top of page

Said Nursi (Yeni Said Dönemi)

Bir önceki bölümde Said-i Nursi'nin Kurtuluş Savaşı sonuna kadar olan hayatını özetlemiştik.

 

Bir din alimidir ama fen bilimleri ile de uğraşmaktadır, aynı zamanda bir aksiyon adamıdır ve düşüncelerini savunurken Abdülhamid ile bile ters düşebileceğini göstermiştir, bizzat I. Dünya Savaşı'na katılmış ve 2 yıl esaret hayatı yaşamış bir savaş kahramanıdır, kendisine gelen ayaklanma yönündeki tekliflerin hepsini elinin tersiyle itmiş bir vatanseverdir ve zamanın Şeyhülislamı'nın fetvasına rağmen milli mücadelenin yanında yer almış, bunun için de büyük ısrarlarla meclise çağrılmış bir din adamıdır.  Bugün hangi görüşten olursa olsun, objektif olarak değerlendiren hemen herkes, böyle birisi için takdir dışında bir şey söyleyemeyecektir. 

Peki ne değişmiştir de, el üstünde tutulan bu insan bir düşmana dönüştürülmüştür?

Bu soru, ardından gidenleri anlamak açısından oldukça önemlidir.

Sadece F.Gülen için değil, onun takipçileri için de Said-i Nursi önemlidir. İçlerinde hayatını bilmeyen herhalde çok azdır. Onlar bugün, bahsedilecek uygulamalar hakkında neler hissediyor olabilirler?

 

Dikkat edilirse sadece kendisi değil, ona saygı duyan çevresindeki insanlar da benzer uygulamalara göğüs germek durumunda kalmışlardır ki, ilerleyen zamanda Nur Cemaati'nin abileri haline geleceklerdir. Bu abiler, içten saygı ve sevgi besledikleri hocalarına ve kendilerine reva görülen uygulamaları sonraki nesillere nasıl anlatmış olabilirler?  

 

Özellikle, paralel devlet yapılanmasının savcıları ve hakimleri bu uygulamalardan ne tip dersler çıkarmışlardır?

Yine farklı bir gözle bakıldığında, "hukuku ve polisi siyasi amaçlar için kullanmanın" 17-25 Aralık'a özel bir durum olmadığı, kökleri - en azından- Tek Parti dönemine giden ve ilerleyen bölümlerde örneklerini sıkça göreceğimiz gibi bugünlere kadar kesintisiz uzanan bir gelenek olduğu da raharlıkla görülebilir.   

Aşağıdaki bilgiler, Risale Haber adlı sitenin,  Ferhat  Aslan tarafından kaleme alınan "Bediuzzaman Said Nursi Kimdir?" adlı bölümünden kısaltılarak alınmıştır.  [1]

Tek Parti Dönemi

İnzivaya Çekilmesi

Nursi'nin Van'a gidiş biletinin üzerindeki tarih 17 Nisan 1923'tür.

 

Van'a gittiğinde bir kenara çekilip ilimle meşgul olmak, talebe yetiştirmek isteyen Nursi, burada da ziyaretçiler tarafından adeta istila edilince, birkaç talebesini alıp Erek dağına çıktı ve oradaki bir harabede hayatını devam ettirmeye başladı.Eskiden beri kendisini tanıyanlar Bediüzzaman'da ciddi bir değişiklik olduğunu görüyorlardı. Başta kıyafeti olmak üzere, ders verme metodundan, derslerin içeriğine kadar her şey değişmişti. 

Bediüzzaman, insanlardan uzak, Erek dağında tam bir inziva hayatı geçirirken, Ankara'da da yeni rejim artık şekillenmeye başlamış ve icraatları her taraftan duyuluyordu. Bu yeni rejimi kabullenemeyen muhafazakar çevreler, kendilerince bir çözüm arıyorlardı.

Şeyh Said İsyanı

Ülkede gergin bir hava oluşmuştu. Hükümete karşı isyan etmeyi düşünen Şeyh Said, Said Nursi'nin halk üzerindeki ağırlığından faydalanmak için kendisiyle hareket etmesini istiyordu. Bunun için de Şeyh Said bizzat kendisi bir mektup yazmış ve yardım etmesi halinde kesinlikle başarılı olacağını anlatmıştır. Bediüzzaman'ın bu mektuba cevabı şu olmuştur: "Yaptığınız mücadele, kardeşi kardeşe öldürtmektir ve neticesizdir. Türk milleti bin seneden beri İslamiyet'e bayraktarlık yapmıştır. Dini uğruna milyonlarca şehit vermiştir. Binaenaleyh, kahraman ve fedakâr İslam müdafilerinin torunlarına kılıç çekilmez ve ben de çekemem."

Bu arada Şeyh Said'le birlikte hareket etmek isteyen ve ancak Bediüzzaman'ın da bu işin içinde olmasının gerekliliğine inanan Kör Hüseyin Paşa, birkaç kez Erek dağına çıkarak bizzat Bediüzzaman'la görüşmüştür. Çok büyük bir aşiret olan Hayderan aşiretinin reisi Kör Hüseyin Paşa ile Bediüzzaman arasında şöyle bir konuşma geçer:

  • Sizinle müşaverem var. Askerim hazır, atlar hazır, silahlar ve cephaneler de hazır. Sizden emir bekliyoruz.

  • Sen ne diyorsun? Ne yapacaksın? Kiminle harp edeceksin?

  • Mustafa Kemal'le...

  • Mustafa Kemal'in askeri kim?

  • Ne diyeyim… İşte askerdir.

  • Askerler bu vatanın evladıdır. Senin ve benim akrabalarımdır. Kime vuracaksın? Onlar kime vuracak? Düşün, idrak et. Ahmed'i  Mehmed'e  Hasan'ı Hüseyine mi kırdıracaksın?

 

Ardından, ses tonunu yükselterek; Hüseyin Paşa'ya hitaben, "Kan dökme, kan dökme, kan dökme!" diyerek son mesajını vermiştir. Gerçekten de bu aşiretler Şeyh Said ile birlikte hareket etmeyerek isyana katılmamış ve felaketin daha da büyümesine engel olmuşlardır.

Sürgünler Başlıyor

İsyan aşamasında yatıştırıcı rol oynamasına rağmen, Doğu'daki nüfuzlu aileleri Batı Anadolu'ya sürgüne gönderen hükümet, onu da inzivada bulunduğu Erek dağından alarak sürgüne gönderdi. Bir iki sene sonra, kendisi ile birlikte sürgüne gönderilenler serbest bırakılıp memleketlerine dönmelerine rağmen, Said Nursi 1960'ta vefatına kadar serbest bırakılmayarak, sürgün, hapishane, esaret, tarassut hayatı yaşadı.

1926 yılının şiddetli bir kış mevsimine rastlayan ramazan ayında, kızaklara bindirilerek, Trabzon'a, oradan deniz yolu ile İstanbul'a götürülen Said Nursi burada yirmi gün kadar sürecek bir sorgulanmaya tabi tutuldu. Bu arada Anadolu'daki Şeyh Said isyanını soruşturan özel mahkeme de tahkikatını bitirmiş,  suçlular hakkındaki kararını vermiş ve Bediüzzaman Said Nursi'nin, Şeyh Said isyanı ile hiçbir ilgisinin olmadığı sonucuna varmıştır. Buna rağmen Ankara'dan gelen bir emir üzerine Bediüzzaman'ın Burdur'da zorunlu ikamete tabi tutulması emrediliyordu.

Burdur ve Isparta Sürgünü - 1926

Bunun üzerine İstanbul'dan 1926 yılının Mayıs ayında Burdur'a getirildi. "Ben ehli dünyanın değil, kaderin mahkumuyum, Mekke'de de olsam Türkiye'ye gelirim, zira burası daha çok hizmete muhtaçtır…"diyen Said Nursi, Burdur'da bir eve yerleştikten sonra, en yakın camiye giderek halka iman dersleri vermeye başladı.

Bu sıralarda zamanın Genel Kurmay Başkanı Mareşal Fevzi Çakmak Burdur'a gelir. Vali, Bediüzzaman'ın gelenlerle dini sohbetlerde bulunduğunu ifade ederek, şikayette bulunur. Bediüzzaman'ın kıymetini ve geçmişini çok iyi bilen ve onunla yakından tanışan Fevzi Çakmak;"Bediüzzaman'dan kimseye zarar gelmez, ona ilişmeyiniz, hürmet ediniz." der.

Ancak evhamlı hükümet, Said Nursi'nin bu sohbetlerinden endişe ederek, sekiz ay sonra onu bu kez Isparta merkezine sürgün etti.  25 Ocak 1927'da Isparta'ya getirilen Nursi, burada da sohbetlerine devam etti ve her geçen gün etrafında insanlar toplanmaya ve çoğalmaya başladı.

Barla Sürgünü - 1927

Bu sohbetlerden de rahatsız olan Hükümet, Bediüzzaman'ı etkisiz kılmak adına kesin bir çözüm olması ümidi ile kuş uçmaz, kervan konmaz bir yer olarak bilinen Barla'da ikamet etmeye mecbur etti.

Eğirdir Gölü civarındaki bir derenin yamacında yer alan Barla köyüne ulaşım yalnızca kayıkla yapılıyordu. Gençleri ekonomik nedenlerle şehirlere göç eden Barla'nın nüfusu yaşlılardan oluşuyordu. Okuma yazma oranı son derece düşük olan bu köyde Bediüzzaman'ın etkili olması imkânsız olacak ve zaten yaşlılardan oluşmuş üç beş köylü ile bir şey yapamayacağı için de zamanla unutulup gidecekti.  

Burada ilk yazdığı eser "Haşir Risalesi" oldu. Henüz harf inkılabı olmadığı için bu kitabı eski talebelerinin yardımıyla İstanbul'a ulaştıran Bediüzzaman, matbaada basımını temin ederek, başta milletvekilleri olmak üzere bazı devlet memurlarına dağıtılmasını istedi. İşte tam bu sırada Mecliste, Eğitim komisyonunda cismani dirilişin inkarına dair tartışmalar baş göstermiş ve ders kitaplarına da bunun geçmesi gündeme getirilmişti. Bu inkarcı görüşün öncülüğünü ise, biyolojik materyalizmin ateşli savunucu olan Abdullah Cevdet yapıyordu. Bediüzzaman'ın bu eserini gören milletvekilleri şaşkınlık içerisindeydiler. Haşir Risalesi'ni diğer eserler takip etti.

1928' harf inkılabının yapılması ile birlikte, artık Osmanlıca eserleri matbaalarda basmak yasaklanmış ve Bediüzzaman'ın dine hizmetine büyük bir darbe indirilmişti. Çok geçmeden, beklenen inayet yardıma koşmuş ve her bir köy ve kasaba adeta birer matbaa olmuştu. Altı yüz bini aşkın sayfa risale elle çoğaltılarak Anadolu'nun her tarafına ulaştırılmaya, okunmaya ve okunanlar yaşanmaya çalışılıyordu.

Barla'yı o'na zindana çevirmek ve yaşanmaz hale getirmek için bir nahiye müdürü ve bir muallim atandı. Kendisine yapılan baskılar o dereceye vardı ki, Bediüzzaman 1934 yazında Isparta'daki talebelerinden Tenekeci Mehmed'e gönderdiği bir mektupta şunları yazıyordu:"Kardeşim, ben burada muallim ve nahiye müdürünün ezasına tahammül edemez hale geldim. Beni çok rahatsız ediyorlar. Kırlara da çıkamaz oldum. Rutubetli odada kabirde yaşar gibi yaşıyorum."

Talebesi bu mektubu alır almaz hemen Vali Mehmet Fevzi Daldal'a götürdü.Gözden ırak bir yerde olmasındansa, gözetim altında tutulmasının daha doğru olacağını düşünen hükümet, bu mektubu da bahane ederek 1934 tarihinde onu Isparta merkezine getirtti.

Isparta - 1934

Isparta'da hem evinin kapısında hem de evin etrafında sürekli polisler nöbet tutuyorlardı. Bediüzzaman'ın her adımı takip ediliyordu. Kimsenin yanına çıkmasına ve onunla görüşmesine izin verilmiyordu. Yalnızca, zaman zaman hizmetini görmek üzere, Mehmet Gülırmak adındaki bir talebesine izin veriliyordu. Bu küçük fırsatı değerlendiren Bediüzzaman, bu talebesini "Nur postacısı" olarak istihdam etti.

Eskişehir Hapishanesi - 1935

Bediüzzaman'ı sürgünlerle, gözaltında tutmakla durdurmanın mümkün olmadığını anlayanlar, bu kez onu imha etme yollarını denemeye koyuldular. Bediüzzaman'ın bir cuma namazına giderken, binlerce insanın sokaklara dökülerek onu görmek istemesi bahane edilerek civar illerden de topladıkları yüz yirmi talebesi ile birlikte Mayıs 1935'te tutuklanıp Eskişehir Hapishanesi'ne kondu.

Aslında verilen gizli bir emir gereği, kamyonlara bindirilerek Eskişehir'e götürülen Bediüzzaman ve talebelerinin, tenha bir yerde indirilip öldürülmesi gerekiyordu. Ancak bu işle görevli Binbaşı Ruhi Bey bu emri yerine getirmedi. Bu imha emrini yerine getirmeyen Binbaşı Ruhi Bey emre itaatsizlikten ordudan atıldı.

Hapishane şartları çok ağırdı. Bediüzzaman hücre hapsindeydi. Talebeleri bir koğuşa toplatılmıştı. Bunca insanın olduğu bir koğuşta tuvalete gitme izni yoktu. Kaç gün sonra, kapının yanından bir delik açılır ve oradan uzatılan bir boru ile tuvalet ihtiyaçları karşılanmaları istenir... on iki gün boyunca yiyecek bir şeyler de verilmez.

Bediüzzaman bu şartlarda eser telif ediyordu. On bir ay kaldığı bu hapishanede, beş tane eser kaleme aldı.

Tutuklu olarak mahkemeleri devam ediyordu. Ankara'nın şiddetli ve tehditli baskısı altında olan Eskişehir Ağır Ceza Mahkemesi heyeti on bir ay sonra, son kez Bediüzzaman ve talebelerini muhakeme ederek, Bediüzzaman'a on bir ay hapis cezası ile Kastamonu'da mecburi ikamet ve on beş talebesine de altışar ay hapis cezası verildi.

Kastamonu Sürgünü - 1936

Bediüzzaman zaten on bir ay tutuklu kaldığı için talebeleri ile birlikte 1936 Mart'ında tahliye edilerek, Kastamonu'ya gönderildi. Yedi buçuk yıl sürecek olan Kastamonu'daki mecburi ikamet hayatına elli dokuz yaşındayken başlayan Bediüzzaman'ın ilk üç ayı polis karakolunda misafir olarak geçti.

Ardından karakolun hemen karşısında bir eve taşındı. Evin içini karakoldan takip edebilmek için karakola bakan pencerelerine perde çekilmesi yasaklanmıştı. Güya serbest bırakılmıştı, ama tam bir esaret hayatı yaşatılıyordu. Kendisini ziyarete gelenleri hemen alıp karakola götürülüyordu.

"Bediüzzaman'ın hakkında ancak bu adam gelebilir." denilerek, Kastamonu'ya Avni Doğan vali olarak tayin edilmişti. Dört yıl boyunca burada valilik yapan Avni Doğan, Bediüzzaman ve talebelerine zulüm adına elinden gelen her şeyi yaptı.

Ölünceye kadar yirmi üç kez zehirlenen Bediüzzaman, Kastamonu'da da, ya gizlice evine girip yemeğine zehir katmak ya da manavdan aldığı meyvelere zehir şırınga etmek sureti ile büyük acılara maruz bırakıldı.

Denizli Hapishanesi - 1943

Tarih 1943'leri gösterdiğinde, Bediüzzaman'ı rejimleri için tehlikeli görenlerin emir ve tahrikleri ile Ramazan ayının başında evi basıldı, inceden inceye evin her yeri arandıktan sonra karakola götürüldü. Bir aya yakın karakolda tutulan Bediüzzaman, Denizli'ye götürülerek, civar illerden tutuklanarak getirilen talebelerinin olduğu Denizli Hapsine kondu.

Ankara'ya getirilen Bediüzzaman'ı teamüllere aykırı olarak makamına getirten Vali Nevzat Tandoğan, başındaki sarığı zorla çıkartıp yerine, elindeki şapkayı koymak ister; ancak Bediüzzaman'ın sert direnişi ile karşılaşır.Bediüzzaman, Tandoğan'ın bu çirkin fiili müdahalesine karşılık, eliyle boynunu göstererek yüksek bir ses tonuyla: "Nevzat, bu sarık ancak bu başla çıkar." diyerek cevap verir ve odadan çıkar. Akşam üzeri istasyona götürülerek trenle Isparta'ya sevk edilir.

Denizli Hapishanesi'nin şartları Eskişehir Hapishanesi'ni aratmıştı. Bediüzzaman'ın talebelerine gönderdiği bir mektupta kullandığı şu cümle her şey anlatmaktadır: "Eskişehir'de bana bir ayda çektirdiklerini burada bir günde çektiriyorlar."

Bediüzzaman, mum ışığında eser telif etmeye devam ediyordu. Eline geçen kağıt parçalarına yazdıklarını kibrit kutularına koyuyor ve koridora atıyordu. Kibrit kutusunu alan mahpuslar, koşarak koğuştaki arkadaşlarına ulaştırıyor ve kısa sürede yazılarak çoğaltılıyordu.Yazılanlar, bir şekilde dışarıya ulaştırılıyor ve diğer şehirlerdeki Nur talebeleri de bunları alıp okuyor, çoğaltıyor ve dağıtıyorlardı.

Bu arada Bediüzzaman ile birlikte şiddetli zehirlenen talebesi Hafız Ali hapishanede, diğer talebesi emekli Binbaşı Asım ise mahkeme esnasında hayatını kaybederek şehit olmuşlardır. Bediüzzaman ise bir kere daha ölümden dönmüştür.

Said Nursi ve talebelerine isnat edilen suçlar Eskişehir Mahkemesi'nde yöneltilen suçlamaların aynısıydı. Tarikat kurmak, siyasi bir cemiyet oluşturmak, inkılaplara muhalefet etmek, dini duyguları istismar etmek iddiasında olan Denizli Cumhuriyet Savcısı, Risale-i Nurları tetkik etmesi ve mahkemeye bir rapor sunması için bilirkişi heyeti görevlendirdi. Uzun süren bu inceleme neticesinde hazırlanan raporda; Risalelerin yüzde doksanının iman hakikatlerinin ilmi izahı olduğu, ne ilim yolundan ne de din esaslarından hiç ayrılmadığı, Bediüzzaman'ın siyasi bir faaliyeti ve hedefi olmadığı, eserlerinin bir Kur'an tefsiri olduğu ifade ediliyordu.

Bu raporu da dikkate alan mahkeme heyeti, Bediüzzaman ve talebelerinin de müdafaalarını dinledikten sonra, 16 Haziran 1944'te oy birliği ile tüm mahkumların beraatına ve hemen salıverilmelerine hükmetti.

Emirdağ Sürgünü - 1944

Tahliye edilen Nursi, Afyon ilinin Emirdağ ilçesine mecburi ikamet etmek üzere ayrıldı. Mahkemenin beraat kararı verdiği Nursi için bu kez hükümet devreye girip hükmünü bu şekilde veriyordu.

Emirdağ'a getirilen Bediüzzaman, polis karakolu ile hükümet binasının karşısında yer alan bir eve yerleştirildi. Camiye gitmesine izin verilmediği gibi, kimseyle görüşmemesi için de kapısında ve penceresinin önünde sürekli polis bekletiliyordu. Bediüzzaman, talebelerine gönderdiği mektuplarda kendisine yapılanların "Denizli hapsini arattığını" ifade ediyordu. Emirdağ'ın eşrafından olan Çalışkanlar ailesi Bediüzzaman'a sahip çıkmış ve kaldığı evin altındaki dükkandan bir delik açarak Bediüzzaman'ın ihtiyaçlarını karşılamaya çalışmışlardır.

1946 yılında bir ithalatçı firma tarafından Türkiye'ye getirilen ilk teksir makinelerinden üç tanesini Nur talebeleri almış, Isparta ve İnebolu'da Risaleler teksir makinesi ile seri bir şekilde çoğaltılmaya başlanmıştı.

Afyon Hapishanesi - 1948

Risalelerin hızlı bir şekilde çoğaltılarak yayılması, gizli mihrakların tekrar harekete geçmesine sebep oldu. 1948 yılına gelindiğinde, Bediüzzaman ve talebelerinin üzerine daha sert bir şekilde saldırmaya başladılar. Civar illerdeki bütün Nur talebelerinin evleri didik didik arandı ve bazıları gözaltına alındı. Bir taraftan Vali ile Emniyet Müdürü sürekli Emirdağ'a gelip giderken, beş tane uçak da Emirdağ üzerinde uçuşlar yaparak, halka ve Nur talebelerine gözdağı veriyorlardı.

Ancak, komploların hiçbiri tutmayınca, yine hapis yolu görünmeye başladı. 23 Ocak 1948'de başta Bediüzzaman olmak üzere, civar illerde bulunan çok sayıda talebeleri ile birlikte tutuklanarak Afyon Cezaevine kondular. Daha önceki üç mahkemenin beraat kararları hiçe sayılarak, aynı iddialarla tekrar dava açılmış, Eskişehir ve Denizli hapishanelerinin şartlarını mumla aratacak Afyon Mahkemesi süreci başlamıştı.

Bu kez, kesin sonuç alınmak üzere hiç olmazsa Bediüzzaman'ın işi bitirilmeliydi. Hapishanenin en üstü katındaki, yetmiş kişi kapasiteli ve çoğu kırık olan yirmi dört pencereli bir koğuşa Bediüzzaman tek başına kondu. Eksi yirmilere kadar düşen dondurucu kış soğuğunda, kendisine soba dahi verilmeyen yetmiş yaşının üzerindeki bu ihtiyar, açlıktan bitkin bir hale düşürülerek kendisine üç kez zehir verildi.

Devam eden mahkeme, nihayet 6 Aralık 1948'de kararını verdi. Bediüzzaman'a yirmi ay, birçok talebesine de altı ve on sekiz ay aralığında değişen hapis cezasına hükmetti. Yargıtay altı ay sonra, 4 Haziran 1949 Afyon Mahkemesinin kararını bozdu.Bu karar üzerine Bediüzzaman ve talebelerinin derhal serbest bırakılması gerekirken, Afyon Mahkemesi ve özellikle gaddar savcısı, oyalama süreci başlatarak Bediüzzaman'ın yirmi ay hapiste kalması tamamlandıktan sonra serbest bırakıldı.

Afyon Mahkemesi buna rağmen devam etti ve Risale-i Nur nüshalarının toplattırılması kararı aldı. Bu karar yine temyiz edildi ve temyiz mahkemesi yine kararı bozdu. Ama savcı inadından vazgeçmiyordu. Süreç devam etti ve nihayet Temyiz Mahkemesi, Diyanet İşler Başkanlığı'ndan, Risaleleri incelemek üzere bir heyet oluşturmasına karar verdi. Risaleleri inceleyen heyetin raporu üzerine Afyon Mahkemesi mecbur kalarak Risalelerin beraatına ve toplattırılan nüshaların da geri verilmesine karar verdi.

Tekrar Emirdağ Sürgünü - 1949

Bediüzzaman serbest bırakıldı, ama sürecin nasıl işleyeceği belliydi.Yine Ankara'dan gelen emir üzerine Afyon'da polis gözetiminde mecburi ikamete tabi tutuldu. Yetmiş iki gün burada tutulan Bediüzzaman 2 Aralık 1949'da hapis öncesi ikamet ettiği Emirdağ'a geçti.  

Demokrat Parti Dönemi

Bu arada siyasi arenada da sıcak gelişmeler yaşanıyordu. Kurulduktan hemen sonra halkın büyük teveccühünü kazanan Demokrat Parti 1950'de halkın yüzde elliden fazla oyunu alarak iktidara geldi. Bediüzzaman Demokrat Parti'nin ilk üç senesinde Emirdağ'ında ikamet etmeye devam etti.

Demokrat Parti'nin gelmesi ile kısmi bir rahatlama olmuştu.

İstanbul Mahkemesi - 1952

Bu arada mahkemeler açılmaya devam ediyordu. 1952'de İstanbul'da, Gençlik Rehberi adlı kitap hakkında bir dava açıldı ve Bediüzzaman İstanbul'a gelerek mahkemede hazır bulundu. Seksen yaşına yaklaşmış bu zatın mahkemesi halkın büyük ilgisini kazanmış, gerek mahkeme binasının dışında ve gerekse duruşma salonu ile koridorlarda büyük izdiham olmuştu.

Mahkemenin bitmesi ile birlikte Emirdağ'ına dönen Bediüzzaman, 1953 ilkbaharında tekrar İstanbul'a gitmek durumunda kaldı. Çünkü Samsun Ağır Ceza Mahkemesi'nde hakkında açılan davaya bizzat katılması ısrarla istenmiş ve Bediüzzaman da ancak İstanbul'a kadar gelebilmişti. Burada, ne havada ne karada ve ne de denizde seyahat edemeyeceğine dair rapor aldığı için, müdafaasını İstanbul Ağır Ceza Mahkemesi'nde yaptı.

Sürgünlerin Bitişi - 1953

Üç ay kadar İstanbul'da kalan Bediüzzaman tekrar Emirdağ'ına geldi ise de 23 Ağustos 1953'te Isparta'ya yerleşmek üzere oradan da ayrıldı.

 Bediüzzaman ve Nur talebeleri üzerinden Demokrat Partiye yüklenen muhalefetin saldırılarına karşı, Adnan Menderes'e yazdığı mektuplarla onu uyarıyor ve bazı tavsiyelerde bulunan Bediüzzaman, talebelerinin de Demokrat Parti'ye yardımcı olmalarını istiyordu. Ehvenişer olarak gördüğü Demokrat Parti'nin varlığı bir fırsattı. Nitekim bu süreçte Risaleleri, bir derece serbest bir ortamda basılıp çoğaltılıyordu.

Bediüzzaman, bundan sonraki hayatını daha önce sürgün ve mahpus olarak gittiği yerlerdeki dostlarını ziyaretle geçirecekti. Merkez Isparta olmak üzere, sık sık kısa seyahatlerle Afyon, Emirdağ, Eskişehir, Eğirdir ve Barla'ya gidiyordu. Eski mekânlarını ziyaret ediyor, dostlarıyla görüşüyor, talebelerine "dersler" yapıyordu.

Ankara'daki talebeleri yine ısrarla kendisini davet etmekteydiler. Bu ısrarlar üzerine 31 Aralık 1959 günü Ankara'ya geldi. Ancak bu defaki gelişi, basında tartışmalara yol açtı. Demokrat Partili milletvekillerinin kendisini davet ettiği yönünde asılsız haberler yayınlandı.

6 Ocak 1960 günü saat 10:30 sularında Konya'ya gitmek üzere hareket etti. Konya'ya vardığında beklenmedik bir manzarayla karşılaştı. Konya'nın bütün giriş çıkışları tutulmuş, her yerde güvenlik tedbirleri alınmıştı.

Emirdağ'da dört gün kaldıktan sonra 11 Ocak'ta tekrar Ankara'ya gitmek için yola çıktı. Ancak bu kez Said Nursî'nin şehir merkezine girişi polis tarafından engellendi. Ankara'ya girmesi engellenen Said Nursî, Emirdağ'a geri döndü.

Son Yolculuk: Urfa - 1960

Ramazan ayı geldiğinde Bediüzzaman ağır hastaydı. Takvimler 19 Mart 1960 tarihini gösteriyordu. Said Nursî yanındaki talebelerine Urfa'ya gitmek istediğini söyledi. Arabası hazırlandı ve seksen iki yaşındaki Bediüzzaman, ağır hasta hâliyle arabanın arka koltuğunda yola çıktı.

21 Mart günü Urfa'ya ulaştığında talebeleri kendisine Halilürrahman Dergâhını göstermek istediler. Ama o yürüyemeyecek kadar rahatsızdı. Onu şehrin en iyi oteline yerleştirdiler. Otele gelen polisler, derhal Isparta'ya dönmesi emrini tebliğ ettiler. Bunu duyan halk otelin önüne toplandı. Polis ısrarla Bediüzzaman ve yanındaki talebelerinin Urfa'dan ayrılmasını istiyordu. Bu baskı sürerken Bediüzzaman 23 Mart 1960 günü sabaha karşı vefat etti.

Büyük bir cemaatle kılınan cenaze namazından sonra Bediüzzaman'ın naaşı Halilürrahman Dergâhı'nda kendisine ayrılan yere defnedildi.

27 Mayıs Darbesi

Bediüzzaman'ın vefatından, yaklaşık iki ay sonra 27 Mayıs 1960'da bir askerî darbe oldu. Millî Birlik Komitesi hükümeti Bediüzzaman'ın kabrinin nakledilmesine karar verdi.

 

Kanunî prosedürü ihmal etmeyen ihtilâl komitesi, Bediüzzaman'ın Konya'da yaşayan kardeşi Abdülmecid Nursî'den tehdit ile bir nakil dilekçesi alarak,12 Temmuz 1960 gecesi Urfa'daki mezarını kırdırarak açtırdı. Bediüzzaman'ın naaşını, askerî bir uçağa koyarak Afyon askerî havaalanına indirtti. Kara yolu ile yapılan uzun bir yolculuktan sonra, yerini Abdülmecid Nursî'nin de bilmediği bir mezara defnettirdi. Hayatta iken onun varlığını istemeyenler, vefatından sonra da onu rahat bırakmamışlardı.

 

Dipnotlar

[1] http://www.risalehaber.com/bediuzzaman-said-nursi-kimdir-231832h.htm

Kültür Sayfası

bottom of page