonra tarafımdan tasdik edilmiş ve Millî Eğitim Müdürlükleri'ne gönderilmiştir. Dershaneler de hazırdır. Hocaları tayin edilmek üzeredir. Bu kurslar bu ay içinde açılacaktır."
Bu kursların İstanbul, Ankara, Seyhan, Erzurum ve Diyarbakır gibi illerde Şubat 1949 yılında öğretime başlaması düşünülmüştür. Bakanlığa bağlı olarak açılan ve öğrenim süresi 10 ay olarak kararlaştırılan bu kurslara orta ve dengi okul mezunlarından askerliğini yapmış kimseler alınmaktaydı.
Banguoğlu, İmam-hatip kurslarını açtıkları halde, daha sonraki gelişmeler ışığında okul olarak adlandırıyor ve şunları yazıyor:
"İmam-hatip okullarını 1924 tarihli Tevhid-i Tedrisat Kanunu'nun emredici hükmüne dayanarak açıyorduk. Aslında bunların kapatılması bir kanunsuzluk olmuştu. Bunlara baştan "kurs" denmişti. İhtiyaç o kadar acildi ki ilk sınıf mezunlarına da bir ehliyet verip onları İmam yapmayı düşündük. Sınıflar ilerleyecekti. İmam-hatip okullarını ilkin 10 il merkezinde açabiliyorduk, ehliyetli hoca bulabilmek güçlüğümüz vardı. Hatırlarım, İstanbul'da İmam-hatip kursunu teftişe gittiğimde onu Etyemez'de bir eski sıbyan mektebi binasında açılmış buldum. Kürsüde benim liseden Ulûm-i Diniye hocam Celal Hoca (Ökten) vardı. Kalktı telaşlandı. Ellerini öptüm. Bana yerini vermek istedi.
Hocam, ben gene sizin talebenizim, dedim, bir sıraya oturdum. Hoca da yerinde oturdu, ama ağlıyordu. Benim de güzlerim yaşlıydı... (Banguoğlu bu yazısını şu değerlendirmeyle bitiriyor). Uzun bir kapalı rejim devri sonunda dinî eğitim sahasında meydana gelen bu ilk gelişme o devir tarihimizde bir ilk revizyondu. Bu çok dikenli yolda benim bir hizmetim olabildiyse Allah kabul etsin."
Bu kurslar açıldığı günden itibaren beklentilere cevap vermese, nitelik ve nicelik bakımından yetersiz olsa bile, yıllar sonra Bakanlığa bağlı olarak İmam-hatip yetiştirmek amacıyla bu kursların açılışı, ihtiyacın ve halkın beklentilerinin, zamanın hükümetince reddedilmeyecek boyutlara ulaştığını göstermesi bakımından anlamlıdır. Her şeye rağmen olumlu bir yaklaşım ve arayıştır.
Nahid Dinçer'in 1913'ten Günümüze İmam-Hatip Okulları Meselesi (Şule: 1998) adlı kitabından kısaltılarak alınmıştır.
İmam-Hatip Kurslarının Akibeti
Metin Toker’in İzlenimleri
Bu konuyla ilgili canlı bir örnek vermek üzere Cumhuriyet gazetesinde çalıştığı sırada, İstanbul’daki İmam-Hatip Kursu hakkında, görgüye müstenid bir yazı yazan Metin Toker’in görüşlerini ve bu görüşlere dayanarak fikir beyan eden Selâmet dergisinin fikirlerini nakledeceğim:
“İstanbul’un Kocamustafapaşa, Etyemez semtinde açılan İmam-Hatip Kursu’nu ziyaret eden Cumhuriyet gazetesinin genç ve kıymetli muharriri Metin Toker, kursun şimdiki halde yaşlı ve genç 27 talebesi bulunduğunu anlattıktan sonra, buraya orta mektep mezunlarının alındığını, günde dört ders verildiğini, on ders okutulduğunu bildiriyor. Okunan dersler ve öğretmenleri şunlardır: Akâid, Ahlâk ve Hutbe derslerinin muallimi Celâlettin Ökten; Kur’ân ve İbâdet derslerinin muallimi Kilisli Rıfat; Tarih, Coğrafya ve Yurt Bilgisi muallimi Zekâi; Türkçe muallimi Pertev; Sağlık Bilgisi muallimi Doktor Zeki Beylerdir. Kurslar beş ay sürecek, imtihanda muvaffak olanlara birer vesika verilecek, sonra İmamlık ve hatiplik yapmalarına müsaade edilecek.
“Sorarım bu kursları açanlara, İmamlık veya vaizlik ne demektir: Manasını bilmeden birkaç Arapça dua gevelemek, dünyanın bir öküzün boynuzları arasında bulunduğunu söylemek, ölü gömmek ve namaz mı kıldırmak? Eğer İmam ve hatip yetiştirmekten maksat sadece buysa, Allah mübarek etsin, boyacı küpüne daldırır gibi insanları beş aylık kurslara soksunlar, İmam yapıp çıkarsınlar.
Ama eğer İmamlar ve hatipler, dinimiz hakkında en doğru, en geniş ve en müspet bilgiyle mücehhez olmaları gereken kimselerse, o vakit iş biraz değişir. Bir orta mektep mezunu, beş aylık kurs gördükten sonra yukarıda saydığımız vasıflardan hangisine sahip olabilir, ona bu ilim ve irfanı hangi hoca verebilir? Bir sihirbaz belki; fakat en büyük âlim bile: Asla!
“Bana, İmam ve hatip kurslarına 27 kişinin devam ettiğini, her geçen gün yeni talebelerin kaydolunduğunu söyledikleri zaman, bu işe pek aklım yatmamıştı. İmamlara ve vaizlere verilen maaş, yanılmıyorsam 45 liradır. Kim, önünde sonunda 45 lira aylık alabilmek için, aylarca kursları takip eder, imtihana girer? Ancak talebelerle konuştuktan sonradır ki, meselenin iç yüzünü öğrenebildim.
Bunların bir kısmı, yaşlı başlı İmam ve vaizlerdir. Mektebe, sırf bir şeyler öğrenmek, bilgilerini artırmak, hocaların ilminden istifade etmek için geliyorlar. Diğer bir kısım talebeler, ki bunların ekseriyetini gençler teşkil ediyor, dinî bahislerde malûmat sahibi olmak, Müslümanlığın akidelerine vukuf peyda etmek maksadile kurslara yazılmışlardır. Yani İmam ve hatip kursu onlar için, daha ziyade bir din tedrishânesidir. Üçüncü kısım ise medreseler kapandığı zaman son sınıflarda bulunan, fakat ellerine bir vesika geçirmemiş olan orta yaşlı mollalardır. Onların da gayesi, beş aylık bir kurs sonunda bu kâğıda sahip olmaktır. İmam ve vâiz olmak isteyenler ise, geriye kalanlardır... Tabiî bir şey kaldıysa!”
Ömer Rıza Doğrul’un Eleştirileri
Metin Toker’in yazısından bu satırları iktibas eden Ömer Rıza Doğrul devam ederek, şu mütalâaları serdediyor:
“Kıymetli arkadaşım Metin, henüz yirmi beş yaşında bir genç olduğu halde yapılan bu işin ciddiyet ve samimiyetine inanmadığına göre, daha yaşlı ve daha tecrübeli kimselerin ne diyeceğini tahmin etmek, herhalde çok kolaylaşır.
İmam ve hatip ne demektir?
‘İmam bir makine gibi mihraba geçen, bir makine gibi birtakım sözleri söyleyen, yatıp kalkan bir adam mı?
“Hatip, Cuma’dan Cuma’ya minbere çıkan, eline verilen kağıttakileri okuyuveren ve bunları okumakla cemaatı irşad etmiş sayılan kimse mi? [Bugün gelinen durum ne kadar farklı!]
Hayır, hayır, hayır...
İmam, cemaatin ruhanî önderidir. İbadet sırasında mihraba geçtiği zaman, cemaatin birliği onun ruhunda düğümlenir. Cemiyet vicdanının uyanıklığını ve birliğini ifade eden ibadet, bu sayede mânâsını ve mahiyetini gerçekleştirmiş olur.
Beş aylık bir dini tahsil görmüş orta mektep mezunu bir çocuğun, bu hedefi gerçekleştirebileceğine inanmak için çok safdil olmak icap etmez mi?
Hatip ise her hafta cemaati irşad edecek, cemaatin dinî şuurunu uyandıracak, insanlık hislerini besleyecek, fazilet duygularını şahlandıracak, sevişme ve yardımlaşma isteklerini kanatlandıracak olan ruhanî sözcüdür.
Beş aylık dinî tahsil gören bir orta mektep mezununun bu vazifeyi başarabileceğine inanabilmek için orta mekteplerimizin normal çocuklar değil, birer dahi yetiştirmesi lâzım gelir...
Doğrusunu isterseniz, İmam ve hatip yetiştirmenin yolu bu değildir ve tutulan yol, çok yanlıştır.
İmam ve hatip yetiştirmek için daha ciddî davranmak, köy İmamından ve hatibinden başlayarak şehir İmam ve hatibine, büyük merkez İmam ve hatibine varıncaya kadar her muhitin ihtiyacım düşünmek ve ona göre bir dinî tahsil programı hazırlamak icap eder.
Ancak o zaman işi ciddiyetle tuttuğumuza inanır ve ancak o zaman bu bahis üzerinde söz söylemek ihtiyacını hissederiz.
Yoksa şimdiki haliyle İmam ve hatip kursları sahte bir teselliden başka bir şey değildir.
Türk efkâr-ı umûmiyesini bu sahte teselli ile uyuşturmak hem hükümetin vekarına, hem de ciddiyetine asla uygun değildir. Onun için hükümetin bu işi yeniden tetkik etmesini, halkın ihtiyacını göz önünde tutarak bu meseleyi layıkı ile halletmesi gerektiğini zarurî görürüz.
Hükümet bu işi yapmak istemiyorsa, bunu doğrudan doğruya halka bırakmalıdır. O zaman halk da ruhanî ihtiyaçlarını tatmin etmenin çaresini bulacak teşkilâtını kurar.
Yoksa hem bu işi ciddiyetle başarmamak hem halkın ihtiyacını doğrudan doğruya tatmin etmesine meydan vermemek gibi bir vaziyet hâsıl olur. Ve bu da demokrasi gereklerine asla uymaz.'
Neticede bu kursların kifayetsizliği ve ihtiyaca cevap vermeyeceği anlaşılmıştır.
Prof. Halis Ayhan'ın Türkiye’de Din Eğitimi (Ensar: 2014) adlı kitabından kısaltılarak alınmıştır.
Ahmet Hamdi Akseki, raporunda İmam-hatip kurslarıyla ilgili olarak şunları söylüyor:
“Bugünkü haliyle bunlardan da hiç bir fayda memul değildir. Evvelce nasıl kapatılmışsa, bugünde açılmadan kapanmış denilebilir. Her birine ikişer yüz lira ücret verilen 5-6 muallim tarafından idare edilen bu kursların bir kısmında bir tek talebe dahi yoktur. Bunun da sebebi, atılan yanlış adımdır. Çünkü sırf dinî olan İmam-hatip kurslarının mercii ve bunlarla ciddî bir surette meşgul olacak olan Diyanet İşleri Başkanlığadır."
İmam-hatip kurslarına açıldığı günden itibaren her çevreden birçok haklı tenkitler ileri sürülmüştür. Yıllar sonra meslek adamı yetiştirmek için başlatılan öğretimin okul olarak değil de kurs olarak açılmasının, ihtiyaca cevap vermeyeceği, aslında kurslarla mesleği bilen ve görevini yapmakta olanların meslekî bilgilerini yenilemek ve geliştirmek amacının gerçekleşebileceği, bu mesleği hiç bilmeyen insanların kurslarla yetiştirilmesinin mümkün olamayacağı, meclis içinde ve meclis dışında dile getirilmiştir.
Milli Eğitim Bakanlığı tarafından açılan İmam-hatip kurslarında ders verecek öğretmenlerin seçimi ve kursların süresi, alınacak kursiyerlerin durumu ve mezun olduktan sonraki statüleri çeşitli açılardan tenkit edilmiş, hükümetin ve bakanlığın, "Elimizden gelen fedakârlığı yaparak kurslar açtık, kitaplar bastırdık, fakat ne yapalım ki artık modası geçmiş olan dine, rağbet edenler olmadığı için, istekliler çıkmadığından tekrar kapatmak mecburiyetinde kaldık." demek için bu kursları açtığı bu işte samimî olmadığı görüşleri ileri sürülmüştür ki daha sonraki olaylar ve gelişmeler bu görüşleri doğrulamıştır.
Prof. Dr.İsmail Kara'nın Cumhuriyet Türkiyesi'nde Bir Mesele Olarak İslam (Dergâh: 2016) adlı kitabından kısaltılarak alınmıştır.
Diyanet İşleri başkan yardımcısı, sonra başkanı olarak bütün bu süreçlerin ve tartışmaların bizzat içinde yer alan Ahmet Hamdi Akseki’nin Diyanet İşleri başkanı iken 1950 yılı sonunda başbakana verdiği raporda, muhatabı hesaba katılırsa sert sayılabilecek bir üslupla temas ettiği, hatırlattığı, talep ettiği hususlar aynı zamanda bu zor ve karmaşık süreçlere de işaret etmektedir. Akseki’nin talebi açıktır; işin tabiatı ve laikliğin dünyadaki uygulaması itibariyle İmam Hatip Mektepleri ve İlahiyat Fakültesi Diyanet İşleri Başkanlığına bağlanmalı idi/bugün de bağlanmalıdır.
Kısa dönemli ve açıldığı yerler itibariyle çok sınırlı sayıda olan İmam Hatip Kursları aslında tartışmalar neticelendirilemediği, tedirginlikler ortadan kalkmadığı için bulunmuş alt düzeyde ve geçici bir ara çözümdü. Meseleyi takip eden ve din eğitimi kapısının açılmasını isteyen kişilerin iki taraflı bir taktikle yol aldıkları söylenebilir. Biri bunu bir aşama kabul edip desteklemek yahut ses çıkarmamak, diğeri de bunun yetersizliğini, hatta kötü neticeler vereceğini bir şekilde vurgulamaktır. Bir örnek vermek gerekirse;
“Vakıa [İmam Hatip] Kurslarının tedris müddeti azdır, ders müfredatı zayıftır, ihtiyacı taıııamiyle karşılamaktan uzaktır. Ama ne de olsa bir hayırlı başlangıçtır ve zamanla kemâle ulaşacağı umulmaktadır. Kendisi için olduğu kadar karşı taraf hakkında da ‘iyi niyet’in varlığını kabul İslâm ahlâkının temel kaidelerindendir. Ondan ötürü bu bakan takdir ile karşılanmağa layıktır”.
İmam, hatip, vaiz yetiştirecek kurslar sakın Haşan Âli’nin Köy Enstitülerine benzemesin! Din ve Allah mevzuu hakkında hiçbir bilgisi olmayan bir genç kursta birkaç ay içinde elde edeceği basit bir malumatla minbere çıkıp hutbe okuyacak, mihraba geçip namaz kıldıracak, kürsiye çıkıp vaaz edecek... Heyhat! Bu zavallılar halkı irşad etmek, halkın dinî ihtiyaçlarını temin etmek şöyle dursun sözleriyle, tavırlariyle, cehalet ve şımarıklıklarıyle halkı kızdıracak, camiyi terk etmeğe mecbur bırakacak”.