Diyanete Bırakılan Görev Alanları
Prof.Dr.Ä°smail Kara'nın Cumhuriyet Türkiye’sinde Bir Mesele Olarak Ä°slam (Dergâh: 2016) adlı kitanından kısaltılarak alınmıştır.
Kanunda zikredilen Diyanet Ä°ÅŸleri BaÅŸkanlığı’nın yetki ve sorumluluk alanlarıyla görevleri din/diyanet ayrımını vurgulayan konuÅŸmaların ruhuna tamamen uygun bir ÅŸekilde düzenlenmiÅŸ, daha doÄŸrusu sınırlandırılmıştır. 3 Mart 1924 tarih ve 429 sayılı kanunun birinci maddesi ÅŸöyledir:
“Türkiye Cumhuriyeti’nde muamelât-ı nâsa dair olan ahkâmın teÅŸri ve infazı Türkiye Büyük Millet Meclisi ile onun teÅŸkil ettiÄŸi hükümete ait olup, din-i mübin-i Ä°slâmın bundan mâada itikadât ve ibadâta dair bütün ahkâm ve mcsâlihinin tedviri ve müessesât-ı diniyenin idaresi için Cumhuriyet’in makaranda bir Diyanet Ä°ÅŸleri ReisliÄŸi makamı tesis edilmiÅŸtir”.
​
40 yıl sonra 22 Haziran 1965 tarih ve 633 sayılı “Diyanet Ä°ÅŸleri BaÅŸkanlığı KuruluÅŸ ve Görevleri Hakkında Kanun”un birinci maddesi ise ÅŸöyle düzenlenmiÅŸtir:
“Ä°slâm dininin inançları, ibadet ve ahlâk esasları ile ilgili iÅŸleri yürütmek, din konusunda toplumu aydınlatmak ve ibadet yerlerini yönetmek üzere; BaÅŸbakanlık’a baÄŸlı Diyanet Ä°ÅŸleri BaÅŸkanlığı kurulmuÅŸtur”.
​
1961 anayasası ile genel idare içine alınan (md. 154) Diyanet, 1982 anayasasında müstakil bir maddeye konu olacaktır. Bu madde kuruma hem laiklik ilkesi doÄŸrultusunda bir yer tayin etmekte hem de görevlerinin istikamet ve muhtevasını belirlemektedir:
“Genel idare içinde yer alan Diyanet Ä°ÅŸleri BaÅŸkanlığı, laiklik ilkesi doÄŸrultusunda, bütün siyasî görüÅŸ ve düÅŸünüÅŸlerin dışında kalarak ve milletçe dayanışma ve bütünleÅŸmeyi amaç edinerek, özel kanununda gösterilen görevleri yerine getirir”
​
Kanun Diyanet’e üç görev ve yetki alanı tayin etmektedir:
-
Ä°slâm dininin inançları, ibadet ve ahlâk esasları ile ilgili iÅŸleri yürütmek,
-
Ä°badet yerlerini yönetmek,
-
Din konusunda toplumu aydınlatmak.
Hukukun Dışarıda Bırakılması
Fıkralara bakıldığında dikkati çeken ilk ÅŸey dinin önemli bir alanı olan “muamelât”ın (hukuk) tamamen dışta bırakılması ve bu tasarrufun, “muamclât-ı nâsa [insanların hukukî muamelelerine] dair olan ahkâmın [hükümlerin] teÅŸri ve infazı [yasama ve yürütmesi] TBMM ile onun teÅŸkil ettiÄŸi hükümete ait(tir)” ifadesiyle doldurulmasıdır. Çizilen bu çerçeveye, Ä°slâm dininin inanç, ibadet ve ahlâk alanlarıyla muamelât alanının birbirinden ayrılmasının imkânsızlığı zaviyesinden bakıldığında, siyasî merkezin hem düÅŸünce hem de uygulama düzeyinde inanç, ibadet ve ahlâk alanlarını da tabiî muhtevası ve sınırları içinde bırakmayı düÅŸünmediÄŸi kuvvetle tahmin edilebilecektir. Nitekim icraat da böyle olmuÅŸtur.
​
Ahlak
Dikkati çeken ikinci husus ise 633 sayılı kanuna giren “ahlâk” kelimesidir. Kanunun hükümet teklifinde “ahlâk” kelimesinin olmadığını biliyoruz. Yani sadece muamelat deÄŸil ahlâk da dinle, diyanetle alakalı bir alan olarak düÅŸünülmemiÅŸtir. Geçici komisyonun kanuna ilave ettiÄŸi bu kelime Meclis’te tartışmalara konu olmuÅŸ ve güçlükle geçebilmiÅŸtir. Üniversite mensubu bir hukukçu, kanunun çıktığı yıllarda yazdığı bir makalede “ahlâk” mefhumunun kanuna giriÅŸini ÅŸöyle yorumlamıştı:
“Daha birinci maddesinde BaÅŸkanlığa, ahlâk alanında görev verilmiÅŸtir: BaÅŸkanlık, Ä°slâm dininin ahlâk esasları ile ilgili iÅŸleri yürütecektir, denmiÅŸtir. Ä°slâm dini, hayatın her safhasını ve bu her safhanın düzenlenmesini kapsar. Her safhasına ait ahlâk kuralları koyar. Bu itibarla, BaÅŸkanlık, geniÅŸ-bütün hayatı kapsayan bir iÅŸler demeti görecektir. (...) 1965 kanunu, açık olarak, Mustafa Kemal Atatürk’ün BaÅŸkanlığı koyduÄŸu tâli [ikinci derecede] ve tâbi ve ancak ‘itikatlar ve ibadetler’ alanında yetkili bir idare cüzü olma yerinden dışarı çıkarmıştır. Ona, topluma, dinsel bir yön verme faaliyetlerinde bulunma yetkisi tanınmıştır. Millî ahlâkı ve millî kültürü bile din çerçevesinde inÅŸa imkânını vermiÅŸtir. Çünkü BaÅŸkanlık, toplumu din açısından aydınlatacak, Ä°slâm dininin ahlâk esaslarına uyduracak, millî ülkülere din kanalı ile baÄŸlanmayı saÄŸlayacaktır.”
​
Aslında diyanet-ahlâk iliÅŸkisinin siyasî münakaÅŸalara konu olmasının yakın tarihi 1947 CHP Kurultayı’na kadar uzanmaktadır. Laiklik meselesinin de uzunca tartışıldığı bu kurultayda birçok milletvekili ve delege Türk toplumunun o gün içinde bulunduÄŸu sosyal, siyasî çözülmenin önüne geçilebilmesi ve Komünizm tehdidinin göÄŸüslenebilmesi için dinin, hususiyle Ä°slâm ahlâkının öne çıkarılmasını önemli bir mesele olarak gündeme getirmiÅŸ, bunun için de Diyanet Ä°ÅŸleri BaÅŸkanlığının güçlendirilmesini, din derslerinin okul müfredatlarına alınmasını ve hem orta hem de yüksek eÄŸitim sırasında din tedrisatının yer almasını savunmuÅŸtur. Birkaç konuÅŸmacının yüksek tahsil sırasında okutulmasını tavsiye ettiÄŸi dersler arasında Ä°slâm Tarihi, Ä°slâm Felsefesi ve Mukayeseli Dinler Tarihi yer almaktadır.
​
Kurultay’da dinî terbiye ile ahlâkî terbiye arasında zaruri bir iliÅŸki görmeyen ve bu konuda tamamen modern/ laik bir söylem tutturan tek konuÅŸmacı o sırada Diyarbakır milletvekili olan Fazıl Ahmet Aykaç’tır. Aykaç Kurultay’ın genel temayülünü ÅŸöyle tenkit etmektedir:
“(...) ArkadaÅŸlarımız fikri, mefhumu birbirine karıştırdılar. Halbuki dünyada terbiye-i diniye, terbiye-i ahlâkiye ayrı ayrı ÅŸeylerdir. (...) Terbiye-i diniye eksikliÄŸi insanların ahlâkî durumunu behemahal ihlâl eden bir hadise olsa idi bugün burada Atatürk’ün adını nasıl kemâl-i tebcil ile yad ederdik? Demek ki tarihin ve ilmin terbiye-i vicdaniyernizde, terbiye-i ahlâkiyemizde fevkalâde bir tesiri olduÄŸuna, tamamen bîtaraf bir ÅŸahit olarak, birçok misâller göstermek kâbildir.”
​
Camilerin Ä°daresi
Diyanet Ä°ÅŸleri BaÅŸkanlığı’nın yetki ve sorumluluklarım tayin eden ilk iki fıkrada kastedilen ÅŸey esas itibariyle yalnızca camileri idare etmekle sınırlıdır. Camilerin yapımı, teÅŸviki, düzenlenmesi, ihtiyaçlarının tespiti konusunda daha düne kadar Diyanet’in hiçbir yetki ve sorumluluÄŸunun olmadığı, altı çizilerek hatırlatılmalıdır. Nitekim camilerin idaresi Diyanet’in Donatım MüdürlüÄŸü’ne baÄŸlıdır ve söylenen / yazılanların aksine bugüne kadar cami yapımı ve onarımı için Diyanet bütçesinden ayrılan / verilen herhangi bir tahsisat yoktur. Tarihî yapı olarak eski camilerin Vakıflar Genel MüdürlüÄŸü bütçesinden tamir giderlerinin karşılanması dışta tutulursa yeni cami yapımı veya yeni camilerin tamiri için kamu bütçesinden de bugüne kadar herhangi bir tahsisat yapılmış deÄŸildir. (Benim müttali olduÄŸum birkaç istisnayı zikretmek gerekirse; 70’li yıllarda diÄŸer Müslüman ülkelerin yardım yapmaları üzerine Türk hükümetinin de Ankara Kocatepe Camii’ne 25 milyon yardım tahsisi ve 1989 yılında ibadete açılan TBMM Camisi’nden bahsedilebilir).
​
28 Åžubat sürecinin ardından, Mart 1998’den itibaren “irtica yasaları”yla gündeme gelen Diyanet’in cami ve mescitler üzerindeki yetki ve sorumluluklarının geniÅŸletilmesi talebinin ise hareket noktası itibariyle müspet bir niyet anlamı taşımadığı, siyasî müdahale alanlarının geniÅŸletilmesinin ve halkın cami yapmak konusunda ortaya koyduÄŸu iradenin kontrol altına alınmasının amaçlandığı açıktır. Açıklamalardan anlaşıldığı kadarıyla “Diyanet’in camilerin yapımı ve idaresiyle” ilgili mekanizması ÅŸöyle iÅŸleyecektir: Cami yapmak isteyen özel veya tüzel kiÅŸiler yer ve plan göstererek Diyanet’e baÅŸ vuracak. Diyanet gösterilen bölgede camiye ihtiyaç olup olmadığına ve gösterilen yerin uygunluÄŸuna karar verecek, karar müspet olursa caminin hangi plana göre yapılacağını tayin edecektir.
​
Bu talep ve kararlar doÄŸrultusunda kanuni düzenlemeler yapılarak;
-
633 sayılı Diyanet Ä°ÅŸleri BaÅŸkanlığı Kanunu’nun 35. maddesi tamamen deÄŸiÅŸtirilmiÅŸtir. Maddenin yeni ÅŸekli ÅŸöyledir: “Cami ve mescitler Diyanet Ä°ÅŸleri BaÅŸkanlığı’nın izni ile ibadete açılır ve BaÅŸkanlık’ça yönetilir. Hakiki ve hükmi ÅŸahıslar tarafından yapıldığı halde izinli veya izinsiz olarak ibadete açılmış bulunan cami ve mescitlerin yönetimi üç ay içinde Diyanet Ä°ÅŸleri BaÅŸkanlığı’na devredilir. Diyanet Ä°ÅŸleri BaÅŸkanlığı’nca buralara imkânlar nispetinde kadro tahsis edilir. Kadro tahsis edilinceye kadar buralarda görev yapanların mesleki ehliyetleri ile ilgili esas ve usuller yönetmelikle düzenlenir”.
-
Ä°mar Kanunu’na eklenen bir madde ile de ilk defa imar planlarının cami yerleri göz önüne alınarak hazırlanması mevzuata girmiÅŸtir: “Ek madde 2. Ä°mar planlarının tanziminde, planlanan beldenin ve bölgenin ÅŸartlan ile müstakbel ihtiyaçları göz önünde tutularak lüzumlu cami yerleri ayrılır. Ä°l, ilçe ve kasabalarda müftünün izni alınmak ve imar mevzuatına uygun olmak ÅŸartıyla cami yapılabilir. Cami yeri, imar mevzuatına aykırı olarak baÅŸka maksatlara tahsis edilemez”.
Bu kararların üzerinden fazla zaman geçmeden bir gazetede ÅŸu haber yer almıştır:
“Yargıtay'ın Kararı: Camiler Kumu Malı: Yargıtay, camilerin, kamu tüzel kiÅŸileri dışında, özel ve tüzel kiÅŸilerin (vakıf, demek) mülkiyetine konu olamayacağı gibi, bu yerlerin yönetim ve tasarrufunun da bu kiÅŸilere bırakılamayacağına karar verdi. Yargıtay 1. Hukuk Dairesi, camilerin Müslümanların ibadetine mahsus umuma açık mabetler olduÄŸuna iÅŸaret etti. Bu niteliÄŸinden dolayı camilerin kamu malı olduÄŸu ifade edilen kararda, Diyanet Ä°ÅŸleri BaÅŸkanlığının KuruluÅŸ ve Görevleri Hakkındaki Kanun’da son yapılan deÄŸiÅŸiklikle, cami ve mescitlerin Diyanet Ä°ÅŸleri BaÅŸkanlığının izni ile açılıp yine BaÅŸkanlık’ça yönetileceÄŸi hükmüne yer verildiÄŸi hatırlatıldı. Aynı deÄŸiÅŸiklikte gerçek ve tüzel kiÅŸiler tarafından yapıldığı halde izinli veya izinsiz olarak ibadete açılmış bulunan cami ve mescitlerin yönetiminin 3 ay içinde Diyanet Ä°ÅŸleri BaÅŸkanlığı’na devredileceÄŸi hükmünün de getirildiÄŸi kaydedildi”.
​
Bütün bu geliÅŸmelere ve kararlara raÄŸmen bir önceki Diyanet Ä°ÅŸleri BaÅŸkanı Ali BardakoÄŸlu’nun bu sürece nerede ise tamamen sahip çıkarak Diyanet’le camiler arasındaki iliÅŸkilere dair verdiÄŸi beyanat zikre deÄŸer:
“Türkiye’de cami yeri tahsis etmek, cami yapımına karar vermek, camiyi yapmak tamamen Diyanet’in dışında iÅŸler. Belediyeler cami yeri tahsis ediyorlar. Bazen belediyeler tahsis etmiyor, ÅŸahıs arsasını bağışlıyor. Bir demek kuruluyor, cami yapımına baÅŸlanıyor. Bu camiler kaç kiÅŸilik olmalı, nerede olmalı, bu tamamen o derneÄŸin bulduÄŸu mimar, mühendisle kendi arasındaki bir konu. (...) Camilerin estetik olarak en azından Osmanlının bize bıraktığı çizgide korunması gerekiyor. Ama hep ticari kaygılar var. Diyanet kadro veremiyor, kadro verse imam veremiyor. Cami yapanlar diyorlar ki; biz ne zamana kadar Diyanet’e yalvaracağız? Ne yapalım, bu caminin ortasına bir tane süpermarket açalım. Buranın geliriyle bir imam, bir müezzin buluruz. Caminin ışığını, elektriÄŸini, suyunu karşılarız. Ama olan din hizmetlerine oluyor”.
​
Halkın Din Konusunda Aydınlatılması
Diyanet, inanç ve ibadet meselelerinin eÄŸitimi, düzenlenmesi ve teÅŸviki konularında vaaz, hutbe, kitap neÅŸri vb. gibi dolaylı araçlara sahiptir. Bu dolaylı araçlar arasında her Cuma günü camilerde okunan hutbelerin Diyanet tarihi boyunca din siyaset iliÅŸkilerinin yeniden düzenlenmesi açısından önemli bir konu ve yeni dinî yorumların ve tavırların benimsetilmesi yolunda bir nüfuz vasıtası, bir hissiyat oluÅŸturma ve bilgilendirme aracı olarak mütalaa edildiÄŸi ve kullanıldığı görülmektedir. Onun için imamların, hatiplerin okuyacakları hutbeleri kendilerinin hazırlaması veya merkezden gönderilen standart hutbeleri okumaları konusu -biraz da din görevlilerinin meslekî yeterlilikleri ve fikri yapılarıyla alakalı olarak gündemi iÅŸgal eden bir mesele olmuÅŸ ve tartışılmıştır.
​
Åžubat müdahalesinden itibaren Cuma günleri camilerde okunan hutbeler Diyanet merkez teÅŸkilatı veya müftülükler tarafından hazırlatılıp gönderilen hutbelerdir.
​
Diyanet’in din eÄŸitiminin muhteva, program, istikamet ve uygulamasının tamamen dışına itilmesi, resmi televizyon ve radyolardaki dinî programlarda doÄŸrudan belirleyiciliÄŸinin olmaması, dinî hayrî vakıflardan bütünüyle tecrit edilmesi ona biçilen mahdut yeri göstermekten ötede çok yönlü problemlerin ve karışıklıkların doÄŸmasına da zemin hazırlamış gözükmektedir.
​
Eski Diyanet Ä°ÅŸleri baÅŸkanlarından Tayyar Altıkulaç ve M. Sait YazıcıoÄŸlu bu konuda haklı olarak ÅŸunları söyleyeceklerdir:
“TRT Türkiye’de ikinci bir Diyanet Ä°ÅŸleri BaÅŸkanlığı mı ki din programı yapıyor ve devlet adına ‘toplumu din konusunda aydınlatmaya’ çalışıyor? Bu yanlıştır. (...) Laik devletin laik bir kurumu olacaksınız, din konusunda kamu önünde yetkili ve sorumlu kılınmış kuruluÅŸun, yani Diyanet Ä°ÅŸleri BaÅŸkanlığının hazırlamadığı veya inceleyip onaylamadığı [dinî] programlan halka sunmaya çalışacaksınız. Bu saygısızlıktır. Anayasaya da aykırıdır”.
​
“TRT’nin dinî yayınlar konusunda Diyanet’ten görüÅŸ isteyip sonra da BaÅŸkanlığın tekliflerini ‘incelemeye bile gerek görmedik’ diye geri çevirmesi karşısında görüÅŸlerini açıklayan Prof. YazıcıoÄŸlu, ‘TRT yetkilileri bize cevap verme gereÄŸi bile duymadan aÅŸağılayıcı bir ÅŸekilde basma açıklama yapmışlar. Bunu Diyanet’e karşı yapılmış bir hakaret olarak kabul ediyoruz’ dedi”.
​
1947 CHP Kurultayı’nda bu meselenin gündeme geliÅŸ tarzına bakıldığında tam oturmayan ve ihtiyaçları karşılayacak ÅŸekilde iÅŸlemeyen mevzuatın problemlerinin çok erken fark edildiÄŸi, hatta baÅŸtan bilindiÄŸi söylenebilir. Birkaç örnek vermek gerekirse:
“Evet bugün için bir Diyanet Ä°ÅŸleri Reisi mevcuttur. Diyanet Ä°ÅŸleri Dairesi’nin yetiÅŸecek olan nesle din öÄŸretmek hususunda bir teÅŸkilatı yoktur. Yalnız inhilâl eden [boÅŸalan] müftilik ve imamlıklara eskiden kalmış mahdut kimseleri tayin etmekten baÅŸka bir vazife de ifa etmemektedir” (Çorum delegesi Abdülkadir Güney).
​
“[Gayrimüslim cemaatların] Evkaf idarelerini kendilerine vermiÅŸiz. Ä°slâm dinine mensup olan cemaatın başına ‘Diyanet Ä°ÅŸleri Reisi’ diye birisini oturtmuÅŸuz. Fakat hiçbir iÅŸ yapmayarak, kollan baÄŸlı olarak bırakmışız, boyuna teÅŸbih çekmesine müsaade etmiÅŸiz” (Seyhan milletvekili Sinan TekelioÄŸlu).
​
“Diyanet Ä°ÅŸleri [din] dersler[iy]le meÅŸgul olmalıdır. Ona, memleketin fevkalâde muhtaç olduÄŸu[nu], memleketin her tarafında kendilerine ihtiyaç bulunduÄŸunu görmemek mümkün olmayan imam ve hatipleri yetiÅŸtirmek için izin vereceksiniz” (Ä°stanbul milletvekili Hamdullah Suphi Tanrıöver).
​
DoÄŸrudan din iÅŸleriyle ilgili konular olmalarına raÄŸmen 1927’de hutbelerin, 1932’de ezan, salâ ve tekbirlerin TürkçeleÅŸtirilmesi, 1934’te Ayasofya Camii’nin müze haline dönüÅŸtürülmesi gibi kararlar siyasî merkezin tasarrufu olarak gerçekleÅŸtirilmiÅŸ. Diyanet Ä°ÅŸleri BaÅŸkanlığı ise ya görüÅŸüne hiç baÅŸ vurulmadan veya aykırı görüÅŸ bildirmesine raÄŸmen alman bu kararları uygulamaya, hatta doÄŸruluklarını savunmaya icbar edilmiÅŸtir. Meselâ ilk Diyanet Ä°ÅŸleri BaÅŸkanı Rıfat Börekçi, 1933 yılında, Türkçe ezan konusunda bazı ihmal ve suistimallerin yapıldığının Dahiliye Vekâleti’nce bildirilmesi üzerine müftülüklere ÅŸu tamimi göndermek mecburiyetinde kalmış/ bırakılmıştır:
“(...) Åžer‘an memnu [yasak] olmayan böyle Türkçe ezan ve kamet hakkında bazı müftiler tarafından tereddüte meydan verildiÄŸi anlaşılmıştır. Binaenaleyh bu tamimin vusûlünü müteakip umum ilmiye memurları, imam ve hatiplere kati tebligat icrası ile en ufak bir muhalefet irtikâb edeceklerin kati ve ÅŸedid mücazâta [cezalandırmaya] maruz kalacakları tamimen beyan olunur efendim”.
​
Diyanet Ä°ÅŸleri BaÅŸkanlığı’nın “din konusunda toplumu aydınlatma” yetki ve görevi için yaptıkları ise camilerdeki vaaz ve hutbeleri düzenlemek, dinî sorulara cevap (fetva) vermek ve yayın yapmakla (kitap, dergi, takvim, kaset...) sınırlıdır. Diyanet yayınlarının muhteva ve istikameti ve “din konusunda toplumu aydınlatma” ile irtibatları baÅŸlıbaşına bir konudur. Bu meseleyi baÅŸka bir bölümde ele aldığımızdan burada tafsilata girilmeyecektir. Fakat siyasî merkezin, başından itibaren Diyanet’in yayınlarından beklentisinin iki paralel çizgi doÄŸrultusunda yürüdüÄŸünü söyleyebiliriz. Biri “hurafelerden arındırılmış” dinî bilgi ve kültür verme, Ä°kincisi de dinin devlet, cumhuriyet ideolojisi ve inkılaplarla bir ÅŸekilde uzlaÅŸtırılmasıdır. 1949 yılında Diyanet bütçesi Meclis’te görüÅŸülürken söz alan CHI Ordu milletvekili Hamdi Åžarlan’ın, kurumun biri halka, diÄŸeri aydınlara yönelik olmak üzere iki dergi çıkarmasını teklif ederken gerekçe olarak ÅŸunları söylediÄŸini görüyoruz:
“…Diyanet Ä°ÅŸleri’nin haftalık biri avâma diÄŸeri havâsa ait iki mecmua çıkarıp hurafesiz hakiki dinin ne olduÄŸunu ve bu arada devlet ve inkılap esaslarının hangi bakımdan korunacağının da lazım geldiÄŸini saÄŸlamak elzemdir. Bu sayede dindar vatandaşın inkılap prensipleri dairesinde itikadâtma ve ibadâtına ve ahlâkına ait konuların dışına çıkmak salahiyetini haiz bulunmadığını o mecmualardan bilmesi, öÄŸrenmesi lazımdır”.
​
Din EÄŸitimi
Ä°lk ve orta tedrisattaki din eÄŸitimi ile doÄŸrudan din eÄŸitimi yaptığı var sayılan, aynı zamanda Diyanet teÅŸkilatına da personel yetiÅŸtiren Ä°mam Hatip Liseleri bütünüyle Milli EÄŸitim Bakanlığı’na, Ä°lahiyat Fakülteleri de üniversiteler kanalıyla YÖK’e baÄŸlıdır. Yüksek din eÄŸitimi veren Yüksek Ä°slâm Enstitüleri de YÖK uygulamasına kadar Milli EÄŸitim Bakanlığı’na baÄŸlı yüksek okul statüsünde faaliyet göstermiÅŸ, bu tarihten itibaren Ä°lahiyat Fakültesi’ne dönüÅŸmüÅŸtür.
​
Bu ciddi problem yani Diyanetin din konularının ve din eÄŸitiminin dışında bırakılması 1924 yılından itibaren bilinen ve resmi makamlarla ilim ve fikir adamları tarafından tartışılan bir konu olmasına raÄŸmen bugüne kadar kayda deÄŸer hiçbir mesafe alınamamıştır. Diyanet Ä°ÅŸleri BaÅŸkanı Ahmet Hamdi Akseki’nin meÅŸhur raporunda bu problemin acil bir mesele olarak ve tarihî bir çerçevede ele alınmış olmasını bir örnek olarak verebiliriz:
“Bugün Ankara Üniversitesi’nde açılan Ä°lahiyat Fakültesi’ne gelince: Bunun durumuna dair bir ÅŸey söylemeden önce buna takaddüm eden bazı hadiseler hakkında kısa bir izahatta bulunmak faydalı olur zannederim. BilindiÄŸi veçhile Diyanet Ä°ÅŸleri BaÅŸkanlığı 3 Mart 1340 tarih ve 429 sayılı kanunla teÅŸekkül etmiÅŸtir. O kanuna göre, dinî iÅŸleri tedvir etmek, cami ve mescitleri idare eylemek BaÅŸkanlığın esas vazifelerindendir. BaÅŸkanlık, bütün köylere kadar ÅŸamil bulunan bu vazifesini layıkile yapabilmek için Ä°slâm dininin bütün inceliklerine, ÅŸark ve garp felsefesine vakıf yüksek din adamlarına, halkımızı irÅŸad edecek kudretli müftülere, vaizlere, kendisine hürmet telkin ettirecek imam ve hatiplere muhtaçtı. Bunları Milli EÄŸitim Bakanlığı yetiÅŸtirecekti. Çünkü yukarda da arzedildiÄŸi gibi Tevhid-i Tedrisat Kanunu ile bütün dinî müesseseler de ona devredilmiÅŸti ve adım ‘Ä°mam-Hatip Mektebi’ne çevirdiÄŸi bu dinî müesseselerde binlerce yetiÅŸmiÅŸ talebe vardı. Fakat sonradan bu müesseselerin de kapatılmış veya kapanmış olduÄŸunu görüyoruz.
​
Tevhid-i Tedrisat namı altında evvela bu müesseseler Maarif Vekâleti’ne devir ve sonra askerî mektepler tekrar Milli Savunma Bakanlığı’na iade edildiÄŸi ve birçok Vekâletlere de meslekî mektepler açmak salahiyeti verildiÄŸi halde Diyanet Ä°ÅŸleri BaÅŸkanlığı’na böyle bir salahiyet de verilmemiÅŸtir. Halbuki [Türkiye’deki] papaz mekteplerine asla dokunulmamıştı. Yalnız Ä°slâm din adamlarının yetiÅŸmesine mahsus bu hareket yüzünden din adamları o kadar azaldı ki birçok köylerde cenaze yıkayacak adam bile bulunamaz oldu. Bu ihtiyacı, muhtelif zamanlarda yüksek makamlara yaptığımız müracaatlarla, verdiÄŸimiz raporlarla belirttik. Nihayet, Büyük Millet Meclisi’nin geçen devresinde sunulmuÅŸ olan iki layiha ile bu cihet açıklandı. Bu suretle iÅŸ matbuata da aksetti. Bu layihalarda dinî ihtiyaç ve bunun sebepleri bütün üryanlığı ile gösterilerek Diyanet Ä°ÅŸleri BaÅŸkanlığına baÄŸlı muhtelif dereceleri ihtiva eden dinî bir müessesenin açılması lüzumu belirtiliyordu. Bu haklı ve yerinde olan talep hususi bir komisyona havale edilmiÅŸ, neticede, istenilen bu din müesseseleri yerine Üniversite’ye baÄŸlı bir ‘Ä°slâm Ä°lahiyat Fakültesi’ açılmasına, ilk mekteplerin dördüncü ve beÅŸinci sınıflarına ihtiyari din dersi konulmasına, imam ve hatip ihtiyacını önlemek üzere de Milli EÄŸitim Bakanlığı tarafından on aylık kurslar açılmasına karar verilmiÅŸti. Üniversite dahilinde açılacak olan bu fakülteden maksat burada bilhassa Ä°slâm ilimlerine ehemmiyet verilerek güya istediÄŸimiz din adamlarının yetiÅŸmesini temin etmekti. Halbuki sonradan fakülteye ait olmak üzere üniversite tarafından hazırlanmış olan kanunda ‘Ä°slâm" kelimesi de kaldırılarak yalnız ‘Ä°lahiyat (Teoloji) Fakültesi’ diye teklif edilmiÅŸtir. Bu fakülteye girebilmek için sadece lise mezunu olmak kâfi görüldü.
​
Binaenaleyh bugünkü [Ankara] Ä°lahiyat Fakültesi katiyen memlekete lüzumu olan din adamlarını yetiÅŸtirecek bir durumda deÄŸildir. Ve bu ÅŸerâit altında bunun imkânı yoktur. Bununla beraber Üniversite dahilinde böyle bir fakültenin bulunmasına muarız deÄŸiliz. Öyle bir müessese de bulunabilir. Bizim istediÄŸimiz ise bu deÄŸil, belki memleketin her sahadaki dinî ihtiyaçları ile mütenasip yüksek Ä°slâm âlimleri yetiÅŸtirebilecek hakiki bir din müessesesidir. Ve bu da dünyanın her tarafında olduÄŸu gibi, ancak Diyanet Ä°ÅŸleri BaÅŸkanlığı tarafından idare edilmek suretiyle olacaktır. Bunun bir an evvel açılması ise memleket için hayati bir zarurettir”.
​
Diyanet’e baÄŸlı olan fakat Milli EÄŸitim Bakanlığı’nın da teftiÅŸ hakkı bulunan Kur’an kursları ile Diyanet’in eÄŸitim merkezleri bu genel hükmün nispi ve zayıf istisnalarıdır. Fakat -8 yıllık mecburi eÄŸitim düzenlemeleri sırasında ciddi yaralar alan Kur’an kurslarının hafızlık yaptırmak ve Kur’an okumasını öÄŸretmek gibi -programlarda ilmihal bilgileri de vardır büyük ölçüde teknik bir eÄŸitime yönelik olduÄŸu, EÄŸitim Merkezleri’nde ise kısa dönemli meslekî olgunlaÅŸtırma kurslarının yapıldığı unutulmamalıdır. 1976 yılında Tayyar Altıkulaç’ın ısrarlı çalışmalarıyla açılan Diyanet’e baÄŸlı Haseki EÄŸitim Merkezi de müftü ve vaizlere yönelik bir olgunlaÅŸtırma eÄŸitimi vermekle beraber gerek maksadı ve eÄŸitim süresinin 2 yıl olması gerekse Arapça ve dinî ilimler ağırlıklı programı itibariyle “din eÄŸitimi” sınırlarına bir ölçüde dahil edilebilir.
​
633 sayılı kanunun 5. Maddesi Din Ä°ÅŸleri Yüksek Kurulu’na “KuruluÅŸa eleman yetiÅŸtiren okulların meslek dersleri ile diÄŸer okullardaki din derslerinin kitap, müfredat ve programları hakkında rapor hazırlamak ve gerektiÄŸinde ilgililerle iÅŸbirliÄŸi yapmak” görevini yüklemekte ise de bugüne kadar iÅŸlerliÄŸi ve etkisi olmayan bir madde hüviyetinde kalmıştır.