top of page

Ahmet Hamdi Akseki

Rabia.jpg

Derin Tarih dergisinin 2017 Eylül sayısından kısaltılarak alınmıştır. (Rabia Karakoyun GündoÄŸdu)

​

“Hey’et-i hâkime memleketin sizden istifade edeceÄŸine kânidir. Åžu ÅŸartla ki inkılabın bugünkü esasâtına en ufak bir uygunsuzluk yapmayacaksınız. Mevkiniz ve gençliÄŸiniz itibariyle, bilhassa Tevhid-i Tedrisat Kanunu’nun kabulünden sonra dahi vatanî hidemâtta (hizmetlerde) bulunabilirdiniz ve bulunabilirsiniz. Bu itibarla beraatinize karar verildi.” 

Bu sözler birlikte yargılandığı 11 arkadaşının idamıyla sonuçlanan Ankara Ä°stiklal Mahkemesi’nde hâkim tarafından Ahmed Hamdi Akseki’ye söylenmiÅŸti. 

​

Akseki Cumhuriyet’in ilanından kısa bir süre sonra, 3 Mart 1924 tarihinde Meclis’te ivedilikle kabul edilen bir kanunla Åžer’iyye ve Evkaf Vekâleti kaldırılıp devletten bağımsız olmayan fakat devlet iÅŸlerine de karışmayan BaÅŸvekâlet’e baÄŸlı bir “Umur-ı Diyaniye ReisliÄŸi”, yani “Diyanet Ä°ÅŸleri Riyaseti” kurulduÄŸunda burada görev yapacak sekiz azadan biri oldu. MüÅŸavere Heyeti azaları arasında yer alıp pek çok kez BaÅŸkana vekâlet ederek reislik makamında da bulunacak olan Akseki, medrese eÄŸitimiyle birlikte Darülfünun tahsilini ikmal etmiÅŸ, felsefe ve kelam alanında önemli çalışmalara imza atmış, medreselerin ilgasından önce Tedrisat Umum MüdürlüÄŸü vazifesini ifa etmiÅŸ ve bu görevi esnasında mesai arkadaÅŸlarıyla birlikte yıllardır yapılamayan ıslahatı kısa bir sürede yaparak Mustafa Kemal PaÅŸa’nın takdirini toplamıştı.

​

ahmadi akseki.jpg

​

Yukarıdaki sözler kendisine söylendiÄŸinde henüz genç bir MüÅŸavere Heyeti azasıydı ve ondan beklenenler, üzerine yüklenen ağır yükler vardı. Bu beklentiler vatan hainlerini yargılamak için kurulan Ä°stiklal Mahkemeleri’nde daha göreve baÅŸladığı ilk yıllarda geçirdiÄŸi 40 günlük tutukluluk sürecinin sonunda verilen beraat kararı esnasında ona hatırlatılmıştı. 

​

Kurum tarihinin en etkili ismi olarak önce MüÅŸavere Heyeti azası, sonra baÅŸkan yardımcısı ve nihayet baÅŸkan olarak görev aldığı Diyanet Ä°ÅŸleri Riyaseti’nin iÅŸlevi, dinî hükümlerin ve dinî müesseselerin siyasî ve idarî yönetim üzerindeki etkisini azaltmak ve bunların iktidar tarafından denetim altında tutulmasını saÄŸlamak ÅŸeklinde düÅŸünülmüÅŸtü. 

​

Bugünkü Din Ä°ÅŸleri Yüksek Kurulu Üyesi’ne emsal teÅŸkil eden sekiz Heyet-i MüÅŸavere azası Diyanet reisiyle birlikte dinin sadece itikat ve ibadet hükümleriyle ilgilenecek ve dinî kurumların kısıtlı bir bütçe ile yönetimini saÄŸlayacaktı. Hilafetin kaldırıldığı gün kurulması kararlaÅŸtırılan bu riyaset, Cumhuriyet idaresi için baÅŸlangıçta oldukça önemli bir iÅŸlev üstlenmiÅŸti. Halkın Hilâfet konusunda ikna edilmesi adına devreye girmeli, Hilâfet yanlısı söylemlerden uzak durulması hususunda vaiz ve müftüleri uyarmalı ve Cumhuriyet yolunda hizmet etmenin bütün Müslümanların vazifesi olduÄŸunu hutbeler yoluyla ilân etmeliydi. Bütün bu sebeplerle kurumun başına getirilen kiÅŸinin Mustafa Kemal PaÅŸa’nın ve yeni rejimin manevi destekçilerinden olması icap ediyordu. 

​

Bu isim Ankara Fetvası’nın hazırlayıcılarından, ilk günden itibaren Kuva-yı Milliye’nin hizmetkârlarından, 1908’den itibaren de Ankara MüftülüÄŸü yapan Rifat Hoca idi. Yaşı hayli ilerleyen ve hastalıkları gün geçtikçe artan Rifat Hoca oldukça sadık ve sakin mizaçlı bir insandı. Göreve geldikten kısa bir süre sonra Hilâfet, Mecelle ve Kanun-ı Medeni hakkında müspet görüÅŸ beyan etmiÅŸ, yeni kullanılacak serpuÅŸlar hakkında fetva vermiÅŸti. Öyle ki, devletin isteÄŸi üzerine camilerde tayyare piyangosuna katılmanın caiz olduÄŸunu bildiren el ilanlarının dağıtılmasında bir mahzur görmemiÅŸti. 

​

Burada cevabını arayacağımız esas soru ÅŸudur: Acaba kurulması kararlaÅŸtırıldıktan kısa bir süre sonra bu kurumda göreve baÅŸlayan ve 1924-51 yılları arasında, yani ülkenin ve söz konusu kurumun oldukça sıkıntılı ilk yıllarda rejimin aranılan isimlerinden (tiplerinden) biri olarak görülen Akseki beklentilerin ne kadarını karşılamış/ karşılayabilmiÅŸtir? 

​

Cevabı saÄŸlıklı bir ÅŸekilde verebilmek için öncelikle o günlerde toplumsal ve dinî alanda yaÅŸanan köklü deÄŸiÅŸiklikleri gözden geçirmek gerekir. 

​

Hilâfetin kaldırılmasıyla baÅŸlayan süreç medrese ve tekkelerin kapılarına kilit vurulması, camilerin kullanım durumuna ve büyüklüÄŸüne göre sınıflandırılıp bir kısmının buÄŸday ambarı, bir kısmının askerî depo haline getirilmesi, ihtiyaç fazlası kabul edi-lenlerin satılarak banka, Halkevi gibi kurumlara tahsis edilmesi ve pek çoÄŸunun kapatılmasıyla devam etmiÅŸti. Harf inkılabı ile bir gecede bütün halk okumaz-yazmaz olarak uyanmış; Arap harfli kitapların basımı, satımı, hatta evlerde bulundurulması bile yasaklanmıştı. Din dersleri önce kademeli olarak, -sonra da tamamenokul müfredatlarından çıkarılmıştı. Akseki’nin kendi ifadeleriyle söyleyecek olursak, “Allah demenin cürm-ü meÅŸhut olduÄŸu” bir hava memleketin üzerine çökmüÅŸ, her geçen gün yayılan ve sempati duyulan dinsizlik cereyanı gençleri etkisi altına almaya baÅŸlamıştı. 

​

Ä°ÅŸte bu günlerde Akseki dinin resmî olarak temsil edildiÄŸi bu kurumda MüÅŸavere Heyeti azaları arasında en etkili isimken kendisine tanınan ÅŸartları ve imkânları zorlamış, beklentilerin bir kısmının karşısında durabilirken, bir kısmını da zımnen desteklemek zorunda kalmıştır. ÖrneÄŸin 1926 yılına denk gelen 1344 Ramazan’ında Ä°stanbul Göztepe’de dersiamdan Cemaleddîn Efendi (Seven) Türkçe tekbir alıp Türkçe namaz kıldırdığında ibadetlerin TürkçeleÅŸtirilmesi ve özellikle ‘Türkçe namaz’ meselesinde yapılan ve gün geçtikçe dozu artacak olan tartışmalara en net cevabı Namaz ve Kur’ân isimli eseriyle Akseki verecektir. Cemaleddîn Seven imamlık görevinden alınacak ve kamuoyu nezdinde oldukça tepki gören bu meseleyi bir daha gündeme getirmeye uzun zaman kimse cesaret edemeyecektir. 

​

Akif'in meali projesi

1925 yılında TBMM bir Kur’an meâli ve hadis mecmuası hazırlanması yönünde karar aldığında Babanzâde Ahmed Naim (ö. 1934) ve Kâmil Miras’ın (ö. 1957) Tecrid-i Sarih Tercüme ve Åžerhi’nin, Elmalılı Hamdi Yazır’ın (ö. 1942) Hak Dini Kur’ân Dili tefsirinin vücut bulmasını, böylece Cumhuriyet ideolojisinin sınırlarını aÅŸacak bir külliyatın ortaya çıkmasını saÄŸlayacak olan Akseki, tarafları ikna adına izlediÄŸi ılımlı politika ile bugün bile aşılamayan bu eserlerin devlet eliyle bastırılmasında etkin bir rol oynayacaktır. Yine aynı proje için Mehmet Akif’i de Kur’an meâli yazmaya ikna etmenin binbir türlü yolunu arayacak ve nihayetinde bunu baÅŸaracaktır.

​

Dinî hayatla, dinî yayıncılıkla ilgili sıkıntıların, sansürlerin kol gezdiÄŸi bir dönemde ferdî olarak gece gündüz çalışacak; dinî eÄŸitim ve dinî yayın boÅŸluÄŸunu adeta tek başına doldurmaya uÄŸraÅŸacaktır. Diyanet iÅŸleri ReisliÄŸi’nin yayın kataloÄŸuna bakıldığında 1950 yılına kadar Hak Dini Kur’ân Dili ve Tecrid-i Sarih haricinde yayımlanan 17 eserden 8’inin Akseki’ye ait olduÄŸu görülecek-tir. Din derslerinin okul müfredatından çıkarıldığı dönemde asker için, köylü için, çocuklar için din dersi kitapları kaleme alan, baÅŸta imam ve hatipler için düÅŸündüÄŸü ancak zamanla neredeyse her eve girecek olan Ä°slam Dini adlı vasıflı ilmihali hazırlayan ve bunu devlet eliyle bastırıp dağıtan yine odur. 

​

Yine onun baÅŸkanlığı döneminde 1925’te kapatılan türbelerden tarihî deÄŸer taşıyanlar ve sanat deÄŸerini haiz olanlar tekrar açılacaktır. 1939-46 yılları arasında okul müfredatında hiç yer ayrılmayan din dersleri programa dâhil edilerek derslerde okutulacak kitaplar Akseki tarafından kaleme alınacaktır. 1932’de öÄŸrenci yokluÄŸu bahane edilerek tamamen kapatılan Ä°mam-Hatip Mektepleri ile 1933’te kapatılan Darülfünun ilahiyat Fakültesi 1949da Ankara’da kapılarını öÄŸrencilere tekrar aralayacaktır. 1927 yılında yayına baÅŸlayan Ankara Radyosu’nda 27 yıl sonra Kur’an-ı Kerim sesleri yankılanacaktır. 

​

Özerk Diyanet hayali

Ayrıca 1950 yılında vefatından kısa bir süre önce dönemin hükümetine sunmak üzere “Din Tedrisatı ve Dinî Müesseseler Hakkında Bir Rapor” adıyla önemli bir metin kaleme alacak ve bu rapor -ülkemizdeki din eÄŸitiminin geliÅŸimi ve problemlerin yetkili bir dille tasvir edilmesi açısındanbir dönüm noktası olarak 1950 sonrası dinî ve siyasî hayatı derinden etkileyecektir. 

​

1931’de Meclis’ten geçen kanunla bütün camilerin ve Hademe-i Hayrât’ın (cami görevlilerinin, din adamlarının) yönetimi Evkaf (Vakıflar) Umum MüdürlüÄŸü’ne devredilmiÅŸti. Böylece Hademe-i Hayrât ve camiler üzerindeki yetkileri sınırlandırılan Diyanet iÅŸleri ReisliÄŸi, hizmetlerin sadece dinî yönünü takip ve kontrol edebiliyordu. Çok partili hayata geçiÅŸ tartışmalarının yaÅŸandığı dönemde bu sıkıntıyı pek çok mahfilde dile getiren Akseki, hükümeti ikna ederek Hademe-i Hayrât kadrolarının yeniden Diyanet iÅŸleri’ne baÄŸlanmasını saÄŸlamıştır. Åžu sözler ona aittir: 

“Evkaf Diyanet iÅŸleri’ne baÄŸlanmadıkça bütün bu iÅŸleri istenildiÄŸi yolda yürütmeye de imkân yoktur. Cenazelerin kaldırılmasından ve köy imamından tutunuz da vilâyet müftüsüne, yüksek vaiz ve mürÅŸitlere, Ä°slam Akademisine kadar derece derece din adamları yetiÅŸtirecek mektepler, dershaneler tesis ve idaresi de düÅŸünülecek iÅŸlerdendir. Bütün bunlar ancak teÅŸkilâtı tevsî ve ikmal olunmuÅŸ, istiklâli kanunî tekeffül altına alınmış bir Diyanet Riyaseti müessesesinin kurulması ile kabildir.”

​

Akseki’nin üst makamlara ve kamuoyuna duyurduÄŸu Diyanet’e muhtariyet talebi, onun aza olduÄŸu günlerden reislik günlerine kadar hayalini kurduÄŸu ÅŸeydir. Diyanet özerk bir kurum olmalıdır. Ancak bu arzusu pek çok kiÅŸi tarafından eleÅŸtirilmiÅŸ, onun bütün gayesinin, Diyanet Ä°ÅŸleri teÅŸkilâtını devlet kadrosundan büsbütün ihraç edip bir cemaat iÅŸi hâline getirmek isteyenlerin muradına hizmet etmek olduÄŸu ve bu yolda devam etmesinin Diyanet adına “ölümlerden ölüm beÄŸenmek” anlamına geldiÄŸi dile getirilmiÅŸtir. 

​

Necip Fazıl’ın Dilinden Bir BaÅŸkanın Izdırabı

Necip Fazıl Diyanet Ä°ÅŸleri BaÅŸkanı olduktan sonra hocası Akseki'yi eleÅŸtirse de iliÅŸkileri ölene kadar devam etti. Bir Ankara ziyaretinde hocasının içinde bulunduÄŸu ruh halini ÅŸöyle anlatır:

"Bundan 30 küsur yıl önceydi. (...) eski hocamız Ahmed Hamdi Akseki'yi, hazır Ankara'ya gelmiÅŸken ziyaret edelim, dedik. O zamanlar Diyanet Ä°ÅŸleri, Ulus tarafında, Bankalar Caddesi'nde, refahlı bir aileye bile yetmeyecek, kümese benzer bir apartman dairesindedir; Aksekili Hoca da Türkiye Cumhuriyeti Diyanet Ä°ÅŸleri BaÅŸkanlığı baÅŸkan yardımcısıdır. Aksekili, eski talebesini kollarını açarak iÅŸtiyakla karşıladı ve bana saatlerce dert yandı. Birden o kadar fenalaÅŸtım ki, kendisine edep dışı bir laf ettim: 'Hocam, sen bu makamda oturacağın yerde sırtına bir küfe alıp kanalizasyondan necaset taşısan daha hafif olmaz mı?' Aksekili'nin benzi o türlü attı ki, bir ân, arkasındaki beyaz kireç badanalı duvardan çehresini ayıramadım. Ve iÅŸte, dünyada ve âhirette seve seve ÅŸahitliÄŸini edeceÄŸim ÅŸu sözüne muhatap oldum: 'Hakkın var Necip Fazıl, ne yapayım ki, ben burada daha fazla kötülüÄŸe mâni olmak için oturuyorum!'. O zaman ürperdim ve kendisine 'Ä°hlas ve ıstırap dereceni Allah'a havale ediyorum! EÄŸer böyleyse ecrin, bu iÅŸlere uzak kalmaktan çok daha büyüktür!' dedim."

​

"Diyanet Ä°ÅŸleri Reisi olunca da ÅŸu müstesna ıstırap tavrı içinde bana dert yandı: 'Ne yapayım Necip Fazıl, başımı alıp kaçayım mı, yerimde oturup da kıvranayım ve acı içinde kavrulayım mı, ne yapayım?' Ona dedim ki: 'Kaçamazsın; hain olursun! Oturamazsın, ihanet etmiÅŸ olursun!.. Artık düÅŸün, bu rejimde iÅŸlerin ne hâle getirildiÄŸini ve hangi ÅŸekil sana uygun düÅŸerse ona göre davran!' Çok geçmedi, bizzat BaÅŸkanlık makamına geçmekle her türlü yıldırımı üzerine çekici meÅŸguliyet mihrakına yerleÅŸen bu gerçekten mümin insan kül olup gitti."

​

Baskılar ve Vefaatı

Yaptıklarıyla adeta Diyanet’in kurucu baÅŸkanı vasfını haiz olan Akseki, -bir kısmı siyasî içerikli olmakla birlikte-pek çok eleÅŸtiriye maruz kalmıştır. Meclis kürsüsünden yapılan eleÅŸtirilerin yanı sıra bizzat talebesi olan Necip Fazıl ile akrabası Osman Yüksel Serdengeçti gibi Ä°slamcı isimlerin eleÅŸtirilerine de hedef olacaktır. Necip Fazıl, hocası hakkında ÅŸu sözleri sarf etmekten geri kalmayacaktır: 

“Diyanet Ä°ÅŸleri Reisi’nin Ankara’da Hacı Bayram Camii’nde verdiÄŸi hutbede kendisine ve Müslümanlara ait olmayan yeni yılı tebrik etmesini ve bu münasebetle beÅŸeriyete hayır dilemesini beÄŸenmedik (Hıristiyanî tavır); Diyanet Ä°ÅŸleri Reisi’nin ‘Ä°slam akıl dinidir, ilim dinidir, ahlâk dinidir’ tarzında, Ä°slam dini gibi topyekûn hakikat ve küllî tebaiyet merkezini kendisince kıymet verdiÄŸi mefhumlara tâbi kılarcasına fikir yürütmesini beÄŸenmedik (her ÅŸeyi akla baÄŸlayan tavır); Diyanet Ä°ÅŸleri Reisi’nin yalnız çenesinde bırakıp üst tarafını kestiÄŸi Üçüncü Napolyonvarî sakalını beÄŸenmiyorum (ÅŸeriata zıt tavır). Seleflerine nazaran gerçek ve hâlis bir mümin bildiÄŸimiz Diyanet Ä°ÅŸleri Reisi daha nice incelikler üzerinde nefsini sıkı bir muhasebeye çeksin.” 

​

Osman Yüksel Serdengeçti de 1950 yılında hacca gitmek için hazırlanan Akseki’nin -Millî Åžef’in seçim yılı olması dolayısıyla haccını tehir etmesi isteÄŸi üzerine vazgeçmesini ve tam da o günlerde emrine resmî bir makam arabası tahsis edilmesini, “Allah’ın emri mi mühim, Ä°nönü’nünki mi? Allah ‘gel’ diyor, Ä°nönü ‘gitme’ diyor. Siz hangisine uyacaksınız? Hem de Azrail’le anlaÅŸmanız mı var ki, seneye gideceÄŸinizi söylüyorsunuz? Hoca Efendi sırat köprüsünü sana verilen bu makam arabasıyla mı geçeceksin? Bırak bunlara uymayı!” diye eleÅŸtirmiÅŸtir. 

​

1951’in ilk günlerinde Meclis Bütçe Komisyonu Diyanet Ä°ÅŸleri bütçesini müzakereler ederken Akseki ve Diyanet Ä°ÅŸleri Riyaseti de birçok açıdan eleÅŸtirilmiÅŸtir. Kürsüye ilk çıkan CHP Milletvekili Cemal ReÅŸit EyüboÄŸlu ile baÅŸlayan eleÅŸtiriler, Cahit Zamangil, Ferit Melen, Fethi ÇelikbaÅŸ, Hamdi BaÅŸar ve pek çok milletvekilinin söz alarak konuÅŸmasıyla devam etmiÅŸtir. EleÅŸtiriler özellikle Akseki’nin bütçe müzakerelerinden birkaç ay önce basına verdiÄŸi beyanat etrafında dönmüÅŸtür. 

​

Ayrıca açılan Ä°mam-Hatip Kurslarına kimlerin katıldığı, bu kurslarda verilen eÄŸitimin niteliÄŸi, Diyanet tarafından yapılan dinî neÅŸriyatın insanları ne kadar birlik ve beraberlik etrafında topladığı gibi sorular da gündeme gelmiÅŸtir. Ferit Melen Ä°slam memleketlerine komünizmin daha ziyade cübbe ve sarıkla girdiÄŸini dile getirmiÅŸ, Hüseyin OrtaçoÄŸlu ise Akseki’nin Hacı Bayramdaki bir vaaza beyaz cübbe ile gelmesinin sebebini sormuÅŸtur. Yine Melen alaycı bir biçimde kendisini Åžeyhülislam sanıp sanmadığı sorusunu yöneltmiÅŸtir. 

​

Akseki kendisini üzen ve yoran bu soru ve eleÅŸtirilere tek tek cevap vermiÅŸtir. Fakat bu gergin ortam çok kısa bir müddet sonra rahatsızlanmasına sebep olmuÅŸtur. Aslında Akseki’nin bu kadar üzülmesine sebep, müzakereler esnasında bütçenin geçirilmeyeceÄŸi kaygısı yaÅŸadığından eleÅŸtirilere hak ettiÄŸi cevabı verememesidir. Bütçe görüÅŸmelerinin ardından son derece üzgün bir halde evine dönen Akseki ertesi gün görevi başında kalp krizi geçirerek hastaneye kaldırılmış, üç gün sonra yanındakilere hademe-i hayrât bütçesini takip etmelerini tembihleyerek ruhunu teslim etmiÅŸtir (1951).

Kültür Sayfası

bottom of page