II.Meşrutiyet Dönemi-Medreselerde Reform

Prof. Dr.Mustafa Öcal'ın Osmanlı’dan Günümüze Türkiye’de Din Eğitimi (Dergâh: 2017) adlı kitabından kısaltılarak alınmıştır.
Osmanlı Devleti’nin Son Döneminde Medreselerin Durumu
1908 yılında Osmanlı Devleti sınırları içerisindeki medreselerin sayısal durumu ve yerleşim merkezlerine göre dağılımı şöyle idi:

Osmanlı Devleti’nin yönetim dönemi boyunca Balkanlarda ve fethedilen Avrupa ülkelerindeki medrese ve mekteplerden tespit edilebilenler sayısal olarak şöyledir:


Deniz Aşkın'ın Türkiye'de Şark Medreseleri ve Seydalar (Nobel: 2018) adlı kitabından kısaltılarak alınmıştır.
II. Meşrutiyet Döneminde medreseler artık halkın gözünde de değerlerini yitirmeye başladı. Bunun en önemli nedeni devletin, yönetim ve memur kademelerindeki boşluğu/ihtiyacı modern ve laik eğitim olarak tabir edilen mekteplerden karşılamasındaki eğilimiydi. Bu nedenle halk kendi çocuklarının geleceklerini ve itibarlarını düşünerek onları artık laik devlet okullarına göndermeye başlamıştı. Bu durum medreselerin imajını ve din adamlarına olan güveni çok ciddi bir şekilde zedelerken, bu iki eğitim kurumunun öğrencileri arasında önemli bir çekişmeye de uygun bir zemin hazırlamaktaydı.
Doğu ve Batı sentezi kurmaya çalışan II. Abdülhamid döneminde dahi devlet kademesinde, özellikle devletin laik eğitim sisteminde eğitim görmüş hatta bazıları Avrupa’da eğitim alıp Osmanlı’ya dönmüş, artık eski düzene yeni entegre politikalar ile sistemin yürümeyeceğine yönelik itirazlar gelmeye başlamıştı. Modem eğitimli kesim devletin her kademesine ve kurumuna yerleşmiş ve artık daha fazla modernleşme gereksinimini dillendirmeye başlamışlardı. Buna mukabil, devletin yönetim kademelerinden dışlanmış ve halk arasında itibarını kaybetmiş olan medrese ve müdavimlerinin de gelen eleştirilere kulak tıkama gibi bir şansları kalmamıştı. Süreç gittikçe onları dışarıda bırakmakta ve onlarda bunun farkında olarak medreselerin ıslah edilmesi konusunda adımların atılması yönünde yönetime isteklerini bildirmişlerdi.
Gerek Osmanlı’nın iflas etmekte olan ekonomisi gerekse de kapıda olan savaşlardan dolayı bütün sorunlar ile baş edilmesi mümkün değildi. Ancak tüm bu olumsuz havaya rağmen, medreselerin ıslahına yönelik talep içeriden geldiği için, II. Meşrutiyet'in medreseler üzerine olan tartışmaları körüklediği söylenebilir. Medreselerin müderrisleri her sorunu detaylı olarak ele almıştı. Ancak tartışmaya açılan konu, söz konusu dönem Osmanlı’sında revaçta olan üç ana akım tarafından farklı yorumlanmaktaydı. Bunlardan Batı taraftan olan grup bu kurumların tamamen ortadan kaldırılması gerektiğini söylemekteydi. Türkçülük adı altında birleşen gruba göre bu kurumlar kültürel olarak yaşatılmalıdır ve bunların Eğitim Bakanlığı’na bağlanması gerektiği yönünde teklifler dile getirilmiştir. Diğer taraftan İslamcılık akımı ise medreselerin tekrardan ihyasını öngörmekteydi.
Medreseler açısından bakılacak olursa, bu dönemde artık medrese için yapılan eleştiriler eleştiriyi aşan ve pratiğe dökülen ıslahatların başladığı bir dönem olmuştur. Bunun için medreselerin Batılı tarzda daha önce kurulan ve geliştirilen mekteplere benzer bir şekilde düzenlenmesi düşüncesi ön plana çıkmıştır. Bu minvalde, medreselerde gerek öğrenci gerekse de müderrisler için bir program olacak, bunlar için disiplinli bir denetim mekanizması sağlanacak ve okuldan mezun olma, yıl hesabına bağlanacak ve hatta medrese binalarının nasıl olacağına yönelik yeni kurallar devreye girecekti.

Prof. Dr.Mustafa Öcal'ın Osmanlı’dan Günümüze Türkiye’de Din Eğitimi (Dergâh: 2017) adlı kitabından kısaltılarak alınmıştır.
(1910) Medaris-i İmiye Nizamnamesi
İlk medrese ıslâh hareketi 1909’da Fatih Medresesinde başlatılmıştır. Bu ıslâh hareketi esnasında medrese programlan arasına uzun yıllar sonra yeniden fen bilimleri ve sosyal konulu dersler ilave edilmiştir.
Ancak medrese ıslahı alanında ilk ciddi adım, 1910’da Medâris-i İlmiye Nizâmnâmesi’nin yayınlanması ile atılmıştır. 48 maddeden oluşan Medaris-i İlmiye Nizâmnâmesi ile Hesap, Hendese, Cebir, Kimya, Kozmoğrafya, Heyet gibi bazı fen derslerinin, Tarih ve Coğrafya gibi kültür derslerinin medreselerde okutulmasının caiz olduğuna dair Şeyhülislâm Musa Kazım Efendi’den fetva alınmış ve bu dersler yeniden medrese programları arasına girmiştir. Medresenin öğretim süresi, her öğretim yılı 9 ay olmak üzere 12 yıl olarak belirlenmiştir. Cuma hariç, her gün sabah 3’er ders yapılacaktır. Ayrıca eskiden olduğu gibi sabah-akşam cami derslerine devam edilecektir.
Nizâmnâme medreselerde kayıtlı 5000 (beş bin) talebeye ayda 70’er kuruş aylık burs tahsis edilmiştir. 12 yıllık medresenin her sınıfının ayrı ayrı programları da belirlenmiştir.
Medâris-i İlmiye Nizâmnâmesi ile medreselere yeni bir düzen verilmiş ve programlarında önemli değişiklikler yapılmıştır. Öncelikle, programları arasına fen ve sosyal konulu derslerin ilavesi medrese için bir yenilik olmuştur. Ancak, uygulamada ne oranda başarı sağlanmıştır? Bu konuda kesin bir şey söylemek mümkün olmamakla birlikte, devletin o yıllar içinde bulunduğu şartlar, yani bir taraftan dışarıda devamlı savaş yapılıyor ve her savaşta önemli kayıplar veriliyor olması, diğer taraftan içteki kargaşa sebebiyle yeni medrese programlarının başarılı bir şekilde uygulanamadığı kanaatindeyiz.
Orta Öğrenim Seviyesi Düzenlemeleri
Atiye Emiroğlu'nun Türkiye'de Din Eğitimi Bağlamında İmam Hatip Okulları adlı Doktora Tezinden (Selçuk Ünv.: 2016) kısaltılarak alınmıştır.
İmamlık ve hatiplikle ilgili hususlar ise Tevcih-i Cihad Nizamnameleriyle düzenlenmeye çalışılmıştır. Bu nizamname doğrultusunda 1913 yılında imam ve hatip yetiştirmek üzere Medreset’ül-Eimme ve’l-Huteba, vaiz yetiştirmek amacıyla da Medresetü’l-Vâızîn açılmıştır.
Bir yerde düzenlenmenin olması demek eksikliğin de ifadesidir. Özellikle Osmanlı Devleti’nin son dönemlerinde medreselerin eleştirilmesi sadece Batı tarzı eğitim kurumlarının karşısında yetersiz kalmasına yönelik değildir. Bu eleştirilerin büyük çoğunluğunun nitelikli din adamının yetiştirilememesine yönelik olduğu da söylenebilir.
Tevcih-i Cihat Nizamnamesi’nde ehliyetli din adamının yetiştirilmesi için yapılması gerekenler maddeler halinde verilmiştir. Bu nizamnamede dikkat çeken en önemli husus ise imam-hatiplik gibi görevlerin babadan oğula intikal etmesidir. Düzenlemede vefat eden babanın çocukları arasında en ehliyetli olanına görev teslimi yapılabileceğinden bahsedilmektedir. İlmiyeye mensup olan müderrislik, hitabet ve imamet gibi görevler imtihanla verileceği kabul edilmiştir.

Prof. Dr.Mustafa Öcal'ın Osmanlı’dan Günümüze Türkiye’de Din Eğitimi (Dergâh: 2017) adlı kitabından kısaltılarak alınmıştır.
(1912) Vaizler Medresesi (Medresetü’l-Vaizin)
Osmanlı Devletinin son döneminde vaazlar ve vaizlik konusunda birtakım sıkıntılar olmuş olmalı ki, 1909’da medreselerin ıslâhı için Meşihât’ta (Şeyhülislâmlık’ta) kurulmuş olan Islâh-ı Medâris Encümeni medreselerde bir de vaiz yetiştirilmek üzere şube açmayı düşünmüş ve hazırlıklar yapmış ise de bir sonuç elde edilememişti.
Aradan üç yıl geçtikten sonra Evkaf Nezaretince 6 Şubat 1912 tarihli nizamname ile Kuran ve sünnet çerçevesinde İslâm’ın güzelliklerini insanlık âlemine anlatabilecek kâmil insanlar yetiştirmek, bir başka ve daha kısa ifadeyle “İslâm tebliğcileri yetiştirmek amacıyla” Medresetü’l-Vâizîn kurulmasına karar verilmiştir. Karar gereği, 28 Aralık 1912’de İstanbul’da açılmıştır.
Öğretim süresi 4 yıl idi. Her yıl sınavla 40 öğrenci alınacaktı. Öğrencilere 150’şer kuruş aylık ve ayrıca dersler devam ettiği sürece öğle yemeği verilecekti. Medreseden mezun olanlar için Evkâf Nezaretince görevlendirilecek yerde 4 yıl mecburi hizmet yapma şartı konulmuştu.
Medreseye öğrenci olarak 20-35 yaş arasındaki kişiler kabul edilmeye başlanmıştır. Ancak medreseden ilk iki yıl pek iyi sonuç alınamamıştır. Sebep olarak ise, hazırlanan programın öğrenci seviyesinin üzerinde olması ve öğretim kadrosunun yetersizliği gösterilmektedir. Belki de bunun içindir ki, Mustafa Hayri Efendi daha Dâru’l-Hilâfeti’I-’Alıyye’yi kurmadan önce, 1914’te çıkardığı Nizâmnâme ile Medresetu’l-Vâizîn’i yeniden düzenlemiştir.
Medresetü’l-Vaizîn’in programında doğal olarak dinî derslerin yoğun ve ön planda olmasına rağmen Edebiyat, Tarih, Coğrafya, Hesap/Matematik, Cebir, Geometri, Hukuk Bilgisi, Sağlık Bilgisi, Heyet (Astronomi), Kimya, Felsefe, Medeniyet Tarihi, Sosoyoloji ve Terbiye (Eğitim), İktisat ve Mal Bilgisi gibi derslerin önemli bir yekûn tutması dikkat çekmektedir. Ayrıca dikkat çeken bir başka ders ise; Terbiye-i Bedeniye (Beden Eğitimi) dersidir. 20-35 yaş arasındaki talebelere Beden Eğitimi yaptırılması da önemli bir yenilik olarak kaydedilebilir.
Medresetu’l-Vâizîn’den mezun olanlar, askerî birliklerin imamlıkları ile vaizlik görevlerine doğrudan atanabileceklerdi.
Vaizlik daha çok vakfiyelerle düzenlenen “cihet (görev) idi. Onun için Medresetü’l Vâizîn’i Evkaf Nezareti kurmuştu. Ancak yukarıda da ifade edildiği gibi, birinci defa kuruluşunun ilk iki yılında bu medreseden pek iyi sonuç alınamamıştır. Keza; 1914’te yeniden düzenlenmesinden sonraki yıllar için de benzer tespitler yapılmıştır. Şer’iye Vekâleti Tedrisat Umum Müdürü olduğu dönemde Aksekili Ahmet Hamdi’nin Şer’iye Vekâleti’ne sunduğu raporunda; Medresetii’l-Vâizîn’den mezun olanların durumlarının hiç de iyi olmadığını ifade etmektedir. Akseki raporunda, vaizliğin önemine dikkat çekerek, vaizin bir milletin mürebbisi, vaizliğin ise Peygamberlik vazifesinin varisliği olduğundan bahsetmektedir. Ancak buna rağmen üzülerek o dönemin vaizlerinin seviyelerinin iyice düştüğünden bahisle; “bugünkü vaizler erbab-ı ukûlu (akıl erbabını) ağlatacak bir derekeye inmiştir” diye hayıflanmaktadır. Vaiz namıyla görevlendirilen birtakım kimselerin iki satırlık sözü bir araya getirmekten aciz kaldıklarından halka, dinin hükümleri yerine akla ve dine ters hurafelerden, İsrailiyattanı bahsetmelerinden yakınmaktadır.
Vaizlerin iyi yetişememiş ve dolayısıyla yetersiz olmalarının sebebi olarak ise; ülkenin içinde bulunduğu siyasi, sosyo-ekonomik durum, öğrencilerin askere alınmaları, hocaların yetersizliği... vb. sebeplerle medresede ciddi bir eğitim ve öğretimin yaptırılamamış olması gösterilebilir.
(1913) İmam ve Hatipler Medresesi (Medresetü’l-Eimme ve’l-Huteba-İlk İmam Hatip Okulları)
Osmanlıların son döneminde imam ve hatipler yetiştirmek amacıyla 1913 yılında İstanbul’da bir “Medresetü’l-Eimme ve’l-Hutebâ” (İmamlar ve Hatipler Medresesi) açılmıştır. Medrese Evkâf-ı Hümâyûn Nezaretine bağlı olarak faaliyete geçirilmiştir. Genel medreselerden ayrı ve zamanımızdaki İmam-Hatip Liselerinin ilk denemesi sayılabilecek Medresetü’l Eimme ve’l-Hutebâ’nın açılış gerekçesi, muhtemeldir ki o dönemin imam ve hatiplerinde görülen kemiyet ve keyfiyet bakımından yetersizliklerdir. Amaç, yeter sayıda, daha bilgili ve bilinçli imamlar hatipler yetiştirmektir.
Medrcsetü’l-Eimme ve’l-Hutebâ’da yalnızca dinî nitelikli derslerden oluşan bir program uygulamaya konulmuştur.
Orta mektep (ortaokul) seviyesinde bir medrese olarak değerlendirilen Medresetü’l-Eimme ve’l-Hutebâ, yapılan bazı araştırmalara göre okul olmaktan ziyade, bir yıllık kurs gibi düşünülmüştür. Üstelik yeterli ilgiyi de görmemiştir.
Medresetü’l-Eimme ve’l-Hutebâ’nın; “Eimme ve Hutebâ” adlı imam ve hatipler yetiştiren kısmı ile “Ezan ve İlahî” adlı müezzinler yetiştiren kısmı olmak üzere kendi içinde iki bölümü vardı.
1919 yılı sınav sonuçlarına göre Eimme ve Hutebâ kısmında, 1. sınıfta yalnızca 6 öğrenci sınava katılabilmiştir. Bunlardan biri aliyyü’l-â’lâ (pekiyi), ikisi â’lâ (iyi) derece ile olmak üzere 3’ü sınıflarını geçmiş (veya) okulunu tamamlamış, diğer 3’ü ise sınıfta kalmıştır.
Ezan ve İlâhi kısmında ise, 7 öğrenci sınava girmiştir. Bunlardan 2’si aliyyü’lâ’lâ (pekiyi), 3’ü â’lâ, l’i de vasat (orta) derece ile sınıflarını geçmiş (veya okulunu tamamlamış)tir. Biri ise sınıfta kalmıştır.'
Bu rakamların, Medresetü’l-Eimme ve’l-Hutebâ’nm öğrenci sayısını tam olarak yansıttığını söylemek mümkün değildir. Ancak buna rağmen bu medreseye yeterince ilginin olmadığı da anlaşılmaktadır.
Medresetü’l-Eimme ve’l-Hutebâ’ya ilgisizliğin sebebi olarak buradan mezun olacakların “mali destekten ve istihdam edilme garantisinden mahrum olmaları” gösterilmektedir. Bundan dolayı bu medreseler daha doğmadan ölüme mahkûm edilmişlerdir. Bir başka görüşe göre ise, bu medreseye ilgisizliğin sebeplerinden birisi de o sırada devletin I. Dünya Savaşı’na girmiş olmasıdır

Deniz Aşkın'ın Türkiye'de Şark Medreseleri ve Seydalar (Nobel: 2018) adlı kitabından kısaltılarak alınmıştır.
Yüksek Öğrenim Seviyesi Düzenlemeleri
Medreselerin Islahı Kapsamında Yüksek Din Eğitiminin Düzenlenmesi
16 Mart 1914 yılında şeyhülislamlık makamına gelen Mustafa Hayri Efendi medreseler için gayet önemli ve sistematik bir program geliştirmiştir. Hayri Efendi, medreselerin ıslah edilmesi gerektiğine kesinlikle inanmış biri olarak, bu yöndeki düşüncesini hayata geçirmeye çalışmıştır. 1 Ekim 1914’te kabul edilen Islah-ı Medaris Nizamnames’ini önemli kılan bir ayrıcalık ifade etmek gerekirse, bu nizamname pilot bölge olarak eğitim programını önce İstanbul’da uygulayacak, eğer verim alınırsa, bu program geliştirilerek taşraya yayılacaktı.
Yeni düzenlemeye göre medreseler Tali kısm-i evvel, Tali kısm-ı sani ve Ali olmak üzere her biri için dört yıl toplamda ise 12 yıllık bir eğitim öngörülmüştür. Medresenin Ali kısmının üniversiteye denk geldiği bu eğitim sisteminde bitirenler eğer isterlerse tefsir, hadis, fıkh, kelam ve tasavvuf enstitülerinden müteşekkil olan ve daha sonra Darul-Hilafeti Aliye adını alacak Medresetü’l Mütehassisi'nde doktora derecesinde ile uzmanlaşabileceklerdi. Ancak bu medreselere giren her kişinin bu eğitim kurumunu sonuna kadar takip edemeyeceği göz önüne alınarak tali kısmı bitirenlere şehadetname, Âli kısmı bitirenlere ise icazetname verilerek onların içtimai hayata atılmaları sağlanacaktı. Daha sonra yapılan bir değişiklikle bu tür medreselerde uzmanlaşmak isteyen kişilere bir senelik hazırlık programı kapsamında İngilizce, Fransızca, Almanca veya Rusça olmak kaydıyla birini iyi derece bilmesi şartı getirildi.
Daha önce pozitif bilimlerden soyutlanan ve halk gözünde itibarları yok olan medreselere yönelik iyileştirme programları ile birlikte günümüz eğitim programlarına eş değer ve geniş bir yelpazeye yayılan bir müfredat hazırlanmıştır. Ancak medrese alanında bu tür gelişmeler olurken mektep olarak tabir edilen eğilim sisteminde de görülen devlet katkısı ve iyileştirme politikaları Osmanlı Devleti’nde, her alanda ihtisaslaşmaya doğru giden eğitimli bir grubun oluşmasına zemin hazırlamıştır. Bu bağlamda medresedeki Kısm-i Âli ’den mezun olan bir kişi tıp alanında modern okullardan mezun bir kişiyle kendi alanına hâkim olma konusunda eşit bir dereceye gelmiştir. Böylece dinde uzmanlaşma, Osmanlı’nın dâhil olmuş olduğu modernleşme politikası gereği ya da sonucu olarak ortaya çıkmıştır.
Din Eğitimi El Kitabı (Grafiker: 2017)'ndan kısaltılarak alınmıştır.
Daru’l Hilafe Medreseleri
Klasik medrese yapısından farklı olan bu okullar, Batı tarzı açılan mektepler örnek alınarak tali kısm-ı evvel ve tali kısm-ı sani (orta öğretim birinci ve ikinci basamaklar) ile âli (yüksek) olmak üzere üç öğretim aşamasına ayrılmıştır. Bu okulların toplam öğretim süresi ise her bir öğretim aşaması 4 yıl olacak şekilde 12 yıl olarak belirlenmiştir.
Ders programlarına Batı dilleri, Sosyoloji, Psikoloji, Sağlık Bilgisi, Maliye, Kimya, Resim, Beden Eğitimi gibi kültür dersleri de konmuştur. Programda yıldan yıla değişiklikler olmuşsa da program genellik %60 ağırlığında kültür dersleri, %40 oranında ise mesleki (dini) dersler olacak şekilde varlığını korumuştur. Kültür derslerinin programa konmasındaki amaç ise, hem öğrencilerin din bilimleri ile ilgili dersleri kavramasına ve yorumlamasına yardımcı olmak hem de özellikle orta dereceli medreselerin öğretim kalitesini diğer mekteplerle eşit seviyeye getirmektir.
Daru’l-Hilafeler, II. Meşrutiyet döneminde medreselerin ıslahı çalışmalarında örnek alınmış sonraki yıllarda örnek medrese tipi olarak Anadolu’nun çeşitli vilayetlerinde de açılmıştır. Ancak taşrada açılan bu medreseler İstanbul’dakilerden beklenen niteliklere sahip olamamıştır. Öğretim süreleri 5 yıl olarak belirlenmiş, Farsça, Batı Dilleri ve Beden Eğitimi gibi bazı dersler müfredatlarında yer almamıştır.
Prof. Dr.Mustafa Öcal'ın Osmanlı’dan Günümüze Türkiye’de Din Eğitimi (Dergâh: 2017) adlı kitabından kısaltılarak alınmıştır.
Nizâmnâmeye göre, Medrese 4’er yıllık 3 kısımdan oluşacaktı ve toplam 2880 öğrenci alınmış olacaktı. Ancak buna rağmen şunu da ifade etmeliyiz ki; maalesef bu gayret ve ıslâh çabasından da sonuç alınamamıştır. Çünkü “medreselerde bu yenilik yapıldığı 1914 senesinde Osmanlı Hükümeti Umumi Harbe (1. Dünya Savaşı’na) girmiş, harp dört sene sürmüş, 16 yaşındaki gençlere varıncaya kadar herkes askere alınmış olduğu için, bu medrese ıslahatından da bir fayda husule gelmemiştir.

Prof. Dr.Zeki Salih Zengin'in Medreseden Darilfünun'a Türkiye’de Din Eğitimi (Maarif Mektepleri: 2019) adlı kitabından kısaltılarak alınmıştır.
Darü’l Hilafetü’l Âliye’nin Kurulması ve Darülfünûn’daki Ulûm-ı Şer’iye Şubesinin Kapatılması
Darü’l Hilafe Medresesi bünyesinde yer alan Âli kısım, ortaöğretimin birinci ve ikinci kademelerine denk olan Tâli Kısm-ı Evvel ve Talî Kısm-ı Sânı derecelerinin üstünde, yüksek din eğitimi basamağını oluşturmaktadır. [Günümüzdeki lisans öğretimi basamağına denk] Bu kısmın açılması ile birlikte Darülfünûn’daki Ulûm-ı Şer’iye Şubesi kapatılmıştır.
İlk yıllarda hazırlanan programlarda Arapça ve din ilimlerine belirgin oranda ağırlık verilmesine karşılık sonraki yıllarda kültür dersleri ya da doğrudan ilahiyat alanı ile ilgili olmayan; ancak alanla ilgili bilimsel çalışma, yaklaşım ve uygulamalar açısından vazgeçilemez nitelikte değeri olan Eğitim, Sosyoloji ve Batı dili gibi derslere verilen ağırlık giderek artmıştır.
Medresetü’l Mütehassısin
Günümüzdeki lisans öğretimi basamağına denk olan Âlî kısımla birlikle, yine 1914 yılında Medresetü’l Mütehassisinin açılmasıyla lisansüstü öğretime denk olan öğretim basamağı da oluşturulmuştur. Adı 1917 yılında Medrese-i Süleymaniye olarak değiştirilen bu kurumun öğretim süresi daha sonra iki yıldan üç yıla çıkartılmıştır.
Din ilimleri alanında uzmanlar yetiştirmek amacı ile kurulan bu medrese Tefsir-Hadis, Fıkıh ve Kelâm-Tasavvuf-Felsefe şubelerinden oluşmaktadır. Her şube için ayrı olarak düzenlenen medresenin programında dersler ilgili alanlara göre tespit edilerek, din ilimleri alanında yüksek tahsil ile birlikte belirli alanlarda uzmanlaşmaya doğru gidilmesi hedeflenmiştir. Alt uzmanlık alanlarının oluşturulmasına yönelik bu girişimin Darülfûnûn’daki Ulûm-ı Şer’iye Şubesi için de düşünülerek, ön çalışmasının da yapıldığından yukarıda bahsetmiştik. Akademik açıdan doğru olan bu yaklaşımın Medresetü’l Mütehassısîn’de gerçekleştirildiği görülmektedir.

Prof. Dr.Mustafa Öcal'ın Osmanlı’dan Günümüze Türkiye’de Din Eğitimi (Dergâh: 2017) adlı kitabından kısaltılarak alınmıştır.
Islâh-ı Medâris Nizâmnâmesi ile kurulan Dârü’l-Hilâfeti’l-‘Aliye Medresesi’nin şubesi ve aynı zamanda ihtisas medresesi olarak bir de Medresetu’l-Mütehassısîn’in kurulmuştur. Medresenin kuruluş amacı ulûm ve fünûnda mütehassıs elemanlar yetiştirmekti. Öğretim süresi 2 yıl idi. İhtisas medresesine öğrenci olarak Dârü’l Hilâfeti’l-Aliye’yi bitirerek icazetname alıp müderris unvanına sahip olanlar devam edebileceklerdi. Her bir sınıfında ise 40 öğrenci okuyacaktı.
Gerekli hazırlıklardan sonra Medresetü’l Mütehasısîn 1915-1916 öğretim yılında toplam 40 öğrenci ile ve 3 şube hâlinde öğretime açıldı. Şubeler şunlardı:
-
Tefsir ve Hadis Şubesi,
-
Fıkıh Şubesi,
-
Kelâm ve Tasavvuf ve Felsefe Şubesi.
İyi niyet ve samimi bir gayretle medrese ıslah nizamnamesi çıkarılarak yürürlüğe konulmuştur ama savaşlar sebebiyle sağlıklı bir eğitim ve öğretim yaptırılamamıştır. Yapılan tespitlere göre 1916-1917 öğretim yılında medresenin bölümlerinde kayıtlı toplam 1047 öğrenciden 419’u askerlik vb. sebeplerle sene sonu sınavlarına girememişlerdir. 1917-1918 öğretim yılında kayıtlı 1082 öğrenciden ise 469’u askerde olduğu için sene sonunda yapılan sınavlara girememiştir.
(1917) Medarisi-i İlmiye Hakkında Kanun
Islâh-ı Medâris Nizâmnâmesini çıkaran Mustafa Hayri Efendi’nin görevden ayrılması üzerine 1916’da Musa Kazım Efendi Şeyhülislâm olmuştur. Musa Kazım Efendi göreve gelir gelmez, medreselerle ilgili yeni bir kanun hazırlığına başlamış ve 1917’de “Medâris-i İlmiye Hakkında Kanun”u çıkarttırmıştır.
Kanunla Osmanlı Devleti sınırları içerisindeki medreselerin tamamının önceden de olduğu gibi, Makam-ı Meşihat’a (Şeyhülislâmlığa) bağlılığı ifade edilmiştir. Ayrıca gereken yerlerde yeni medrese açma yetkisinin de Meşihat a ait olduğu belirtilmiştir. Keza; yine önceden olduğu gibi İstanbul dâhilinde bulunan Medâris-i İlmiye, Dâru’l-Hilâfeti’l-Aliye Medresesi adı altında tek yönetim altında tutulmaya devam edilmiştir. Ancak bu sefer medreseler; 3 yıllık İbtidâ-i Hariç, 3 yıllık İbtidâ-i Dâhil, 3 yıllık Sahn adıyla üç dereceye ayrılmıştır.
Her derece için, Islâh-ı Medâris Nizâmnâmesi ile oluşturulan Dâru’l-Hilâfeti’l‘Aliye Medresesi’nin bölümlerinin ders programına benzer programlar hazırlanarak uygulamaya konulmuştur. Ayrıca bunların üstünde -Medresetü’l-Mütehassısîn’in yerine— 3 yıllık Medrese-i Süleymaniye adıyla ihtisas kısmı açılmıştır. Medrese-i Süleymaniye’nin bölüm adları şöyledir:
-
Tefsir ve Hadis Şubesi,
-
Fıkıh Şubesi,
-
Kelâm ve Hikmet Şubesi,
-
Edebiyat Şubesi.

Hasan Sabri Çeliktaş'ın Yüksek Din Eğitimi Anlayışının Değişimi (İstanbul Ünv.: 2017) adlı Doktora Tezinden kısaltılarak alınmıştır.
Bu dönemde hazırlanan kanun ve nizamnâmeye göre Dârulhilâfeti’l-Aliyye Medresesi’nin orta ve yüksek kısımlarının isimleri değiştirilmiştir. Ayrıca bu kısımların öğrenim süreleri de azaltılmıştır. Bunların yanında medresenin ihtiyaç duyduğu bilgi seviyesindeki öğrencileri yetiştirmek maksadıyla İhzârî Sınıf adı altında üç senelik hazırlık sınıfı açılmıştır. Buna göre tahsil süresi üçer yıl olan yeni isimlendirmeler şu şekilde olmuştur: İhzârî Sınıf, İbtidâi Hâric, İbtidâi Dâhil, Sahn, Süleymaniye.
Sahn Medresesi olarak isimlendirilen “tahsil-i âlî kısmının” lağvedilen Dârulfünûn ilâhiyat şubesinin derslerini ihtiva ettiği bildirilmektedir. Bu kısımda üç senesini tamamlayanlara ehliyetnâme ile taşra ruûs-ı hümâyunu verilmektedir.230 Sahn derecesini bitirenler, uzmanlaşmak için Medrese-i Süleymaniye’nin, Tefsir ve Hadis, Fıkıh ve Usûl-i Fıkıh, Kelâm ve Hikmet ile Edebiyat şubelerinden istediklerine gidebilmektedirler. Buradan mezun olanlardan “dersiâm” olmak isteyenlerin, müderrislerin belirleyeceği bir konu üzerine risale yazması ve bunun müderrisler tarafından kabul edilmesi gerekmektedir. Bunu başaranlar İstanbul ruûsuna ve dersiâm maaşına ulaşmaktadırlar. Ayrıca Sahn kısmı mezunlarının Dârulfünûn medreselerinden (şubelerinden) birine imtihansız girme hakları bulunmaktadır.

Prof. Dr.Mustafa Öcal'ın Osmanlı’dan Günümüze Türkiye’de Din Eğitimi (Dergâh: 2017) adlı kitabından kısaltılarak alınmıştır.
(1919) Medresetü’l İrşâd
Evkâf-ı Hümâyûn Nezareti’ne bağlı olarak açılmış olan Medresetü’l-Vâizîn ile Medresetü’l-Eimme ve’l-Hutebâ’dan beklenen sonuç alınamayınca söz konusu iki medrese 1919’da Medresetü’l-İrşâd adıyla iki şube hâlinde birleştirilmiştir. Yönetimleri ise, Meşihat’a (Şeyhülislâmlığa) verilmiştir. İfadelerden anlaşılacağı gibi bu medrese kendi içerisinde iki şubeden oluşmuştur ki bunlar: Vâizîn ile Hutebâ ve-Eimme şubeleri idi.
Medresetü’l-İrşâd’ın Vâizîn şubesinin öğretim süresi 3 yıl olarak belirlenmiştir. Şubeye her yıl 10 öğrenci kayıt yaptırabilecekti. Öğrencilere her ay 100 kuruş harçlık (burs) verilecekti. Öğrenimleri boyunca yiyecek, giyecek vb. her tür ihtiyaçları karşılanacaktı. Mezuniyetlerinde Dâru’l-Hilâfeti’l-‘Aliyye’nin yüksek kısırımın mezunlarının sahip oldukları haklara sahip olacaklardı. Yani mezuniyetlerinden sonra ruûs alanlar Zeyl Meşihâtlerine, kara ve deniz askeri kıta imamlıklarına, vilayet, liva ve kasaba vaizliklerine tayin edileceklerdi. Vâizîn şubesinden ilk defa 1919-1920 öğretim yılı sonunda toplam 4 öğrenci mezun olabilmiştir. Bir sonraki öğretim yılında ise; toplam 6 öğrenci mezun olmuştur.
Hutebâ ve Eimme (Hatipler ve İmamlar) şubesinin öğretim süresi 2 yıl idi. Mezunları imamlık, hatiplik ve müezzinlik görevlerine tayin edileceklerdi. Hutebâ ve Eimme şubesinden, 1919-1920 öğretim yılında 2 öğrenci mezun olmuştur. Bir sonraki yılda Medresetü’l-İrşâd’ı ziyaret eden ve tespitlerini bir rapor hâlinde sunan Aksekili Ahmet Hamdi: “Eimme ve Hutebâ şubeleri ise bugün hemen hemen mesdûd bir hâldedir (kapanmış vaziyettedir)” ifadesini kullanmıştır.
Buna rağmen Medresetü’l-İrşâd, medreselerin kapatılış tarihi olan 1924’e kadar açık kalabilmiş ve bu tarihte diğer medreselerle birlikte tarihe mal edilmiştir. Tabiatıyla bu medresenin kapatılması da diğer medreselerin kapatılmasında olduğu gibi tepki ile karşılanmıştır.