top of page
II. Abdülhamid Dönemi
Özgün ModernleÅŸme Denemesi
mustafa-ocal.jpg

Prof. Dr.Mustafa Öcal'ın Osmanlı’dan Günümüze Türkiye’de Din EÄŸitimi (Dergâh: 2017) adlı kitabından kısaltılarak alınmıştır.

Ä°lk ÖÄŸretim

II. Abdülhamid’in döneminde okullaÅŸma ve eÄŸitim-öÄŸretim faaliyetleri açısından yoÄŸun geliÅŸmeler yaÅŸanmıştır. Ancak bu dönem, yeni bir sistem getirmekten ziyade, bir uygulama devresi olmuÅŸ, okulların sayısı hızla arttırılmış ve ülkenin dört bir yanına yaygınlaÅŸtırılmıştır.

​

1885’e kadar Ä°stanbul’daki -sıbyan mekteplerinin dışında- mekteb-i ibtidâilerin sayısı 44’e ulaÅŸmıştır. 

​

1900 yılında Maarif Nazırı Ahmet Zühtü PaÅŸa’nın verdiÄŸi rakamlara göre; Osmanlı Devleti sınırları içerisinde ilkokul seviyesinde eÄŸitim öÄŸretim yaptıran okul sayısı 23.130 dur. Bu okullarda kız + erkek toplam 899.932 öÄŸrenci öÄŸrenim görmekte idi.

​

Osmanlı Devleti döneminde ilköÄŸrenime 5 veya 6 yaşında baÅŸlatılmaktaydı. Çocukların okula baÅŸlatılması genellikle “Âmin Alayı” adı verilen bir törenle gerçekleÅŸtirilmekteydi. Ä°lk defa ne zaman ve nasıl baÅŸladığı kesin olarak bilinmeyen ve ilahiler okunup, “âmin!” çekilerek icra edildiÄŸi için bu törene “âmin alayı" denilirdi.

​

1869’da kabul edilen Maarif-i Umumiye Nizamnamesi’ne göre, ibtidaîlerin/Ä°lkokulların öÄŸretim süresi 4 yıl olarak belirlenmiÅŸtir. 1876’da süre 3 yıla Ä°ndirilmiÅŸ, 1891 de 6 yıla çıkarılmıştır. 1910’dan itibaren ise 6 yıllık hâle getirilmiÅŸ ve Cumhuriyet dönemine kadar böyle devam etmiÅŸtir.

​

Orta ÖÄŸretim

RüÅŸdiyeler (Ortaokul)

1898’de ise RüÅŸdiyelerle Ä°dadilerin programlarının birleÅŸtiÄŸi görülmektedir. Bu haliyle 7 yıllık bir okul haline gelmiÅŸtir. 

​

Abdülhamid döneminin son yıllarında Osmanlı Devleti sınırları içerisinde toplam 619 RüÅŸdiye vardır. RüÅŸdiyelerdeki öÄŸrenci sayısı ise 40 bin civarındadır. 

​

II. MeÅŸrutiyet devrinde ve Balkan savaşından sonra Askeri RüÅŸdiyelerle bazı meslekler için açılanların tamamı Maarif Vekaleti’ne devredilerek sivil RüÅŸdiyelerle birleÅŸtirilmiÅŸlerdir. 1913 yılından sonra ise, 6 yıla çıkarılan Mekteb-i Ä°btidailerle birleÅŸtirilerek RüÅŸdiyeler tarihe intikal ettirilmiÅŸlerdir. 

​

RüÅŸdiyelerin ilk kuruluÅŸlarından itibaren ders programları arasında; Mebadi-i Ulûm-ı Diniye, Elif-Ba ve Åžifahi Malûmat, Kur’an-ı Kerim ve tecvid, Ulûm-ı Diniye, Ahlak gibi dini ve ahlaki dersler yer almıştır. 

​

Ä°dadiyeler (Lise)

1896 da 54 idadide 6744 öÄŸrenci vardı. 1906’da idadi sayısı 84’e ulaÅŸmıştır. Osmanlı Devleti’nin son döneminde idadi sayısı; 93 resmi, 11 hususi (özel) ve 5 de askeri olmak üzere toplam 109’a ulaÅŸmıştır. 1909 yılında idadilerde toplam 188, 20 bin civarında öÄŸrenci mevcut idi. 

​

Ä°lk açılış yılından itibaren idadiyelerin programlarında yoÄŸun bir kültür ders grubu içerisinde önemli ölçüde dini ve ahlaki dersler de yer almıştır: Ulûm-ı Diniye, tecvidli Kur’an-ı Kerim ve Ulûm-ı Diniye, Edebiyat ve Ahlak, Kur’an-ı Kerim ve Ulûm-ı Diniye. 

​

Sultaniyeler (Lise)

Galatasaray Sultanisi uzun süre türünün tek örneÄŸi olarak öÄŸretime devam etmiÅŸtir. Bunun bir istisnası, o dönem için imtiyazlı bir vilayet konumunda olan Girit’te “Mekteb-i Kebir” adıyla açılan Mekteb-i Sultani’dir.  Bir de 1884 yılında Beyrut’ta Sultaniye açılmıştır. 

​

Emrullah Efendi’nin Maarif Nazırlığı döneminde -1910 yılından itibaren- Ä°stanbul dahil 10 vilayet merkezindeki idadiler, programlarında birtakım deÄŸiÅŸiklikler yapılarak Mekteb-i Sultaniye haline dönüÅŸtürülmüÅŸtür. 

​

Öte yandan Ä°stanbul’da RüÅŸdiye’den sonra 3 yıllık bir “Ä°nas (kız) Ä°dadisi” açılmıştı. Bu Ä°dadi 1913-1914 öÄŸretim yılında “Ä°stanbul Ä°nas (kız) Sultanisi’ne dönüÅŸtürülmüÅŸtür. Cumhuriyet döneminde bu okul Ä°stanbul Kız Lisesi adını almıştır. Bu ilk Kız Sultaniyesi’nden sonra, Erenköy, Çamlıca ve Kandilli’de de benzerleri açılmıştır. 

​

15 Temmuz 1923-15 AÄŸustos 1923 tarihleri arasında toplanan Birinci Hey’et-i Ä°lmiye’de genel öÄŸretim yaptıran Sultaniyelerin adı “lise”ye çevrilmiÅŸtir. Böylelikle Sultani kavramı tarihe intikal ettirilmiÅŸtir. 

​

RüÅŸdiye ve idadiyelerde olduÄŸu gibi Galatasaray Sultanisi’nden baÅŸlamak üzere sonraki yıllarda açılan Sultanilerde de genel kültür derslerinin yanında Kur’an-ı Kerim, Ulûm-ı Diniye, Siret-i Nebeviye, Akaid ve Fıkıh, Siyer ve Malumat-ı Diniye ve nihayet son yıllardaki programı arasında Din Dersleri yer almıştır. 

​

Muallim Mektepleri (ÖÄŸretmen Okulları)

1905-1906 öÄŸretim yılında toplam 32 yerde Daru'l-Muallimin eÄŸitim ve öÄŸretim faaliyetlerini sürdürmüÅŸtür.  

​

1923’den itibaren Türkiye 15 öÄŸretmen okulu bölgesine ayrılmıştır. Her bölgede bir kız bir de erkek öÄŸretmen okulu bulundurulması planlanmıştır. Ancak 1923-1924 öÄŸretim yılı başından itibaren bazı öÄŸretmen okulları büyük merkezlerdeki araç-gereçleri yeterli ve binası elveriÅŸli olan okullarla birleÅŸtirilmiÅŸlerdir. Böylelikle Cumhuriyet’in ilk yılından itibaren 7 kız, 13 de erkek olmak üzere toplam 20 muallim mektebi ilkokullara öÄŸretmen yetiÅŸtirmeye devam etmiÅŸtir. 

​

H.S.Celiktas.jpg

Hasan Sabri ÇeliktaÅŸ'ın Yüksek Din EÄŸitimi Anlayışının DeÄŸiÅŸimi (Ä°stanbul Ünv.: 2017) adlı Doktora Tezinden kısaltılarak alınmıştır.

Yüksek ÖÄŸretim

(1880) Mekteb-i Hukuk-ı Şahane

Hukuk ile ilgili meselelerin öÄŸretimi için hukuk mektebine duyulan ihtiyaç, Darulfünûn-ı Sultani’de kurulan Mekteb-i Hukuk ile giderilmeye çalışılmıştır. Lakin kısmen deÄŸinilen birtakım sebeplerden dolayı bu okulun da istenileni vermemesi üzerine yeni ve kalıcı bir hukuk mektebi kurulması kaçınılmaz olmuÅŸtur. 

​

Okulun açılışı, 1880’de gerçekleÅŸmiÅŸtir. PadiÅŸahın himayesinde olduÄŸunu belirtmek üzere ismi Mekteb-i Hukuk-ı Åžahane olarak tespit edilen okulun öÄŸrenci kontenjanı yüz yirmidir. Okulun öÄŸrenim süresi üç senedir.

​

Darulfünûn-ı Sultani’deki Mekteb-i Hukuk’un dersleri arasında ağırlıklı olarak yer alan baÅŸta Roma Hukuku olmak üzere diÄŸer Avrupa hukukuna ait derslerin olmadığı görülmektedir. Bir önceki hukuk okulu henüz kapanmadan açılan bu yeni okulun öncekine nazaran programında yapılan köklü deÄŸiÅŸiklikler, devletin hukuk alanındaki eÄŸilimine iÅŸaret etmektedir. Ahmed Cevdet PaÅŸa’nın belirttiÄŸi üzere fıkıh merkezli bir hukuk anlayışı okulda kendini göstermektedir. Darulfünûn-ı Sultani’deki Hukuk Mektebi’nin müfredatına yön veren Sava PaÅŸa’nın tasavvurundaki hukuk okulunun ders programında usûl-i fıkhın bulunması, Ä°slam hukuk mantığının anlaşılması için gereklidir. Fıkıh dersi ise Mecelle kapsamında verilmekte olup bu konuda baÅŸka bir ders bulunmamaktadır. Buna karşılık Fransız ve Roma hukuku ağırlıktadır. Mekteb-i Hukuk-ı Åžahane’de ilk iki sene uygulanan derslere bakıldığında ise fıkıh ilminin Mecelle’nin yanında Medhal-i Fıkıh ve Ahkam-ı Evkaf dersleri ile ağırlık kazanmaya baÅŸladığı görülmektedir. Okulun üçüncü senesinde ise fıkıhla ilgili bu derslerin yanında Mecelle’nin ÅŸerhi yer almaktadır.  

​

1891 yılında Mekteb-i Hukuk-ı Åžahane’nin ders programı yeniden düzenlenmiÅŸtir. Meclis-i Maarif’de konu müzakere edilmiÅŸ ve neticede Mekteb-i Hukuk öÄŸrencisinin ilm-i hukuk ile ilgili olmayan derslerle vakit kaybetmemeleri konusunda anlaşılmıştır. Bundan dolayı ders programından edebiyat, Fransızca, belagat, tarih… dersleri çıkarılmıştır. ÖÄŸrencilerin bu dersleri okula gelmeden önce almaları gerektiÄŸi düÅŸünülerek, giriÅŸ imtihanlarında daha dikkatli olunması kararlaÅŸtırılmıştır. 

​

Hukuk mektebindeki müfredat programının ikinci ağırlık noktası olan fıkıh ilmi ile ilgili dersler artırılmıştır. Müfredattaki fıkıh ilminin ağırlığı hoca kadrosundaki müderrislerin sayısının fazlalığına da yansımıştır. Okulun on yedi hocasından yedisinin ilmiye sınıfından olduÄŸu görülmektedir. Hocalardan iki tanesi gayrimüslimdir.  

​

Mekteb-i Hukuk-ı Åžahane, 1900 yılında kurulan Darulfünûn-ı Åžahane’nin doÄŸal bir ÅŸubesi olarak kabul edilmiÅŸtir.

Deniz_Askin.jpg

Deniz AÅŸkın'ın Türkiye’de Åžark Medreseleri ve Seydalar (Nobel: 2018) adlı kitabından kısaltılarak alınmıştır.

Medreselerin Islahı Beklentisi

Osmanlı Medrese Eğitim Sisteminin Dışlanması ve Eğitimde Medrese-Mektep İkilemi

Medreseler kendi kendisini tekrarlayan/yeni bir bilim üretmeyen ve mezun etliÄŸi/yüksek öÄŸretim verilmiÅŸ olarak kabul edilen kiÅŸilerde, aranan kriterlerin hiçbirinin bulunmadığı ilk defa 1867 yılında I. Abdülaziz’in zamanında söz konusu olmuÅŸ ve tartışmaya açılmıştır. Bunun üzerine 15 ayrı medrese ulemasından kurulu bir heyet Takrik-i Tedrisin Islah ve Tesviyesi baÅŸlığı ile meÅŸihat makamına sunulmuÅŸtur. Bu yönde bir eleÅŸtiriye raÄŸmen medrese sistemindeki reformlar küçük çaplı program deÄŸiÅŸikliÄŸinden öteye geçememiÅŸtir. Artık eÄŸitim sistemindeki çift baÅŸlılık (medrese ve mektep) merkezden taÅŸraya yayılarak toplumsal bölünmenin nedenleri olarak oldukça sık duyacağımız bir soruna dönüÅŸmüÅŸtür. Tüm bunlarla beraber medreselerdeki ekonomik sıkıntılarda baÅŸ göstermeye baÅŸlamıştı. Maarif-i Umumiye Nezareti kendi bünyesindeki modem eÄŸitim kurumlarına mâliyeden yüklü miktarda kaynak aktarırken, MeÅŸihat’ın tekelinde bulun medreseler ise bu kaynaklardan faydalanamamaktaydılar. Vakıf gelirlerine baÄŸlanan medreselerin elindeki vakıf mallarına bazılarına Maarif Umumiye Nezareti’nce el konulması da bu kurumlan çok daha savunmasız bırakmıştı. 

​

Ulema daha önce ifa ettiÄŸi meslekleri yapamaz konuma gelmiÅŸti. Osmanlı yönetim yapısının Fransa'dan etkilenmesi ile yargı camiasında meydana gelen deÄŸiÅŸiklikler de ÅŸer’i kurallara hüküm veren medrese mezunlarının çalışma alanları kısıtlamaktaydı.

​

19. yüzyıl Osmanlı Devleti’nde, laik eÄŸitimde önemli yatırım ve kazanımların elde edildiÄŸi bir dönem olmasına raÄŸmen dinî eÄŸitimin verildiÄŸi medreseler de herhangi bir geliÅŸme olmamıştır. Çünkü medreseleri ıslah ve yeni döneme göre tekrardan dizayn etme giriÅŸimleri çoÄŸunlukla isyan gibi beklenmedik sonuçlar ortaya çıkarmıştır. ÖrneÄŸin medreseler ile ilgili bir düzenleme yapma ihtiyacını görüp bu yönde adım atan ilk kiÅŸi olan Maarif Nazırı Kemal Efendi, devlet sınırları dışına çıkmak zorunda kalmıştır. Ä°kinci bir giriÅŸim ise, 1867 yılında ulemaya kendi içinde medreseleri reforme etme görevi verildiyse de bu uygulama biçimden içeriÄŸe geçememiÅŸtir. Bunun sebeplerinden en önemlisi her ne kadar devletin bu kurumlara dokunamaması yer alsa da medreselerin herhangi bir yeniliÄŸe tabi tutulması süreç içinde onun da sonlanacağına yönelik inançtı. 

​

II. Abdülhamid’in medreseye giriÅŸ sınavlarını kaldırması ve kayıt olanların zorunlu askerlikten muaf olacağını bildirmesi üzerine medreseler tamamen niteliksiz ve eÄŸitimden uzak olanların yerleÅŸtiÄŸi bir kuruma dönüÅŸmüÅŸtü. II. Abdülhamid medreselerin bu çarpık ve eskimeye yüz tutmuÅŸ bilgi daÄŸarcığından haberdardı. Bu uygulaması bazılarına göre medreseyi ayrıcalıklı kılmaya çalışmak, kimine göre ise bu kurumun kazanmış olduÄŸu itibarı kırmaya çalışmıştır. Amaç her ne olursa olsun medreseler askere gitmek istemeyen ve niteliksiz kiÅŸiler ile dolmaya baÅŸladı.

​

Prof. Dr.Zeki Salih Zengin'in Medreseden Darilfünun'a Türkiye’de Din EÄŸitimi (Maarif Mektepleri: 2019) adlı kitabından kısaltılarak alınmıştır.

Medreselerin Bünyesinde Yapılması Tasarlanan Düzenlemeler

II. Abdülhamit Devri’nde medrese öÄŸretiminin verimli hale getirilmesi hususunda yapılan çalışmalar içerisinde, düzeltilmesi gereken aksaklıklar olarak belirlenen konular genel olarak programın yetersizliÄŸi, gereksiz kitap ve ÅŸerhlerin okutulması yüzünden tahsilin uzaması konularıdır. Nitekim Safvet PaÅŸa tarafından PadiÅŸaha sunulan 1880 tarihli arizada, medrese tahsilinin verimsizliÄŸi tenkit edilerek, öÄŸretim süresinin uzunluÄŸu, gereksiz kitapların okutulması ve programın yetersizliÄŸine baÄŸlı olarak, mezun olanların da ilmî açıdan yetersiz oldukları ifade edilmektedir. Buna göre, medreselerde Arapça tahsilinin yanı sıra din ilimlerinin öÄŸretimi yapılmasına raÄŸmen, mezun olanların çoÄŸunluÄŸu ne Arapça metinleri anlama ne de bu dilde konuÅŸabilme ve yazabilme hususlarında baÅŸarılı olamamaktadır. DiÄŸer taraftan talebelerin uzun tahsil süreleri boyunca elde ettikleri bilgilerin yetersiz ve sınırlı olması nedeniyle hem talebelerin vakitleri boÅŸ yere harcanmakta hem de devlet, medreselerde yetiÅŸen insanlardan yeterli ölçüde istifade edememektedir. Safvet PaÅŸa, dile getirdiÄŸi bu olumsuzlukların giderilmesi için öncelikle yapılmasını gerekli gördüÄŸü program deÄŸiÅŸikliÄŸi hususunda iki alternatif sunmaktadır: 

  1. Mevcut programa dokunulmadan, talebeye medrese öÄŸrenimini bitirdikten sonra ayrıca Hesap, Cebir, Hikmet-i Tabiiye, Hey’et-i Cedide, CoÄŸrafya, Ä°lm-i Hukuk, Arapça ve Türkçe Ä°nÅŸâ ve Kitabet derslerinin tahsil ettirilmesi.

  2. Mevcut programın deÄŸiÅŸtirilerek geleneksel medrese derslerinin kısaltılıp, bazı ders kitaplarının okutulmasından vazgeçilerek bunların yerine yukarıda sayılan yeni ilimlerin okutulması.

 

Medreselerin Ä°lmî yetersizliÄŸi ve çözüm yollan konusunda ilmiye mensupları da tespit ve önerilerini yetkili makamlara iletmiÅŸlerdir. Bunlardan Mehmet NeÅŸ’et Efendi 1890 yılında PadiÅŸah’a sunduÄŸu arîzada, medreselerdeki ilmi seviyenin yetersizliÄŸinden bahsetmekte ve programlar, medreselerdeki talebe sayısındaki artış, müderris ve talebelerin ekonomik yetersizlikleri gibi konulara temas ederek, gördüÄŸü eksikliklerin giderilmesi için alınması gereken tedbirleri sıralamaktadır. 

​

1898 tarihinde ise bu defa dört müderris tarafından medreselerin içinde bulunduÄŸu olumsuzluklar konusunda PadiÅŸah’a sunulan arizada, medreselerin idaresi, ilmi yetersizliÄŸi ve içinde bulundukları ekonomik durum ifade edilerek bütün bu sıkıntıların giderilmesi için çözüm yolları teklif edilmektedir. Arîzada, maarif idarelerini örnek veren müderrisler, mekteplerde olduÄŸu gibi, Ders Vekâletine baÄŸlı müfettiÅŸlerin tayin edilerek yapılan imtihanları denetleme görevinin verilmesi gerektiÄŸini ifade etmektedir. Medreselerdeki eÄŸitim kalitesinin giderek düÅŸtüÄŸünü belirten müderrisler, eÄŸitim-öÄŸretim görevlerinin ilmi açıdan yetersiz kiÅŸilere verilerek baÅŸarıya gereken önemin verilmemesinin, iÅŸini seven ve baÅŸarılı olmak için gayret sarf eden kimselerin mesleklerini terk etmelerine neden olduÄŸunu ileri sürmektedirler. 

​

VerdiÄŸimiz bilgilerden de açıkça anlaşılacağı üzere, medreselerin ilmî yetersizlik içinde oluÅŸu bizzat ilmiye mensupları tarafından da kabul edilmektedir. Gerçi bunun yeni olmadığı, Ahmet Cevdet PaÅŸa’nın, daha kendisinin talebelik yılları için sarf ettiÄŸi sözlerinden de anlaşılmaktadır. Ancak yetersizliÄŸin itirafının bu denli artmasında, modern eÄŸilim sahasındaki hızlı geliÅŸmenin sonuçlarının katkısı muhakkaktır. Mekteplerdeki geliÅŸme, aslında henüz bu yıllarda kısmen dile getirilmekle birlikte ilmiye mensupları tarafından, medreselerin ıslahı hususunda örnek ve model olarak görülmektedir. 

S.Z.Zengin.jpg

​

Prof. Dr.Zeki Salih Zengin'in Medreseden Darilfünun'a Türkiye’de Din EÄŸitimi (Maarif Mektepleri: 2019) adlı kitabından kısaltılarak alınmıştır.

Medreselerin Bünyesinde Yapılması Tasarlanan Düzenlemeler

II. Abdülhamit Devri’nde medrese öÄŸretiminin verimli hale getirilmesi hususunda yapılan çalışmalar içerisinde, düzeltilmesi gereken aksaklıklar olarak belirlenen konular genel olarak programın yetersizliÄŸi, gereksiz kitap ve ÅŸerhlerin okutulması yüzünden tahsilin uzaması konularıdır. Nitekim Safvet PaÅŸa tarafından PadiÅŸaha sunulan 1880 tarihli arizada, medrese tahsilinin verimsizliÄŸi tenkit edilerek, öÄŸretim süresinin uzunluÄŸu, gereksiz kitapların okutulması ve programın yetersizliÄŸine baÄŸlı olarak, mezun olanların da ilmî açıdan yetersiz oldukları ifade edilmektedir. Buna göre, medreselerde Arapça tahsilinin yanı sıra din ilimlerinin öÄŸretimi yapılmasına raÄŸmen, mezun olanların çoÄŸunluÄŸu ne Arapça metinleri anlama ne de bu dilde konuÅŸabilme ve yazabilme hususlarında baÅŸarılı olamamaktadır. DiÄŸer taraftan talebelerin uzun tahsil süreleri boyunca elde ettikleri bilgilerin yetersiz ve sınırlı olması nedeniyle hem talebelerin vakitleri boÅŸ yere harcanmakta hem de devlet, medreselerde yetiÅŸen insanlardan yeterli ölçüde istifade edememektedir. Safvet PaÅŸa, dile getirdiÄŸi bu olumsuzlukların giderilmesi için öncelikle yapılmasını gerekli gördüÄŸü program deÄŸiÅŸikliÄŸi hususunda iki alternatif sunmaktadır: 

  1. Mevcut programa dokunulmadan, talebeye medrese öÄŸrenimini bitirdikten sonra ayrıca Hesap, Cebir, Hikmet-i Tabiiye, Hey’et-i Cedide, CoÄŸrafya, Ä°lm-i Hukuk, Arapça ve Türkçe Ä°nÅŸâ ve Kitabet derslerinin tahsil ettirilmesi.

  2. Mevcut programın deÄŸiÅŸtirilerek geleneksel medrese derslerinin kısaltılıp, bazı ders kitaplarının okutulmasından vazgeçilerek bunların yerine yukarıda sayılan yeni ilimlerin okutulması.

 

Medreselerin Ä°lmî yetersizliÄŸi ve çözüm yollan konusunda ilmiye mensupları da tespit ve önerilerini yetkili makamlara iletmiÅŸlerdir. Bunlardan Mehmet NeÅŸ’et Efendi 1890 yılında PadiÅŸah’a sunduÄŸu arîzada, medreselerdeki ilmi seviyenin yetersizliÄŸinden bahsetmekte ve programlar, medreselerdeki talebe sayısındaki artış, müderris ve talebelerin ekonomik yetersizlikleri gibi konulara temas ederek, gördüÄŸü eksikliklerin giderilmesi için alınması gereken tedbirleri sıralamaktadır. 

​

1898 tarihinde ise bu defa dört müderris tarafından medreselerin içinde bulunduÄŸu olumsuzluklar konusunda PadiÅŸah’a sunulan arizada, medreselerin idaresi, ilmi yetersizliÄŸi ve içinde bulundukları ekonomik durum ifade edilerek bütün bu sıkıntıların giderilmesi için çözüm yolları teklif edilmektedir. Arîzada, maarif idarelerini örnek veren müderrisler, mekteplerde olduÄŸu gibi, Ders Vekâletine baÄŸlı müfettiÅŸlerin tayin edilerek yapılan imtihanları denetleme görevinin verilmesi gerektiÄŸini ifade etmektedir. Medreselerdeki eÄŸitim kalitesinin giderek düÅŸtüÄŸünü belirten müderrisler, eÄŸitim-öÄŸretim görevlerinin ilmi açıdan yetersiz kiÅŸilere verilerek baÅŸarıya gereken önemin verilmemesinin, iÅŸini seven ve baÅŸarılı olmak için gayret sarf eden kimselerin mesleklerini terk etmelerine neden olduÄŸunu ileri sürmektedirler. 

​

VerdiÄŸimiz bilgilerden de açıkça anlaşılacağı üzere, medreselerin ilmî yetersizlik içinde oluÅŸu bizzat ilmiye mensupları tarafından da kabul edilmektedir. Gerçi bunun yeni olmadığı, Ahmet Cevdet PaÅŸa’nın, daha kendisinin talebelik yılları için sarf ettiÄŸi sözlerinden de anlaşılmaktadır. Ancak yetersizliÄŸin itirafının bu denli artmasında, modern eÄŸilim sahasındaki hızlı geliÅŸmenin sonuçlarının katkısı muhakkaktır. Mekteplerdeki geliÅŸme, aslında henüz bu yıllarda kısmen dile getirilmekle birlikte ilmiye mensupları tarafından, medreselerin ıslahı hususunda örnek ve model olarak görülmektedir. 

A.Demirtas.png

Darû'l Fünûn'un KuruluÅŸu

Aydın DemirtaÅŸ'ın Darü'l Fünun'dan Üniversiteye ÖÄŸretim Üyelerinin Toplumsal Profilleri (Ä°stanbul Ünv.: 2018) adlı Doktora Tezinden kısaltılarak alınmıştır.

Dârülfünûnun kurulması 1900 yılındaki dördüncü teÅŸebbüste mümkün oldu. Üniversite kurumuna hayatiyet kazandıracak kurumsal iliÅŸkiler ağı geliÅŸmediÄŸi, ilk ve ortaöÄŸretim kurumları öÄŸrenciyi üniversite eÄŸitimine hazırlamıyor/hazırlayamıyor olduÄŸu, ders kitabı eksikliÄŸi ve Dârülfünûnda ders verebilecek evsafta öÄŸretim üyeleri bulunmaması gibi nedenlerden dolayı daha önceki üç teÅŸebbüs baÅŸarısız olmuÅŸtu. Toplumda var olmayan bir kurumu var etmeye çalışmanın ne kadar zor olduÄŸunu üniversite tarihimizde görmek mümkündür.  

​

Daha geniÅŸ bir açıdan bakarsak bilginin sosyal temeli meselesi karşımıza çıkmaktadır. Modern bilimsel bilgi ve üniversite kurumu Batılı toplumların kendi tarihsel ve sosyal ÅŸartlarında, karmaşık bir sosyal iliÅŸkiler ağının içinde ihtiyaçların zorlamasıyla ortaya çıktı. Sanayi kapitalizminin ve buna baÄŸlı siyasal sistemin ihtiyaç duyduÄŸu rasyonel düzenlemeler, organizasyonlar, tasnif, yeniden üretim, dağıtım, kontrol ve meÅŸrulaÅŸtırma, izleme deÄŸerlendirme, araÅŸtırma, geliÅŸtirme, uzmanların ve ara elemanların yetiÅŸtirilmesi gibi noktalarda üniversite kurumu bir zaruretti. Bir yaÅŸam tarzı, zihniyet ve dünya görüÅŸünün kuÅŸatıcılığında sanayi kentleri, piyasa süreçleri, bankalar, sigorta kuruluÅŸları, ÅŸirketler, fabrikalar, askeri sistem, uluslararası ticaret acentaları ve hukuk birimleri, patent sistemi, bilimsel dernekler, yayınlar, medya ağı içinde bilim ve üniversite fonksiyonel, vazgeçilmez ve kendiliÄŸinden oluÅŸumlardı. 

​

Batıyı Batı yapan ÅŸey ne eÄŸitim ne de bilimdi. EÄŸitim ve bilim Batıda sistemin fonksiyonel birer parçasıydı. Biz ise bu iki parçadan yola çıkarak ilerlemeyi, güçlenmeyi, devleti kurtarmayı düÅŸünüyorduk. 

​

Orta öÄŸretim saÄŸlam bir temele dayandırılmadan ve yaygınlaÅŸtırılmadan yükseköÄŸretim için yapılacak bütün teÅŸebbüslerin boÅŸa gideceÄŸi zamanla anlaşıldı. Üniversitenin ilk defa resmen kurulmasının gündeme geldiÄŸi 1846 yılı ile kurulmasının baÅŸarıldığı 1900 yılı arasında geçen dönem aynı zamanda maarif teÅŸkilatının ve ilk-orta öÄŸretimin de kuruluÅŸ yıllarıdır. Bu süreçte özellikle II. Abdülhamid döneminde modern eÄŸitimin altyapısı güçlendirildi. 1883'den sonra idâdilerin sayısı önemli oranda arttı. 

​

Osmanlı uleması yöneticilerin devletin bekası için elzem gördüÄŸü Dârülfünûna karşı menfi bir tutum takınmadı. Bu manada klasikten moderne geçiÅŸte bir çatışma yaÅŸanmadı. Üniversite devlet yöneticilerinin önem verdiÄŸi bir kurumdu. Devlet ricâlinin de önemli bir kısmı medresede öÄŸrenim görmüÅŸtü ve üniversitenin medreseden farklı bir ÅŸey olduÄŸunun farkındaydı. Hocalar ve öÄŸrencilerin bir kısmı medrese kökenli olsa da en baÅŸtan beri Dârülfünûnun ilmiyeye baÄŸlanması düÅŸünülmedi.  

​

Darülfünûn-ı Åžahane ilk yıllarında yoÄŸun Fransız etkisi altındadır. Osmanlılar için Avrupa demek Fransa demektir. EÄŸitimde merkezileÅŸmeyi hedefleyen 1869 tarihli Maarifi Umumiye Nizamnamesi de Devrim sonrası Fransız eÄŸitim sistemi incelenerek hazırlanmıştır. Nizamnamenin 79.dan 128. maddeye kadar olan kısmı Darülfünûnla ilgilidir. 

​

S.Z.Zengin.jpg

​

Prof. Dr.Zeki Salih Zengin'in Medreseden Darilfünun'a Türkiye’de Din EÄŸitimi (Maarif Mektepleri: 2019) adlı kitabından kısaltılarak alınmıştır.

Ulûm-ı Dînîye Mektebi

Tekrar açılması 1900 yılında gerçekleÅŸen Darülfûnûn’un bu defaki açılışı yüksek din eÄŸitimi açısından özel bir anlam taşımaktadır; çünkü bünyesinde yer verilen akademik birimler arasında Ulûm-ı Âliye-i Dîniye Åžubesi de bulunmaktadır. Ünal, bu farklılıkla ilgili olarak ÅŸunları söyler: 

“Bundan önceki Darülfünunların teÅŸkilleri bahis konusu oldukça medreselerin bu görevi karşıladıkları ileri sürülerek camia dışında bırakılmış olduÄŸu halde, bu defa Ulûm-ı Aliye-i Dîniye adı altında bir Ä°lahiyat Fakültesinin Darülfünûn-ı Åžâhane kadrosu içinde yer almış bulunması da ayrıca dikkati çekmektedir.” 

​

Darülfünûn’un, II. Abdülhamit Dönemi’nde gerçekleÅŸen bu defaki açılışında Ulûm-ı Âliye-i Dîniye Åžubesi’ne de yer verilmesi sonucunda yüksek din eÄŸitimi kısmen de olsa medrese dışına taşınmış olmaktadır. Åžubenin açılması, aynı zamanda daha sonra Cumhuriyet Dönemi’nde açılan Ä°lahiyat Fakültesinin de temelini ve baÅŸlangıcını oluÅŸturmaktadır. 

​

Tanzimat sonrası eÄŸitim alanındaki geliÅŸmeler sonucu din eÄŸitiminin medreselerin faaliyet alanı içinde kaldığından bahsetmiÅŸtik. Medreseye terk edilen faaliyet alanının en önemli aÅŸamasının medrese dışına çıkmasını, bu kurumun itibarı açısından bir kayıp olarak deÄŸerlendirmek mümkündür.

Kültür Sayfası

bottom of page