Islahat Fermanı Sonrası Eğitim

Aynur ErdoÄŸan'ın Türkiye’de Yurtdışına ÖÄŸrenci Gönderme Olgusunun Sosyolojik Çözümlemesi adlı Yüksek Lisans Tezimden (İstanbul Ünv.: 2009) kısaltılarak alınmıştır.
Avrupa’da Osmanlı Okulu
(1856) Avrupa’ya Gönderilen ÖÄŸrencilerin Durumu
1856 yılı, Islahat Fermanının ilanının dışında yurtdışına öÄŸrenci gönderimiyle ilgili de bir dönüm noktası olma özelliÄŸinden dolayı önemli bir yıldır. 1856-57 yıllarında hem yurtdışına yeni öÄŸrenciler gönderilmiÅŸ ve hem de Avrupa merkezlerinde ve özellikle Paris’te bulunan öÄŸrencilerin durumlarının tespiti için ve uygulamanın verimliliÄŸini ölçmek için çalışmalarda bulunulmuÅŸtur. Çünkü öÄŸrenciler farklı okullara dağıtılmış durumdadırlar ve bu halleriyle denetimden yoksun oldukları gibi masrafları da önemli boyutlara ulaÅŸmıştır.
​
Yurtdışına gönderilen öÄŸrencileri bulundukları merkezlerdeki elçiler takip etmektedir. Paris elçisi Mehmed Cemil Bey Paris’teki öÄŸrencilerin takibini saÄŸlayabilmek için komisyon oluÅŸturulması teklifini Fransız Maarif Nazırına iletmiÅŸtir. Cemil Bey ve Rouland arasındaki yazışmada hem kurulacak komisyon ÅŸekillenmiÅŸtir hem de mevcut duruma çözüm olarak ortaya çıkan okul açma düÅŸüncesi ortaya çıkmıştır.
​
OluÅŸturulan komisyon öÄŸrencileri bir dizi imtihandan geçirmiÅŸtir. Durum hiç de iç açıcı deÄŸildir. Birçok öÄŸrenci Paris’teki iki eÄŸitim yılına raÄŸmen aritmetiÄŸin temel iÅŸlemlerinin, coÄŸrafya ve tarihin en basit kavramlarının ötesine geçememiÅŸtir. Fransızca dilini ise belli bir akıcılıkla konuÅŸuyor olsalar da imla ve gramerde bir hayli eksiktirler.
​
Aslında daha beÅŸ yıl önce, 1851’de öÄŸrencilerin teftiÅŸi için Paris’e giden Maarif-i Umumiye Nazırı Kemal Bey tarafından gönderilen raporda öÄŸrencilerin genel durumuna iliÅŸkin çizilen tablodan bu tarihe gelince neden bu düzenlemelere gidildiÄŸi anlaşılmaktadır. Kemal Bey, öÄŸrencilerden askeri tahsil görmekte olan beÅŸ öÄŸrencinin haricinde, diÄŸerlerinin sorumluluklarını yerine getirmedikleri sonucuna varmıştır. Bunlar eÄŸitimleriyle meÅŸgul olacaklarına uygunsuz hareketlerde bulunmaktadırlar. Paris’e geleli dört ya da beÅŸ sene geçmiÅŸ olmasına raÄŸmen üç senede tahsili gereken ilmi tahsil edememiÅŸlerdir. YaÅŸları da geçkin bu öÄŸrenciler hal ve tavırlarıyla yeni gelenlere kötü örnek olarak onları da etkilemektedirler. Kemal Bey’in raporunda devletin bu kadar masraf ederek yurtdışına gönderdiÄŸi öÄŸrencilerden istediÄŸi verimi alamamasının doÄŸurduÄŸu endiÅŸe okunmaktadır.
​
1857 yılında kurulan komisyonun, öÄŸrencileri imtihana tabi tutmaları ve sonuçtan memnun kalmamaları Fransız Maarifinin içinde Osmanlı öÄŸrencilerini bir araya toplayarak takiplerini kolaylaÅŸtıracak ve Fransız yüksekokullarına girmeden önce öÄŸrencilerin temel bilimleri öÄŸrenmelerini saÄŸlayacak ortaokul mahiyetinde bir merkez kurma kararı almasına sebep olmuÅŸtur.
​
(1857-1865) Fransa’da Mekteb-i Osmani’nin Kurulması
Komisyondan çıkan karar doÄŸrultusunda ve Sultan Abdülmecid’in izni ve arzusuyla 1857’de açılış töreniyle okul tahsil hayatına baÅŸlamıştır. Mekteb-i Osmani’de öÄŸrencilerin Fransız okullarında okutulan derslerden istifade edebilecek düzeye gelebilmeleri için gerekli edebiyat ve bilim dersleri okutulmuÅŸtur.
​
Okul kurallarının Osmanlı eÄŸitim sisteminden beslenmediÄŸi açıktır. Okul Fransız Maarifine baÄŸlıdır ve Fransız eÄŸitim sisteminin kuralları geçerlidir. Okulun ilk müdürü 1877’de Galatasaray Lisesi müdürü olacak olan Ali Nizami Bey’dir.
​
1863 yılı sonu itibarıyla Ali Nizami Bey görevini Esad Efendi’ye devretmiÅŸtir. Esad Efendi müdürlüÄŸünü teslim aldığı okula çeki düzen verilmesi gerektiÄŸini düÅŸünmüÅŸ ama planları gerçekleÅŸememiÅŸtir. Çünkü Dersaadet’ten okulun kapatılmasına iliÅŸkin kararın gelmesi çok sürmedi. 1865’te okulun kapatılmasına karar verilmiÅŸtir. Kapatılmaya iliÅŸkin PadiÅŸahın buyruldusuna bakıldığında karara yine Esad Efendi’nin daha önce gönderdiÄŸi bir raporun temel ve referans olduÄŸu görülmektedir.
​
Esad Bey’e göre Paris’te eÄŸitim görüp İstanbul’a dönmüÅŸ öÄŸrencilerden bazıları beklenen eÄŸitimi almış ve ihtiyaç duyulan donanıma sahip olmuÅŸ olsa da çoÄŸu kendileriyle ilgili alana dair bilim dallarından yeterince istifade etmemiÅŸtir. Osmanlı Devleti’nin bu kadar külliyetli masraf ederek yurtdışına öÄŸrenci göndermekteki amacı her dalda yetkin adamlar yetiÅŸtirmek olduÄŸuna göre bunların az vakitte, az masrafla alanlarında en iyi eÄŸitimi almaları ne ÅŸekilde mümkün olacaktır?
​
Esad Efendi’nin öncelikli tartıştığı konu, Osmanlı okullarından mezun öÄŸrencilerin mi yoksa tahsile yeni baÅŸlayacakların mı gönderilmesi gerektiÄŸi meselesidir. Ona göre eÄŸer öÄŸrenci Osmanlı okullarından mezun olduktan sonra gönderilirse yaşı en az yirmi beÅŸ olacaktır. Buraya geldiÄŸinde de altı ila sekiz sene tahsil görmesi gerekecektir. Dil öÄŸrenimi de eklenince on seneye varan bir tahsil süresinin kiÅŸide bıkkınlık oluÅŸturacağı muhakkaktır. Bu yaÅŸta önemli okullara kabul edilme ihtimali de düÅŸüktür. DiÄŸer taraftan dil öÄŸrenimi için dahil olduÄŸu sınıflarda sekiz ila on yaÅŸlarındaki çocuklarla oturup kalkması gerekecektir. Bunu yapamayacağı için dil öÄŸrenmesi de zorlanacaktır. Aynı zamanda bu yaÅŸtaki bir kiÅŸinin kendi arzu ve heveslerine dalması ve eÄŸitimini ihmal etmesi daha muhtemeldir. Bu durumda da devletin eÄŸitimi için yapacağı masraf beyhude olacaktır. Esad Efendi, bunun yerine küçük yaÅŸtaki çocuklar gönderilirlerse tahsil hayatlarının başında oldukları için usanmayacaklarını ve kendi akranlarıyla birlikte olacakları için daha çabuk dil öÄŸreneceklerini savunmaktadır.
​
DiÄŸer taraftan küçük yaÅŸta gönderilmelerinde de bazı mahzurlar söz konusudur. Åžöyle ki, kendi dilini layıkıyla öÄŸrenmeden yabancı devlete gönderileceÄŸinden Türkçeyi bilemeyecek ve çocukluÄŸu dışarıda geçeceÄŸi için oranın adetleri doÄŸal geliÅŸimlerine nüfuz edecektir. Bunlar memleketlerine döndüklerinde kendi örf ve adetlerini küçümseyeceklerdir.
​
Galatasaray Lisesine Giden Yol
Sultan Abdülmecid’in bu çok masraflı uygulama yerine burada okullar açılmasını istediÄŸine deÄŸinilmiÅŸti. Esad Bey’in raporunu içeren belgeye eklenmiÅŸ padiÅŸah fermanına göre Sultan Abdülaziz de bu doÄŸrultuda bir karar vererek Mekteb-i Osmani’nin kapatılmasına hükmetmiÅŸtir. Çünkü bu masrafla bin beÅŸ yüz öÄŸrenciye eÄŸitim verilebilecektir. Kararın gerekçelerini sayan PadiÅŸaha göre de dillerini ve dinlerinin hakikatlerini bilmeyen küçük çocukların gönderilmeleri uygun deÄŸildir. Buradan mezun kiÅŸilerin de orada yeni baÅŸtan eÄŸitime baÅŸlatılması doÄŸru olmayacaktır. Bu sebeple Harbiye’de Fransa okullarının müfredatına uygun eÄŸitim aldıktan ve dil öÄŸrendikten sonra öÄŸrenciler gönderilerek Fransa Harbiye’sine dahil olmalıdırlar. İki sene bu okulda okuduktan sonra bir sene alaylarda istihdam edilmeleriyle donanımlı subaylar yetiÅŸtirilebilir. Yine Tıbbiye mezunları da Fransa okul hastanelerinde staj yaparak eÄŸitimlerini tamamlamalıdırlar. Bu ÅŸekilde Mekteb-i Osmani’ye gerek kalmayacaktır.
​
PadiÅŸah uzun vadede bütün yüksek okullar için temel eÄŸitim verecek genel bir ortaöÄŸrenim okulunun açılması için hazırlanılmasını istemiÅŸtir. Bunun için önerdiÄŸi yer Galatasaray kalesidir.
​
Amaç öÄŸrencilere yüksek okullara baÅŸlamadan önce ve yurtdışına meslek tahsiline gitmeden önce genel bir temel eÄŸitim verilmesidir.
​
Böylece Mühendishanelerden, Harbiye’den, Tıbbiye’den giderek yurtdışında kendi alanında eÄŸitim alan öÄŸrencilerin dil ve temel eÄŸitim eksikliklerini gidermek amacıyla açılan Mekteb-i Osmani tecrübesi sona ermiÅŸ ve onun yerine Osmanlı Devleti dahilinde bu eÄŸitimi verecek okullar açılmaya baÅŸlanmıştır. Ayrıca Mühendishane, Harbiye ve Tıbbiye’nin müfredatı geliÅŸtirilerek yurtdışındaki emsallerine denk hale getirilmeye çalışılmıştır. Bu yolla öÄŸrencilerin yurtdışında sadece staj eÄŸitimi alarak istenilen seviyeye gelmeleri amaçlanmıştır.
​

(1868) Galatasaray Lisesi (Mektebi Sultani)
Hasan Sabri ÇeliktaÅŸ'ın Yüksek Din EÄŸitimi Anlayışının DeÄŸiÅŸimi (İstanbul Ünv.: 2017) adlı Doktora Tezinden kısaltılarak alınmıştır.
Mekteb-i Sultani, “Avrupa’daki büyük mektepler raddesinde mükemmel ve Osmanlı Devleti’nin ihtiyaçlarına uygun bir ÅŸekilde ulûm ve maarifi tahsil ettirmek” 1868 tarihinde Galatasaray’da kurulmuÅŸtur. Okulun eÄŸitimi iki esas üzerine dayanmaktadır. Bunlardan ilki Arapça, Farsça, Osmanlıca (Türkçe) dillerinin öÄŸretimi ve bu dillere ait edebiyattan oluÅŸmaktadır. Söz konusu derslere tüm öÄŸrenciler devam etmektedirler. Okulun Müslüman öÄŸrencilerine de Kur’an-ı Kerim ve tecvit, ulûm-ı diniye, fıkıh, ahlak, akaid, tarih-i İslam, tarih-i enbiya ayrıca verilmektedir. Gayrimüslim öÄŸrenciler de kendi dinlerinin eÄŸitimini almaktadırlar.
​
Okulun eÄŸitiminin dayandığı ikinci esas ise Fransızca öÄŸretimi ve Fransızca iÅŸlenecek olan matematik, hikmet (fizik), hendese, kimya, tarih, coÄŸrafya, edebiyat gibi derslerdir. Bu derslerin hocalarının büyük çoÄŸunluÄŸu yabancı ve yerli gayrimüslimlerden oluÅŸmaktadır.
​
Mekteb-i Sultani’ye atanan ilk Müslüman müdür Ali Suavi’nin dönemine kadar okulun ilk dokuz on senelik eÄŸitiminde istenilen seviyeye ulaşılamadığı bildirilmektedir. Ali Suavi, II. Abdülhamid Han’a (1876-1909) okul hakkında gönderdiÄŸi raporda öÄŸretim yönteminin problemlerinden ve öÄŸrencilerin baÅŸarısızlığından bahsetmektedir. Tespitlerden sonra okulun ders programında hem fen derslerinde hem de Arapça, Osmanlıca ve Farsça dillerinde verilen derslerde mühim düzenlemeler yapılmıştır.
​
Mektebin ilk ve orta derecelerinde ulûm-ı diniye derslerinde Kur’an-ı Kerim, Tecvid, Nimet-i İslam ve Dürr-i Yekta okutulmaktadır. Okulun sınıf-ı ali kısmında Akaid-i İslam dersi bulunmaktadır. Okulun hocalarının öneli bir kısmı müderrislerden oluÅŸmaktadır. Mekteb-i Sultani hocalarının yazmış olduÄŸu eserler diÄŸer okullarda okutulmak üzere model olarak görülmektedir.
​

Darû'l Fünûn
Aydın DemirtaÅŸ'ın Darü'l Fünun'dan Üniversiteye ÖÄŸretim Üyelerinin Toplumsal Profilleri (İstanbul Ünv.: 2018) adlı Doktora Tezinden kısaltılarak alınmıştır.
Darü’l Fünun’dan Önce Yüksek ÖÄŸretim
Belirtmekte yarar var ki; Osmanlıda modern yükseköÄŸretim Darülfünûnla baÅŸlamadı. 1900 yılından önce, daha sonra Darülfünûn bünyesine dahil edilerek birer fakülte haline gelen deÄŸiÅŸik tarihlerde vücut bulmuÅŸ birçok yüksekokul mevcuttu. 1826 tarihinde kurulmuÅŸ olan Askeri Tıbbiye, 1866 senesinde kurulmuÅŸ olan Sivil Tıbbiye ile 1909 yılında birleÅŸtirilerek Darülfünûna dahil edildi. İstanbul Üniversitesi Tıp Fakültesi kendi kuruluÅŸ tarihini kimi yerde 1826 olarak deklare ederken kimi yerde Fatih Åžifahanelerinin kuruluÅŸunu esas alarak kendisini 1470 tarihine takvimlenmektedir. 1944’te ÅŸimdiki ismini alan İstanbul Teknik Üniversitesi Mühendishanenin açıldığı 1773 senesini kuruluÅŸ tarihi olarak benimsemiÅŸtir. Benzer ÅŸekilde Hukuk Mektebi 1880, Eczacı Mektebi 1879, Sanayii Nefise Mektebi 1882, Ziraat Mektebi 1847, Orman ve Madencilik Mektebi 1858, Lisan Mektebi 1864 yılında kurulmuÅŸtur. Bugünkü Siyasal Bilgiler Fakültesi 1859 yılında açılan Mülkiye Mektebi'nin devamıdır.
​
Dariülfünun Fikri
Darülfünûn fikrinin ilk zikredildiÄŸi tarih Berlin Üniversitesinin açılışından yaklaşık kırk yıl sonradır, dolayısıyla Darülfünûn modern üniversiteyi model almıştır. Yani 1809’dan önce Osmanlının bir üniversite açma düÅŸüncesi taşıması mümkün deÄŸildir. Çünkü bu tarihten önceki üniversitelerin zaten bizdeki medreseden çok farkı yoktur. Eski üniversite kiliseyle kurumsal baÄŸları olan ve müfredatlarında dini ve klasik eserlerin yer aldığı bir kurumdur.
​

Prof. Dr.Mustafa Öcal'ın Osmanlı’dan Günümüze Türkiye’de Din EÄŸitimi (Dergâh: 2017) adlı kitabından kısaltılarak alınmıştır.
Osmanlı Devleti’nin medrese dışında ve yükseköÄŸretim seviyesinde müstakil bir üniversite anlayışıyla kurup geliÅŸtirdiÄŸi kurumun adı Daru’l-Fünûn’dur. Daru’l-Fünûn zamanla geliÅŸip Cumhuriyet döneminde İstanbul Üniversitesi’ne dönüÅŸmüÅŸtür.
​
Daru’l-Fünûn’un kuruluÅŸu ile ilgili ilk düÅŸünce ve teÅŸebbüs 21 Temmuz 1846’ya kadar uzanır. Ancak bina yapımı vb. hazırlıklara raÄŸmen bu teÅŸebbüsten bir sonuç alınamamıştır.
​
(1863) Darülfünun’un İlk Açılışı
Daru’l-Fünûn’un ilk açılışı, Abdülaziz Han (1861-1876) zamanında 12 Ocak 1863 Pazartesi günü Ayasofya Camii’nin yakınında yaptırılan bir binada gerçekleÅŸmiÅŸtir. Bu tarihte, Keçecizade Mehmet Fuat PaÅŸa’nın emri ve gayreti sonucu DerviÅŸ PaÅŸa’nın konferans ÅŸeklinde verdiÄŸi Fizik dersiyle Daru’l-Fünûn ilk defa öÄŸretime baÅŸlamıştır. Onu, Hekimbaşı Salih Efendinin Biyoloji, Ahmet Vefik Efendinin Tarih Felsefesi dersleri izlemiÅŸtir. Sonra Tabii CoÄŸrafya, Astronomi, Deneysel Fizik dersleri verilmiÅŸtir. Ancak, dersler konferans ÅŸeklinde ve birbirinden bağımsız olarak verildiÄŸi için giderek raÄŸbetten düÅŸmüÅŸtür. 1865 yılında çıkan yangında içindeki bütün ders araç-gereçleriyle bina yanınca Daru’l-Fünûn bir müddet için unutulmuÅŸtur.
​

Aynur ErdoÄŸan'ın Türkiye’de Yurtdışına ÖÄŸrenci Gönderme Olgusunun Sosyolojik Çözümlemesi adlı Yüksek Lisans Tezimden (İstanbul Ünv.: 2009) kısaltılarak alınmıştır.
1845 yılında kurulma kararı alınan Darülfünun’un açılışı 13 Ocak 1863 tarihinde gerçekleÅŸmiÅŸtir. Açılışta daha önce Londra’da ve Paris’te eÄŸitim aldığı görülen Kimyager DerviÅŸ PaÅŸa bir konuÅŸma yapmıştır. Fizik ve Kimya bilimlerinin gereÄŸi üzerinde durduktan sonra halka açık genel bir derste Fizik ve Kimyanın konularını, amaçlarını, havanın özelliklerini, elektrik kuvveti ve bazı Fizik konularını halkın anlayacağı bir dille anlatarak deneyler yapmıştır. Bu dersi yaklaşık beÅŸ yüz kiÅŸi izlerken sınıfa sığmayarak dışarıda kalanlar olmuÅŸtur. DerviÅŸ PaÅŸa’nın Fizik derslerini takip edenler iki senenin sonunda imtihana tabi tutularak baÅŸarılı olanlara diploma verilmiÅŸtir.
​
Gerek bu tarihte öÄŸrencileri yüksek öÄŸrenime hazırlayan yetkin ortaöÄŸretim kurumlarının olmayışı ve gerekse Batı bilimlerine vakıf öÄŸretmenlerin henüz yetiÅŸmemiÅŸ olması Darülfünun’un açılmasını geciktirici sebepler olarak görünmektedir. Bu baÄŸlamda Darülfünun’da okutulacak dersleri görmeleri için 1856 yılında iki hoca Paris’e gönderilmiÅŸtir. Bu amaç için seçilen Hoca Tahsin ile Selim Sabit Efendilerin diÄŸer bir görevleri de Paris’te bulunan Müslüman öÄŸrencilere dinlerini öÄŸretmek, gayrimüslim öÄŸrencilere ise Türkçe dersi vermektir. Birisi matematik bilimlerinde, diÄŸeri doÄŸa bilimlerinde tahsil görerek döndüklerinde Darülfünun’da ders vermeleri amaçlanmıştır.
​
(1869) Maarif-i Umumiye Nizamnamesi
1869 yılı Osmanlı eÄŸitim sistemi için bir dönüm noktasıdır. Modern eÄŸitim sisteminin kuruluÅŸu olarak ifade edilebilecek Maarif-i Umumiye Nizamnamesi’nin ilanı bu yıla denk gelir. Bu nizamname Osmanlı eÄŸitim politikasını bir sistem içerisinde toplayan ve örgütleyen ilk resmi nizamnamedir.
​
Nizamname, Maarif nazırı Saffet PaÅŸa’nın bakanlığında hayata geçmiÅŸtir. Saffet PaÅŸa Paris’te tahsil görmüÅŸtür ve Türkçe, Arapça, Farsça, Latince, Fransızca, İngilizce bilmektedir. Paris’ten geldikten sonra Hariciye’de çalışmış, üç defa eÄŸitim bakanı olmuÅŸ, hariciye bakanlığı ve sadrazamlık yapmıştır.
​
Yurtdışına tahsile gönderilen öÄŸrenciler artık devlet kadrolarında yer almaktadırlar ve reform çalışmalarında etkin olmaya baÅŸlamışlardır. DiÄŸer taraftan yurtdışından dönenlerden okullarda öÄŸretmen olarak istifade olunmuÅŸ, modern bilimin yaygınlaÅŸması saÄŸlanmıştır. [28]
1869 yılında Maarif-i Umumiye Nizamnamesi’nde Darülfünun’un yeniden kurulması kararı yer almıştır.

Prof. Dr.Mustafa Öcal'ın Osmanlı’dan Günümüze Türkiye’de Din EÄŸitimi (Dergâh: 2017) adlı kitabından kısaltılarak alınmıştır.
(1870) Daru’l-Fünun-i Osmani
PadiÅŸah Abdülaziz Han döneminde, 1869’da yürürlüÄŸe konulan “Maarif-i Umumiye Nizamnamesi”yle; İstanbul’da “Daru’l-Fünûn-ı Osmani” tesis olunacaktı. Daru’l-Fünûn kendi içerisinde; Hikmet ve Edebiyat, Hukuk, Ulûm-ı Tabiiye ve Riyaziye adıyla 3 ÅŸubeden oluÅŸacaktı. Åžubelerin öÄŸretim süreleri 3’er yıl olacaktı. Mezuniyetten sonra müderrislik ruûsu (bir nevi doktora) almak isteyenler için süre 4 yıl olarak tasarlanmıştı.
​
“GiriÅŸ” sınavlarını kazanarak burada okumak isteyenlerin önemli bir kısmı medreseli gençlerdi. Dersler herkese açık serbest olarak yapılıyordu. Derslerin tamamını tahsil edip mezun olanlar müderris veya muallim olarak görevlendirilebileceklerdi. Ancak bir müddet sonra Afganlı Åžeyh Cemaleddin (1838-1897)’nin Sanayi konusunda verdiÄŸi konferansta kullandığı ifadelerin dini inançlara aykırılığı görüldüÄŸünden bazı kiÅŸi veya kesimlerin kışkırtmalarıyla Müdür Tahsin Efendi görevden alınmıştır. Cemalettin Efgani yurt dışına çıkarılmış, Daru’l-Fünûn-ı Osmani de 1871’de kapatılmıştır.

Aydın DemirtaÅŸ'ın Darü'l Fünun'dan Üniversiteye ÖÄŸretim Üyelerinin Toplumsal Profilleri (İstanbul Ünv.: 2018) adlı Doktora Tezinden kısaltılarak alınmıştır.
1870 yılında açılan Darülfünun-i Osmani'nin müdürü medrese hocası olarak Fransa’ya giden ve koyu bir materyalist, pozitif bilimlerin tam bir inanıcısı olarak dönen Hoca Tahsin Efendi'ydi. Bu Darülfünun’da eÄŸitim dili geçici süreyle Fransızca olarak kabul edilmiÅŸti. Mükemmel muallimler yetiÅŸtirilinceye kadar Fransızca takrir olunmak caiz olacaktı. 450 öÄŸrenci kabul edilmiÅŸti ve çoÄŸunluÄŸu medrese çıkışlıydı. Bu kurum da ancak iki sene yaÅŸayabildi.
​

Hasan Sabri ÇeliktaÅŸ'ın Yüksek Din EÄŸitimi Anlayışının DeÄŸiÅŸimi (İstanbul Ünv.: 2017) adlı Doktora Tezinden kısaltılarak alınmıştır.
(1870) Kavanin ve Nizamat Dershanesi
Tanzimat’tan sonra oluÅŸmaya baÅŸlayan yeni devlet ve hukuk düzeni ile birlikte ortaya yeni kanun alanları ve bunlara uygun mahkemeler çıkmıştır. Bu farklı hukuki ortamı sevk ve idare edecek, yeni kanunları bilip onlara göre hüküm verecek ve bütün bunlardan meydana gelen hukuki yazımı kaleme alacak nitelikli kiÅŸilere ihtiyaç duyulmuÅŸtur. Bu kiÅŸileri yetiÅŸtirmek için Maarif-i Umûmiyye Nizamnamesi’nde Darulfünûn-ı Osmani içindeki İlm-i Hukuk Åžubesi’ne önemli bir kurum olarak yer verilmiÅŸtir. Lakin Darulfünûn’da ilan edilen dersler arasında hukuk ile ilgili sadece bir dersin olması ve hukuk ilminin bütün yönleriyle öÄŸretime konu edinilecek müstakil bir ÅŸubede olmaması üzerine yeni hukuki sistemde kendisine ihtiyaç duyulan kiÅŸileri yetiÅŸtirmek için Divan-ı Ahkam-ı Adliye içerisinde 1870’te Kavanin ve Nizamat Dershanesi adı altında öÄŸrenim süresi bir yıl olan hukuk okulu açılmıştır.
​
Kavanin ve Nizamat Dershanesi’nde usûl-i kavanin, kanunlar ve nizamnamelerin bir senede okutulacağı ve sene sonunda imtihanda baÅŸarılı olacaklara “ruûs ve ÅŸehadetname” verileceÄŸi belirtilmektedir. Bunlara hak kazananların Nizamiye Mahkemeleri ile diÄŸer devlet dairelerinde istihdam olunacakları ve Divan-ı Ahkam-ı Adliye mümeyyizleriyle zabıt katiplerinin derslere devamlarının mecbur olacakları bildirilmektedir.
​
Bu okulun açılışından önce bir nizamname yayımlanmıştır. Nizamnamenin ikinci maddesinde olan Mekteb-i Hukuk’un teÅŸkilidir…”

Prof. Dr.Mustafa Öcal'ın Osmanlı’dan Günümüze Türkiye’de Din EÄŸitimi (Dergâh: 2017) adlı kitabından kısaltılarak alınmıştır.
(1874) Darû’l-Fünûn-i Sultani
Daru’l-Fünûn’un üçüncü açılışı da Abdülaziz Han dönemine denk gelmektedir. Maarif Nazırı Saffet PaÅŸa’nın gayretiyle 1874-1875 öÄŸretim yılında bu sefer Daru’l-Fünûn-ı Sultani olarak öÄŸretime baÅŸlamıştır. Önce baÅŸka bir binada öÄŸretime baÅŸlanmakla birlikte bir yıl sonra, bütün teÅŸkilatlan ile birlikte Galatasaray Sultanisi’nin binasına taşınmıştır. Derslerin bir kısmı Türkçe, bir kısmı Fransızca okutulmaktaydı. Bazı hocaları Fransa’dan getirtilmiÅŸti.
​
Bu seferki açılışta Daru’l-Fünûn; İlm-i Hukuk, Ulûmu Fünûn-ı Riyaziye ve Tabiiye, Edebiyat bölümlerinden oluÅŸmuÅŸ ve bunların her birine “Mektep” denilmiÅŸtir. ÖÄŸretim süresi 4 sene olarak benimsenmiÅŸ, mezuniyet ÅŸartı “doktora imtihanı”na baÄŸlanmıştı. Ancak, gündüzlü eÄŸitim yapıldığı ve İstanbul’un her tarafından öÄŸrencilerin gelip yetiÅŸememeleri, Hukuk ve Mühendis Mekteplerinin ayrı birer yüksekokul haline getirilmeleri, bir müddet faaliyetine devam eden Edebiyat Mektebi’nin de kapanması sebebiyle 1881’de tarihe karışmıştır.
​

Aydın DemirtaÅŸ'ın Darü'l Fünun'dan Üniversiteye ÖÄŸretim Üyelerinin Toplumsal Profilleri (İstanbul Ünv.: 2018) adlı Doktora Tezinden kısaltılarak alınmıştır.
Kapanan Darülfünun 1900 yılına kadar açılamadı ancak Galatasaray Lisesi, Fransızların Osmanlı üzerinde etkinliÄŸini arttırmayı umarak kurdukları hukuk, ekonomi ve mühendislik bölümlerinin eklenmesiyle adeta bir üniversite oldu. EÄŸitim dilinin Türkçe kitaplar basılana kadar hem Türkçe hem Fransızca olduÄŸu belirtilen bu Darülfünun’a girebilmek için öncekinden farklı olarak idadilerden veya Galatasaray Lisesi'nden mezun olmak gerekiyordu. Burada ve önceki Darülfünun’da çoÄŸu Avrupa görmüÅŸ pozitif bilimlere inanmış, aydınlar fizik, kimya, biyoloji, felsefe, tarih konularında konferans tarzı dersler veriyorlardı.
​

Hasan Sabri ÇeliktaÅŸ'ın Yüksek Din EÄŸitimi Anlayışının DeÄŸiÅŸimi (İstanbul Ünv.: 2017) adlı Doktora Tezinden kısaltılarak alınmıştır.
Darulfünûn-ı Sultani Hukuk Mektebi
Darulfünûn-ı Sultani’de açılan hukuk okulu; medreseyi ve yüksek din eÄŸitimi müfredatında yer alan fıkıh ve usûl-i fıkhı iki yönden etkilemiÅŸtir. İlki medresenin dolayısıyla ilmiye sınıfının hukuk alanında gösterdiÄŸi faaliyetlere yeni bir alternatif olarak çıkmasıdır. Böylelikle medrese tahsili görenlerin gidebileceÄŸi çalışma alanlarını derinden etkilemiÅŸtir. İkinci etkisi ise ilm-i fıkhın, müfredatta bulunan Roma ve Fransız hukuk alanlarıyla karşılaÅŸmasıdır. Bu karşılaÅŸma aynı zamanda ilm-i fıkhın diÄŸer hukuk alanlarıyla kıyas edilmesini gündeme getirmiÅŸtir. Dolayısıyla yüksek din eÄŸitimindeki müfredatın farklı alanlarla karşılaÅŸması noktasında yeni bir aÅŸama olarak da kabul edebiliriz. Mekteb-i Hukuk’un ders programı arasında usûl-i fıkıh ve fıkıh derslerinin bulunmasıyla birlikte Osmanlı tebaasındaki gayrimüslimler yüksek din eÄŸitimi kapsamına giren bu ilimlerle muhatap olmuÅŸtur.
​
I. MeÅŸrutiyet’in (1876) ilanı ile birlikte devletin iÅŸleyiÅŸinde yeni bir düzene geçilmesi ve bu düzende hukuki kimlikleriyle etkin olacak yeni bir zümrenin ortaya çıkacak olması Darulfünûn-ı Sultani’deki Mekteb-i Hukuk'un ehemmiyetini arttırdığı görülmektedir.
​
Mekteb-i Hukuk’a yüklenen bu ve bunun gibi idealler, gayrimüslim idareci ve muallimlerin etkisinde olan kurumun ayrı bir bünyede tesis edilmesini gündeme getirmiÅŸtir. Zira Hukuk Mektebi’nin, ilk üç yılında Mekteb-i Sultani ile aynı bünyede olan Darulfünûn-ı Sultani’den ayrılması tartışmaları yaÅŸanmıştır.
​
Bu noktada bir hukuk mektebinden Babıali’nin ve Sava PaÅŸa’nın (1832-1904) beklentilerinin neler olduÄŸunu ifade etmek, meselenin anlaşılmasına katkıda bulunacaktır. Babıali, yeni kurulacak olan Mekteb-i Hukuk-ı Åžahane’nin nizamnamesinin ilk maddesinde belirtildiÄŸi üzere hukuk okulunu, yeni çıkarılan kanun ve nizamnameleri bihakkın anlayıp uygulayacak hukukçuları yetiÅŸtiren bir eÄŸitim müessesesi olarak görmektedir. Buna karşılık Sava PaÅŸa, hukuk mektebine devletin yeni meÅŸruti düzeninin yürütücülerini yetiÅŸtiren bir okul olarak bakmaktadır.
​
Sava PaÅŸa’nın okuldaki uygulamaları biraz farklı olmuÅŸtur. Okulun ders müfredatını, her ne kadar fıkıh ve usûl-i fıkıh dersleri olsa da ağırlıklı olarak Fransızca öÄŸretimi yapılan Roma ve Fransız hukuku çerçevesinde ÅŸekillendirmiÅŸtir. Okulun öÄŸrenci profili de buna uygun bir anlayışla yetiÅŸen ve çoÄŸunluÄŸu gayrimüslim olan öÄŸrencilerden oluÅŸmaktadır. Böylesi bir durum karşısında Babıali hukukçu yetiÅŸtirme ihtiyacını, Fransız gözetimi ve tesirindeki bir okul yerine, kendi denetiminin olacağı Adliye Nezareti bünyesinde hukuk okulu açarak karşılama yoluna gitmiÅŸtir. Nitekim Ahmed Cevdet PaÅŸa, Mekteb-i Sultani’de Fransızcaya ve Fransız kanunlarına önem verildiÄŸini, Mekteb-i Hukuk-ı Åžahane’de ise esas maksadın Osmanlıca ve ilm-i fıkıh olduÄŸunu ifade etmektedir. Bu mektebe kayıt yaptıran talebe-i ulûmun Mecelle derslerinde Hristiyanları geride bırakacağını da belirtmektedir. Adliye Nezareti’ne baÄŸlı açılması düÅŸünülen hukuk okulunun hem müfredatı hem de öÄŸrenci profili baÅŸka bir unsurun müdahalesi olmaksızın bizzat belirlenmiÅŸtir. Yeni açılacak olan hukuk okulunun 1880’den sonraki müfredat programı ve öÄŸrencilerinin kahir ekseriyetinin Müslümanlardan oluÅŸu Babıali’nin bu tür endiÅŸelerinin ortadan kaldırıldığını göstermektedir.
​
Bu tartışmalar gölgesinde Galatasaray içinde bir müddet daha öÄŸretime devam eden Mekteb-i Hukuk, 1877 yılında eÄŸitime ara vermek zorunda kalmıştır. Bir yıl sonra yeniden derslere baÅŸlanan okulda eÄŸitim 1881 yılında son bulmuÅŸtur. Okulun eÄŸitime ara vermesi ve sonrasında kısa süreli devam edip kapanmasının sebepleri arasında ekonomik sıkıntıların yattığı ifade edilmektedir. Ekonomik gerekçeler ile kapanan Darulfünûn-ı Sultani’deki Mekteb-i Hukuk’un yerine, yeni bir okul binası yapımı, okulun yeniden mefruÅŸatı ve farklı hoca kadrosu oluÅŸturma gibi maliyet gerektiren hususlardan kaçınılmayarak yeni baÅŸtan bir hukuk okulu açılmaya çalışılmıştır. Böylesi bir durum kapanmasındaki gerekçenin, ekonomik sıkıntılara baÄŸlanmasını düÅŸündürücü kılmaktadır.