Yurtdışına Öğrenci Göndermenin Başlaması
Aynur Erdoğan'ın Türkiye’de Yurtdışına Öğrenci Gönderme Olgusunun Sosyolojik Çözümlemesi adlı Yüksek Lisans Tezimden (İstanbul Ünv.: 2009) kısaltılarak alınmıştır.
(1826) II. Mahmud Dönemi
1826’da… Yeniçeri Ocağı kaldırılmış yerine Asakir-i Mansure-i Muhammediye olarak bilinen yeni ordu kurulmuştur. III. Selim’in yaptığı gibi eskisi muhafaza edilerek Batı modelinde eğitim verilen yeni bir ordu kurulmamıştır. Böylece mevcudu ıslah etme yerine eskinin kaldırılarak yenisinin kurulması prensibi etkin olmaya başlamıştır. Bundan sonra Batılılaşma devletin resmi programı haline gelmiştir. Bu aşamadan sonra sadece ordu değil devletin diğer kurumları da bu tarzda reforma tabi tutulmuştur.
II. Mahmut hem yeni ordunun ehliyetli subay ihtiyacını karşılamak hem de ehliyetli sivil memur yetiştirmek amacıyla eğitime önem vermiştir. Daha önce kara ve deniz mühendishaneleri kurulmuştur fakat bunların verdiği mezunlar yetersizdir, hem de bu okullar için uzman eğitmenlere ihtiyaç vardır. Bu ihtiyacı karşılamak için yurtdışına öğrenci gönderilmeye başlanmıştır. Zira Osmanlı bürokrasisi de devletin ihtiyaç duyduğu yetişmiş elemanın temini için Avrupa devletlerinden uzman getirmek yerine devletin kendi elemanını yetiştirmesinin daha isabetli olduğu görüşündedir.
İlk olarak 1830’da 5 öğrenci Paris’e gönderilmiştir. 1830’un bir dönüm noktası olduğu söylenebilir. Artık devlet, masraflarını kendisi karşılayarak ve ihtiyaç duyduğu alanlara öğrencileri yönlendirerek yoğun bir şekilde öğrenci göndermeye başlamıştır. Söz konusu uygulama Tanzimat Fermanının ilanından önce başlamıştır. Bu öğrencilerden beşi de askeri alanda tahsil görmüşlerdir.
Devrin ihtiyaçlarına paralel olarak devleti yeniden yapılandırmaya çalışan II. Mahmut modern kurumlara gereken ehliyetli kadronun yetişmesi amacıyla modern yapılanmanın anavatanı Batı devletlerine tahsil amaçlı öğrenci göndermenin yanında söz konusu yeni alanlarda okullar açmaya da devam etmiştir. Bu bağlamda 1827 yılında Tıphane-i Amire ve ardından Cerrahhane-i Mamure’yi açmıştır. Bu okullara Süleymaniye Tıp Medresesinin yetiştirdiği hekimlerin yanı sıra yabancı hocalar da tayin edilmiştir. II. Mahmut’un bu okulun açılışında yaptığı konuşma batılılaşmanın saiklerine dair ipuçları vermektedir:
“Bu okula insan sağlığının korunması gibi kutsal bir ödeve kendini verecek bir okul olacağı için öncelik verdim... Tıp öğretimi Fransızca olarak yapılacaktır. Bunun neden yabancı dille yapılacağını soracaksınız. Bunu zorunlu kılan güçlükleri bildireyim. Geçmiş de bizde de tıp bilimleri üzerine birçok kitap yazılmıştır. Hatta Avrupalılar bu kitapları kendi dillerine çevirerek onlardan çok şey öğrenmişlerdi. Fakat bu kitaplar Arapça yazılmıştır. Birçok yıldan beri İslam okullarında bu kitaplar ilgi konusu olmaktan çıktıkları, bunları bilenlerin sayısı azaldığı için artık kullanılmaz olmuşlardır. Şimdi, tıbbı kendi dilimize çevirmek için yeniden bu kitaplara dönmek, yıllar alacak uzun bir iştir. Bu kitapları kendi dillerine çevirmekle Avrupalılar yüz yıldan fazla bir süreden beri bunlara birçok yeni katkılarda bulunmuşlardır. Bundan başka bu konuları öğretmenin yöntemlerinde büyük kolaylıklar geliştirmişlerdir. Bu yüzden tıp üzerine yazılmış Avrupa eserlerine kıyasla bu Arapça eserler artık yetersizdir. Bu eksikliklerin yeni eserlerden alınacak bilgilerle kaldırılabileceği iddia edilse bile, bunlar çabucak Türkçeye çevrilemezler. Çünkü tıp öğrenimi için gerekli olan beş altı yıldan başka Arapçayı iyice öğrenmek en aşağı on yıl ister. Halbuki bir yandan ordumuz ve halkımız için iyi yetişmiş doktorlara, öte yandan tıp bilimlerinin kendi dilimize kazandırılmasına acele ihtiyacımız vardır. Fransızca öğrenmenizi istemekten maksadım, onu sırf bu dilin hatırı için öğrenmeniz değil, tıbbı öğrenmeniz ve bu bilimi adım adım kendi dilimize kazandırmaktır... Ancak bu yapıldığı zaman kendi ülkemizde tıp kendi dilimizde okutulur hale gelecektir.”
Yeni açılan modern okulları ve doğrudan anavatanında Batı bilimini öğrenmek üzere öğrenci gönderme uygulamasını da bu çerçevede değerlendirmek gerekmektedir. Amaç, Padişahın son cümlesindeki temenni içeren cümlesinde ifade ettiği gibi, bir an önce bu bilimin ve uygulamalarının Osmanlı kültür ortamına uyarlanmasıdır.
Tanzimat’a giden bu süreçte II. Mahmut 1834’te iki okul daha açmıştır. Bunlar Harbiye ve Mızıka-i Hümayun okullarıdır. Mızıka-i Hümayun yeni üniformalı orduya uygun ceket ve pantolonlarıyla davulcu ve trampetçi yetiştirmiştir. Harbiye ise mümkün olduğu kadar Fransa örneğine uydurulmuştur ve özellikle Fransızca olmak üzere bir yabancı dil bilmek ön şartıdır. Eğitmenlerin çoğu yabancıdır ve Tıbbiye’de olduğu gibi bir hazırlık bölümü vardır.
Harbiye Mektebinin açıldığı sene gerek bu okulun ve gerekse Mühendishane- i Berri Hümayun’un öğretmen ihtiyacını karşılamak için ve fabrikalara gerekli teknik uzman yetiştirmek için Mühendishane-i Berri Hümayun’dan özellikle Londra’ya öğrenci gönderilmiştir. 1837 yılına gelindiğinde Londra’da özellikle bahriye mühendisliği tahsili gören 10 öğrenci vardır. Diğer taraftan Paris ve Viyana’ya da öğrenciler askeri tahsil için gönderilmişlerdir.
1845’te Harbiye Okulundan da Avrupa’ya öğrenci gönderilmeye başlanmıştır. Tıbbiye ise ilk mezunlarını 1834’te vermiş ve 1840’tan sonra Avrupa’ya öğrenci göndermeye başlamıştır. [8]
II. Mahmut eğitim alanının dışında da kurumlar tesis etmiştir. Bu bağlamda sadrazamlık başvekalete, Darphane-i Amire ve Hazine-i Mansure, Maliye Bakanlığına çevrilmiştir. Ahkam-ı Adliye, Hariciye ve Ticaret Nezareti ve yine Dar-ı Şura-i Askeriye ile Umur-u Nafia Encümenleri yeni kurulan kurumlardandır. Tanzimat’ın bir numaralı adamı Reşit Paşa da yeni kurulan Hariciye Nezaretinden sefir olarak Paris ve Londra’ya gönderilmiş ve döndüğünde ölen II. Mahmut’un yerine geçen oğlu Abdülmecid’in saltanatında, 3 Kasım 1839’da Gülhane’de Tanzimat Fermanını okumuştur.
(1839) Tanzimat Dönemi: Osmanlı Öğrencileri Avrupa’da
Osmanlı Devleti Avrupa Devletlerine öğrenci göndermeyi önemli bir çözüm aracı olarak görmektedir. Sultan Abdülmecid Tanzimat’ın ilanından beş ay sonra çiçeği burnunda bir padişah olarak 1840 yılı Mayıs ayında Tophane’den, Harbiye okulundan ve Mühendishanelerden Avrupa’ya gönderilecek 17 öğrenci için gerekli izine imza atarken bu uygulamanın devlet için çok faydalı olacağını belirterek hiçbir masraftan kaçınılmaması gerektiğini salık vermiştir. Ancak Padişah, bu çok masraflı usuldense burada okul açarak Avrupa’dan getirilecek öğretmenlerle daha fazla öğrencinin eğitim göreceğini düşünmektedir. Avrupa’da elli kişi için harcanacak para ile burada bir okul açılabilir ve elli yerine beş yüz kişi eğitim görebilir. Sonuç olarak bu kadar masraflı olmasına rağmen kapasiteli okullar kuruluncaya kadar öğrencileri yurtdışına gönderme yoluna gidilmiştir.
Padişahın devlet bürokratlarına uyarısı karşılık bulmuş olmalı ki, modern okullar açılmaya başlanmıştır. Ancak ihtiyaç duyulan mesleki eğitimlerin verilebilmesi için o eğitime temel teşkil edecek ilk ve orta dereceli eğitim kurumlarının olmayışı karşılaşılan bir sorundur. Daha önce açılan Mühendishanelere, Tıbbiye’ye ve Harbiye’ye alınan öğrencilerin de böyle bir temel eğitim almamış olmaları sorun olarak hissedilmeye başlanmıştır. Bu sebeple Tanzimat’ın ilk okullarının ilk ve orta tahsili veren sivil okullar oldukları görülmektedir.
Tanzimat’la birlikte ortaöğretim üç tür okul halinde şekillenmiştir: Rüşdiye, İdadiye ve Sultaniye. İlk kurulduklarında Sıbyan Mekteplerinin üst sınıfları gibi düşünülen Rüşdiyeler Tanzimat döneminde genel ortaöğretimin en alt düzeyindeki okullar haline gelmiştir.
Bu okullarla birlikte yüksek okullara daha ehliyetli öğrenciler gönderilmeye başlanmıştır. Bu okulların mezunlarından kalemlere memur olarak girenler de çoktur. Diğer taraftan özellikle ordunun ihtiyacı olan iyi yetişmiş subayların temini amacıyla yüksek okullara gidecek öğrencileri, bu özel amaçla hazırlamak için 1875’te Askeri Rüşdiyeler açılmıştır. 1859’da kurulan Sultanahmet Kız Rüşdiyesinin ardından taşrada da Kız Rüşdiyeleri çoğalmıştır.
İdadiyeler ilk defa olarak 1845’te Bosna’da açılmıştır ve Harbiye’ye, Tıbbiye’ye girmek isteyen öğrencilere hazırlık derslerini vermesi amaçlanmıştır.
Sultaniyelerin ilki 1868’te açılan Avrupa’da olduğu gibi tam bir orta tahsil veren Galatasaray Sultanisi’dir. Rüşdiye üzerine altı yıllık bir eğitim vermek üzere planlanmıştır.
İlk kuruldukları yıllarda İdadilerden yurtdışına öğrenci gönderildiğine rastlanmıyor. Bu dönemde öğrencilerin seçilerek gönderildiği okullar; Mühendishane-i Bahri Hümayun, Mühendishane-i Berri Hümayun, Tıbbiye ve Harbiye’dir.
İdari Reformlar ve Devlet Kurumlarından Gönderilen Öğrenciler
Osmanlı bürokrasisinde, yabancı dil bilen kadro eksikliği uzun süredir hissedilmektedir. Özellikle 1821 yılı Yunan isyanından sonra Babıali tercümanlığını ellerinde bulunduran Rumlara karşı güvenin sarsılması ve bu makamın Müslümanlara verilmesi gerektiğine karar verilmesi bu ihtiyacı daha hissedilir kılmıştır.
1833’te bu alanda ciddi bir adım atılarak Babıali Tercüme Odası kurulmuştur. Bunu Seraskerlikte ve diğer dairelerdeki benzer odaların kurulması izlemiştir. Bu odalara dil bilen ehliyetli memurlar hocaların oluşturduğu gelenek içinde yetiştirilirken bu amaçla yurtdışına öğrenci de gönderilmiştir. O dönemde Fransızca, uluslararası siyasi ve diplomatik ilişkilerde iletişim dili olarak öne çıkmıştır.
Tanzimat’la birlikte ortaya çıkan bürokratik değişimin en önemli özelliği de uzmanlaşma ve ihtisaslaşma olmuştur. Tanzimat’ın ilk dönemlerinden itibaren kurulan okullarda yetişenlerin bürokraside istihdamıyla modern bir kadrolaşma sisteminin hâkim olmaya başladığı görülmektedir. Tercüme Odası, ilk ihtiyaç hissedilen alanlardan biri dil olduğu için ve bürokratik geçmişte tercümanların hariciyedeki baskın konumları gereği Avrupa’yla daha yakın bir ilişki içinde olmuştur. Avrupa’da açılan daimi elçiliklerde görev yapan genç diplomat ve tercümanlar, Batıyı yakından tanıma fırsatı bulmuşlardır.
Bu yüzyılın reformcu liderlerinin ve devlet adamlarının çoğunun bu elçiliklerde görev yapmış olması yabancı elçiliklerde muvazzaf kadronun Osmanlı Batılılaşmasındaki önemini göstermektedir. Tanzimat’ın üç mimarından Mustafa Reşit Paşa 1834’te Paris’e ve sonra Londra’ya, Ali Paşa 1836’da Viyana’ya, Fuat Paşa 1840’da Londra’ya gitmişlerdir. Bu kadrodan olmak üzere Sadık Rıfat Paşa 1837’de Viyana’da orta elçidir; Mehmet Şekib 1841’de yine Viyana’dadır; İbrahim Sarım Paşa 1834’te Londra’da hizmet görmüştür. Bu ilk diplomatların çocukları da çocukluk ve gençliklerinde Avrupa’da eğitim alma fırsatını yakalayarak daha sonra önemli devlet makamlarını işgal etmişlerdir.
1851 yılında amacı ders kitapları hazırlamak ve bilimsel eserleri Türkçeye tercüme etmek olan Encümen-i Daniş kurulmuştur. Kurumun programını hazırlamaya Cevdet Paşa memur edilmiştir. Cevdet Paşa, bu kurumun fikir tartışmalarını geliştirmek, bilimsel araştırmaları teşvik etmek amacıyla kurulduğunu söylemiştir. İlim ve fenlerin tahsilini verecek bir yüksek okul açma fikri bu Encümen-i Daniş toplantılarında da işlenerek geliştirilmiştir.