top of page
Amaç Tartışmaları
A.Yaman.jpg

Prof. Dr.Ahmet Yaman. Bugünün İlahiyatı Nasıl Olmalıdır: Sempozyum Bildirileri (Ensar: 2014) adlı kitaptan kısaltılarak alınmıştır.

​

Bir Cumhuriyet projesi olan İlahiyat Fakülteleri, 3 Mart 1924 tarihli Tevhîdi Tedrîsât Kanunu’na göre “yüksek dîniyât mütehassısları yetiÅŸtirmek üzere” kurulmuÅŸ yükseköÄŸretim kurumlarıdır. Aynı kanun, topluma yönelik din hizmetlerini yürütecek memurların yetiÅŸtirilmesi için ayrı mektepler açılmasını da Millî EÄŸitim Bakanlığı’na görev olarak yüklemiÅŸtir.

​

Bu kanunla İlahiyat Fakülteleri’ne biçilen misyon seviyeli din bilgini yetiÅŸtirmekti.

​

Bununla birlikte ülkenin ÅŸartları, yaÅŸanan toplumsal, fikrî ve hukukî deÄŸiÅŸmeler/geliÅŸmeler ve diÄŸer ihtiyaçlar, zaman içinde İlahiyat Fakülteleri’ne örgün eÄŸitimde görev yapacak öÄŸretmen ve Diyanet İşleri BaÅŸkanlığı bünyesinde görev yapacak din görevlisi yetiÅŸtirme sorumluluÄŸunu da vermiÅŸtir. Nitekim 1949 yılında Ankara’da açılan İlahiyat Fakültesi “din meselelerini ilmî esaslara göre incelemek ve meslekî bilgisi kuvvetli ve düÅŸüncesinde ihatalı din adamları yetiÅŸtirmek” amacını; 1959 yılında İstanbul’da açılan Yüksek İslâm Enstitüsü “orta dereceli okullara ve imam hatip okullarına meslek dersleri öÄŸretmenleri yetiÅŸtirmek ve Diyanet İşleri BaÅŸkanlığında görev yapacak müftü, vaiz gibi din elemanları yetiÅŸtirmek" hedefini gütmüÅŸtür. 

​

S.kutlu.jpg

Prof. Dr.Sönmez Kutlu. Bugünün İlahiyatı Nasıl Olmalıdır: Sempozyum Bildirileri (Ensar: 2014) adlı kitaptan kısaltılarak alınmıştır.

​

İlahiyat Fakültesi’nin önce kendi amacını ortaya koymak lazım. Biliyoruz ki bir eÄŸitim kurumunun iki amacı vardır; birisi akademik eÄŸitim vermek, yani akademik araÅŸtırma yapmaya yönelik bir zihniyet kazandırmak; ikincisi de üretilen bilimsel bilgiye uygun eÄŸitim-öÄŸretim vermek.
​

Amaç belirlerken, öncelikle toplumsal ihtiyaçlarımız esas alınmalıdır. Fakat İlahiyat tecrübelerine baktığımızda, birinci İlahiyatın kuruluÅŸunda, ulus devletin kendine özgü bir dini kimlik oluÅŸturmaya yönelik bir amacı vardı. Bu amaç mezhepler, tarikatler ve cemaatler üstü bir İslâm anlayışı oluÅŸturmakla gerçekleÅŸtirilebilirdi. Böyle bir amacı gerçekleÅŸtirmek de din ya da dinler konusunda mutehassıslar yetiÅŸtirmekle mümkündü. Burada toplumsal ihtiyaçların bütünüyle göz önüne alındığını söyleyemeyiz. Fakat toplumun dini ihtiyaçlarının bütünüyle göz ardı edildiÄŸini de söyleyemeyiz. Çünkü yüksek dini mütehassıslar yetiÅŸtirmeyi İlahiyat eÄŸitimine, “kıdematı diniyyeyi” ise İmam-Hatiplere bıraktı.

​

İlahiyat’ın asıl amacı o gün yeni kurulmuÅŸ bir ulus devletin uluslararası düzeyde temsil gücünü artırabilecek ve batıdak İlahiyat Fakülteleri uzmanlarıyla ve ilim dünyasıyla din olgusunu ve dini sorunları tartışabilecek düzeyde mütehassıslar yetiÅŸtirmek. Bunu birinci öncelik olarak koyuyor, ama din dersi öÄŸretmeni yetiÅŸtirme gibi bir derdi yoktu. O gün için liselerde din dersi yok. Daha sonra din dersleri konuluyor ve öÄŸretmen yetiÅŸtirme ihtiyacı hâsıl oluyor.

​

Ben birinci İlahiyat Fakültesi tecrübesinde asıl amacın “din bilimlerinde mütehassıs yetiÅŸtirmek” olduÄŸunu düÅŸünüyorum. Bu amaç, bugünkü İlahiyatların da amaçlarından biri olmalıdır. Biz de akademik eÄŸitim vermek zorundayız ve din mütehassısı yetiÅŸtirmek zorundayız.

​

1949’da açılan ikinci İlahiyat tecrübesinde farklı bir geliÅŸme görüyorum. İkinciyi biraz İslâmlaÅŸtıralım denildi, İslâm hukuk tarihi konuldu. Buna raÄŸmen bazı haksız eleÅŸtirilerin hedefi olmaktan kurtulamadı. Özellikle Ankara İlahiyat Fakültesi ile ilgili olumsuz algının oluÅŸmasında Ali Fuat BaÅŸgil’in eleÅŸtirel yazılarının ve Ahmet Hamdi Akseki’nin ortaya koyduÄŸu İlahiyat projesinin rolü büyüktür. Onların tutumu, maalesef Ankara İlahiyatı mahkûm etmiÅŸtir. 1950’li yıllarda İmam-Hatip okullarının açılması da bu amacı destekler niteliktedir.

​

İmam-Hatip Okulları açıldığında, bu okullardaki eÄŸitim daha İslâmî yapılmak istendi. Bu sebeple bu okullardan mezun olanlar, Ankara İlahiyata gönderilmek istenmedi. İmam-Hatip mezunu dindar çocukları, “dinsiz İlahiyatçılara” teslim etmek istemeyenler vardı. Aslında Ankara’da İlahiyat Fakültesinin açıldığı ilk yıllarda, camilerde din görevlisi ÅŸeklinde yeni bir ihtiyaç ortaya çıkmıştı. Bunu karşılamak için İmam-Hatipler açılıyordu.

​

Bazı çevreler İmam-Hatip mezunlarını götürüp Ankara İlahiyatındaki dinsiz hocaların eline mi teslim edeceÄŸiz, diyordu. Yani İmam-Hatip mezunlarının Ankara İlahiyata girsin mi girmesin mi tartışmaları yapılıyordu. Atay Hoca, İmam-Hatip mezunlarının yeni açılacak baÅŸka bir eÄŸitim kurumuna gönderilmesi konusunun görüÅŸüldüÄŸü Konya’daki bir toplantıdan bahsetmektedir.

İlahiyat Fakültesi onları almak istemiyor, onlar da İlahiyat Fakültesinde okumak istemiyordu.

​

İkinci bir sorun vardı, o a sayıları artan İmam-Hatip okullarında öÄŸretmen olacak kimselerin nerede ve kimler tarafından eÄŸitileceÄŸi sorunu idi. Çünkü İmam-Hatiplere hoca yetiÅŸmesi gerekiyordu. 1950’li yılların sonunda Liselerde seçmeli din dersleri konuldu. Bu defa bu derslerin kimler tarafından verileceÄŸi tartışıldı. 1948’den sonraki geliÅŸmeler, yeni ihtiyaçları beraberinde getirdi.

Mevcut Ankara İlahiyat tecrübesi bir yere geldi, sonra Türkiye’ye yayılmaya baÅŸladı. 1980’den sonra programın amaçları arasına mütefennin (öÄŸretmen) yetiÅŸtirmek de koyuldu.

​

Bana göre İlahiyat Fakültesi’nin birinci öncelikli amacı iyi bir mütehassıs yetiÅŸtirmek olmalıdır. Bu amaç, her ÅŸart ve durumda korunmalıdır. Bu amaç, lisansta verilmeye baÅŸlanmalıdır, ama yüksek lisans ve doktorada daha derinleÅŸerek devam etmelidir. Fakat bazı arkadaÅŸlar, diniyat mütehassıslığını, yüksek lisans ve doktoradan baÅŸlatmak istiyorlar. Bu fikir, bütünüyle yanlıştır. Çünkü bütün dünyada akademik eÄŸitimin temeli Lisans döneminde hatta liseden baÅŸlar.

​

İkinci amaç mütefennin yetiÅŸtirmek, ben buna meslekî eÄŸitim diyorum. Yani ilköÄŸretim, orta öÄŸretim ve lisede din kültürü öÄŸretmenliÄŸi veya seçmeli dinî dersler ile İmam-Hatipte meslekî dersler öÄŸretmenliÄŸi. Meslek öÄŸretmenleri/İlahiyat teknisyenleri, akademik alan eÄŸitimine ek olarak eÄŸitim formasyonu vermekle yetiÅŸtirilir.

​

Alan bilgisini en iyi bir ÅŸekilde baÅŸkasına aktarmanın yollarını öÄŸretmek esastır. Ama ÅŸimdi bugün gelinen noktada, manevi bakım rehberliÄŸi olarak tanımlanan, baÅŸka bir ihtiyacımız daha var. İlahiyat programlarının amaçları arasına bunu da dâhil etmek gerekir. Bu ihtiyaç, sadece mütefennin yetiÅŸtirmekle karşılanmaz, aynı zamanda mütedeyyin olmayı da gerektirebilir. Bu alanda hizmet vereceklerin, dindarlık düzeylerinin yüksek olması daha yararlı olacaktır. Güçlü İlahiyat nosyonu almış din hizmetlilerine, verilecek ilave programlarla manevi bakım rehberliÄŸi yeterliliÄŸi kazandırılabilir. Artık bunu ayrı bir branÅŸ olarak düÅŸünmek zorundayız.

​

Bu üç amacı gerçekleÅŸtirmek için, yani mütehassıs, mütefennin veya mütedeyyin yetiÅŸtirmek için ben ÅŸöyle bir formül öneriyorum: BeÅŸ yıllık bir İlahiyat eÄŸitimi olacak. Hazırlık dâhil ilk üç yıl ortak olacak. Bu aÅŸamada, güçlü bir İlahiyat nosyonu (alan bilgisi) verilecek. Bu aÅŸamada mütehassıs olmanın temelleri atılmış olacak. İkinci aÅŸamada, amaçlara uygun olarak üç ayrı programa ayrılacak: Akademik eÄŸitim (Mütehassıs), meslekî eÄŸitim (mütefennin/öÄŸretmenlik), din hizmetleri ve manevi bakım rehberliÄŸi.

​

Ben İlahiyatın öncelikli iki amacından birinin eÄŸitim ve öÄŸretim; İkincisinin ise araÅŸtırmaya yönelik akademik eÄŸitim olmak üzere iki temel amacının olduÄŸunu düÅŸünüyorum.

Üniversiteler, siyasî, ekonomik, toplumsal ve kültürel deÄŸiÅŸimin, bilimsel bilgiye dayalı olarak istikrarlı bir ÅŸekilde gerçekleÅŸtirilmesi, kontrol edilmesi ve yönlendirilmesi hususunda en önemli dinamiklerden birisidir. Bu kurumlar yoluyla bilimsel bilgi yaygınlaÅŸarak kültür haline getirilebilir ve kültür de kendisini evrensel kalıplar içerisinde bu kurumlar yoluyla ifade edebilir. Evrensel eÄŸitim, merkeziyetçilikten, gelenekçilikten ve tek tip eÄŸitim vermekten uzak durarak ilgi alanlarını, metot ve yöntemlerini çeÅŸitlendirmek suretiyle yereli evrensele taşımayı amaç edinir. Üniversite, bilimsel bilgiyi üreten, öÄŸreten ve yaygınlaÅŸtıran ve aynı zamanda teknik veya meslekî eÄŸitim veren kurumlardır. “AraÅŸtırma ve eÄŸitim birliÄŸine dayanan geleneksel üniversite anlayışı”, son zamanlarda yeni ve özgün bilgi üretimine ve bilimsel araÅŸtırmalara dayalı eÄŸitim verme yerine, teknik ve meslekî eÄŸitime ağırlık vermeye, ulus devlet üniversitelerinden ticarî amaçlı bilgi üreten özel üniversitelere, sosyal bilimlerden çok tıp ve teknik bilimlere doÄŸru bir yönelme söz konusudur.

İlahiyat öÄŸretimi, yüksek diniyat mütehassısı, bilim adamı ve mütefekkir yetiÅŸtirmek yerine Diyanet İşleri BaÅŸkanlığı’nın ve Millî EÄŸitim Bakanlığının mesleÄŸe yönelik ihtiyaçları doÄŸrultusunda diyanet teknisyeni ve meslek öÄŸretmeni (mütefennin) yetiÅŸtirmeye yönelmiÅŸtir.

​

Diyanet ve Millî EÄŸitim Bakanlığının İlahiyatla program hazırlama konusundaki iÅŸbirliÄŸi, program yapmak veya önermek deÄŸil, her kurumun kendi mesleÄŸinin yeterliliklerini belirleyerek İlahiyat Fakültelerinden bu yeterliklere sahip mezunlar yetiÅŸtirecek programlar yapmasını istemesi ÅŸeklinde olabilir. Hiçbir dönemde İlahiyat Fakülteleri paydaşı durumunda olan bir kurumun bu kadar emri altına girmemiÅŸtir.

​

Gelenekçi zihniyet burada kendini göstermektedir. İlahiyat fakülteleri, ilmî müesseseler olarak kalmalı ve meslekî eÄŸitim yaptıran bir fakülteye dönüÅŸmemelidir. İlahiyat öÄŸretimi, heyecanlı, duygusal, dindar ve mütedeyyin yetiÅŸtirmeyi amaç edinmez, bunun yerine klasik kaynaklardan hareketle bilimsel verilere dayalı doÄŸru ve tutarlı dinî bilgi üreten, araÅŸtırma ve sorgulamayı sanat haline getiren, baÅŸkalarının fikirlerine tahammül edebilen, söyleneni anlayabilen, en küçük ayrıntıları dikkate alan tecessüs ruhlu, yaÅŸanan hadiselerle ilgili medeni bir ÅŸekilde olumlu ve olumsuz görüÅŸ bildirebilen, görüÅŸlerinin eleÅŸtirilmesine katlanabilen, kendini ifade edebilen özgüven sahibi ve bedii zevkleri olan, sanat ruhlu kimseler yetiÅŸtirmektir.

​

Üniversitelere ve fakültelere gerekli özerklik verilmedikçe ne yükseköÄŸretimde ne de İlahiyat öÄŸretiminde yeniden yapılanmadan söz edilebilir.

​

İlahiyat meslek elamanı yetiÅŸtiren bir kurum deÄŸildir. Bu kurum düÅŸünen insanların dini bütün yönleriyle tartışabildikleri bir kurum olmalıdır. İlahiyat fakültelerini doÄŸuÅŸ dönemindeki kimliÄŸine, yani yeni araÅŸtırma alanları keÅŸfetmeye çalışan, sorgulamayı esas alan, tarihsel eleÅŸtiriye ve özeleÅŸtiriye önem veren yüksek diniyat mütehassısı yetiÅŸtiren bir kurum olma kimliÄŸine yeniden kavuÅŸturmak tarihsel bir sorumluluktur.

Diyanet, bizden iyi Kur’ân okuyan ve öÄŸreten Kur’ân öÄŸreticisi yetiÅŸtirmemizi istiyor. Bunu anlamanız için yaÅŸanmış bir hikâyeyi anlatmak istiyorum. İzmir İlahiyat mezunu birisi, Diyanet’in açtığı sınavlardan birisine giriyor. Bu arkadaÅŸ soruyorlar. Åžu sureyi biliyor musun, bu sureyi biliyor musun? Hadi oku bakalım. Aday, ÅŸunu biliyorum, bunu bilmiyorum diyor. Fakat ezberleri az diye tepki alıyor. Ya sen bu kadar sureyle nasıl vaiz, müftü olacaksın diyorlar. O ÅŸu cevabı veriyor: “Hz. Âdem kaç sayfa biliyordu? SöylendiÄŸine göre 10 sayfa biliyordu. O ÅŸu kadar sayfa ile peygamber oldu da ben niçin vaiz veya müftü olamayayım.” Bu anektot çok önemli eleÅŸtiriler içermekte ve İlahiyatın misyonunu bize hatırlatmakta. Bizim asıl amacımız imam yetiÅŸtirmek deÄŸildir.

S.Polat.jpg

Prof. Dr.Selahattin Polat. Bugünün İlahiyatı Nasıl Olmalıdır: Sempozyum Bildirileri (Ensar: 2014) adlı kitaptan kısaltılarak alınmıştır.

​

İhtiyaçlardan yola çıkarak amaçları tespit edebileceÄŸimiz söylendi. Bu öyle derinlemesine irdelemeden kabul edilebilecek bir görüÅŸ deÄŸil. Bu konuda çekincelerim var. İhtiyaçlardan yola çıkarak amaçları tespit etmenin problemleri var. Bunlara temas edersem konuÅŸmam uzar. Ama kısaca ÅŸunu söyleyebilirim: Her ÅŸeyden önce ihtiyaç kavramı sübjektiftir. O takdirde neyin ihtiyaç olduÄŸu konusunu ve ihtiyaç önceliklerini tartışmamız gerekir.

​

Ayrıca amaçları sadece ihtiyaçlar belirleyecek olursa ihtiyaçların peÅŸinde sürüklenip gidersiniz. Her ÅŸey pratik ihtiyaçlarla baÅŸlayıp bitmiyor. Dünya sadece ihtiyaçlar üzerine kurulsaydı bir sürü güzelliÄŸi kaçırırdık. Sadece ihtiyaçlar üzerine kurulan bir hayat insanî bir hayat olmaz. İhtiyaçları yönlendirme diye bir ÅŸey de var. Hele ki birileri ihtiyaçları sürekli yönlendiriyorsa biz tam da onların tuzağına düÅŸmüÅŸ oluruz.

​

V.Bilgin.jpg

Prof. Dr.Selahattin Polat. Bugünün İlahiyatı Nasıl Olmalıdır: Sempozyum Bildirileri (Ensar: 2014) adlı kitaptan kısaltılarak alınmıştır.

İlahiyat Fakülteleri Ne YetiÅŸtirmelidir?

İlahiyat Fakülteleri eleÅŸtirilirken genelde ilk kuruluÅŸ amacına fazlaca vurgu yapılmaktadır. Åžüphesiz modern cumhuriyet kendi resmi söylemleri doÄŸrultusunda bir dinî yükseköÄŸretim hedeflemekteydi. Ancak bugün için İlahiyatlar hakkında konuÅŸurken aynı ÅŸeyleri söylemek imkânsızdır. Yine de Ankara Üniversitesi İlahiyat Fakültesi’nin kuruluÅŸunda etkin olan bir düÅŸünce hâlâ pek çok İlahiyatçı üzerinde etkisini devam ettirmekte ve tartışmalara neden olmaktadır. Bu da İlahiyat Fakülteleri’nde İslâm’ın savunusunu yapan din uzmanlarının mı yoksa bilimsel objektivizm çerçevesinde dine de eleÅŸtirel yaklaÅŸabilen akademisyenler mi yetiÅŸtirileceÄŸi sorusudur. Üniversitenin temel amacının evrensel ve objektif bilim olduÄŸunu savunan yaklaşım İlahiyat Fakültelerinin de savunmacı anlayıştan sıyrılması gerektiÄŸini ve akademisyen yetiÅŸtirmeye yönelmeleri gerektiÄŸini iddia etmektedir.

​

Her iki tarafın da birbiri aleyhine argümanları söz konusudur. İlahiyat Fakülteleri’nin akademisyen yetiÅŸtirmesi gerektiÄŸini savunanlar karşıt görüÅŸte olanların bilimsel ve eleÅŸtirel düÅŸünceden mahrum olduklarını, İslâm geleneÄŸine sıkı sıkıya baÄŸlı kaldıklarını, konulara problematik olarak deÄŸil de apolojik olarak baktıklarını, ideolojik olduklarından geniÅŸ bir perspektiften yoksun olduklarını iddia etmektedirler.

​

Burada bir hoca eleÅŸtirisi söz konusudur; bu eleÅŸtiriye baÄŸlı olarak bu hocaların yetiÅŸtirdikleri öÄŸrencilerin de İslâm’ın geniÅŸ vizyonundan yoksun olduÄŸu düÅŸüncesi vardır. Buna mukabil karşı taraf ise İlahiyat Fakülteleri’ne sadece bilimsel bir misyon çizen görüÅŸün İslâm geleneÄŸine sahip çıkmadığını, bazı konularda Ehli Sünnet çizgisinden ayrıldığını iddia etmektedir. Bu görüÅŸ, diÄŸer görüÅŸe sahip hocaların İslâm geleneÄŸine yeterince saygı göstermedikleri gibi, yetiÅŸtirdikleri öÄŸrencilerin de bilgi donanımı açısından zayıf ama eleÅŸtiri konusunda cüretkâr, amel açısından ruhtan yoksun oldukları imasından bulunmaktadır.

​

Her iki tarafın da kendince haklı gerekçeleri bulunabilir. Ancak bir ara yol bulma amacı söz konusu olmaksızın her iki tarafa yönelik ÅŸunları söylemek mümkündür: Bugün İlahiyat Fakülteleri diÄŸer yükseköÄŸretim kurumları içinde en geniÅŸ bilgi yelpazesine sahip fakülteler olmasına raÄŸmen yurt içinde dinî hareketlere yön verecek, dünyada da görüÅŸlerine saygı duyulacak büyük âlimler ve düÅŸünce adamları yetiÅŸtirememektedir. Her iki tarafta da nasıl bir eÄŸitim metodu izleneceÄŸine dair ciddi bir kafa karışıklığı vardır; daha çok oportünist ve ideolojik (bilimin de bir ideoloji olduÄŸunu unutmadan bunu söylüyorum) yaklaşım söz konusudur. Herkes üzerinde çok fazla düÅŸünmeden iÅŸine yarayan düÅŸünceyi veya yöntemi kullanmaya çalışmaktadır. Bu durum geleneksel yapıyı savunanlarda daha fazla gözlenmektedir. GeleneÄŸi savunanlar temel disiplinlerin dışındaki anabilim dallarını reddetme eÄŸiliminde iken, yaptıkları çalışmalarda bunlara çok daha fazla referansta bulunmaya çalışıyorlar. AkademisyenliÄŸe vurgu yapanlar ise geleneksel metinler konusunda daha eksik iken modern ve popüler yaklaşımlardan çok daha fazla etkilenmektedirler.

​

İslâm medeniyetindeki eleÅŸtirel kapasiteyi yine kendi içinden bulmak mümkündür. İslâm’da Allah’ın sıfatlarına kadar hemen her konuda ciddi tartışmalar yapılmıştır. AkademisyenliÄŸe vurgu yapan yaklaşım bu eleÅŸtirel yapı ciddi manada ihmal edildiÄŸi için bunu bilimsellik adına yeniden diriltmek istemektedir. Bu ihmal kanaatimizce doÄŸrudur, fakat bununla baÅŸ etmek için referansımızı modern bilimden almak sakıncalıdır. Zira modern bilim yapısı itibariyle ideolojiktir, biz bilimsel olduÄŸumuzu söylerken bir İlahiyatçı olarak bunu ne kadar baÅŸarabilmekteyiz?

​

Bugün bilim felsefesinde gelinen noktaya baktığımızda, herhangi bir bilimsel paradigmanın doÄŸruluÄŸundan ziyade ÅŸu andaki sorularımıza cevap verebilmesi üzerinde konuÅŸulduÄŸunu görürüz.

Bilimsel bilgi artık pozitivizmin iddia ettiÄŸi gibi mutlak (hakikat) bilgi deÄŸil, muhtemelen en doÄŸru bilgidir. İkinci bir nokta olarak bugün bilim felsefesinin üzerinde durduÄŸu nokta teorinin deneyden önce gelmesidir. Yani biz bilimde tamamen boÅŸ bir zihinle inceleme alanımıza bakıp, deneyler yapıp kurama ulaÅŸma yerine, öncelikle genel kurama ulaşıp sonra deneylere baÅŸvurmaktayız. Belirli bir “önyargı” zihnimizde mevcuttur veya bir baÅŸka ifadeyle mutlak objektiflik söz konusu deÄŸildir. Bu söylediklerimizin tabiat bilimleri için olduÄŸunu düÅŸündüÄŸümüzde sosyal bilimlerin “bilimselliÄŸi” ve “objektifliÄŸinin” sonu hiç gelmeyecek bir tartışma alanı olduÄŸunu rahatlıkla anlarız. Bu iki kavramlardan doÄŸan “akademisyen” de sadece düÅŸüncede var olan bir tiptir.  BaÅŸka bir ifadeyle tabiat bilimlerinde bile zihnini tamamıyla boÅŸaltıp inceleme objesine yaklaÅŸan bir kiÅŸi (akademisyen) söz konusu olamayacağı gibi sosyal bilimlerde hiç mümkün deÄŸildir. Bu takdirde sun’i bir kavram olan “akademisyenliÄŸin” bir hakikat olduÄŸunu düÅŸünüp İlahiyat eÄŸitimini bu çerçevede tartışmak ne derece doÄŸrudur? Batı’da özellikle İlahiyat alanında bu bilimselciliÄŸe uyabilmek için metodolojik ateizm denen bir yaklaşım vardır.

​

KiÅŸi aslında inanmaktadır ama konu “bilimsel araÅŸtırma”ya gelince inancı yokmuÅŸ gibi davranmaktadır. Bugün “bilimsel” yöntemi benimsediÄŸini söyleyen İlahiyatçı “akademisyen”lerin kaç tanesi Tanrının varlığının veya vahyin de gerçek olamayabileceÄŸi noktasından hareket edebilir? Bunu yapamayan insanların, İlahiyatın geri kalan konularında “objektiflik” iddiasında bulunması pozitivist bilim adamları tarafından bir paradoks olarak görülmekte ve istihza ile karşılanmaktadır.

​

Sonuç itibariyle İlahiyat fakülteleri doÄŸal olarak İslâm’ı bilen ve savunan uzmanlar yetiÅŸtirecektir. Akademisyenlik meselesinin İslâm’da kesinmiÅŸ gibi görünen bazı konuları tartışmaya açmaya bir katkısı olsa da sonuç olarak öÄŸrencimize kazandırdığı zihniyet hatalıdır. İslâm düÅŸüncesi kendi içinde çok köklü tartışmaları zaten muhtevidir; bunun bilgisine sahip olan uzmanlar yetiÅŸtirmekle İslâm’a dışarıdan bakan uzmanlar yetiÅŸtirmek arasında fark vardır.

​

M.Bedir.jpg

Prof. Dr.Murtaza Bedir. Bugünün İlahiyatı Nasıl Olmalıdır: Sempozyum Bildirileri (Ensar: 2014) adlı kitaptan kısaltılarak alınmıştır.

Åžimdi çok açık amaç açısından ÅŸunu soralım kendimize. Âlim mi yetiÅŸtireceÄŸiz, akademisyen mi yetiÅŸtireceÄŸiz. Onu bir sorayım. Yani akademisyen derken daha dinine mesafeli bir ÅŸekilde bakan dışardan soÄŸukkanlı bir ÅŸekilde bakan gerekirse Kur’an’ı bile tartışan bir akademisyen mi yetiÅŸtireceÄŸiz yoksa İlahiyat Fakültesi âlim mi yetiÅŸtirecek. Orada ki tüm arkadaÅŸların en azından ÅŸu an burada ÅŸunun var olduÄŸunu düÅŸünüyorum. Tabiî ki biz Müslümanız, Müslüman adam yetiÅŸtireceÄŸiz düÅŸüncesi var. Ama niyeyse âlim yetiÅŸtireceÄŸiz kelimesi geçtiÄŸi için korktu bir arkadaÅŸ, niyeyse. Farklı anlamlar ama neden buna farklı anlamlar yükleniyor diye sormamız lazım aslında. Belki de ilim geleneÄŸimizde belki de ilim âlimi yetiÅŸtirme projesi var, amacı var, bu yüzden o geleneÄŸin.

​

Bizim aklî ilimler dediÄŸimiz ilimlerin yerine bugün yani geçmiÅŸte aklî ilimler dediÄŸimiz ilimlerin yerini bugün sosyal beÅŸerî bilimler aldı diyelim ve onunla zenginleÅŸtirdik. Zaten dolayısıyla İlahiyat programı bunu baÅŸardı. Yani Tanzimat’ın ve Cumhuriyet’in bir ürünü de olsa aslında o ÅŸeyi baÅŸarmış gibi görünüyor yani geleneÄŸi modernleÅŸtirmeyi baÅŸarmış gibi görünüyor. Fakat orda ki temel problem, pozitivizmin hâlâ İlahiyattın kendini uzaklaÅŸtıramamış olması. Halbuki bütün dünyada pozitivizm terk edildi.

​

Ama hâlâ İlahiyatlarda biz sosyal bilimleri ve hatta bırakın sosyal birimleri kelamı mezhepler tarihini ÅŸu anda büyük bir kavga gidiyor kelam ile mezhep tarihi farklı ÅŸeylermiÅŸ diye bir kavga gidiyor. Sen kelamı bile sosyal bilimlere çevirmeye çalışıyoruz böyle bir sosyal ÅŸeyi var hâlâ İlahiyatta.

​

İsim meselesi

İsim meselesi amaçlı doÄŸrudan alakalı bir mesele. İsmi koyanlar bir amacı güderek koydular. Bu ismi neydi. Amaç en azından 1920’lerin konjonktürünü bilinler bilirler o dönemin akademi yazısında bir tane doÄŸru vardı oda pozitivizm idi. Dinin aslında üniversite gibi bir yere girmesi gerekmiyordu ama mecburen ama o getirdiÄŸi çok güçlü köklü meclisimize kadar giren gelenek var, etkinlik var vesaire.

​

Batıdaki pozitivist teoloji, İslâmî bilimlere tekabül etmiyor. Eden kısımları var, etmeyen kısımları var. Hristiyanlıkta teoloji esastır yani eÄŸitim daha çok amelden çok zihin ve ÅŸeyle alakalıdır. O yüzden bize de felsefe ve kelam bilimlerinde olan bir kelimenin seçilmesi aslında o zihnin bir tercümesi gibi yani bizim de daha çok ÅŸeriat ki en kötü en acı kelime o dönemde. Bundan uzaklaÅŸtırmak için biraz seçtiÄŸimiz bir kelime yani. Çünkü İslâm Hristiyanlıklara aykırı olarak amel olarak ameli merkeze alıyor tabi ki. Teoloji yok, bir amel var ama biraz onu düÅŸünüyor zaten. Programa bakarsanız orada belli.

​

İsmin böyle bir tarihi var. Pozitivizmi çaÄŸrıştırıyor. İlginçtir tabi ki pozitivizmin bir neticesi de var, ProtestanlaÅŸma. Bu İlahiyatlar eliyle de aslında Türkiye’de İslâm dini alanında oldukça mesafe kat edildiÄŸini düÅŸünüyorum. Aslında biz de protestanlaşıyoruz.

​

Biz bir ilim geleneÄŸinden geliyoruz ve bizim ilim geleneÄŸimizin mesela ilim tanımı var, ilim tasvir anlayışı var... Bir de 20. yüzyılın başından itibaren kabul ettiÄŸimiz ilim anlayışı ve ilim tasvibi var.

Bu ikisini bence konuÅŸulur da bu ikisini nasıl konuÅŸturacağız buna odaklanmamız lazım. Bunu yapabilirsek o zaman İslâm İlahiyatı diye bir ÅŸey öÄŸretebiliriz. Sık sık, onu yapabiliriz ve yapıyoruz, diye ben alttan alta inanıyorum. Yani o kadar kötümser olamıyorum yani alttan alta o zaten yapılıyor. Hani bunları daha soÄŸukkanlı bir ÅŸekilde tartışabilsek çünkü onların da herhangi bir kendince bir mantığı var iÅŸte. Bir ÅŸey var ve hiçbir zaman da İslâm geleneÄŸi bizi beÅŸerî bir bilginin dışlanması gibi bir tuzaÄŸa düÅŸürmedi. 

Ş.Aydın.jpg

Prof. Dr.M.Åževki Aydın. Bugünün İlahiyatı Nasıl Olmalıdır: Sempozyum Bildirileri (Ensar: 2014) adlı kitaptan kısaltılarak alınmıştır.

Diyanet, Kur’ân-ı Kerim okuyan istiyor diyorsunuz, çok yanlış arkadaÅŸlar lütfen, Diyanet ÅŸunu diyor: “Maalesef bizim din görevlisinin ilk etapta sahip olması gereken vasfı bile kazandıramıyorsunuz”; yani, Kur’ân-ı Kerim okumayı ilk adım olarak bilmesi gerekiyor bilemiyor. Siz kalkıp nasıl diyebilirsiniz Diyanet İşleri BaÅŸkanlığı sadece Kur’ân okumayı iyi öÄŸrenen adam istiyor diye. Bu çağın ÅŸartlarına bir bakın; din hizmetlerindeki personelde nasıl bir donanımın olması istendiÄŸine bir bakın, siz İlahiyatçılar olarak bari hiç olmazsa böyle demeyin. 
​

ArkadaÅŸlar! BaÅŸarısızlıklarımızı, sorunlarımızı analiz etmek yerine çok kestirmeden, pek de alakası olmayan unsurlara baÄŸlayarak kararlar alıyoruz. Söz gelimi, X dersinde baÅŸarı elde edemiyoruz. Hemen çaresi hazır: Krediyi yükseltelim öÄŸretiriz. Mesele bu kadar basit deÄŸil. Mesela, Hazırlık yokken Arapçayı öÄŸretemiyoruz; hazırlık konuyor yine öÄŸretemiyoruz. Bu demektir ki, sorun kredi ile alakalı deÄŸil. ÖÄŸretmen yetenekleri mi, niteliÄŸi mi, program mı, öÄŸrenme öÄŸretme sürecinin iÅŸleyiÅŸine iliÅŸkin hususlar mı? Vs. Süreci baÅŸtan sona bütün unsurlarıyla sorgulamamız gerekiyor. 

​

N.aşıkoğlu.jpg

Prof. Dr.Nevzat YaÅŸar AşıkoÄŸlu. Bugünün İlahiyatı Nasıl Olmalıdır: Sempozyum Bildirileri (Ensar: 2014) adlı kitaptan kısaltılarak alınmıştır.

Bir diÄŸer husus iÅŸte deniliyor ki efendim biz bir programı uygularız, o programdan mezun olan kiÅŸi istihdam alanı nereyse, hangi kurumsa o kurum kendisi eÄŸitim verir. Åžimdi düÅŸünelim, Sosyal Hizmetler kurumu, Aile kurumu, en zayıfından baÅŸlayalım. Bu kurum kime sosyal hizmet alanında hizmet verecek? Åžu anda eleman arıyor. BeÅŸ altı bin kiÅŸiden söz ediliyor. Ve Fen Edebiyat Fakültelerinin sosyal hizmetler bölümleri açılıyor. Oradan mezunlar ne zaman mezun olurlarsa ne kadar yeterli olursa o ayrı, bunlar Aile kurumunda istihdam edilecek. Oysa bizim bu alanı deÄŸerlendirip bir ÅŸekilde ortak akılla güzel bir programla oraya eleman yetiÅŸtirebiliriz.
​

Diyanet iÅŸleri BaÅŸkanlığı var. Öteden beri oraya gidiyor mezunlarımız. Oysa Diyanet iÅŸleri BaÅŸkanlığı eÄŸitim kurumu deÄŸil. Diyanet iÅŸleri BaÅŸkanlığı bir hizmet kurumu. Ama Diyanet iÅŸleri BaÅŸkanlığı belki bizim mezun ettiÄŸimiz kiÅŸilerde istediÄŸi niteliÄŸi bulamadığı iddiasıyla, savıyla kendisi istihdama yönelik yeni bir eÄŸitim, hizmet içi eÄŸitim veriyor.  

​

Evet, dört yıllık bir İlahiyat eÄŸitimimiz var her birini sekiz aydan hesaplarsak 4*8: 32 aylık bir süre eder. 32 aylık bir İlahiyat eÄŸitimiyle yapamadınız, Diyanet İşleri BaÅŸkanlığı da 30 ay İlahiyat eÄŸitimi veriyor. Bu eÄŸitimin de programını ben yaptım, biliyorum. Bu programda birçok konu Kur’ân’ın tarihi diye baÅŸlıyor. Kur’ân’a giriÅŸ diye baÅŸlıyor. Yani yine sıfırdan eÄŸitim vermeye çalışıyor arkadaÅŸlar, belki ihtiyaç, onu gerektirdiÄŸi için yapıyorlar, buna bir ÅŸey demiyorum, böyle bir realite de var. Özetle Diyanet İşleri BaÅŸkanlığı bir hizmet kurumu mudur, bir eÄŸitim kurumu mudur bunu da düÅŸünelim.

​

Millî EÄŸitim Bakanlığı var. ÖÄŸretmen istihdam ediyor. Millî EÄŸitim Bakanlığı öÄŸretmen yetiÅŸtiren bir kurum mudur? Bizim hizmet alanlarını dikkate almamız lüks deÄŸil, zorunluluÄŸumuz var gibi geliyor bana. EleÅŸtirebilirsiniz. Millî EÄŸitim Bakanlığı doÄŸrudan eÄŸitim kurumu deÄŸil ve bir ÅŸey daha ekleyim.

​

Çok fazla tartışmaya gerek yok. Önce mesleÄŸe dönük bir eÄŸitim, sonra bunun üzerine ihtisas eÄŸitimi, uzmanlık eÄŸitimi. Zaten bugün yüksek lisan mezuniyet belgelerinde de bu yazar. Aynı programla hem ilköÄŸretime hem İmam-Hatip’e hem de diÄŸer meslek alanlarına yetiÅŸtirme kalktığınızda ne çıkar, takdiri size bırakıyorum.

Kültür Sayfası

bottom of page