top of page
Darû'l Fünûn Hocalarının Tahlili
A.Demirtas.png

Aydın DemirtaÅŸ'ın Darü'l Fünun'dan Üniversiteye ÖÄŸretim Üyelerinin Toplumsal Profilleri (Ä°stanbul Ünv.: 2018) adlı Doktora Tezinden kısaltılarak alınmıştır.

Dârülfünûn klasik eÄŸitim kurumu olan medresenin kendisini dönüÅŸtürmesiyle ortaya çıkmadı. Üniversite veya dârülfünûn modern bir eÄŸitim kurumu olarak medresenin yanı başında kuruldu. 1924 yılında medreseler kapatılana kadar da yan yana yaÅŸamaya devam ettiler. 1900 yılında kurulan Dârülfünûnun üç fakültesinden birisi Ulum-i Åžeriye Åžubesi idi. Bu ÅŸubenin hocaları baÅŸlangıçta klasik eÄŸitim süreçlerinden geçmiÅŸ ilmiye mensupları iken kısa zamanda modern eÄŸitim veren okulların mezunları ya da hem klasik hem modern eÄŸitim almış hocalar çoÄŸaldı. Bu çeÅŸitlenme özellikle 1908 sonrası görülebilir. 

​

Üniversitenin Tanzimatla baÅŸlayan mayalanma sürecinde ve baÅŸarısız Dârülfünûn denemelerinde karşılaşılan en büyük problemlerden birisi öÄŸretim üyesi olmamasıydı. Toplumda var olmayan bir insan tipini, üniversite hocasını, var edebilmek gerekiyordu. Osmanlı’nın modernleÅŸme sürecini taşıyacak kadro açığı, o zaman ki tâbirle kaht-ı ricâl meselesi burada da kendisini gösteriyordu. Üst düzey idareciler eliyle kurulmaya çalışılan Dârülfünûnun ilk kadroları ileri gelen devlet adamları tarafından ağırlıklı olarak devlet idaresini ve orduyu modernleÅŸtirmek amacıyla XIX. yüzyıl boyunca açılan askeri ve sivil okullar olan Mülkiye, Tıbbiye, Dârülmuallimîn, Mühendishane, Harbiye ve az da olsa Medrese hocaları arasından seçildi. 

​

Modern fen bilimleri için Mühendishane, Harbiye, Tıbbiye hocalarından, Ä°slam Medeniyeti ve Osmanlı kültürüne ait dersler için ise ilmiye sınıfından faydalanılmıştır. Sosyal ve beÅŸeri bilimler için ise Mülkiye hocaları, gayrımüslim hocalar veya Ä°stanbul’da bulunan yabancı uzmanlar seçilmiÅŸtir. 

​

Tıp Fakültesi hocalarının tamamına yakını 1826 yılında kurulan ve 1867 yılında sivil tıp okulu olarak Mekteb-i Mülkiye-i Tıbbiye kurulana dek tek tıp okulu olarak devam eden Askerî Tıbbiye mezunuydu. 

​

Yurt Dışı EÄŸitimin Önemi

Yabancı öÄŸretim üyesi getirmek yerine yurtdışına eÄŸitime gönderilen öÄŸrenciler arasından seçilenlerin Dârülfünûnda istihdam edilmesi bu yıllarda daha ağır basıyordu. Ä°lk Dârülfünûn hocalarının önemli bir kısmı Paris, Cenevre, Berlin gibi Avrupa baÅŸkentlerinde eÄŸitim görmüÅŸtü. Dârülfünûnun ilk yıllarında öÄŸretim kadrosunda bulunanların yarısından çoÄŸunun (%53,7) yurtdışında eÄŸitim aldığını görüyoruz. Ä°lâhiyât, Osmanlı Tarihi, Osmanlı Edebiyatı gibi bölümlerin hocalarının yurtdışında eÄŸitim almaları söz konusu olmayacağı için bu oran çok daha yüksek hesaplanabilir. Yurtdışında eÄŸitim görmüÅŸ olmanın neredeyse akademide yer almanın ÅŸartı olduÄŸunu söyleyebiliriz. Dârülfünûn kurulana kadar hatta kurulduktan sonra da yükseköÄŸretim ihtiyacının önemli bir kısmının yurtdışından karşılandığını bunun Cumhuriyet döneminde de devam ettiÄŸini anlıyoruz. Sadece akademide yer alanlar deÄŸil diÄŸer entelektüel alanlarda da yurtdışında eÄŸitim almış olmak çok önemliydi. Mete Tunçay bu durumu ÅŸu sözlerle ifade ediyor: 

“Avrupa’ya gönderilen isimlere bakılırsa, Türkiye’nin bütün entelektüel kaymağı aÅŸağı yukarı bu uygulamayla örtüÅŸüyor. Bunun dışında belki tek tük adamlar çıkar.”

​

Osmanlı Kültürü ile BaÄŸlantı Ä°mkânı

Üniversite’nin medrese ile cılız soy kütüÄŸü baÄŸlantısı Ulum-i Åžeriye ve daha sonra Ä°lâhiyât Fakültesi denilen kısımlar yoluyla sürdü. DiÄŸer bir dolaylı baÄŸlantı ise kadronun yaklaşık beÅŸte biri oranındaki ulema ailelerine mensup hocalardır. Üniversite medresenin içinden doÄŸmamış, Tıbbiye, Mülkiye, Harbiye, Mekteb-i Hukuk, Mühendishane gibi modern mekteplerin akabinde ve onlardan destek alarak vücuda gelmiÅŸtir. 

​

Osmanlı belli bir ilim ÅŸuuruna sahip bir medeniyetti, dolayısıyla üniversite bir boÅŸluÄŸa kurulmadı. Üniversite hocası kurumsal köken itibariyle ulema ile zayıf bir soy bağına sahip olsa da toplumun zihinsel kodlarında ulemanın yerine ikame olmuÅŸ, somut olarak da ulemanın seçkin pozisyonuna yerleÅŸmiÅŸtir. 1933 yılına kadar Dârülfünûnda müderris ünvânı kullanılmaya devam edilmiÅŸ, bu tarihten sonra müderris yerine profesör kelimesi kullanılmıştır. Üniversitenin bulunduÄŸu Beyazıt ve Süleymaniye semtleri de ulema muhiti olarak bilinmektedir. Toplum üniversite hocasına, ulemaya duyduÄŸu muhabbetle yaklaÅŸmış, hocalar ulemaya duyulan hürmetten ve ayrıcalıklı statüden istifade etmiÅŸtir. Osmanlı’da ulema halk katında olduÄŸu kadar devlet katında da saygın ve ayrıcalıklıdır ve iktidarın önemli bir ayağını oluÅŸturmaktadır. Cumhuriyet kurulduktan sonra ilmiyenin yerini alan üniversite ve yargı kurumunun da iktidarın parçası olmaya devam ettiÄŸini söyleyebiliriz. 

​

Cumhuriyet döneminde yurt dışına gönderilen ve 1933’te üniversite kadrosuna dahil olan Mükrimin Halil Yinanç “büyükbabam, babam, amcalarım hep kadı ve müderristiler” demektedir. Benzer ÅŸekilde BaltacıoÄŸlu memuriyete giriÅŸini “babam da dedem de memur baÅŸka bir iÅŸ bilmiyorduk ben de memur oldum” ÅŸeklinde açıklamaktadır. 

​

Ä°lk Alman Hocalar

SavaÅŸ zamanında birçok alanda ittifak kurduÄŸumuz Almanya ile eÄŸitim konusunda da iÅŸbirliÄŸine gitmiÅŸtik. Ä°ttihat ve Terakki yönetimi, Türk eÄŸitim sistemini, bu dönemde her alanda olduÄŸu gibi mükemmeliyetine inanılan Alman modeline göre yeniden düzenlemeye giriÅŸti. Bu doÄŸrultuda, Dr. Franz Schmidt, 1915 yılı başında Maarif Nezâreti’ne müÅŸavir olarak atanmış, onu diÄŸer uzman müÅŸavirler izlemiÅŸtir. Akabinde Birinci Dünya Savaşı esnasında Dârülfünûn’a yirmi Alman öÄŸretim üyesi getirilmiÅŸtir. 

​

Fransız sistemine göre dizayn edilmiÅŸ ve kaynak kitapların hemen hepsinin Fransızca veya Fransızcadan tercüme olduÄŸu Dârülfünûnda çok büyük bir etkiye yol açamadılarsa da 1933’te gelecek olan büyük Alman mülteci kolonisinin adaptasyonunu kolaylaÅŸtırmak açısından Almanlarla bu tanışmanın önemli olduÄŸunu söyleyebiliriz.

​

Tekrar Fransız Hocalar

1915-1918 arasında gelen Alman hocalardan sonra 1920’li yıllar boyunca Fransa’dan hocalar getirilmiÅŸtir. Bu yabancı hocalara verilen yetkiler bazı kimseler tarafından abartılı bulunarak eleÅŸtirilmiÅŸtir. 

​

Bürokrasinin Etkisi

Dârülfünûn hocalarının aile kökenleri itibariyle ağırlıklı olarak memur ailelere mensup olmalarının yanında, eÄŸitim profilleri itibariyle de bürokratik bir görüntü sergilediklerini görüyoruz. Bu baÄŸlamda 1859’da kurulan Mülkiye’nin üniversite üzerinde önemli etkisi vardır. Devleti yönetecek kadroları yetiÅŸtirmek için kurulmuÅŸ olan Mülkiye mezunu birçok kiÅŸi Dârülfünûnda hocalık yapmıştır. Ayrıca uzun yıllar çalışmadan öÄŸrenci olarak yaÅŸayabilecek ekonomik güce sahip  kimselerin azlığından olsa gerek Dârülfünûn öÄŸrencilerinin de önemli bir kısmı memurlardan oluÅŸmaktadır. Ekonominin geliÅŸmediÄŸi devlet merkezli bir toplumda eÄŸitime talip olanların memur olması normaldir. Buna göre Dârülfünûnun sivil ve askeri bürokrasiyle ziyadesiyle içli dışlı bir ÅŸekilde doÄŸduÄŸunu söyleyebiliriz. Askeriyenin, kalemiyenin ve mülkiyenin bu etkisinin Dârülfünûna bürokratik bir karakter bahÅŸetmesi kaçınılmazdır.

​

Bunun yanında Dârülfünûn araÅŸtırma odaklı bir kurum olarak yapılandırılmak istenmiÅŸ olsa da sosyal ve ekonomik ÅŸartlar meslek kazandırma fonksiyonunu öne çıkarmıştır. Mehmet Genç bu sorunu ÅŸöyle ifade etmektedir: 

“Sorun hocalığın dışında sadece araÅŸtırma ile ilgilenen kurumların olmayışı ve bunun geleneÄŸinin de maalesef bir türlü yerleÅŸtirilemeyiÅŸi. Fakat bunun nedenini ortaya koymak kolay deÄŸil…burada belki bütün faktörleri ve kaynakları devletçe kontrol eden mekanizmaların oluÅŸmuÅŸ olması, bilimin de önemli bir damarını kesmiÅŸ oldu. Devlet ne ister, iÅŸte bizim mülkiye gibi devlet için eleman yetiÅŸtiren okullar ister.”

​

1909’da Askerî Tıbbiye’nin Mülki Tıbbiye ile birleÅŸerek Dârülfünûn bünyesine katılmış olmasının yanında Dârülfünûnun, Askerî Tıbbiye, Harbiye ve Mühendishane mezunu birçok hocaya sahip olduÄŸu için de askeri bir karakter taşıdığını söyleyebiliriz. 

​

Ä°lk beÅŸ rektörün dördü Mülkiye Mektebi mezunudur. SavaÅŸ yıllarında ilk defa Askerî Tıbbiye mezunu bir rektör olan Besim Ömer PaÅŸa göreve gelmiÅŸtir. Cumhuriyet kurulunca rektörlüÄŸe pedagog Ä°smayıl Hakkı Bey gelmiÅŸ ve iki yıl görevde kalmıştır. Ancak bu tarihten sonra rektörlük hep Tıpçılarla, hukukçular arasında gidip gelmiÅŸtir. 

​

Türkiye’de modern bürokrasi ve modern eÄŸitim birbirlerini karşılıklı olarak üretmiÅŸtir. Osmanlıdan Cumhuriyete geçiÅŸ sürecinde eÄŸitim görme imtiyazına sahip olan üst düzey idareci ve bazı ulema çocukları ayrıcalıklarını korumayı baÅŸarmışlar ve tasfiyeye uÄŸramamışlardır. Sadece seçkinler havuzu geniÅŸlemiÅŸtir. ModernleÅŸme süreci birçok yeni kadroya ihtiyaç duyduÄŸu için orta sınıflardan baÅŸarılı öÄŸrencilerin seçkinlerin arasına katılması mümkün olmuÅŸtur. Zaten Avrupa’da olduÄŸu gibi bir aristokrat sınıftan bahsetmek mümkün deÄŸildir. 

​

Bâb-ı Âli dahilindeki devlet daireleri olan Tercüme Odası, elçilikler, gümrükler, mektupçular, özel kalem, posta ve telgraf vb. memurları modernleÅŸme konusunda öncü kesimi oluÅŸturuyordu. Ä°lk üniversite hocalarının kökenlerine baktığımızda bu sınıfın ağırlığını açıkça görebiliriz. 

​

“Åžu noktayı önemle belirtmek gerekir; 16. ve özellikle 17. yüzyıldan beri Osmanlı toplumunda Batı bilimine ve dış dünyaya gözlerini çevirenler, dini ilimler dışında eser verip Batı dillerini bilenler…ulema saflarında deÄŸillerdi. Ketebe (kâtipler) takımı kültürel deÄŸiÅŸim tarihimizin en dinamik unsuru olmuÅŸtur.”

​

Üniversite-Siyaset EtkileÅŸimi

ÖÄŸretim üyelerinin birçoÄŸu mensup oldukları aileler ve eÄŸitimleri itibariyle bürokratik karakter taşımalarının yanında hayatlarının belli bir döneminde akademi dışında bürokrasinin deÄŸiÅŸik kademelerinde görev yapmışlardır. MeÅŸrutiyet ve Tek Parti yıllarında birçoÄŸu milletvekilliÄŸi de yapmıştır. Ancak devrin siyasetçileri daha çok bürokrata yakındır. 

​

Ä°lk baÅŸlarda modern eÄŸitim almış insanların az olması yüzünden üniversite   ile siyaset arasındaki geçiÅŸkenlik de çok yüksekti, belli bir tarihe kadar üniversitede hocalık yapmış insanların birçoÄŸu mecliste de görev almıştır. Åžöyle ki: 1900-1946 arası görev yapan hocalar arasından 23 Edebiyat, 16 Hukuk, 15 Tıp, 5 Fen, 2 Ä°lâhiyât Fakültesi, birer tane de DTCF ve SBF olmak üzere tespit edebildiÄŸimiz 64 öÄŸretim üyesi aynı zamanda meclise milletvekili olarak girdi. Bunlardan 14’ü bakanlık görevinde de bulundu. 2’si baÅŸbakanlık yaptı. 

​

Üniversitede Halkın Bulunmaması

Dikkat çekici olan ÅŸey çiftçi veya iÅŸçi aileden gelen kimsenin olmamasıdır. Sanayi geliÅŸmediÄŸi için iÅŸçi çocuklarının olmaması normal karşılanabilir. Fakat Osmanlı’da kunduracı, duvarcı, demirci, fırıncı, marangoz, nalbant, derici, terzi, bakırcı gibi mesleklerin mensuplarının çocukları da üniversite de yer almamıştır. Çiftçi veya zanaatkâr gibi ailelerin okul ve eÄŸitim süreçlerine uzak olduklarını tahmin edebiliriz. Toplumun bu kesimlerinde standart bir eÄŸitim düÅŸüncesi geliÅŸmemiÅŸtir. Zorunlu eÄŸitimin olmadığı toplumda insanlar geleneksel olarak bildikleri meslekleri babadan oÄŸula sürdürmektedirler. Çiftçi ve zanaatkârlar insan gücüne ihtiyaç duyduÄŸundan çocukların küçük yaÅŸlardan itibaren çalışma hayatına atıldıklarını, okumakla ilgili bir vizyona sahip olmadıklarını, böyle bir ÅŸeyin belki akıllarına bile gelmediÄŸini düÅŸünebiliriz. Tahsille meslek sahibi olma geleneÄŸi ulema ve memurin sınıfına has bir ayrıcalık olarak gözükmektedir. 

​

Resmi engeller olmasa da taÅŸrada modern eÄŸitim süreçlerine dair tecrübe, yatkınlık ve alışkanlık eksikliÄŸi taÅŸralıların eÄŸitimden uzak durmasına yol açmıştır. “Türk eÄŸitim kurumunun modernleÅŸtirilmesi, resmi görevlilerin kurumlarıyla baÅŸlamıştı. TaÅŸralar, seçkinlerin eÄŸitiminin dışında kalmıştı ve taÅŸralıların çoÄŸu, çocuklarını modern okullara gönderemiyordu ya da göndermek istemiyordu. Mümtaz Turhan I. Dünya Savaşından önce köylüler arasında devlet okullarındaki eÄŸitimin dini hisleri zayıflatacağı yönünde yaygın bir kanı olduÄŸu tespitini yapmaktadır. 

​

A.Demirtas.png

Aydın DemirtaÅŸ'ın Sosyolojik Açıdan Türk Üniversite Reformu (Ä°stanbul Ünv.: 2018) adlı Y.Lisans Tezinden kısaltılarak alınmıştır.

​

1900'de Darülfünun-i Åžahane resmi adıyla açılan kurum ile bugüne kadar gelen kesintisiz üniversite eÄŸitimi baÅŸladı. Fünun, Edebiyat ve Åžer'i ilimler olarak üç fakülte halinde kurulan bu üniversitede fen derslerini verenlerin çoÄŸu tıbbiyedendi, diÄŸerleri de ya Avrupa'da eÄŸitim görmüÅŸlerdi ya da mühendishane çıkışlıydı. Hemen hepsi Fransızca biliyorlardı. Osman Ergin 1900’de kurulan Darülfünun-i Åžahane'de sadece iki yabancı hoca olduÄŸunu bildirir. Birisi Fransız Edebiyatı okutan bir Fransız, diÄŸeri ilm-i asar-i atika (arkeoloji) okutan bir Almandır. 

​

Ziya Gökalp, Ä°smail Hakkı BaltacıoÄŸlu gibi kapasiteli gençler de Darülfünun’da görevlendirildi. Fuat Köprülü'nün de katılımıyla Darülfünun daha da güçlendi. 

​

Birinci Dünya savaşı sırasında, Edebiyat Fakültesi için on, Fen Fakültesi için altı ve Hukuk fakültesi için dört öÄŸretim görevlisi transfer etmek için Alman hükümetiyle anlaÅŸma yapılmıştı. 

​

1915'te gelen Alman ÖÄŸretim Görevlileri ve branÅŸları ÅŸöyledir: 

  • Dr. Anschutz (Pedagoji ve Psikoloji)

  • Dr. Bergstasser (Semitik diller)

  • Dr. Giese (Ural-Altay dilleri)

  • Dr.Lehmann-Haupt (EskiçaÄŸ Tarihi)

  • Dr. Obst (CoÄŸrafya)

  • Dr. Penck (Jeoloji Ve CoÄŸrafya)

  • Dr. Leick (Botanik)

  • Dr. Zarnick (Zooloji)

  • Dr. Hoesch (Organik Kimya)

  • Dr. Arndt (Anorganik Kimya)

  • Dr. Fester (Teknolojik Kimya)

  • Dr. Hoffman (Ekonomi)

  • Dr. Fleck (Maliye)

  • Dr. Schöborn (Kamu Hukuku)

  • Dr. Jacobi (Felsefe)

  • Dr. Nord (Medeni Hukuk)

  • Dr. Mordtmann (Tarih Metodolojisi)

  • Dr. Unger (Arkeoloji Ve Eski Paralar)

  • Dr. Richter (Alman Dili Ve Edebiyatı)

  • Dr. J.Würschmidt (Fizik)

 

Alman öÄŸretim görevlileri kendilerine saÄŸlanan tüm güzel imkanlara raÄŸmen savaÅŸtan sonra geri döndüler.  

​

Darülfünun’un savaÅŸların getirdiÄŸi tüm olumsuzluklara raÄŸmen 1913'ten sonra kendini yenileme, ıslah etme çabası içinde olduÄŸunu görüyoruz. Bu Islah tekliflerinde öne çıkan iki isim Ziya Gökalp ve Ä°smail Hakkı BaltacıoÄŸlu'dur.

​

1929 yılına gelindiÄŸinde Darülfünun ciddi bir çalışmayla eksiklerini tespit ederek bir reform planı hazırlamış ve konuyla ilgili raporu Maarif Bakanlığına sunmuÅŸtur. Ancak bakanlık daha geniÅŸ çaplı bir reform düÅŸündüÄŸü gerekçesiyle bu giriÅŸimi onaylamamıştır. 

Kültür Sayfası

bottom of page