top of page
Bazı Temele Problemler
i.kara.jpg

Prof. Dr.Ä°smail Kara'nın Cumhuriyet Türkiyesi'nde Bir Mesele Olarak Ä°slam (Dergâh: 2016) adlı kitabından kısaltılarak alınmıştır.

Az çok tarihi teÅŸekkül etmiÅŸ bir kurumu düÅŸünce tarihi açısından ele alırken asgari üç unsurun hesaba katılması gerekir. Bunlar:

  1. Müessesenin kurucu düÅŸüncesi/ flkri/felsefesi ve bunun seyri,

  2. Müessesenin tarihi ve maddî-insanî unsurları (binası, çevresi, hoca ve talebe kadrosu, ürünleri),

  3. Müessesenin üslubu, kendini ifade ediÅŸ biçimi, kendilik bilgisi.

 
1

Ä°lk hatırlatılması gereken husus “ilahiyat” eÄŸitiminin, daha da ötede din eÄŸitimin Türkiye’de hiçbir zaman sadece eÄŸitimle alakalı ve sınırlı teknik bir mesele olmadığıdır. Bir baÅŸka ifade ile ilahiyat (yahut yüksek din) eÄŸitimi müstakil bir hadise deÄŸil bağımlı bir hadisedir. Türkiye ile Ä°slâmiyet arasındaki ontolojik baÄŸ, Türk modernleÅŸmesinin dinle irtibatları, din-devlet iliÅŸkileri, nihayet Cumhuriyet devri laiklik anlayışı ve laik eÄŸitim politikaları gibi daha üst baÅŸlıklar bütün süreci ciddi olarak etkilediÄŸi için bunlar tartışılmadan ilahiyat eÄŸitimi yeterince ve doÄŸru bir yerde ele alınıp tartışılmayacaktır.

​

2.           

Türkiye’de “ilahiyat eÄŸitimi” dendiÄŸi zaman anlaşılan ÅŸeyle dünyadaki ilahiyat eÄŸitimi arasındaki mesafe ciddi sayılabilecek bir mesafedir. Türkiye’de Ä°lahiyat Fakülteleri, medreseler varken Batı’daki tecrübeye nispeten uygun olarak düÅŸünülmüÅŸ ve kurulmuÅŸ müesseselerdi. Medreseler kapatılınca mantığı, muhtevası, maddî ÅŸartları ve hedefleri dinî olan yüksek din tedrisatı ortadan kalkmış sadece, en azından hukuki olarak laik eÄŸitim kurumlan ve üniversite bünyesi içindeki laik din eÄŸitimi veren kurumlar olarak Ä°lahiyat Fakültesi, daha sonra da Yüksek Ä°slâm Enstitüleri kalmıştı.

​

Bu mesele 3 Mart 1924 tarihinden itibaren Türkiye’de —kesintilerle ve ciddi problemlerle birlikte de olsa- var olan din eÄŸitiminin teknik manasıyla “din eÄŸitimi”, hele Ä°slâmî eÄŸitim olup olmadığı meselesini anlamaya, test etmeye çalışmak ve bir daha tartışmak ihtiyacını doÄŸurmalıdır. Bize göre Türkiye’de teknik manada din eÄŸitimi yoktur, laik eÄŸitim içinde laik din kültürü veya dinî ilimler/din bilimleri eÄŸitimi vardır. Ä°lahiyat Fakültelerinin, bu arada diÄŸer din eÄŸitimi kurumları olarak Yüksek Ä°slâm Enstitülerinin ve Ä°mam Hatip Okullarının geleneksel din eÄŸitimi ve öÄŸretimi kurumlarından (diyelim ki medreseden ve tekkeden) deÄŸil de Osmanlı-Türkiye modernleÅŸme teÅŸebbüslerinin ortaya çıkardığı mektepleÅŸme (laik okullaÅŸma) sürecinden, Darülfünundan, üniversiteden gelmiÅŸ oldukları vâkıası hesaba katıldığında bu husus daha bir açıklık kazanacaktır.

​

Anayasa hukukçusu ve fikir adamı Ali Fuat BaÅŸgil’in 1954 yılında yazdığı ve Tevhid-i Tedrisat Kanununu yorumlayarak yüksek din tahsili meselesini ve 1959’da dinde reform konusunu tartışırken yer verdiÄŸi ÅŸu görüÅŸ ve deÄŸerlendirmeleri de zikre deÄŸer:

“(...) Tevhid-i Tedrisat Kanununun vâzıı bilerek veya bilmeyerek ‘yüksek diniyat mütehassısı’ ile Ä°lahiyat Fakültesi’nden yetiÅŸecek olan yüksek ilahiyatçıyı birbirine karıştırmıştır. Ä°lahiyatçı din felsefesi, dinler tarihi ve din sosyolojisi öÄŸrenmiÅŸ bir mütehassıs veya filozoftur fakat din adamı deÄŸildir. ‘Yüksek diniyat mütehassısı’ ise her ÅŸeyden evvel zühd ü takva sahibi bir dindardır; saniyen [ikinci olarak] de muayyen bir dinde yüksek ilim ve kemâl sahibi olmuÅŸ bir din adamıdır. Bunlardan biri hakkıyle inanmış, öbürü ise sadece iman üzerine zekâ oyunu oynamayı öÄŸrenmiÅŸtir.

​

Maarif Vekâleti’ne baÄŸlı ve onun murakabesi altında yahut bugün üniversite camiası içinde çalışan bir Ä°lahiyat Fakültesi’nde, itiraf ederim ki yüksek ilahiyat felsefecisi ve sosyoloÄŸu yetiÅŸebilir fakat ‘yüksek diniyat mütehassısı’ din adamı ve âlimi asla yetiÅŸmez. Çünkü tekrar edelim ki ‘yüksek diniyat mütehassısı’ her ÅŸeyden evvel halis bir dindardır, zahit ve müttakidir, sonra da inandığı ve içinin samimiyetiyle kani olduÄŸu dinde yüksek ilim ve kemâl sahibidir. Bu vasıflardaki bir insanın yetiÅŸmesi için nasıl bir hava ve muhitin mevcut olması lazım geldiÄŸini okuyucumun takdirine bırakıyorum. Åžurası muhakkaktır ki dünyanın hiçbir yerinde laik üniversite çatısı altındaki Ä°lahiyat Fakültelerinde din adamı ve âlimi yetiÅŸmemiÅŸtir.”

​

Dinî bir otorite buhranı ve korkunç bir anarÅŸi içindeyiz. Ä°tiraf etmelidir ki bu anarÅŸinin tohumları bugün deÄŸil bundan otuz sene evvel ekilmiÅŸtir. 1926 da [1924’te] Türkiye’nin eski dinî tahsil müesseseleri medreseler kapatıldıktan itibaren yavaÅŸ yavaÅŸ bugünkü anarÅŸiye gidilmiÅŸtir. (...)

​

Bana Ankara’daki Ä°lahiyat Fakültesi’nden yahut Ä°mam Hatip Okullarından bahsetmeyiniz, rica ederim. Laik üniversiteye baÄŸlı fakülteler din âlimi deÄŸil din tenkitçisi yetiÅŸtirir. Ä°mam Hatip Mektepleri Ä°slâmiyet’in yalnız elemanter bilgilerini öÄŸretmekle kalır. Ä°slâmiyet’in yüksek ilimleri, kelâmiyat ve bediiyatı uzun seneler okutulmamak yüzünden bugün hemen hemen yok olmuÅŸtur.”  

 

Fakat mevzuat ve kurumsal yapı itibariyle laik (gayrıdinî) bir müessese olarak kurulan ve geliÅŸen Türkiye’deki din eÄŸitimi-öÄŸretimi birimleri, ülkenin ÅŸartları ve kültürü sebebiyle aynı zamanda teknik manasıyla dinî kurumlar olarak kabul edilmekte, öyle fonksiyon görmekte, mensupları (hocaları, talebeleri) ve halk tarafından da öyle görülüp benimsenmektedir. Meselenin böyle olması, böyle algılanması bir vakıa, bir imkân olduÄŸu kadar, belki ondan daha fazla olarak üzerinde kafa yorulmamış ciddi bir problemdir. Ä°mam Hatip Liseleri ve Ä°lahiyat Fakültesi mensupları tarafından sıkça dile getirilen, bu okulların Türkiye’ye mahsus, baÅŸarılı, Ä°slâm dünyası için de taklit edilmeye elveriÅŸli bir tecrübe olduÄŸu yolundaki fikirler ve beyanlar biraz mübalaÄŸalı, savunmacı ve bardağın sadece dolu tarafına baktığı için yanıltıcı bir karakterde olsa da kısmen doÄŸruluk payı taşımaktadır.

“Türkiye’de Ä°lahiyat Fakülteleri batı dünyasındaki Teoloji Fakültelerinin mukabili olarak deÄŸil oryantalist bölümlerin benzeri ve belli ölçüde de devamı olarak kurulmuÅŸtur. ‘Ä°slâm dinini batıda olduÄŸu gibi ilmî usullerle araÅŸtırmak/tetkik etmek’ olarak ifade edilebilecek olan bu tavır kısaca ‘batılıların Ä°slâmî araÅŸtırdığı gibi araÅŸtırmak’ ÅŸeklinde anlaşıldığı için bu husus önem arz etmektedir” (Tahsin Görgün)

​

Ä°lahiyat Fakültelerinin ilmî, kültürel ve kurumsal açıdan yaslanabilecekleri ve yeterli güç devÅŸirebilecekleri büyük bir tarihleri, geniÅŸ bir tecrübe havuzları yok sayılır fakat bunu edinebilecekleri imkânları vardır. Bu da Selçuklu-Osmanlı medreseleri baÅŸta olmak üzere medreselerin içine doÄŸru yürümeye niyetlenmesi ve o süreci kendi tarihine katmasıdır. Ä°tiraf etmek gerekir ki Ä°lahiyat Fakülteleri hem yetiÅŸme tarzları ve müktesebatları hem dinî ilimlere yaklaÅŸma tarzları ve psikolojileri itibariyle bundan hayli uzaktır. Hatta oryantalistik dilin ve Cumhuriyet ideolojisinin yaygınlaÅŸtırdığı bir kanaati paylaÅŸarak medrese tecrübesinde önemli ve büyük bir ÅŸeyin olmadığı, zaten XII. asırdan sonra ilmin durduÄŸu, ÅŸerh ve haÅŸiye literatüründe kayda deÄŸer ilmî bir varlık gösterilemediÄŸi kanaatindedir. Aslında bu ilmî olarak gözden geçirilmiÅŸ, sınanmış bir hüküm ve kanaat deÄŸil bir önkabul hatta ilimle uÄŸraÅŸanlara yakışmayacak derecede bir saplantıdır. Bu önkabul Ä°lahiyatçıların modern problemlerde, modern alanlarda; diyelim ki Din Felsefesinde, Din Sosyolojisinde, Din EÄŸitiminde... yeni ve büyük bir performans, derin bir bakış sergileyememelerinin de ana sebebidir. Önümüzde klasik Arapçanın öÄŸretilmesi baÅŸta olmak üzere klasik kaynakların nasıl okunup anlaşılacağı üzerine sarf edilecek hayli mesai, kat edilecek epeyce uzun bir yol bulunmaktadır.

​

Medreseye doÄŸru yürümek elbette medrese eÄŸitimini bir ÅŸekilde sürdüren bazı gelenekçilerin dünyasında olduÄŸu gibi tarihte yaÅŸamak, tarihi bugün için de yeterli görmek için deÄŸil, tarihi yaÅŸamak ve ilmî çaba için vazgeçilmez olan tevarüs mekanizmalarını çalıştırmak, tarihi ve tecrübeleri, ilmî birikimi bugünkü ihtiyaçlar ve zaruretler istikametinde kendine katmak, tabir caizse tarihi bugüne getirmek için olmalıdır. Bu bir ÅŸekilde baÅŸarılabilirse Türkiye’deki ilahiyat araÅŸtırmaları Ä°slâm dünyasının ve oryantalistik merkezlerin hiçbirinde olmayan yeni ve büyük bir çalışma alanına ve akademik iddiaya, ayrıca Türkiye’ye dönük yerli ve kuvvetli bir damara da kavuÅŸmuÅŸ olacaktır. Osmanlı modernleÅŸmesinin zayıflattığı, Tevhid-i Tedrisat Kanununun ise tamamen kopardığı baÄŸları yeniden inÅŸa etmek ve kurmak da bu yeni anlayış ve buna uygun fiilî teÅŸebbüslerle mümkün olabilecektir.

​

Bunun baÅŸarılması halinde sayıları mübalaÄŸalı bir ÅŸekilde artan (ÅŸiÅŸen) Ä°lahiyat Fakültelerinin tektipleÅŸmesinin önüne geçmenin ve tek baÅŸlarına çok anlamlı olmayan “mollalık” yahut “modernistlik” kıskaçlarından kurtulmanın da imkânları doÄŸacaktır. Belki bu sayede -mevcut baskıcı ve tektipçi YÖK sistemi çok elveriÅŸli olmasa da- fakültelerin bir kısmı daha gelenekçi/klasik kaynaklara daha fazla ağırlık veren, bazıları daha modern(ist) ve oryantalistik çalışmalara eÄŸilen yahut din bilimleri yoÄŸunluklu, bir kısmı da karma bir karaktere bürünebilecek, bu çeÅŸitlilik de Türkiye için bir imkân ve kazanç olabilecektir.  

​

Tektiplilikterı kurtulmanın bir diÄŸer yolu Ä°lahiyat Fakültesi mezunlarının hizmet ve istihdam alanları hesaba katılarak bulunabilir. Meselâ bazı fakülteler ilmî araÅŸtırmalara, hatta sadece lisansüstü eÄŸitime, bazıları Diyanet Ä°ÅŸleri BaÅŸkanlığı’na eleman yetiÅŸtirmeye, bir kısmı öÄŸretmen ve din eÄŸitimcisi yetiÅŸtirmeye öncelik verebilir ve programını buna göre düzenleyebilir.

​

3.

Ä°lahiyat Fakültelerinin programlarında yer alan dersler ve bunların yoÄŸunlukları ile okutulma biçimleri ve takip edilen usul başından beri çok problemlidir. Ne yazık ki Ä°lahiyat Fakülteleri ve içlerinde barındırdıkları Din EÄŸitimi birimleri de bu konuda ileriye doÄŸru seyreden bir performans gösterememiÅŸlerdir. Kurucu fikir yokluÄŸu ve üslup endiÅŸesinin olmayışı kendini en bariz ÅŸekilde burada göstermektedir.

​

4.

XIX. asrın ikinci yarısından itibaren Ä°slâm dünyasında ve Türkiye’de dinî ilimlerin tedris tarzını ve mantığım dahi etkisi altına alan pozitivist ilim anlayışı ve sosyolojist din yorumlan Ä°lahiyat Fakültelerini de ziyadesiyle etkilemiÅŸ gözükmektedir. Bu anlayışın problemli neticelerinden biri Ä°lahiyat Fakülteleri ile halk Müslümanlığı ve toplumsal gerçeklik arasındaki mesafenin bir derece meselesi olmaktan çıkıp muhteva farkına hatta zıtlıklara dönüÅŸmesidir. Bir diÄŸeri de dinî alanın bir inanma, anlama ve yaÅŸama alanı deÄŸil de giderek daha fazla bir tenkit ve tasfiye sahası veya sadece “doÄŸru ve objektif bilgi” meselesi olarak anlaşılmasıdır. Ä°lahiyatçıların derslerinde veya medya araçlarındaki konuÅŸma ve yazılarında ağırlıklı olarak Ä°slâmî (kendilerine göre Ä°slâmın geleneksel anlaşılma biçimini) ve Müslümanları, âdeta bir oryantalist gibi tenkit konusu yapmaları da bunun bir uzantısıdır. Oryantalistleri cevaplandırmak yahut reddetmek istikametindeki çabaların ana mantığının da böyle yani oryantalistçe çalışması da garip tezahürlerden biridir. Bugün ciddi bir problem alanı olarak bunlara eÄŸilmek mecburiyeti vardır.

​

5.           

Ä°lahiyat Fakültelerinin ve Yüksek Ä°slâm Enstitülerinin kuruluÅŸ aÅŸamaları, tabir caizse kuruluÅŸ/kurucu fikirleri üzerinde de durmaya çalıştık. Geçen zamanın ve Türkiye’deki siyasî-sosyal deÄŸiÅŸmelerin getirdiÄŸi bütün açılımlara ve tashih-tadil çabalarına raÄŸmen bugün itibariyle bu kurumların felsefî olarak kurucu fikirlere esas itibariyle baÄŸlı oldukları rahatlıkla ileri sürülebilir.  

​

6.           

Nihayet Ä°lahiyat ve din eÄŸitiminin irtibatlı olması gerekli kurumlarla irtibatsızlığı en büyük problemlerden biri olarak görülmektedir. Bu irtibatsız kurumlar arasında Diyanet Ä°ÅŸleri BaÅŸkanlığı, Milli EÄŸitim Bakanlığı, Din EÄŸitimi Genel MüdürlüÄŸü, YÖK, Vakıflar Genel MüdürlüÄŸü gibi kurumlan sayabiliriz. Diyanet teÅŸkilatına da personel yetiÅŸtiren Ä°lahiyat Fakülteleri üniversiteler kanalıyla YÖK’e baÄŸlıdır.  

​

Ä°lk Diyanet Ä°ÅŸleri BaÅŸkanı Rıfat Börekçi çok erken bir tarihte, daha 1927’de “Bize [Diyanet teÅŸkilatına] bir meslek mektebi zaruri olduÄŸu kanaatindeyim” diyerek ihtiyaca açıkça iÅŸaret etmiÅŸtir.

​

Meselenin bilindiÄŸinin bir baÅŸka göstergesi de devrin Maarif vekili Tahsin BanguoÄŸlu’nun “Din Dersleri”yle alakalı olarak verdiÄŸi bir mülakatta laiklik ve Diyanet’le irtibatlandırarak dile getirdiÄŸi düÅŸünceleri yahut siyasî kabulleridir:

“(...) Türk inkdâbı, idare ÅŸekli olarak ÅŸeriatçılığı, zihniyet olarak da iskolastiÄŸi memleketten kaldırmıştır. Åžimdi din öÄŸretimi yolundan bunların dönmesine kapı açmak, birbuçuk asırda baÅŸardığımızı tehlikeye koymak olur. Bu nedenle dinî meslekî eÄŸitim iÅŸinin Diyanet Ä°ÅŸlerine verilmesini istemedik.”

​

1952 yılında Türkiye’ye gelerek araÅŸtırmalar yapan ve çok partili hayat içinde “Ä°slâmın yeniden diriliÅŸi” meselesini irdeleyen Howard A. Reed’in tespitleri bizce bugün de devam eden daha ciddi tercihlere iÅŸaret ediyor:

“Türkiye’deki dinî iÅŸlerin sorumluluÄŸu bir tek grubun kontrolü tamamen ele geçirmesini zorlaÅŸtıracak ÅŸekilde Diyanet Ä°ÅŸleri BaÅŸkanhğı, Vakıflar Genel MüdürlüÄŸü ve Milli EÄŸitim Bakanlığı arasında paylaÅŸtırılmıştır. Bu tür bir denetim ÅŸüphe götürmez bir ÅŸekilde önceden bu konuda sorumluluk sahibi olmayan ama politik açıdan etkili olan odakları kontrol ederek Ä°slâm ile devletin açıkça ayrılmasını saÄŸlamak için gerekli olabilir. Ancak bu mantıksız ve aşırı laik bir uygulama olarak da eleÅŸtirilmiÅŸtir. Mantığı her ne olursa olsun bu hareketler Türklerin hayatında ancak ÅŸu sıralardaki dinî duygu ve ilginin artışı ile doldurulan duygusal, zihinsel ve ruhsal boÅŸluÄŸun oluÅŸmasına neden olmuÅŸtur.”

​

Ä°rtibat meselesinin hesaba katılması gereken iki uzantısı daha var. Bunlardan biri Türkiye’deki Ä°lahiyat Fakültelerinin diÄŸer fakültelerle, hiç deÄŸilse sosyal bilimlerle uÄŸraÅŸan yüksek tahsil birimleriyle iliÅŸkileri ve bunun derecesi, derinliÄŸidir. Bu iliÅŸkinin karşılıklı olarak zayıf ve yer yer yok denecek kadar alt düzeyde olduÄŸu rahatlıkla söylenebilir. Ä°kincisi Ä°slâm dünyasındaki ilahiyat eÄŸitimiyle ilgisi ve iliÅŸkisi çerçevesinde ortaya çıkmaktadır. 

Kültür Sayfası

bottom of page