top of page

17/25 Aralık Yargı Darbesi Girişimi ve Sonrası

Dershaneler Krizi

Gezi Olayları’nın henüz ateşi sönmeden, Türkiye dershane tartışmasıyla başka bir faza geçti, ülke gündemi neredeyse sadece dershane tartışması oldu. Paralel Yapının sürekli gündemde tuttuğu bu tartışma, muhalefet partilerinin sahiplenmesiyle yaygınlaştı, siyasi boyut kazandı.[1]

9 Eylül 2012 günü AK Parti il başkanları toplantısında, bu kez tarih vererek dershanelerin 2014’e kadar tamamen kapatılacağını söyledi.[2]

Dershanelerin kapatılacağını Milli Eğitim Bakanı Nabi Avcı, televizyon ve gazetelerin Ankara temsilcileri ve eğitim muhabirleriyle bir araya geldiği 3 Temmuz 2013'deki toplantısında ilan etmişti. "[3]

AKP'den istifalar

Şamil Tayyar:

Cemaat’le doğrudan bağlantılı vekillerin yanı sıra o süreçte zayıf halkalar tek tek kopmaya başladı.[4]

Dershaneler çatışmasıyla şiddetlenen savaşta Cema­at, AKP'den kendilerine yakın iki milletvekilini koparmayı başar­mıştı. Önce İdris Bal ardından Hakan Şükür dershanelerin kapa­tılmasını eleştirerek istifalarını açıklamıştı. Bal, "İstenmediğim yerde durmam" diyerek 30 Kasım günü, ihraç kararını beklemeden AKP'den istifa ettiğini açıkladı.[5]

15 Aralık 2013’te, 17 Aralık operasyonundan 2 gün önce AK Partiden istifa eden Hakan Şükür, istifaların fitilini ateşledi. Ancak Cemaat, hiç ummadığı bir dirençle karşılaştı ve AK Partiyi, Mecliste hükümet kurmak için gerekli çoğunluk olan 276 sandalyenin altına düşürmeye gücü yetmedi. [6]

Ruşen Çakır:

Başbakan Erdoğan tam da yerel seçimler ile ondan kısa süre sonra yapılacak olan cumhurbaşkanlığı seçimlerinin arifesinde neden böyle bir risk aldı? Siyasetin ve siyasilerin kaderini sandıkların belirlediğini düşünürsek siyasilerin seçimler yaklaştıkça stratejilerini çok daha hassas bir şekilde belirlemeleri beklenir. Bir de demokrasiyi sadece sandıkla özdeşleştirmiş bir siyasi lider başbakan koltuğunda oturuyorsa seçimler çok daha önemli bir hal alır. Türkiye’nin bu ülkelerden biri olduğu gerçeği tüm çıplaklığıyla ortadayken Erdoğan’ın arka arkaya yapılacak üç seçim öncesi böyle bir hamlede bulunmasının altında rasyonel bir sebep olmalıydı. Bu sebebin ortaya çıkması için biraz zamana ihtiyacımız olsa da akıllara gelen ilk senaryo Erdoğan’ın nispeten daha az kritik olan yerel seçimlerde bu adımı atıp Cemaat in sandıktaki gücünü ölçmek istemesidir. Bir diğer senaryo ise kavganın, aslında AKP değil Cemaat tarafından çıkartıldığıdır. Lâkin dershanelerle ilgili yasa taslağının hazırlanması bizzat hükümetin bir icraatıydı ve bu taslaktan Cemaat’in haberi olmamasını beklemek mümkün değildi. Bu iki seçeneği dikkate aldığımızda Erdoğan’ın, genel seçim veya cumhurbaşkanlığı seçimi öncesi Cemaat’in gücünü devreye sokacağını tahmin ettiği için Cemaat ile gireceği kavgayı göreceli olarak daha az önemli olan yerel seçim öncesine çektiğini düşünebiliriz. [7]

Etyen Mahçupyan ile Röportaj: AK Parti Cemaat'e tuzak kurdu[8]

17 ve 25 Aralık’ı ‘darbe’ olarak niteliyor musunuz?

Hükümete bir darbe vurmak için, mümkünse hükümeti devirmek için atılan bir adımdı. Yolsuzluk sıfır değildi, yolsuzluk ithamı tamamen bir balon değildir, gerçeğe dokunan bir sürü yeri vardır. Ama o yolsuzluk yakalandığı anda, özel olarak bekletilmiştir, dosyalar birleştirilmiştir. Dosyalar içi boş başka dosyalara eklenmiştir, siyasi bir hüviyet kazanmasına yol açılmıştır ve sonra da bu dosya paketi bayağı kendi mesleğini siyasallaştırmış olan bir savcı marifetiyle hayata geçirilmiştir. Bunun hâlâ bir yolsuzluk dosyası hüviyeti taşıdığını söylemek çok zor. [9]

Gülen Cemaati’nin bugüne kadarki stratejisi iktidarlarla ters düşmemek üzerineydi. Peki, Gülen Cemaati bu mesafeli ilişkilerden ‘darbe’ yapma noktasına nasıl geldi? Cemaat yanlış mı yönetildi?

Bu hatanın bir psikolojik zemini var, o da şu: Şimdiye kadar ne yaptıysa başarılı olmuş bir gruptan bahsediyoruz. O yüzden de, herhangi bir başarısızlık ihtimalini tasavvur etmeleri bile, o kadar kolay değil. Fethullah Gülen diye, bir liderleri, rehberleri var. O kişinin de şu ya da bu nedenle her yaptığı eylemin, tercihin doğru olduğunu düşünen ve buna yatkın olarak bakan bir sürü insan var. Dolayısıyla çok tartışılmıyor. [10]

Bu işin psikolojik çervesi. Referandumdan sonra, Gülen Cemaati benim gördüğüm kadarıyla kendini şöyle bir pozisyonda buldu: Ergenekon ve Balyoz sonrasında bürokraside bayağı bir temizlik yapılmış, bürokrasinin bir sürü kanalı, pozisyonu açılmıştı ve İslami kesimde o kesimlere müracaat edebilecek insanların büyük kısmı Gülen Cemaati’nin mensuplarıydı. Bunun dışındaki insanları bürokrasiye girmesini de zaten Cemaat engelledi. [11]

Bürokrasiye hakim oldu ve bu öyle bir güç getirdi ki, Gülen Cemaati’nden olmayan insanlar da kendilerini Cemaat’tenmiş gibi gösterme başladılar, böylece yükselme şansları oluyordu. O zaman giderek bu bürokrasi belirli bir iç odak tarafından yönetilebilir hale geldi. [12]

Şunu da söyleyeyim, bu bürokrasinin kurumlar arası bir ağ olduğunu da gözden kaçırmamak lazım. Sadece yargıda, sadece poliste bir gruptan bahsetmenin ötesinde, bu gruplar arasında bir ilişki var. Dolayısıyla da siyaset üretme şansı var. Ve adım adım Gülen Cemaati’nin bu kadroları hükümet adına strateji üretme, siyaset üretme, bunun insan malzemesini üretme, geliştirme şansı elde ettiler. Bunu kullandılar ve siyasette de yansımasını istediler. Daha çok milletvekili çıkarmak, belirli bakanlıklarda daha fazla yer almak gibi vs. [13]

2010 referandumu sonrası çok kritik çünkü 2011 genel seçimlerine gidiliyordu. Hükümetin, Cemaat’in siyasi taleplerine evet demeyeceği ortaya çıktı. Hükümet, Cemaat’in yaptıklarına teşekkür ediyordu, onların sosyal alandaki taleplerine de evet diyordu ama siyasi alanda talepte bulunmamasını istiyordu. Bu da Cemaat’in işine gelmedi. [14]

2012’nin başında Hakan Fidan olayı var. O noktadan sonra artık hükümet de bunun ne olduğunu 3 aşağı 5 yukarı biliyor fakat eyleme geçemiyor, Cemaat’e bunu konduramıyor, tam olarak çizgiyi nereden çekeceğini bilemiyor vs. 2012’de yaşananlarla 2013’e doğru geldiğimizde hükümetin de daha sertleşme ihtimali ortaya çıkınca adım adım iki tarafın birbirini dinlemeye başladığını anlıyoruz. İki tarafın birbirini dinelemesi müstakbel kavgayı haberdar ediyor ve 17 Aralık daha sonra olacakken 17 Aralık’a çekilen bir operasyon yapılıyor... [15]

Bu söylediğiniz çok krtik. Cemaat neden operasyonu öne çekti?

Operasyon 30 Mart’a yakın olsaydı, daha büyük bir darbe olabilirdi hükümete. Ama hükümet bunu öngördü ve öne çekmesini mümkün kılacak şekilde dershane hamlesini yaptı. [16]

Hükümet, Cemaat’in özellikle üstüne gitti... Böylece 17 Aralık’a çekilmiş oldu operasyon. [17]

Peki, hükümet yolsuzluk operasyonu mu bekliyordu, ya da başka türlü bir hamle mi?

Karşılıklı yapılan dinlemelerden bizim sonra anladığımıza göre, bunların bir bölümü hükümet tarafından biliniyordu. MİT’in bu konuda kamuoyuna yansımış olan bir raporu var. Hükümete böyle bir operasyonun olacağı MİT tarafından iletilmişti. [18]

Dershane olayı bir tür tuzaktı bence. Siyasi olarak bir tuzak işlevi gördü ve Cemaat de bu tuzağa düştü. Cemaat kendisinin bir siyasi aktör olduğunu itiraf etmek zorunda kaldı ve bu anlamda deşifre oldu. Bu noktadan itibaren de olaylar hızlandı. 17 ve 25 Aralık meselesinden sonra hükümet, önünde seçime 3 buçuk ay kala, bu sürenin önemli bir kısmını, kırılan, bozulan imajını düzeltmek ve yeni bir söylem üretmek için kullanabildi. Eğer, bütün bu operasyon 17 Aralık değil de, 17 Şubat’ta olsaydı o zaman hükümetin bunun altından kalkma ihtimali çok zordu.[19]

17 Aralık: İlk Yargı Darbesi Denemesi

Operasyonun Hazırlık Aşaması

Şamil Tayyar:

Başbakan Erdoğan’ın 2009 yılı Ocak ayındaki Davos çıkışı sonrası hükümet aleyhine delil üretmeye çalışan Paralel Yapı,  17 Aralık operasyonunun temelini 1 Kasım 2009 tarihli elektronik postayla attı. İstanbul Emniyet Müdürlüğüne yapılan isimsiz elektronik ihbar mektubunda İş Adamı Rıza Sarraf tarafından usulsüz altın ticareti yoluyla kara para aklandığı ve yolsuzluk yapıldığı iddiasına yer verildi. İlk telefon dinlemeleri bu ihbar üzerine başladı.[20]

2009 yılı Kasım ayından 2012 yılı Temmuz ayına kadar üç kez yapılan kara para aklama ve yolsuzluk iddiasına ilişkin ihbarlarla ilgili 13 Eylül 2012 tarihine kadar herhangi bir işlem yapılmadı.[21]

Soruşturma dosyası tüm yönleriyle incelendiğinde görülüyor ki tüm usulsüzlüklere rağmen 2013 Nisan ayında şüphelilerin tamamı tespit edildi ama 17 Aralık’a kadar 7 ay beklendi ve şüpheliler hakkında dava açılmadı. 4 yıl boyunca (2009-2013 arası) üretilen deliller, 17 Aralık 2013 sabahı hükümeti devirmeye yönelik büyük bir operasyona dönüştürüldü.[22]

17 Aralık'ta Ne Oldu?

Cumhuriyet Savcısı Celal Karanın talimatı üzerine, 17 Aralık 2013 tarihinde şüphelilerin ev ve işyerlerinde arama yapılarak ele geçirilen çeşitli eşya ve paralara el konuldu. Dönemin İçişleri Bakanı Muammer Gülerin oğlu Barış Güler, dönemin Ekonomi Bakanı Zafer Çağlayanın oğlu Kaan Çağlayan, dönemin Çevre ve Şehircilik Bakanı Erdoğan Bayraktar’ın oğlu Oğuz Bayraktar, işadamı Ali Ağaoğlu, Halkbank Genel Müdürü Süleyman Aslan ve Rıza Sarraf gözaltına alındı.[23]

Erdoğan Bayraktar'ın oğlu dışındaki bakan çocukları tutuklanmıştı. Ankara'da gerilim en üst noktadaydı.[24]

TBMM Genel Kurulu'nda bütçe görüşmeleri sürüyordu. Gerginlik Genel Kurul'a da yansıyordu. Muhalefet milletvekilleri kürsüdeki Maliye Bakanı Mehmet Şimşek'e "Bunları içinize sindirebiliyor musunuz ve istifa etmeyi düşünüyor musunuz?" sorusunu yöneltti. Şimşek'in o gün verdiği yanıt hayli anlamlıydı: "Benim çevremle veya benim şahsımla ilgili öyle bir durum çıksa ben o tercihi yapabilirim."[25]

Henüz ne olup bittiği tam da anlaşılmayan sürece ilişkin Başbakan Tayyip Erdoğan ilk gün yalnızca, "Bunların hepsi bir adli süreç. Neticelenmeden bir şey söylemem doğru olmaz," demekle yetindi.[26]

Çocukları nedeniyle Zafer Çağlayan, Muammer Güler ve Erdoğan Bayraktar'ın isimleri öne çıktı. Ancak bir de doğrudan doğruya bir bakanla ilgili suç iddiası vardı. O da AB Bakanı ve Başmüzakereci Egemen Bağış'tı. [27]

Alınan Önlemler

Hükümet şoku atlatır atlatmaz çok hızlı hareket etti. 17 Aralık’tan hemen bir gün sonra emniyetin çeşitli kademelerinde görev değişiklikleri başladı. 18 Aralık’ta, aralarında operasyonu gerçekleştirenlerin de bulunduğu beş şube müdürü görevden alındı. 19 Aralık’ta İstanbul Emniyet Müdürü Hüseyin Çapkın merkez valiliğine atandı.[28]

Operasyonun yolsuzluk ve rüşvet iddialarını ortaya çıkarmak yerine hükümeti yıkmaya yönelik girişim olduğunu gecikmeli olarak operasyon sabahı fark eden siyasi iktidar, operasyon savcılarıyla iş birliği yapan emniyet yetkililerinin görev yerlerini değiştirerek sürece doğrudan müdahil oldu.[29]

Yolsuzlukla Mücadele mi, Darbe Girişimi mi?

Hanefi Avcı:

Evet, ortada bir yolsuzluk olabilir, hatta gerçeği ortaya çıkarılandan da büyük olabilir ama Cemaat, bunun bir kısmını düzenlediği sahte belgelerle başka yere çekmiş, büyütmüş de olabilir.[30]

Şuna çok eminim ki Cemaat’in hiçbir zaman yolsuzluğu önlemek ve bu yönde görev almak gibi bir hedefi olmadı. Hiçbir zaman bu tür görevler almadı. Hatta geçmişte hep yolsuzlukların yapılmasına destek olduklarını, yolsuzluğu çözmeye kalktığımızda Cemaat’in bunu engellediğini biliyorum, bende belgeleriyle sabittir. [31]

2008-2010’daki olayları 2011-2012’de hiç takip etmemişsin sonra bir anda aklına gelmiş. Neden elde bu bilgiler varken iki yıl boyunca soruşturmaya başlanılmamış da Cemaat-Hükümet çatışması sonrası başlanmış? İstanbul Savcılığının “17 Aralık Yolsuzluk Operasyonu” diye bilinen yolsuzluk operasyonuna, 17 Eylül 2012’de savcılığın 2012/120653 No’lu soruşturmasıyla; bakan yakınlarıyla ilgili dinlemelere ise Mart 2013 tarihinden sonra başlanmıştır. Açıkça, 17 Aralık soruşturması eski olaylar dolayısı ile başlatılan tabii bir soruşturma değil; hükümetle Cemaat arasında çıkan çelişkiler sonrası, eski olayları delil göstererek darbe operasyonuna meşruiyet aramadır.[32]

17 ve 25 Aralık’a baktığımızda en büyük handikap şu: Bu soruşturmadan İl Savcısının, İl Emniyet Müdürünün ve diğerlerinin de bilgisi yok. Deniliyor ki bu soruşturmadan başsavcının haberi olsaydı hükümete haber verirdi. Bu çok büyük bir yalan. Eğer söyledikleri gibi ise daha başlarken hükümet yetkililerinin işin içinde olduğu bilinmiyordu ki... Bakan yakını ilk ismin geçmesi, soruşturmaya başlanılan 17 Eylül 2012’den 7 ay sonra Mart 2013’te olduğuna göre, neden 7 ay ilgililere bilgi verilmemiştir? Diğer operasyonlar hakkında işlem yapılması gerekiyorsa onun da UYAP’a kaydedilmesi, ilgililere bilgi verilmesi gerekiyordu. Zaman içinde ilerledikçe bakanların adı geçer ve soruşturma üst düzey bürokratlara dayanırsa o zaman gizlenmesi makul görülebilirdi.[33]

İI Emniyet Müdürü hükümete haber verir diye düşünülüyor da niye Mali Şube Müdürü, Organize Şube Müdürü, müdür yardımcıları, diğer görevliler hükümete haber verir diye şüphelenilmiyor? Onlar da terfi, tayin vs.de hükümete bağlı değil mi? Neden ve nasıl bu kişilere tam güveniliyor? Bu güvenin kaynağı nedir? [34]

Zekeriya Öz, Başbakanın özel olarak ödüllendirdiği, zırhlı makam otosunu verdiği, hükümet yanlısı basının her gün övdüğü bir savcı. Peki ona nasıl güveniliyor, bu savcı hükümete bilgi verir diye düşünülmüyor? Ona güveniyorsunuz ama il savcılarına güvenmiyorsunuz. Bu güvenin kaynağı ne, il savcısına güvenilmemesinin sebebi ne? Ölçü nedir?[35]

Bu soruşturmanın başta normal savcılıklarda açılması gerekirken, neden Cemaat yanlısı yargı olarak bilinen ÖYM ve TMK 10. Maddeye göre kurulan Ağır Ceza Mahkemeleri’nde açıldığı konusu da cevapsızdır. Açıkça görülüyor ki geniş bir ağ içinde konuşlanmış bir örgütün kendi hiyerarşisinin bildiği; fakat devletin normal görevlilerinden saklanan bu kalkışma, baştan beri hedefi konmuş, titizlikle kurgulanmış ancak son anda gelişen olumsuzluklarla akim kalmış bir darbe girişimidir.[36]

Başka bir önemli konu da 17 Aralık ve diğer yolsuzluk operasyonlarının bütün polislerin görevden alınacağı bilgisi üzerine erken yapıldığının, aslında daha ileri tarihte yapılacağının açıklamada bulunan her iki savcı tarafından söylenmesiydi. Operasyon aceleye getirilmişti. Bu konuda bilinen, Emniyet mahfillerinde söylenen ise operasyonun şubat ayında, hatta 20-24 Şubat’ta yapılacağıydı. Celal Kara ve Zekeriya Öz’ün basına verdikleri röportajlarda bunu görüyoruz: “Operasyonun erken başlatıldığını, bunun nedeninin de operasyonu takip eden Emniyet görevlilerinin, görevden alınacaklarına dair ciddi duyumları olduğunu, bu yüzden erkene aldıklarını” söylemişlerdi. Basına yansıyan kendi anlatımlarına baktığınızda geç bile kalınmış. Madem kutular içinde para olduğu görülmüş, rüşvet verildiği tespit edilmiş, her şey tamamlanmış, operasyon neden şubat ayında yapılıyor? Mart ayında seçimler var çünkü. [37]

Devlet görevlileri suçu gördüğü an müdahil olmak mecburiyetindedir. Kişi biraz daha suç işlesin, yayılsın, başkaları da bu işe girsin diye bekleyemez. Suçu görmüşseniz ve ispatlayacak hale gelmişseniz tahkikatın vakit geçirilmeden yapılması gerekiyor. Eğer müdahale ileri bir tarihe anlıyorsa bunun özel bir amaçla yapıldığı düşünülür.[38]

… olaylarla ilgili tespitler yapılmış, operasyonun çoktan başlaması lazım. Şartlar olgunlaşmışsa operasyonun bekletilmesi yanlış. İlla bekleyelim, diğer operasyonlarla hepsini bir arada yapalım, yüzlerce suç işlensin ondan sonra yakalayalım diyerek pusuya yatmak ve olayın her yere iyice yayılmasını beklemek makul değildir. Hatta suçun birçok delili yok bile olabilir. Ceza Muhakemeleri ve Usul Yasasına göre suç tespit edildiği an operasyona dönüştürülmelidir. Bu kişiler cinayet işleseydi yeni cinayetler mi beklenecekti? Yapılan tespitlerin büyük kısmı birkaç ay önce, bir kısmı da operasyon günü yapılmış. Her operasyon tek tek yapılır. Aynı tür operasyonları birleştirmek, hatta aynı anda iki operasyon yapmak bile uygun değildir. Personel yetmez, zamanda sıkışılır, nezaret sorunları olur, deliller iyi toplanmaz. Onun için önce biri, sonra diğeri, sonra başkası şeklinde sıra ile yapılır. Aynı anda, arka arkaya aynı amaçla operasyonların yapılması, burada bir kasıt olduğunu çok açık olarak gösterir.[39]

…savcıların dosyaya hakim olmadığı, soruşturma savcısının dosyayı yeni devraldığı beyanlarından anlaşılmaktadır. Zekeriya Öz “Ben yalnızca genel koordinesini biliyorum” diyor; Celal Kara “yeni geldim” diyor. Ayrıca bu kadar önemli dosyayı güvenip başsavcıya devretmeyen diğer savcılar neden Savcı Celal Karaya güveniyor? Bu güvenin kaynağı ne, onun sızdırmayacağına nasıl emin olunuyor? Aslında operasyon savcılar tarafından yönetilmiyor, tamamen Emniyet’in kontrolünde. Operasyonu yürüten Emniyet; Emniyet’i yöneten kim? Cemaat... Bu, hiç de öyle adli bir operasyon değil, arka planında Cemaati görmemek de mümkün değil.[40]

Hüseyin Gülerce:

17-25 Aralık darbe teşebbüsünde bir zorlama vardı. Bu ülkede yolsuzluk ve rüşvet ilk defa mı oluyordu? AK Partinin 3 Kasım 2002’de iktidar olmasının en büyük yolsuzluklarından biri DSP-MHP-ANAP koalisyon hükümeti dönemindeki yolsuzluklardı. Gülen Medyası bunların üzerine hiç gitmedi. 28 Şubat döneminde gazete patronları banka satın alıp içlerini boşalttılar. Kamu bankalarının usulsüz kredilerle içi boşaltıldı. Devlet, millet milyarca dolar i zarara uğratıldı. Gülen Medyası bunların hiçbirini büyütmedi, üze- I rinde durmadı. F. Gülenin yolsuzluklarla ilgili tek bir ikazını, sohbetini duymadık.[41]

Üstelik AK Parti 17 Aralık düğmesine basıldığında 10 yıldır iktidardaydı. Hiç mi yolsuzluk iddiaları medyada dile getirilmedi? Hiç mi belediyelerde, bakanlıklarda, orada burada yolsuzluk ve rüşvet soruşturması yoktu. Daha doğrusu Gülenistler, emniyet-yargı işbirliği ile yıllardır yaptıkları hazırlıkları, hazırladıkları dosyaları neden 17-25 Aralık 2013’te devreye soktular?[42]

Yapılan Plan Neydi?

Hanefi Avcı:

Cezaevinden çıktıktan sonra görüştüğüm birçok kişi, Cemaat’in açık olarak tüm mensuplarına, hatta destek istediği kişi ve gruplara, “hükümetin martta kesin gideceğini, daha birçok şeyin, İsviçre’deki banka dekontlarının vs. ortaya çıkacağını” açık açık söylediğini anlatıyordu. Bu operasyonların darbe amacı yoktu diyorlar ama bu operasyonlarla hükümetin gideceği, asla hayatta kalamayacağı o kadar çok kişiye anlatıldı ki bunu inkâr etmek mümkün değil. Ben Cemaat yanlısı kişilerin isim, adres, yer, tarih vererek, çevrelerine bunu anlattığım çok güvenilir kişilerden duydum.[43]

Aslında 17 ve 25 Aralık’ta arka arkaya yolsuzluk operasyonları yapılacak, bunlarla ayakta kalması imkânsız hale gelen hükümet düşecek, ardından da “Selam Tevhid operasyonu” denen soruşturma ile İran’a casusluk yapmak iddiasıyla yolsuzluğa bulaştırılamayan yüzlerce kişi tutuklanacaktı. Bütün bunları ortaya atılan belgelerden okumak mümkün. Hükümete, Başbakan ve yakınlarına, üst düzey AKP’lilere en büyük darbenin Selam Tevhid operasyonu altında geleceği Cemaat’in sosyal medyaya dağıttığı bu soruşturmayla ilgili belgelerden görülüyor. Dikkat edilirse yakalanan her polisin “Acem uşaklarına boyun eğmedik, Acem’e hizmet etmedik” diye, “Acem'de başlayan kötüleme sözleri sıkça duyuluyor. Üstelik bu operasyondaki İran lehine casusluk gibi suçlamalar, ülkeye ihanet suçlamaları olup, vatana ihanet iddiası her türlü siyasi dokunulmazlığı hatta Cumhurbaşkanlığı dokunulmazlığını bile kaldıran sebeplerden sayılıyor.[44]

Antalya’da geçmiş yıllarda, 17 Aralık a kadar iyilik, hayır, hasenat yapmak adına Cemaat’e sürekli himmet, zekât, burs kabilinden destek veren iyi niyetli işadamlarıyla Ekim 2014’te bir yemekte, bir araya geldim. Onların anlattığına göre Cemaat ileri gelenleri, yöneticileri ile zaman zaman toplantılarda bir araya gelinir; Cemaat’in talebi ile duruma göre sen şu kadar, sen şu kadar denilerek zekât, himmet ve 20-30 kadar öğrenciye verilecek bursa karşılık yardım alınır; ramazanda zekât, fitre olarak, bazen yarım kalan bir okul veya bazen dış ülkedeki bir okul için para toplanır; o paraların nerede, nasıl harcanacağını Cemaat tayin eder, onlar manen tatmin olurlarmış. 17 Aralık operasyonundan işadamlarının büyük kısmı rahatsız olup, Cemaat’e yardımı kesip, irtibatı da koparmak isteyince ısrarlar olmuş. Önce uzak durmaya çalışmışlar, sonra Cemaatin bölgede sevilen, Türkiye genelinde bilinen elamanlarından Hüseyin Kara adlı imamın Antalya’ya geleceği, bu gönülsüz kişileri ikna toplantısı yapacağı söylenmiş ve herkes çağrılmış. Benim görüştüğüm insanlar buna rağmen gitmemişler.[45]

Ertesi gün onları toplantıya çağıran, kendileri gibi yerel esnaf-işadamı arkadaşları onlara “Siz ne kaçırdığınızı, ne büyük şey kaçırdığınızı bilemezsiniz” der ve anlatmaya başlarlar: “Hüseyin Kara Hoca bize hükümetin içinde ne kadar İran ajanı olduğunu, muta nikâhı vs. yöntemle bunların nasıl ajanlaştığını, bu ajanların İran’a nasıl hizmet ettiğini, yolsuzluk operasyonunun içeriğini, yapılacakları, Selam Tevhid örgütü operasyonunun detaylarını anlattı.” Ayrıca MİT Müsteşarından bakanlara kadar birçok kişinin suçlandığını da anlatmıştır. Ne gariptir, Hüseyin Hocanın yaptığı iş belli. İstihbarat Şube Müdürü veya MİT’in bileceği konuları nereden öğrenmektedir? Bu operasyonlarla hiçbir alakası yoktur, bu bilgileri kaynağından aldığı belli ama bu kaynak savcı ve polisler olmadığına göre bilginin ve operasyonun asıl kaynağının Cemaat merkezi olduğu çok açık olarak görülüyor.[46]

Yolsuzluk operasyonları, Selam Tevhid davası gibi davaların tüm teferruatını Cemaat mensupları nereden, nasıl öğreniyor? Bu operasyonların içerikleri önceden nasıl anlatılıyor? Cemaat imamları bu konuda “Hükümet kesin yıkılacak, ayakta kalamazlar, hepsi İran casusu” gibi iddiaları nereden aldıkları bilgiyle yayıyorlar?[47]

Şamil Tayyar:

17 Aralık operasyonundan iki gün sonra, 19 Aralık gecesi Zafer Çağlayan’ın özel kalem müdürünü bir komiser yardımcısı sorguluyordu. Sorgulama sırasında özel kalem müdürü, Zafer Çağlayan’dan “sayın bakan" diye söz edince komiser yardımcısı “Burada sayın da yok, bakan da yok!” diye azarladı. Özel kalem müdürü, "Ama efendim biz sayın...” demeye kalmadan komiser yardımcısı hiddetlenip ağzındaki baklayı çıkardı: “Bırak kardeşim sayını! Beni fazla kızdırma. Şimdi buraya istediğimi yazarım, altına da sana imzayı attırırım. Ayrıca şunu bil; zaten üç gün sonra senin bakanın da yok, senin başbakanın da yok!"[48]

Benzer durum İranlı iş adamı Rıza Sarraf’ın sorgulamasında da yaşandı. 5 Ocak 2004 günü öğle saatlerinde, 13.30 sularında gerçekleşen sorguda bir emniyet görevlisi, Sarraf a açıkça “kumpas ortaklığı” teklif etti: “Sen ifadeyi savcının istediği şekilde verirsen savcı, eş zamanlı olarak salıverme ve yeni ifade metnini aynı anda imzalayacak."[49]

Sarraf, "Peki ne diyeceğim?” diye sorduğunda, polisin cevabı aynen şöyledir: “Diyeceksin ki, bu işlerin tamamını Recep Tayyip Erdoğan’ın bilgisi dâhilinde yaptım. Bu şekilde ifade verirsen seni hemen salıvereceğiz."[50]

Bunun üzerine avukatını çağıran Sarraf, Başbakan Erdoğan’a kurulmak istenen tuzağı ilgili yerlere iletmesini istedi.[51]

17 Aralık’tan 25 Aralık’a Neler Yaşandı?

Hüseyin Gülerce:

17 Aralık ile 25 Aralık arasındaki bir haftalık sürede üç önemli ve ilginç olay yaşandı.[52]

Birincisi; Gazeteci yazar Fehmi Koru, Cumhurbaşkanı Abdullah Gülün mektubunu Pensilvanya’ya Fethullah Gülene götürdü.[53]

İkincisi; Mektup yolda iken Gülen, meşhur bedduasını etti ve yayınlandı.[54]

Üçüncüsü; Başbakan Erdoğan’dan randevu talep etmek için Ankara’da girişimlerde bulunduğum akşam bana Gülenin yanından telefon edilerek “Bir adım daha atma!” ikazında bulunuldu. Enteresandır, bu üç olay bir hafta içinde üst üste geldi.[55]

Beddua - 20 Aralık

Gülen, 25 Aralık’taki ikinci dalga operasyondan hemen önce, 20 Aralık 2013 günü “yolsuzluk" konulu sohbetinde operasyon timini motive edebilmek için olsa gerek, başbakan ve AK Partiye çok ağır bir bedduada bulundu. [56]

Hüseyin Gülerce:

Yalan söylemediğine, bu tür bilgilere vakıf olduğuna inandığım bir arkadaş bu beddua konusunda Hakan Şükür ile ilgili şunu anlatmıştı: Hakan Şükür bu bedduadan birkaç hafta sonra Pensilvanya’ya Gülenin yanına gidiyor. Konu bedduaya gelince H. Şükür; “Efendim birileri Türkiye’de hâlâ beddua diyorlar” diye lafa giriyor. Gülen, H. Şükür’ün gözlerinin içine bakıyor; “Hakan bey ben kendiliğimden mi konuşuyorum?” diyor.[57]

Şamil Tayyar:

17 Aralık operasyonunun başarısızlığı, en çok hareketin lideri Fethullah Gülen'i olumsuz etkiledi. Cemaat tabanındaki yaygın inanışa göre, Peygamber Efendimiz’i sürekli rüyasında gören biri olarak Gülen’in her yorumu doğru çıkar, her duası kabul olurdu. Böylesi mübarek bir insanın duasıyla yola çıkan operasyon timinin, hükümeti yıkmadan dönmeleri ihtimal dâhilinde olamazdı. [58]

Gülen’in 20 Aralık’ta yaptığı bedduadan sonra Cemaat mensuplarının önemli bir kısmı, AK Parti hükümetinin yıkılacağına inandı. Cemaat imamının dediği gibi bu beddua karşısında hiçbir siyasi iktidar duramazdı.[59]

Bedduanın üzerinden 5 gün geçtikten sonra sahnelenen 25 Aralık operasyonunun da başarısızlıkla sonuçlanması, Gülen’in kurduğu 40 yıllık yalan dünyayı çok sarstı. Gülen’i haklı çıkarmak istercesine Paralel Yapı’nın leşkerleri, sosyal medyada sürekli hükümete ömür biçen mesajlar paylaştılar ve gün saydılar. Bu amaçla bazı Cemaat yurtları ve evlerde beddua zincirleri oluşturdular, Başbakan Erdoğan ve AK Parti kadrolarına beddua ettirdiler, etraflarına hükümetin birkaç gün içinde yıkılacağı söylentisini yaydılar.[60]

İlk aşamada, 28 Aralık'ta hükümetin devrileceğine inananlar, hesap tutmayınca hükümete ocak sonuna kadar ömür biçtiler. Ocak ayında da sürpriz olmayınca bu kez şubat ayı için bir yıkım takvimi belirlediler. O da olmayınca toplumu, 30 Mart seçimlerinden kısa süre önce, muhtemelen 25 Martta hükümeti istifaya zorlayacak çok önemli bir dosyanın açılacağı beklentisine soktular. Seçim arifesine kadar bu söylenti üzerinden siyasi hesaplar yaptılar.[61]

Hükümetin ömrü uzadıkça büyü bozuldu. En büyük hayal kırıklığını ise muhalefet partilerinin yanı sıra Gülen’e büyük umut bağlayan şakirtler yaşadı. Büyük mucizelerle bağlı oldukları hocaların hiçbir öngörüsü çıkmamıştı.[62]

Hüseyin Gülerce:

Bu beddua seansından sonra Hocaefendi gitmiş, kendisinden her şey beklenen, ihanet odaklarına taşeronluk yaptığından bahsedilen, FETÖ (Fethullahçı Terör Örgütü) lideri olarak anılmaya başlayan biri gelmiştir.[63]

25 Aralık’ta İkinci Deneme

Şamil Tayyar:

17 Aralık’ta duvara çarpan Paralel Yapı hazırlıklıydı, son bir hamleyle 17 Aralık dalgasını 25 Aralık’ta tsunamiye dönüştürüp kesin sonuç almak istediler. İstanbul Cumhuriyet Savcısı Muammer Akkaş, “kara para aklama ve yolsuzluk” suçlamasıyla 25 Aralık ta yeniden düğmeye bastı. Bu kez hedef, yapım maliyeti 100 milyar doları aşan Türkiye’nin dev projeleriydi. Bu projelerin yapımını üstlenen firmaların sahipleri operasyona dâhil edildi.[64]

Savcı Akkaş, aralarında Türkiye’nin en büyük yatırımcı iş adamlarının bulunduğu 41 kişinin gözaltına alınması ve “mevcutlu” olarak savcılığa getirilmesi talimatını verdi. [65]

İkinci dalga operasyonla üçüncü havalimanı, üçüncü boğaz köprüsü gibi dev ve prestijli projeleri durdurmayı hedeflediler. 25 Aralık operasyonu, bu yönüyle Gezicilerinin eylem planıyla örtüşmektedir. Geziciler, eylemlerin durdurulması için bu projelerin askıya alınmasını istemişlerdi.[66]

İstanbul Cumhuriyet Başsavcısı Turan Çolakkadı, bu hukuk dışı operasyonu hukuk dairesinde kalarak bertaraf etti; önce soruşturma dosyasını Savcı Muammer Akkaş’tan aldı, ardından dosya üzerinde yeni bir soruşturma başlatmak üzere 5 ayrı savcı atadı. Böylece, darbe girişiminin ikinci evresi kesintiye uğradı. [67]

Ruşen Çakır:

Yolsuzluk ve rüşvet soruşturmasının ikinci dalgası İstanbul Cumhuriyet Savcısı Muammer Akkaş tarafından 25 Aralık 2013 tarihinde başlatıldı. Basına sızan gözaltı listesi 17 Aralık’ta yaşanan soruşturmadaki listenin çok ötesindeydi. Listede Suudi işadamı Yasin El Kadı ile Başbakan Erdoğan’a yakın işadamları Fatih Saraç, Abdullah Tivnikli, Mustafa Latif Topbaş, Nihat Özdemir, Orhan Cemal Kalyoncu ve Faruk Kalyoncu’nun isimleri vardı. Çıkar amaçlı suç örgütü kurmak, yönetmek, örgüte üye olmak, tehdit, rüşvet ve nüfuz ticareti, ihaleye fesat karıştırmak, suçtan kaynaklanan malvarlığını aklama, resmi belgede sahtecilik suçlarından gözaltı talebinde bulunan Savcı Akkaş’ın bu kararı, emniyet birimlerince yerine getirilmedi. Savcı bunun üzerine basına yazılı bir açıklamada bulunarak yaşananları kamuoyuyla paylaştı.[68]

Savcı Akkaş’ın açıklamasıyla birlikte biraz daha netleşen tabloya göre yapılmak istenen bu soruşturma 17 Aralık tarihli yolsuzluk soruşturmasını aratmayacak ve pek çok yönden o soruşturmadan daha ciddi sonuçlar doğuracak bir soruşturmaydı. Bunu savcının gözaltına alınmaları için ilgili mahkemeden çıkarttığı gözaltı listesinden rahatlıkla anlayabiliyoruz. Söz konusu gözaltı listesindeki isimlerin ortak özelliği Başbakan Erdoğan’a yakınlıklarıydı. Bu ortak özelliğin yanı sıra söz konusu isimleri üç ana bölüme ayırabiliriz. Bunlardan ilkinde, Türkiye’nin son dönemde gerçekleştirilen üçüncü havalimanı, yüksek hızlı tren ve enerji ihalelerini kazanan işadamları vardı. İkinci bölümde ise Türkiye’nin Körfez sermayesi ile ilişkisini kuran isimler yer alıyordu. Son bölümdeki isimler ise El Kaide terör örgütüyle bağlantılı olduğu iddia edilen ve Başbakan Erdoğan ile ilişkilendirilebilecek isimlerden oluşuyordu.[69]

Hüseyin Gülerce:

İktidara bir hafta içinde üst üste darbeler vuruluyordu. Açıkça bakan çocukları, bakanlar derken Başbakanın oğluna, yani Başbakana uzanan bir siyasi darbe yaşanıyordu. İkinci darbe Başbakan Erdoğan Pakistan ziyareti dönüşünde havada iken oluyordu. 23-24 Aralık 2013 tarihlerinde Pakistan’a resmi bir ziyaret gerçekleştiren Erdoğan 25 Aralık’ta Türkiye’ye döndü. Aynı gün AK Parti Genişletilmiş İl Başkanları Toplantısında konuştu.[70]

Montaj Ses Kayıtları

O süreçte gerçekleri örtmek için algı oluşturmaya yönelik kullanılan bir başka enstrüman, montaj ses kayıtlarıydı. 17 Aralık sabahı bakan ve çocuklarıyla başlayan algı operasyonu, buna Başbakan Erdoğan ile oğlu Bilal Erdoğan ve kızı Sümeyye Erdoğan dâhil edilerek genişletildi.[71]

Gündemin en hararetli tartışma konularından biri, başbakanın çocuklarına “Evdeki 1 milyar doları sıfırlayın.” talimatını verdiği iddia edilen montaj ses kaydıdır. Hazindir, CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu, hukuk dışı bu kurgu operasyonu, televizyonların canlı yayımladığı partisinin Meclis grup toplantısında açıklayarak bir skandala imza attı.[72]

MİT Tırlarının Aranması

Şamil Tayyar:

17/25 Aralık sonrası Fethullah Gülen, hükümete barış mektubu göndermeden önce ve sonra Paralel Yapı artçı operasyonlarını sürdürdü.[73]

1 Ocak 2014’te Kırıkhan ilçesinde ve 19 Ocak 2014’te de Adana’nın Ceyhan ilçesi Sirkeli doğu gişelerinde Suriye’ye MİT kontrolünde insani yardım taşıyan tırlara, bir nevi intikam operasyonu yaptılar. Adana cumhuriyet savcıları Özcan Şişman ve Aziz Takçı tarafından jandarma eşliğinde yürütülen operasyon, tehlikenin ihanet boyutuna varan yönünü gözler önüne serdi.[74]

Türkiye, Suriye’deki El Kaide, El Nusra ve IŞİD gibi radikal örgütlere silah ve mühimmat göndermekle suçlandı, üstelik Türkiye son birkaç yıldır Esad rejimine destek veren İsrail’in tahrik ettiği Batılı ülkelerin, Esad rejimine destek veren İran’ın ve Esad yönetiminin benzer ithamları karşısındaydı.[75]

Hüseyin Gülerce:

1 Ocak 2014’te, Kırıkhan-Reyhanlı Karayolunda hareket halindeki TIR’da mühimmat olduğuna dair yapılan bir ihbar üzerine TIR, Kırıkhan yakınlarında Kırıkhan Cumhuriyet Savcısının talimatıyla polis ve jandarma ekipleri tarafından durduruldu. TIR’ın kendi kontrolleri altında bulunduğunu belirten MİT görevlileri kolluk görevlilerine arama yaptırmadı.[76]

Hiç yaşanmamış bir olay yaşanıyordu. Aynı devletin MİT’i, jandarması, polisi, savcısı, valisi karşı karşıya gelmişti. Başbakan Erdoğan, bir TV yayınında savcının talimatıyla MİT mensuplarının yerde tekmelendiğini açıklıyordu.[77]

Operasyonlardaki Tuhaflıklar

Hanefi Avcı:

Açık olarak anlaşılmaktadır ki Cemaat Jandarma içerisindeki elamanları ile daha bu malzemelerin yüklendiği yerden bilgi almıştır. Malzemelerin nereye gideceğini daha yüklenirken bilmektedir ve yol güzergâhını da bilmektedir. Jandarma görevlilerine ustaca, sıradan bir vatandaş gibi Ankara’dan ankesörlü telefonla, hem de Adana 156’ya ihbarda bulunulmasını sağlamıştır.[78]

...Türkiye’de Jandarma bu şekilde çalışmaz. Jandarma subayları ve görevlileri her zaman kendi komutanlık silsilesi içinde bunu işleme koyarlar. Renkli elbiseleriyle jandarma görevini yapıyor gibi görünse de aslında işin farklı olduğu görülmektedir. Velev ki böyle bir ihbar geldi, savcı hiçbir zaman olay yerine gitmez, talimatını verir, jandarma veya polis TIR’ı durdurup arar, gelişmeler hakkında savcıya bilgi verir. Aramada önemli bir şey bulunursa savcı o zaman olay yerine gidebilir.[79]

Hatay ili, Kırıkhan ilçesindeki MİT TIR’ları ihbarında Adana Özel Yetkili Savcısının tutumu çok daha gariptir. O TIR’a müdahale etmek adına kendi son sürat il merkezine çıkarak olay yerine gidiyor ve TIR’ın gelmesinin beklenmesini istiyor. Halbuki ÖYM’nin görev sahasına giren hiçbir olayda bu kadar hızla hareket ettikleri ve gittikleri görülmemiştir.[80]

Şubat 2013’te Hatay’ın Reyhanlı ilçesinde Cilvegözü hudut kapısında bombalı araç patlatıldı ve 17 vatandaşımız hayatım kaybetti, 26’dan fazla kişi yaralandı. Olayın büyük bir terör saldırısı veya uluslararası bir grubun saldırısı olduğu aşikârdı. Bu olayda Adana ÖYM savcıları olayın olduğu kapıya neden son sürat gitmemişlerdi? Yine 11 Mayıs 2013 tarihinde Reyhanlı merkezinde iki ayrı yerde bomba yüklü araçlar patlatıldı, olayda 52 vatandaşımız ölürken, 146’dan fazla insan yaralanmış, yüzlerce araç, işyeri tahrip olmuştu. Büyük bir terör olayı olduğu veya dış güçlerin yaptığı belliydi, acaba o gün Adana ÖYM savcıları neden son sürat olay yerine gitmedi, inceleme yapmadı? Ya da oradaki polis ve jandarmayı neden yönlendirmedi? Hatta olayla ilgili yayın yasağına, Reyhanlı Savcısının isteği üzerine Reyhanlı Sulh Ceza Mahkemesince karar verildi, sonunda failler yakalandıklarında Adana ÖYM’de yargılandılar. Acaba bu kadar büyük bir olayda Adana ÖYM savcıları neden olay yerine gitmemişlerdi?[81]

Varsayalım ki MİT TIR’larının içerisinde silahlar vardı ve Suriye muhaliflerine, Suriye’deki Türkmenlere gönderiliyordu veya telsiz, elektronik malzeme, erzak gidiyordu. Bu işlem hükümetin kararı ile oldu, belli bir askeri depodan alındı ve Suriye muhalefetine teslim edilecekti. Bu konuda MİT’e emir verilmiş ve MİT de bu işi organize ediyorsa bu olayın adı ve ceza hukuku açısından durumu nedir? Savcı neden ve hangi yasanın hangi maddesinin ihlalinden dolayı soruşturma yapacak, hangi kanuna muhalefetten ceza isteyecekti? Hükümetin isteği ve emriyle bir kurum gönderiyorsa, savcı bu izinli iş karşısında ne yapacak, kime dava açacaktı?[82]

TIR’ların, içerisindeki yükün MİT’e ait olduğu söylenmesine, il valisince belirtilmesine rağmen bırakılmadığını; MIT mensuplarını ve TIR’ları almak için Adana Valisi’nin 400 özel harekatçı polisle birlikte jandarma karakoluna geldiğini, Sayın Savcı Takçı’nın Cumhuriyet gazetesindeki beyanatından anlıyoruz. Peki, vali niye 400 polisle gelir? Vali, emrini zorla uygulatmak için olay yerine 400 polisle gelmiştir. Bunun anlamı şudur: Polisin jandarma karakolunu sarması, polis ve jandarmanın karşılıklı çatışma noktasına gelmesi, acaba kanun ve hukuk için mi yoksa Cemaat’in plan ve programları amacıyla mı yapılmıştı? Orada küçük bir aksilikte Türk askeri ve polisi karşılıklı çatışacak, belki kan dökülecekti. Neden ve kimin için? Bu emri veren kimdir, kimin hesabına yapılıyordu? Devleti kendi menfaati için bu kadar kullanmaya kimin hakkı olabilir? Bir an düşünelim; polis ve asker çatışsa, onlarca asker ve polis ölecek, ülkede kaos çıkacaktı; görevlerini Cemaat menfaatleri için kullananların mutlaka bunun hesabını vermesi gerekir.[83]

MİT Tırlarının Aranması İle Ne Amaçlandı?

İddianamede şu değerlendirmede bulunuldu:

"... Söz konusu operasyonun gerçekleştirme yerinin Adana, tarihinin ise 19 Ocak 2014 olarak seçilmesinde, bu casusluk faaliyetinin büyük etki doğurması amacıyla tercih edildiği, bu kapsamda Dışişleri Bakanlığı'nın 6. Büyükelçiler Konferansının devam etmekte ve yapılmakta olduğu, hatta Dışişleri Bakanı tarafından kapanış konuşmasının yapıldığı, toplantıda dünyanın her yerinden 142 büyükelçi ve pek çok resmi davetli bulunduğu günde söz konusu eylemin gerçekleştirildiği belirlenmiştir. Büyükelçilerin gözü önünde denecek kadar yakın bir yerde Olayın gerçekleştirilerek Türkiye Cumhuriyeti Hükümeti ve Devletim El Kaide’ye yardım ediyor görünümü ile Uluslararası Ceza Mahkemesi ne ve Lahey Adalet Divanı’na taşımayı amaçlayan bir casusluk faaliyetinin önemli bir aşaması olduğu anlaşılmaktadır.”[85]

Hüseyin Gülerce:

Barşbakan Davutoğlu, 29 Kasım 2015’te 11 yıl aradan sonra yeniden yapılan Avrupa Birliği-Türkiye zirvesine giderken uçakta gazetecilerin sorularını cevapladı. Bu konuda yeni şeyler söyledi: “Devlet sırrı diye bir gerçeklik var. Bu kadar kriz yaşanırken, devlet birçok tedbiri almak zorunda... Aldığınız bu tedbirler saptırılarak ve kurallar da aşılarak yalan yanlış yorumlarla devleti zora sokacak şekilde devlet sırları yayınlanırsa bu suçtur. Dünyanın her yerinde suçtur. Dönüp yargının her adımında hükümeti suçlamak da doğru değil. MİT TIR’ları Operasyonuyla Bizi Uluslararası Ceza Mahkemesine Çıkarmak İstediler.[86]

Sonuçları

MİT tırlarının durdurulması ve aranmasında görev alan cumhuriyet savcıları… HSYK 2. Dairesince Ocak 2016’da meslekten ihraç edildi. 29 Kasım 2015’te, “Selam Tevhid’de Kumpas” soruşturması kapsamında, Ocak 2014’te Adana ve Hatay’da MIT’e ait tırların durdurulası eylemiyle ilgili yürütülen soruşturma kapsamında Ankara Bölge jandarma Komutanı Tümgeneral İbrahim Aydın, Tuğgeneral Hamza Celepoğlu ve Emekli Albay Burhanettin Cihangiroğlu tutuklandı.[87]

25 Aralık’tan Sonra

Emniyette Neler Oldu?

6 Ocak’ta Ankara Emniyet Müdürlüğünde gece yarısı büyük çapta görev değişikliği yapıldı. 350 polisin yeri değiştirildi. 8 Ocak’ta bir Emniyet Genel Müdür Yardımcısı ile 15 ilin Emniyet müdürleri görevden alındı. 24 ile de yeni Emniyet müdürü atandı. 22 Ocak’ta Ankara Emniyet Müdürlüğü’nde 470 amir, müdür yardımcısı ve memurun görev yeri değiştirildi. 17 Aralık’tan sonra yaklaşık 6 bin Emniyet mensubunun yerinin değiştirildiği tahmin ediliyor.[88]

Paralel Devlet Yapılanmasının en fazla kök saldığı ve yayıldığı yerin Emniyet Teşkilatı olduğu şimdi anlaşılıyor. Hükümet yasa değişikliklerine giderek erken emeklilik yoluyla da tasfiyeler yaptı.[89]

Soruşturmaların Savcıları Ne Oldu?

Bakırköy 2. Ağır Ceza Mahkemesi, Bakırköy Cumhuriyet Başsavcılığının, Zekeriya Öz, Celal Kara ve Mehmet Yüzgeç’in tutuklanmak üzere haklarında “yakalama kararı” verilmesi yönündeki talebini kabul etti ve yakalama kararı çıkardı. Ancak Zekeriya Öz ve Celal Karanın yakalama kararından saatler önce 10 Ağustos 2015 tarihinde Sarp sınır kapısından Gürcistan’a gittiği, oradan Ermenistan’a, oradan da Almanya’ya geçerek iltica talebinde bulunduğu bilgisi basında yer aldı.[90]

HSYK’daki Değişiklik

2014 yılının Eylül ve Ekim ayında yapılan seçimlerle 2018 yılına kadar görev yapacak HSYK üyeleri belirlendi. Savcı Öz ve Savcı Muammer Akkaş da firar etti.[91]

Seçimlerde Yargıda Birlik Platformunun listesi kazandı.[92]

Seçim sonuçları ve iktidarın HSYK’daki doğal üyeleri hesaplandığında hükümet, HSYK’da hem 15 olan toplantı yeter sayısına, hem de 12 olan karar yeter sayısına ulaşarak önemli bir güç elde etti.[93]

Ruşen Çakır:

Türkiye tarihini incelediğimizde “yargı vesayeti” kavramına bu ülkenin yabancı olmadığını görüyoruz. Bir dönem “yargı vesayeti ”nin en önemli araçları arasında yer alan ve kısa süre önce lağvedilen Özel Yetkili Mahkemeler’in geçmiş vesayetteki adları Devlet Güvenlik Mahkemeleri’ydi. Bunların yanında vesayet sahibinin görüşüne göre şekil değiştiren Anayasa Mahkemesi, Yargıtay ve hatta Danıştay gibi yüksek yargının birçok kararının halkın sandıkta göstermiş olduğu siyasi iradeyle alenen çeliştiğini net bir şekilde hatırlıyoruz. Fakat geçmişle bugün arasında çok önemli bir fark bulunuyor: Geçmişte yargı, askerin başını çektiği vesayet sisteminin bir  parçasıydı. Günümüzdeyse askerin siyasi açıdan herhangi bir gücü ve etkisi olduğu söylenemez.[94]

AKP Hükümeti’nin, yargının yürütme üzerindeki vesayetine, diğer bir deyişle ülkede siyasetin seçilmişler yerine savcı ve yargıçlar tarafından belirlenmesine karşı çıkması doğaldır ve bunun yollarını tıkaması da demokrasiye uygundur. Fakat burada bir başka risk karşımıza çıkıyor: Hükümetin yargıyı mutlak kontrolü, diğer bir deyişle vesayeti altına alması.[95]

Mektup - 6 Ocak

Şamil Tayyar:

Cemaat, 17/25 Aralık operasyonlarında hükümetin gösterdiği direnç karşısında büyük bir şaşkınlık geçirdi. Gülen’in bedduası, dünyanın birçok köşesinde oluşturulan beddua zincirleri, basın yayın organlarındaki hükümete yönelik topyekûn saldırılara rağmen bu direnç kırılamamıştı.[96]

Fethullah Gülen, bir taraftan Cemaat tabanını diri tutmak için hükümetin yakın tarihte yıkılacağı mesajlarını verirken, diğer taraftan Cumhurbaşkanı Abdullah Gül ile irtibat kurarak hükümetle barışmak istedi.[97]

Gülen, bir yerde Gül’den ara buluculuk istedi. Twitter, Facebook, Youtube gibi sosyal medya üzerinden Erdoğan’a yapılan hakaretlerin unutulmasını isteyen bir mektup gönderdi. Gülen, mektubunda diyalog yoluyla sorunların çözülebileceğini bekliyordu.[98]

6 Ocak 2014 tarihinde “Zaman” gazetesinde yayımlanan mektup şöyle:[99]

Sayın Cumhurbaşkanım,

Aziz dost kıymetli insan, Saygıdeğer Abdullah Gül Beyefendi

 

Başbakanın Tavrı

Şamil Tayyar:

Cemaat’e yıllarca yakın ilgi gösteren ve hizmetlerine her türlü katkıyı sunmaktan imtina etmeyen Başbakan Erdoğan, “Dost-Modern Darbe” diye tanımladığı 17 Aralık operasyonunu asla affetmedi, Cemaat’in kendini arkadan hançerlediğini düşündü.[100]

Ayrıca Gülenin ABD'de özgür olmadığına ve kendi iradesiyle hareket etmesinin çok zor olacağına inanıyordu.[101]

Başbakanın sert tavrı nedeniyle mektuptan umduğunu bulamayan Cemaat, Ekrem Dumanlı başta olmak üzere yazarları sahaya sürdü; muhatabın Cumhurbaşkanı Gül olduğunu belirterek mektubun, Erdoğan’a yazılmadığını söylediler.[102]

Boşa Giden Selam-Tevhid Davası ve İran Casusluğu İddiaları

Selam-Tevhid Operasyonun Amacı

Hanefi Avcı:

Cemaat yolsuzluk operasyonlarını hükümeti yıkmak ve yıkılırsa geriye kalan hükümet yanlısı, onların devamı sayılan bürokratların tamamını bertaraf etmek üzere hazırlamıştı. Eğer hükümet yıkılmazsa sallanan hükümete son darbeyi Selam-Tevhid operasyonu ve İran’a casusluk suçlamasıyla, yüzlerce kişinin tutuklanacağı bir davayla vuracaktı.[103]

Eğer 18 Aralık günü İstanbul Emniyetinin önemli, kilit şube müdürleri görevden alınmamış olsalardı, 25 Aralık günü bu Emniyet Müdürleri mutlaka savcıların kendilerine verdiği talimatı uygulayacaktı. Mahkeme kararı diyerek, belki Başbakanın yakınlarını da gözaltına alacaklardı. Belki de büyük bir kısmı tutuklanacaktı. Bu tutuklamalarla birlikte hükümet yerinde kalamayacağı için işte o zaman asıl tutuklamalar gelecekti, daha büyük bir dava, Selam Tevhid davası ortaya çıkarılacaktı. Selam Tevhid davasında hükümetin üst düzey yüzlerce bürokratı hatta bazı bakanları, MİT Müsteşarı dahil hepsi İran casusluğu yapmaktan gözaltına alınacak ve tutuklanacaklardı.[104]

Vatana ihanet iddiası herkes hakkında dava açmayı gerektiriyordu. Sözü edilen bütün bürokratların, hatta bazı bakanların, Selam Tevhid davasından dolayı İran casusu oldukları suçlamasıyla gözaltına alınacakları Cemaat tarafından çok açık dillendiriliyordu. [105]

17-25 Aralık’ta başlatılan adına Yolsuzluk operasyonu denilen ve bunların devamı niteliğinde olan, İzmir liman operasyonu ve hazırlanmış ama başlanamamış fakat bütün belgeleri internete sızdırılan Selam Tevhid operasyonu gibi üst düzey devlet yöneticilerinin ve AKP yöneticilerinin İran casusu diye yargılanacakları dosyalara bir bütün halinde bakıldığında; esasen hükümeti yıkmaya yönelik açık bir yargı darbesi olduğu tereddütsüz bir biçimde görülür. Zaten Cemaat de bir dönem bu söylentileri, fısıltı halinde “kesinlikle hükümet 30 Marta kalmayacak, gidecek, devrilecek, ayakta kalması mümkün değil” gibi sözlerle yaymıştı. Cemaat bu söylentileri etrafındaki insanlarla, işadamlarıyla yaygınlaştırıyordu.[106]

Bu sözlerin binlerce şahidi var, binlerce duyan insan var ve herkes biliyor. Herkesin bildiği bu olayı kimse çok açıktan dillendirmiyordu. “Kesinlikle hükümet gidecek, ayakta kalamaz. Çünkü tüm yolsuzlukları ortaya çıkmıştır, çıkıyor. İsviçre bankalarındaki hesapları çıkacaktır. Büyük bir kısmının İran casusu olduğu bütün belgeleriyle ortaya çıkarılmıştır” denilerek gerçekten bir darbenin hazırlandığı, bunun uygulamaya konulduğu, aslında yüzde yüz başarılı olması beklenen operasyonun bazı tesadüfi durumlarla olamadığı düşünülebilir.[107]

Hazırlık Safhası

Şamil Tayyar:

10 yıllık Selam-Tevhid dosyası, Gazze seferine ilişkin tartışmaların en yoğun olduğu dönemde 14 Mayıs 2010 günü tozlu raflardan indirildi.[108]

Operasyon aracına dönüştürülen Selam-Tevhid örgütüne ilişkin ilk dokümanlar, 2000 yılında Hizbullah örgütüne dönük operasyonda ele geçirilmişti.[109]

Paralel Yapının başta iktidar partisi olmak üzere siyaset kurumu üzerinde vesayet oluşturmaya yönelik çabalan bu dosya üzerinden şekillenirken ilk telefon dinlemelerine bu soruşturma dosyası gerekçe gösterildi ve dinlemeler Mayıs 2010'da başladı.[110]

Yaklaşık 3 yıl 9 ay süren dinlemeler sırasında Başbakan Erdoğan, bakanlar, başbakanın yakınları, başbakanın özel kalem müdürü, danışmanları, MİT müsteşarı, milletvekilleri, iş adamları, üst düzey bürokratlar ve gazetecilerin olduğu 251 şahısla ilgili dinleme kararlan alındı. Soruşturma kapsamında sadece 251 kişi olduğu hâlde bu kişilerle ilgili 4 bin 747 adet mahkeme kararının alındığı ortaya çıktı. Böylece binlerce kişiyi dinleme fırsatı buldular.[111]

Hanefi Avcı:

Aslında ayrıntıları pek bilinmeyen ama belgelerine iyi bakıldığı zaman hükümeti yıkmaya yönelik olduğu anlaşılan, yolsuzluk operasyonlarının devamındaki en ciddi çalışma, Selam-Tevhid dosyası veya bu adla yapılan hazırlıklardı. Zaten yakalanan bazı polislerin “Acem uşaklarına boyun eğmedik”, “Acem uşakları” diye yaptıkları konuşmalar ve mesajlar vardı. Birçok kişi bunu anlamıyordu ama bu söylemler, yaptıkları hazırlığın ne olduğunu ima ediyordu. Toplum bunun karşılığını bilmiyordu ama o polisler bu görev içinde yer aldıklarından, konuyla ilgili durum açıklaması yapıyorlardı. Yine 17 Aralık sonrası özellikle “Muta Nikahıyla” birçok kişinin tuzağa düşürülerek İran ajanı yapıldığı, İranlılara bilgi verildiği, bununla ilgili bazı AK Partililerin kasetleri ve çok önemli bilgilerinin basına sızacağına dair yazılar yayınlanmaya başlamıştı.[112]

2015 yılının başlarında, Ankara’da Halk Ekmek fırınlarında “ekmeğe Acem büyüsü” yapıldığı söylendi. Hem de bunu ilim adamı kariyerine sahip olan bir kişi açıkladı. Sonra Samanyolu gibi Cemaat kanallarında terör örgütleriyle yapılan işlerde, Acemleri, Persleri, İranlıları suçlayan açıklamalar yapıldı. Yani aslında Cemaat’in elinde hükümeti suçlayacak, hükümetin üst bürokratları ve birçok siyasetçinin tutuklanabileceği büyük bir davanın belgeleri olduğu; İran’a casusluk yapmak iddiasıyla ilgili Selam Tevhid operasyonu dosyasının açılacağı ima ediliyordu.[113]

Bu operasyonun nasıl başladığına, nasıl hazırlandığına bakıldığında; aslında ilk hazırlığın birden fazla grup hakkında yapılmış küçük küçük polis çalışması olduğu görülüyordu. Bunlardan bir tanesi Nurettin Şirin grubu diye adlandırılan, Nurettin Şirin hakkında 12.05.2010 tarihinde hazırlanmış soruşturma dosyasıydı. Daha sonra Hüseyin Avni Yazıcıoğlu hakkında 04.03.2011 tarihinde bir soruşturma dosyası daha açılmıştı.[114]

Burada, birbirini tanıyan, geçmişte aynı dernekler, aynı faaliyetler içerisinde bulunmuş, beraber cezaevinde yatmış ve Iran rejimine sempatiyle bakan insanların cezaevi sonrası ilişkilerini bir örgüte dönüştürecek olan “Ne yapıyorlar, ne ediyorlar” diye takiple başlamış bu soruşturmaların; daha sonra Cemaat-Hükümet çatışmasıyla, bir anda mahiyeti değiştirilip hükümeti vurmaya ve birçok bürokrat ile siyasetçiyi sıkıştırmaya yönelik bir hale getirildiğini görüyoruz.[115]

Fiziki ve teknik takip kararlan 27.12.2013 tarihine kadar geçerli olmasına rağmen, 17’sinde savcılık talimatıyla durdurulmuştur. Buradan çıkan sonuç; savcılık 17 Aralık’ta ve devamında hemen bu operasyonu başlatmak niyetindedir. Ve Emniyet’te değişiklik olursa, dosyaya yeni gelecek kişiler sahip olmasın diye tamamını kendine almayı düşünmektedir.[116]

Akıl ve mantık ölçeğinde bakıldığında bunun gerçek bir soruşturma değil, hükümete vurulacak son ve etkin bir darbe hazırlığı olduğu görülecektir. Ve suçlama da çok enteresan: “Ülkeye ihanet etmek, İran’a casusluk yapmak.” Herkesi kapsamına alabilirsiniz. Herkesi kapsadığı zaman hiç kimse itiraz edemez. Özel ve ağır bir suçtur, direkt tutuklanırsınız ve hiçbir dokunulmazlıktan faydalanamazsınız. Eğer casusluk söz konusuysa, siyasi dokunulmazlığınız olmaz. Casusluk söz konusuysa bürokratik dokunulmazlığınız da olmaz. Hatta devlet yetkilisi dokunulmazlığınız da olmaz. Yani cumhurbaşkanını dahi bu iddiayla yargılayabilirsiniz. Cemaat’in özellikle bunu seçtiği hem yapılış zamanından hem de suçun niteliğinden belli olmaktadır. Arka arkaya yapacağı yolsuzluk operasyonlarıyla hükümeti sarsıp, son darbeyi Selam Tevhid operasyonuyla vurmak veya hükümet gitmişse, hükümetin bürokratlarını, arkada kalan siyasetçilerini, ona destek veren birçok unsuru bu operasyonla çok daha farklı bir boyutta ve farklı bir şekilde teşhir ederek, yıkmak için en son öldürücü darbe olarak hazırlanmıştı. Bu hükümete yönelik yapılması planlanan darbe operasyonlarının sonuncusudur.[116]

Selam-Tevhid Soruşturmasının Sonu

İhsan Taşçı:

İstanbul Terörle Mücadele Müdürlüğü'nün yürüttüğü operasyonda 76 emniyetçi için casusluk, Organize Suçlarla Mücadele Şubesi'nin yürüttüğü yasadışı dinlemelere ilişkin operasyonda ise 39 polis olmak üzere toplam 115 kişi için gözaltı kararı çıkartılır,[117]

Neydi bu casusluk faaliyeti, onu anlayabilmek için İstanbul Cumhuriyet Başsavcısı Hadi Salihoğlu'nun açıklamasının satır aralarını okumalıyız:[118]

Ortada terör örgütü kurulduğu yönünde delil olmadığı halde bir kurgu oluşturularak 2010 yılında soruşturmaya başlandığı, yaklaşık üç yıl süre ile 251 hedef kişi toplamda 2280 kişinin dinlenildiği, Türkiye Cumhuriyeti Başbakanın ve bakanlarının diğer ülke yetkilileri ile olan görüşmelerinin kaydedildiği, MİT müsteşarının kod adı ile örgüt üyesi olarak dinlenip kaydedildiği, özetle casusluk yapıldığının tespiti...[119]

Selam-Tevhid örgütü soruşturmasının takipsizlik kararma göre, Başbakan Tayyip Erdoğan'ın, Filistin Devlet Başkanı, Filistin Başbakanı ve Somali Cumhurbaşkanı ile yaptığı, devletin güvenliği ve iç ve dış siyasal yararlan bakımından gizli kalması gereken dış politikaya ilişkin telefon görüşmeleri de dinlenmiştir.[120]

Cemaat Hükümete Karşı Niye Başarılı Olamadı?

Hanefi Avcı:

17 - 25 Aralık ve daha sonra yapılacak olduğunu tahmin ettiğimiz Selam Tevhid vb. operasyonlar aslında yüzde yüz hükümeti devirmeye yönelikti. Akıl ve mantık ölçeğinde bakıldığında da kesinlikle bu operasyonlar hükümeti yıkardı. Hükümetin ayakta kalmasının belki birçok sebebi var ama aslında şans eseri olduğu görülüyor. Normal şartlarda böyle bir darbenin önünde kimse duramazdı ve hükümet de mutlaka yıkılırdı.[121]

Elbette hükümet içindeki güçlerin, özellikle de Başbakan’ın açık tavrı, olaya karşı direnci ve mücadele azmi çok etkili olmuştur ama sadece onun değil, belki geçmişte Cemaat’in yaptığı hatalar neticesi kamuoyunun, hükümetin ve güç odaklarının uyanmasının, küçük hazırlıklar yapmasının da etken olduğu kanaatindeyim. Yine zamanın Başbakanlık müsteşarı Efkan Ala ve Hatay Valisi Mehmet Celalettin Lekesiz, Adana valisi Hüseyin Avni Coş ile İstanbul Emniyet Müdürü Selami Altınok ve İstanbul Emniyetinde görev yapan diğer emniyet müdürleriyle bazı kamu görevlilerinin risk alarak, açıktan Cemaat’e karşı tavır koymalarının da bu olayı önlediğini düşünüyorum.[122]

Özellikle Cemaat’in yaptığı hatalara gelirsek; hükümetle olan diyaloguna ve onları istediği gibi yönlendirme gücüne güvenen Cemaat birçok konuda özellikle kendini eleştiren ve kendine yönelen herkese karşı akıl almaz bir ölçüde, hatta ölçüsüzce hareket ediyordu. Mesela benim sadece kendilerini kitapta eleştirmem ve objektif olarak bazı şeyleri yazmam karşısında akıllara ziyan bir biçimde sol, M-L bir terör örgütüyle bağlantımın kurulması hiç kimsenin kabul edebileceği, akıl ve mantığın alabileceği bir şey değildi. Kitabı beğenmeyebilirsiniz, yazdıklarıma yanlış diyebilir veya eleştirebilirsiniz; ama onların verdiği tepkiyi aklı başında kimse kabul etmemişti.[123]

Hadi benimki ferdi bir olay, belki kabul edilebilirdi. Ama Odatv operasyonuyla Ahmet ve Nedim’in tutuklanması ve diğer gazetecilere yönelik operasyon hazırlığı bardağı taşıran son damlaydı. Cemaat’ten etkilenmiş veya bu operasyonların peşine takılarak fazlaca inanmış birkaç insan dışında, hiç kimse bu operasyonu makul bulmadı.  [124]

Eski Genelkurmay Başkanı İlker Başbuğu silahlı terör örgütü kurmak ve yönetmek, hem de bunu Genelkurmay Başkanı olduğu dönemde yapmakla suçlanması hiç makul görülmedi. Evet, dava açılabilirdi, yaptığı işten yargılanabilirdi, eğer suçu varsa Genelkurmay Başkanı da olsa hesabını vermeliydi. Ama ölçüsüzlüğün haddi o kadar çok aşılmıştı ki, bunun da Cemaat’in bir kin ve intikam operasyonu olduğu belliydi. Başbakanın, Cumhurbaşkanının ve birçok devlet yetkilisinin, hukukçuların, yeni ceza yasasının kurulmasında etkin olmuş, Türkiye’de hukuk otoritesi sayılan kişilerin açık olarak bu yapılanların yanlış ve hukuksuz olduğunu söylemesine rağmen, Genelkurmay Başkanı’nın Anayasaya göre Ağır Ceza Mahkemesinde değil, Yüce Divanda yargılanması gerektiği; ve MİT olayıyla birlikte hükümetin aynı yasanın içine koyduğu madde ile aldığı tedbirlere karşı, davanın hemen açılıp Ergenekon’la birleştirilmek suretiyle açıkça rest çekilir bir hale getirilmesi, hükümet cenahını etkili bir şekilde uyarmıştı. Kamuoyundaki şüpheler artmaya başlamış ve birçok insanda soru işaretleri oluşmuştu.[125]

Bunların içinde en önemlisi 7 Şubat 2012’de yaşanan MİT kriziydi. Hiçbir şekilde izah edilemeyecek bu olayın, hükümetin onay verdiği ve MİT’in yürüttüğü siyasi bir faaliyeti abartarak, terör örgütüne yardım etmek ve desteklemek gibi göstermek suretiyle, bir polis operasyonuyla eski ve yeni MİT müsteşarlarını, MİT’te çalışan belki yüzlerce insanı tutuklamaya yönelmek, MİT’i komple pasifize etmek ve ele geçirmek amacıyla yapıldığı çok açıktır. Hatta MİT’i aşan bu görevler Başbakan adına verilmektedir. Hakan Fidanın Oslo’daki toplantılara Başbakan’ı temsilen katıldığı açıkken, Başbakana ve hükümete yönelik, en azından birçok siyasi sonucu olacak, gelecekte de sıkıntılar yaratacak bu operasyonun başlatılması ise artık işi çığırından çıkaran bir olaydı.[126]

Artık çok açıktı ki Cemaat, her şeyi yakıp yıkan, her olayda etkin olan, her engeli kırıp dökerek aşmasını sağlayan bir lazer silahı gibi doğrulttuğu, bütün hedefleri istisnasız yok eden yargı silahını hükümete yöneltmişti. [127]

Yine Başbakan’ın odasında böcek bulunması ve bu böceği koyanların da Cemaat yanlıları olduğuna dair kesin bulgular, Cemaat’in artık Başbakana ve hükümete yönelik bir tavrı olduğunu gösteriyordu. Cemaat’in kamuoyuna intikal etmeyen ancak Başbakan ve çevresince bilinen hükümete yönelik tavırları ve girişimleri olmuştur. Bu olaylar üzerine özellikle Başbakanlığın tüm korumalarını, konutlar ve çevresindeki kişileri değiştirmesi, bu konudaki ciddi tedbirlerden biriydi. Ama asıl tedbir 2013 yılı yazında İstihbarat Daire Başkanı’nı ve büyük illerin İstihbarat Şube Müdürlerini değiştirerek buralardaki Cemaat hâkimiyetinin en azından yönetim düzeyinde kaldırılmasıydı. Belki de bu hükümeti kurtaran en önemli adımdı...[128]

Seçimler

Yerel Seçimlerde CHP'ye Oy İsteğinin Sonuçları

Hüseyin Gülerce:

Yerel seçimlerde başarısız oldular. Hatta rezil oldular. Hizmet’in dost halkasındaki geniş kitle ilk defa yerel seçimlerde CHP’ye oy istendiği için Gülene ve bağlılarına tavır koydu, bu hareketten soğudu ve Cemaati terk etti. Bu açıdan Gülen hareketinin asıl mağlubiyeti yerel seçimlerde CHP’yi bir ölüm kalım savaşındaymışlar gibi desteklemeleri oldu.[129]

Zaten sonuç, Güleni perişan etti. Pensilvanya’da dar daire dediği en yakınlarının yanında söylendi: “Beni yanılttılar. Ben bu yanılmanın yüzde 50sinin sorumluluğunu üzerime alıyorum. Beni yanıltanlar da, diğer yüzde elli sorumluluğu kabulleniyorlar mı?”[130]

Bu öyle bir yanıltmaydı ki, seçime bir hafta kala çok güvendiğim insanlardan, “Hocaefendi’den mesaj geldi, AK Partinin oyları yüzde 23,3’a düşmüş" lafını bizzat duydum.[131]

CHP’ye oy istemek için kapı kapı dolaşan, memleketteki akrabalarına telefon ederek, bizzat ikna için kalkıp memleketine giderek dostlarını, hısım akrabalarını ikna etmeye çalışanlar, aslında baltayı taşa vurduklarını hemen fark ettiler. Çünkü mütedeyyin-muhafazakâr geniş kitle için bir siyasi çizgi var. [132]

Cemaatin Seçim Yenilgileri Devam Etti

Hüseyin Gülerce:

Yerel seçimlerde, Cumhurbaşkanlığı seçiminde, 7 Haziran ve 1 Kasım Seçimlerinde, mağlubiyet üzerine mağlubiyet yaşanmasına rağmen Gülen hep, hiçbir şey olmamış gibi davrandı. Pensilvan’ya’dan gönderdiği gündemler ile sohbetlerinde getirdiği örnekler ile “Ortada mağlubiyet yok, bütün peygamberlerin başına böyle imtihanlar geldi, kısa zamanda asıl galip kimmiş görecekler, bugünlerin yarım da var. Yarın gelip size yalvaracaklar, ayaklarınıza kapanacaklar...” türünden umut aşıladı. Ben buna umut zehri diyorum. “Seçilmiş kurtarıcı” hata yapmayacağına göre ortada bir mağlubiyet de olmaz. Var gibi gözüküyorsa da Cemaatin yüzündendir. Cemaatte ne hata yapılıyorsa, ne kusurlar işleniyorsa başlarına gelen ondandır. Hocaefendi masun ve masumdur. Onun için Cemaattekiler kendine çeki düzen vermelidir.[133]

Dipnotlar

[1]Kripto. Şamil Tayyar. Elips Kitap:2015

[2]Kripto. Şamil Tayyar. Elips Kitap:2015

[3]Paralel Yürüdük Biz Bu Yollarda. Ahmet Şık. Postacı:2014

[4]Kripto. Şamil Tayyar. Elips Kitap:2015

[5]Paralel Yürüdük Biz Bu Yollarda. Ahmet Şık. Postacı:2014

[6]Kripto. Şamil Tayyar. Elips Kitap:2015

[7]100 Soruda Erdoğan-Gülen Savaşı. Ruşen Çakır. Metis: 2014

[8]http://www.internethaber.com/etyen-mahcupyan-ak-parti-cemaate-tuzak-kurdu-719062h.htm

[9]http://www.internethaber.com/etyen-mahcupyan-ak-parti-cemaate-tuzak-kurdu-719062h.htm

[10]http://www.internethaber.com/etyen-mahcupyan-ak-parti-cemaate-tuzak-kurdu-719062h.htm

[11]http://www.internethaber.com/etyen-mahcupyan-ak-parti-cemaate-tuzak-kurdu-719062h.htm

[12]http://www.internethaber.com/etyen-mahcupyan-ak-parti-cemaate-tuzak-kurdu-719062h.htm

[13]http://www.internethaber.com/etyen-mahcupyan-ak-parti-cemaate-tuzak-kurdu-719062h.htm

[14]http://www.internethaber.com/etyen-mahcupyan-ak-parti-cemaate-tuzak-kurdu-719062h.htm

[15]http://www.internethaber.com/etyen-mahcupyan-ak-parti-cemaate-tuzak-kurdu-719062h.htm

[16]http://www.internethaber.com/etyen-mahcupyan-ak-parti-cemaate-tuzak-kurdu-719062h.htm

[17]http://www.internethaber.com/etyen-mahcupyan-ak-parti-cemaate-tuzak-kurdu-719062h.htm

[18]http://www.internethaber.com/etyen-mahcupyan-ak-parti-cemaate-tuzak-kurdu-719062h.htm

[19]http://www.internethaber.com/etyen-mahcupyan-ak-parti-cemaate-tuzak-kurdu-719062h.htm

[20]Kripto. Şamil Tayyar. Elips Kitap:2015

[21]Kripto. Şamil Tayyar. Elips Kitap:2015

[22]Kripto. Şamil Tayyar. Elips Kitap:2015

[23]Kirli Hesaplar Çarşısı. Hüseyin Gülerce. Kahverengi:2016

[24]Paralel Hat. İhsan Taşçı. Kırmızkedi: 2014

[25]Paralel Hat. İhsan Taşçı. Kırmızkedi: 2014

[26]Paralel Hat. İhsan Taşçı. Kırmızkedi: 2014

[27]Paralel Hat. İhsan Taşçı. Kırmızkedi: 2014

[28]Kirli Hesaplar Çarşısı. Hüseyin Gülerce. Kahverengi:2016

[29]Kripto. Şamil Tayyar. Elips Kitap:2015

[30]Cemaat'in İflası. Hanefi Avcı. Tekin: 2015

[31]Cemaat'in İflası. Hanefi Avcı. Tekin: 2015

[32]Cemaat'in İflası. Hanefi Avcı. Tekin: 2015

[33]Cemaat'in İflası. Hanefi Avcı. Tekin: 2015

[34]Cemaat'in İflası. Hanefi Avcı. Tekin: 2015

[35]Cemaat'in İflası. Hanefi Avcı. Tekin: 2015

[36]Cemaat'in İflası. Hanefi Avcı. Tekin: 2015

[37]Cemaat'in İflası. Hanefi Avcı. Tekin: 2015

[38]Cemaat'in İflası. Hanefi Avcı. Tekin: 2015

[39]Cemaat'in İflası. Hanefi Avcı. Tekin: 2015

[40]Cemaat'in İflası. Hanefi Avcı. Tekin: 2015

[41]Kirli Hesaplar Çarşısı. Hüseyin Gülerce. Kahverengi:2016

[42]Kirli Hesaplar Çarşısı. Hüseyin Gülerce. Kahverengi:2016

[43]Cemaat'in İflası. Hanefi Avcı. Tekin: 2015

[44]Cemaat'in İflası. Hanefi Avcı. Tekin: 2015

[45]Cemaat'in İflası. Hanefi Avcı. Tekin: 2015

[46]Cemaat'in İflası. Hanefi Avcı. Tekin: 2015

[47]Cemaat'in İflası. Hanefi Avcı. Tekin: 2015

[48]Kripto. Şamil Tayyar. Elips Kitap:2015

[49]Kripto. Şamil Tayyar. Elips Kitap:2015

[50]Kripto. Şamil Tayyar. Elips Kitap:2015

[51]Kripto. Şamil Tayyar. Elips Kitap:2015

[52]Kirli Hesaplar Çarşısı. Hüseyin Gülerce. Kahverengi:2016

[53]Kirli Hesaplar Çarşısı. Hüseyin Gülerce. Kahverengi:2016

[54]Kirli Hesaplar Çarşısı. Hüseyin Gülerce. Kahverengi:2016

[55]Kirli Hesaplar Çarşısı. Hüseyin Gülerce. Kahverengi:2016

[56]Kripto. Şamil Tayyar. Elips Kitap:2015

[57]Kirli Hesaplar Çarşısı. Hüseyin Gülerce. Kahverengi:2016

[58]Kripto. Şamil Tayyar. Elips Kitap:2015

[59]Kripto. Şamil Tayyar. Elips Kitap:2015

[60]Kripto. Şamil Tayyar. Elips Kitap:2015

[61]Kripto. Şamil Tayyar. Elips Kitap:2015

[62]Kripto. Şamil Tayyar. Elips Kitap:2015

[63]Kirli Hesaplar Çarşısı. Hüseyin Gülerce. Kahverengi:2016

[64]Kripto. Şamil Tayyar. Elips Kitap:2015

[65]Kripto. Şamil Tayyar. Elips Kitap:2015

[66]Kripto. Şamil Tayyar. Elips Kitap:2015

[67]Kripto. Şamil Tayyar. Elips Kitap:2015

[68]100 Soruda Erdoğan-Gülen Savaşı. Ruşen Çakır. Metis: 2014

[69]100 Soruda Erdoğan-Gülen Savaşı. Ruşen Çakır. Metis: 2014

[70]Kirli Hesaplar Çarşısı. Hüseyin Gülerce. Kahverengi:2016

[71]Kripto. Şamil Tayyar. Elips Kitap:2015

[72]Kripto. Şamil Tayyar. Elips Kitap:2015

[73]Kripto. Şamil Tayyar. Elips Kitap:2015

[74]Kripto. Şamil Tayyar. Elips Kitap:2015

[75]Kripto. Şamil Tayyar. Elips Kitap:2015

[76]Kirli Hesaplar Çarşısı. Hüseyin Gülerce. Kahverengi:2016

[77]Kirli Hesaplar Çarşısı. Hüseyin Gülerce. Kahverengi:2016

[78]Cemaat'in İflası. Hanefi Avcı. Tekin: 2015

[79]Cemaat'in İflası. Hanefi Avcı. Tekin: 2015

[80]Cemaat'in İflası. Hanefi Avcı. Tekin: 2015

[81]Cemaat'in İflası. Hanefi Avcı. Tekin: 2015

[82]Cemaat'in İflası. Hanefi Avcı. Tekin: 2015

[83]Cemaat'in İflası. Hanefi Avcı. Tekin: 2015

[84]Kirli Hesaplar Çarşısı. Hüseyin Gülerce. Kahverengi:2016

[85]Kirli Hesaplar Çarşısı. Hüseyin Gülerce. Kahverengi:2016

[86]Kirli Hesaplar Çarşısı. Hüseyin Gülerce. Kahverengi:2016

[87]Kirli Hesaplar Çarşısı. Hüseyin Gülerce. Kahverengi:2016

[88]Kirli Hesaplar Çarşısı. Hüseyin Gülerce. Kahverengi:2016

[89]Kirli Hesaplar Çarşısı. Hüseyin Gülerce. Kahverengi:2016

[90]Kirli Hesaplar Çarşısı. Hüseyin Gülerce. Kahverengi:2016

[91]Kirli Hesaplar Çarşısı. Hüseyin Gülerce. Kahverengi:2016

[92]Kirli Hesaplar Çarşısı. Hüseyin Gülerce. Kahverengi:2016

[93]Kirli Hesaplar Çarşısı. Hüseyin Gülerce. Kahverengi:2016

[94]100 Soruda Erdoğan-Gülen Savaşı. Ruşen Çakır. Metis: 2014

[95]100 Soruda Erdoğan-Gülen Savaşı. Ruşen Çakır. Metis: 2014

[96]Kripto. Şamil Tayyar. Elips Kitap:2015

[97]Kripto. Şamil Tayyar. Elips Kitap:2015

[98]Kripto. Şamil Tayyar. Elips Kitap:2015

[99]Kripto. Şamil Tayyar. Elips Kitap:2015

[100]Kripto. Şamil Tayyar. Elips Kitap:2015

[101]Kripto. Şamil Tayyar. Elips Kitap:2015

[102]Kripto. Şamil Tayyar. Elips Kitap:2015

[103]Cemaat'in İflası. Hanefi Avcı. Tekin: 2015

[104]Cemaat'in İflası. Hanefi Avcı. Tekin: 2015

[105]Cemaat'in İflası. Hanefi Avcı. Tekin: 2015

[106]Cemaat'in İflası. Hanefi Avcı. Tekin: 2015

[107]Cemaat'in İflası. Hanefi Avcı. Tekin: 2015

[108]Kripto. Şamil Tayyar. Elips Kitap:2015

[109]Kripto. Şamil Tayyar. Elips Kitap:2015

[110]Kripto. Şamil Tayyar. Elips Kitap:2015

[111]Kripto. Şamil Tayyar. Elips Kitap:2015

[112]Cemaat'in İflası. Hanefi Avcı. Tekin: 2015

[113]Cemaat'in İflası. Hanefi Avcı. Tekin: 2015

[114]Cemaat'in İflası. Hanefi Avcı. Tekin: 2015

[115]Cemaat'in İflası. Hanefi Avcı. Tekin: 2015

[116]Cemaat'in İflası. Hanefi Avcı. Tekin: 2015

[117]Paralel Hat. İhsan Taşçı. Kırmızkedi: 2014

[118]Paralel Hat. İhsan Taşçı. Kırmızkedi: 2014

[119]Paralel Hat. İhsan Taşçı. Kırmızkedi: 2014

[120]Paralel Hat. İhsan Taşçı. Kırmızkedi: 2014

[121]Cemaat'in İflası. Hanefi Avcı. Tekin: 2015

[122]Cemaat'in İflası. Hanefi Avcı. Tekin: 2015

[123]Cemaat'in İflası. Hanefi Avcı. Tekin: 2015

[124]Cemaat'in İflası. Hanefi Avcı. Tekin: 2015

[125]Cemaat'in İflası. Hanefi Avcı. Tekin: 2015

[126]Cemaat'in İflası. Hanefi Avcı. Tekin: 2015

[127]Cemaat'in İflası. Hanefi Avcı. Tekin: 2015

[128]Cemaat'in İflası. Hanefi Avcı. Tekin: 2015

[129]Kirli Hesaplar Çarşısı. Hüseyin Gülerce. Kahverengi:2016

[130]Kirli Hesaplar Çarşısı. Hüseyin Gülerce. Kahverengi:2016

[131]Kirli Hesaplar Çarşısı. Hüseyin Gülerce. Kahverengi:2016

[132]Kirli Hesaplar Çarşısı. Hüseyin Gülerce. Kahverengi:2016

[133]Kirli Hesaplar Çarşısı. Hüseyin Gülerce. Kahverengi:2016

Kültür Sayfası

bottom of page